23 Kasım 2024 Cumartesi

ANTİSEMİT FRANSA

 






Fransa, Paris'te düzenlenen deniz savunma sistemleri fuarı Euronaval 2024'e İsrailli şirketlerin katılımını engelledi. Fransız yetkililer, bu kararın gerekçesi olarak şirketlerin fuara katılım şartlarını karşılamadığını belirtti. Ancak bu adım, İsrail ve Fransa arasında gerilime yol açtı. Bazı yorumlar, bu kararın Gazze'deki çatışmalar ve İsrail'in askeri eylemleri konusundaki uluslararası tepkilerle ilişkili olabileceğini öne sürüyor.

Bu Fransa’nın İsrail’e karşı ilk düşmanlığı değil. Daha evvel de parasını ödediğimiz füze botlara ambargo koymuş ve teslim etmemişti.

Bu olayı detaylarıyla anlatmak istiyorum.

Sevgili dostlar;
1960’lı yıllarda İsrail deniz kuvvetleri II. dünya savaşından kalan gemilerden oluşmaktaydı. Artık ağır kruvazörlerin, destroyerlerin devri kapanmak üzereydi. Gelecek, manevra kabiliyetleri yüksek, küçük, hızlı füze botlardaydı. 

İsrail de çok yüksek teknoloji ile donatılmış füze botları ve füzeler planlamaya başlamıştı. Bunu neticesinde Saar 3 sınıfı füze botlar doğdu. Bugün size 12 adet Saar 3 sınıfı füze botun olağanüstü macerasını anlatmaya çalışacağım.

Yıllarca uğraşıldıktan sonra mükemmel bir proje ortaya çıkmıştı.  Botlar Almanya'ya sipariş edildi. İsrail devleti, elindeki her imkânı gerek teknik olarak gerekse maddi olarak seferber etmekteydi.  O gün için teknolojinin en üst düzeyi kullanılacaktı. 

Ancak Arap Ligi, siparişi iptal etmesi konusunda Almanya'ya baskı uygulamaya başladı. Baskılara dayanamayan Almanya siparişi iptal etti. 

Gemilerin Fransa'da yapılmasına karar verildi. Fransa ile İsrail, o dönemde, ikili ilişkilerde altın çağı yaşıyordu. Planlar tamamen Almanlar tarafından yapılmıştı. Fakat uygulama Fransızlar tarafından, Cherbourg tersanelerinde yapılacaktı. İsrail askeri ve teknik personeli kontrol için orada bulunacaktı.

Gemilerin yapılmasına hızla başlandı. 1968 yılı sonuna kadar beş botun yapımı tamamlanmış ve İsrail'e teslim edilmişti.

Ancak 26 Aralık 1968 tarihinde çok kötü bir şey oldu. FKÖ bağlı iki Arap terörist Beyrut'tan hareketle Atina’ya geldiler ve burada El-Al uçağına saldırı düzenlediler. Tel-Aviv-Atina-New York seferini yapmakta olan uçağa, apronda beklerken makineli tüfeklerle ateş açtılar ve el bombaları attılar. İsrailli yolculardan ölenler oldu. İsrail, vatandaşlarını korumak için nasıl bir önlem alınması gerektiğini düşünürken, MOSSAD üç uçağa daha saldırı yapılacağı istihbaratını bildirdi. Muhakkak bir şeyler yapılması gerekiyordu.

 

Şamar gecikmedi. Atina saldırısından iki gün sonra 28 Aralık 1968 günü İsrail'in en elit birliklerinden biri olan Sayaret Matkal komandoları helikopterlerle Beyrut Havaalanına bir operasyon düzenledi. (Hediye operasyonu) Ortadoğu Hava Yollarına (MEA) ait 10 uçak kullanılamaz hale getirildi.


Beyrut Havaalanına yapılan bu saldırı uluslararası problemlere yol açtı. BM ve birçok ülke İsrail'i kınadı. Ama gelişmeler çok önemli değildi. İsrail kendini korumak için gerekeni yapmış, Beyrut’a dersini vermişti. 

Ancak başka bir gelişme oldu.  Arap Liginin zaten baskısı altında olan Fransa İsrail'e silah ambargosu koydu. İnşası devam eden 7 gemimiz hala oradaydı ve bütün bedeli ödenmişti.  

Son anda bir başka gelişme iki botun kurtarılmasını sağladı. MOSSAD ambargonun gelmekte olduğunu önceden bildirdi.  Altı numaralı bot tamamen hazırdı. Yedi numaralı bot ise neredeyse tamamlanmak üzereydi. İsrail, botlara, beklemeden oldukları gibi hareket emri verdi.  Ambargodan kurtarılmak istenen gemiler o kadar hızlı hareket ettiler ki botların komutanı Amiral Shabtai Levi onları ancak Cebel-ü Tarık'ta yakalayabildi.  Shabtai'nin komutasında 6 ve 7 numaralar da böylelikle İsrail'e gelmiş oldu.  

Cherbourg tersanelerinde halen parası ödenmiş olan 5 botumuz daha vardı ve Fransa bunları bize vermiyordu.  Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle satış iznini iptal etmişti. İsrail yaklaşan Fransız seçimlerini bekleme kararı aldı. Nitekim  De Gaulle seçimleri kaybetti. Fransa'nın yeni Cumhurbaşkanı Gerges Pompidou olmuştu. İlk fırsatta temas sağlandı. Ne yazık ki değişen bir şey yoktu.  Pompidou'da ambargoda karalıydı.  Gemilerimizi vermiyorlardı.

 

Bu arada botların inşaatı devam ediyordu. İşsizlik sorunu ile boğuşan Fransa Hükümeti tersanelerde de bir sorun çıkmaması için gemi inşaatlarına devam kararı almıştı.

 

Aylar geçti.  Artık botların yapımı neredeyse bitmek üzereydi. Yeni bir gelişme oldu. 

Martin Siemm  isimli bir iş adamı, Panama'da  bulunan  ve petrol sondajları yapan, Starboat isimli bir Norveç firması adına  botlara talip oldu. Uzun pazarlıklar neticesinde anlaşma sağlandı. Fransız hükümeti anlaşmayı onayladı.  Botlar ufak ufak test sürüşlerine çıkmaya başladılar. Tüm eksikleri tamamlanmıştı. Norveç şirketine teslim edilmek üzereydiler. 

 

Esasında Martin Siemm   gizli olarak İsrail hesabına çalışıyordu ve bütün ekibi MOSSAD ajanlarından oluşmaktaydı. Bizim olanı almak için orada bulunmaktaydılar.  İsrail, gemileri kaçırmayı planlamıştı. Operasyona Noa ismi verilmişti.

 

24 Aralık 1969 Noel günü kaçış tarihi olarak belirlendi.   80 İsrailli denizci ayrı ayrı yollardan Cherbourg'a hareket etti. Bir otelde bir geceden fazla kalmıyorlardı.  Bu arada gemilerin yakıt sorununu çözmek için 5 tonluk bir tanker hazırlanmıştı. Her gün küçük miktarlarda yakıt alıp akşamları botlara dolduruyorlardı. 8 günlük bir yolculuk planlanmıştı. Dikkati çekmemek için marketlerden ufak ufak alışverişler yapılıyorlardı.  Motorların çıkardığı gürültü sorun oluyordu. Kaçış gecesi bir problem olmasın diye her gece motorlar bir 

müddet çalıştırıyorlardı. Polis bir iki defa kontrole gelmiş, kendilerine motorların sıcak tutulması gerektiği hikayesi anlatılmıştı. Açık denizde ise SS Netanya Şilebi her türlü desteği vermek için onların yolunu gözetliyordu. Her şey hazırdı. Kaçacaklardı...İsrail deniz kuvvetleri nefesini tutmuş bekliyordu. 

24 Aralık gecesi müthiş bir fırtına ortalığı kasıp kavurmaya başladı. Hareketi iki saat ertelediler. Fakat hava daha kötü oldu. Tekrar ertelediler. Nihayet fırtınanın gevşemekte olduğu haberleri gelmeye başladı. Halatları çözdüler ve yola çıktılar. Plan mükemmel işliyordu. Botlar, yuvalarına gelebilmek için hareket ettiler. 

 Ertesi gün bir BBC muhabiri botlarla alakalı bir haber yapmak üzere Cherbourg'a geldi. Fakat botlar yoktu. Neredeydiler? BBC muhabiri haberi merkezine geçti. BBC yayınladı. Ve Fransa hükümeti botların kaçtığını, 12 saat sonra BBC’den öğrendi. Botları ilk bulan bir İngiliz kontrol noktası oldu. Durum anlaşılmıştı. İngilizler yeşil ışık yaktı. "Bizim için sorun yok" demek istiyorlardı.

Derken bir Lloyd helikopteri gemilerin üzerinde uçmaya başladı. Gemilerde hiçbir isim ve bayrak yoktu. Kendinizi tanıtın sorusuna da cevap vermiyorlardı. Fakat daha önceden telsiz mesajlarından gemidekilerin İbranice konuştukları tespit edilmişti.  Olay tamamen açığa çıkmıştı. Helikopter gemilerin üzerinde daireler çiziyor ve sanki "güle güle, hayırlı yolculuklar" diyordu.

 İsrail'e ambargo koyan Fransa hükümeti gülünç duruma düşmüştü.  Fransa Savunma bakanı batıralım dedi. Başbakan ve Cumhurbaşkanı kesinlikle reddetti. Gemiler silahsızdı.   Malta açıklarında kaçak gemilerin kardeşleri olan 4 İsrail füze bot eskort etmek için onları beklemekteydi. Kısa bir müddet sonra göklerde Davudun yıldızını taşıyan İsrail Savaş uçakları da eskorta katıldı. Hareketlerinden 8 gün sonra beş füze bot Hayfa Limanına, ait oldukları yuvaya gelerek demir attılar. Operasyon NOA tamamlanmıştı. 

Bütün dünya hayretler içerisindeydi. İsrail 10 binlerce kilometre uzakta, Fransa’dan beş gemiyi kaçırmıştı. Böyle bir olay ne daha evvel ne de daha sonra olmadı. İsrail yine başarmıştı.  Hem de ne başarı....

 Bu botlar 1973 Yom  Kippur savaşında çok çok önemli işler yapacak, ölüm kalım noktasında İsrail'i canları pahasına koruyacaklardı.

Latakia ve Baltim savaşlarına katılan bu botlar tarihin ilk deniz füze savaşını gerçekleştireceklerdi.


Amiral Shabtai Levi bugün 92 yaşındadır ve bir Akademi'de hocalık yapmaktadır.  Yazdıklarımın pek çoğunu kendisinden dinledim ve hafızasına hayran kaldım. Bütün olayı sanki dün gibi anlattı.

 3 numaralı bota amiralin oğlu olan Saar'ın ismi verilmiştir.  Saar ise, 7 sene İsrail Deniz kuvvetlerinde subay olarak görev yaptıktan sonra görevinden ayrılmıştır. Bugün İsrail'de yaşamaktadır. Yazdıklarımın bir kısmını da kendisinden öğrenmiş bulunuyorum. 

Amiralin kızı Hila'nın adı da Latakia savaşındaki operasyona verilmiştir. 

Amiral Shabtai Levi ve Oğlu Saar'a teşekkürlerimi sunuyorum.

 

Aaron Baruch (Ankaralı)

5 Temmuz 2024 Cuma

REHİNE VE ATEŞKES ANLAŞMASI İHTİMALİ

 







Hamas’a baskı yapmak konusunda Katar, ABD ve Mısır'a katıldı. Terör örgütü, Kudüs ve Washington arasındaki uçurumun fazla derin olmadığını anladı. Askeri baskının da çok etkisi oldu.

Görünüşe göre Hamas uzun süredir ilk kez fikrini değiştirdi ve bir anlaşma istiyor gibi. Bu sabah Hamas'tan üst düzey bir yetkili, Reuters haber ajansına, revize edilen planda rehinelerin serbest bırakılmasıyla ilgili görüşmelerin ilk aşamanın anlaşmadan sonra16 gün içinde başlayacağını ve ikinci aşamanın sonunda kalıcı bir anlaşmaya varılacağını söyledi.

YORUM: Rehinelerin iadesi ve ateşkes anlaşması için aylardır en yakın noktaya geldik. Yine de o kadar çok defa duvara tosladık ki bir anlaşma olabileceğine inanmakta zorlanıyorum. Buna rağmen inanmak istiyorum.

Gerçek şu ki bana göre Hamas ABD ile İsrail arasında gerginliğin zannedilenden çok daha az olduğunu anladı. Mühimmattın aktarılmasında gecikmeleri yanlış yorumladı. ABD ile İsrail arasındaki kriz yumuşadıkça Hamas geri adım atıyor. ABD’de kasım ayındaki seçimlerde artık Biden’ın kazanamayacağı ortaya çıktı. Trump gelince kartlar yeniden dağıtılacak. İran da Hamas ve Hizbullah’ın yularını kısa tutması gerektiğini biliyor. Yoksa çok büyük ambargolarla karşı karşıya kalacak.

 “Şüyuu vukuundan beter” diye Türkçede güzel bir deyim var. Bir şeyin dedikodusunun yapılmasının, onun gerçekleşmesinden daha kötü olduğu anlamına geliyor.

Trump’ın başkan olabileceği dedikodusu Hamas’a geri adım attırabilir. İsrail de artık askeri hedeflerine tam olarak ulaşamasa da oldukça yaklaştı. Hamas’ın dişlerini de tırnaklarını da söktük. Belki hepsini değil ama oldukça fazla tüneli bulduk, tünellerle birlikte roket imalathanelerini havaya uçurduk. Bundan daha fazlasını yapamayız. Biz terörist öldürdükçe onlar yeniden Gazzeli sivil gençleri zorla askere alıyorlar. Teröristlerin öldürülmesi bir anlamda sivillerin öldürülmesi anlamını taşımaya başladı. Yeter artık kimse ölmesin.

Savaştan sonra ne olacak? Esas sorun burada. İsrail’in bir planı olduğunu zannetmiyorum. Netanyahu paçasını Ben Gvir ve Sumutrich’e kaptırmış durumda. İsrail’de iktidarda bulunan bu aşırı sağcı faşist koalisyon ortakları İsrail’in Gazze’den çıkmasını istemiyor. İşgal istiyor. Bunu ne demek olduğunu kısaca izah etmek gerekirse Oslo Anlaşmasıyla Yahudilerin topraklarını Araplara verdiği için Kasım 1995’de aşırı sağcı Yigal Amir İsrail Başbakanı İsak Rabin’i vurdu ve öldürdü. Çok yakın bir tarihe kadar Ben Gvir’in ofisinin duvarında Yigal Amir’in resmi aslıydı. Bu aşırı sağcılar Batı Şeria’da, Gazze’de Yahudilerin toprağıdır kafasındalar. İsrail bu hükümetle Gazze’de “savaştan sonraki gün” planı yapamaz.

Askeri olarak bence esas sorun Mısır. Eğer Philedelphia eksenine hâkim olamazsak Mısır bu köpeklere her türlü malzeme ve Mühimmatı vermeye devam edecek. Refah’taki tünelleri yok edemezsek ve yeniden yapılmasına mâni olamazsak tekrardan başa döneriz. Hamas’ın gırtlağına yapışmanın yolu Philedelphia eksenine hâkim olmaktan geçiyor.

Esen kalın.

Aaron Baruch  (Ankaralı)


ANLAŞMAYA DOĞRU

 



Günaydın dostlar, shabbat shalom.

Rehine ve Ateşkes anlaşmasına doğru: Hamas’a baskı yapmak konusunda Katar, ABD ve Mısır'a katıldı. Terör örgütü, Kudüs ve Washington arasındaki uçurumun fazla derin olmadığını anladı. Askeri baskının da çok etkisi oldu.

Görünüşe göre Hamas uzun süredir ilk kez fikrini değiştirdi ve bir anlaşma istiyor gibi. Bu sabah Hamas'tan üst düzey bir yetkili, Reuters haber ajansına, revize edilen planda rehinelerin serbest bırakılmasıyla ilgili görüşmelerin ilk aşamanın anlaşmadan sonra16 gün içinde başlayacağını ve ikinci aşamanın sonunda kalıcı bir anlaşmaya varılacağını söyledi.

YORUM: Rehinelerin iadesi ve ateşkes anlaşması için aylardır en yakın noktaya geldik. Yine de o kadar çok defa duvara tosladık ki bir anlaşma olabileceğine inanmakta zorlanıyorum. Buna rağmen inanmak istiyorum.

Gerçek şu ki bana göre Hamas ABD ile İsrail arasında gerginliğin zannedilenden çok daha az olduğunu anladı. Mühimmattın aktarılmasında gecikmeleri yanlış yorumladı. ABD ile İsrail arasındaki kriz yumuşadıkça Hamas geri adım atıyor. ABD’de kasım ayındaki seçimlerde artık Biden’ın kazanamayacağı ortaya çıktı. Trump gelince kartlar yeniden dağıtılacak. İran da Hamas ve Hizbullah’ın yularını kısa tutması gerektiğini biliyor. Yoksa çok büyük ambargolarla karşı karşıya kalacak.

 “Şüyuu vukuundan beter” diye Türkçede güzel bir deyim var. Bir şeyin dedikodusunun yapılmasının, onun gerçekleşmesinden daha kötü olduğu anlamına geliyor.

Trump’ın başkan olabileceği dedikodusu Hamas’a geri adım attırabilir. İsrail de artık askeri hedeflerine tam olarak ulaşamasa da oldukça yaklaştı. Hamas’ın dişlerini de tırnaklarını da söktük. Belki hepsini değil ama oldukça fazla tüneli bulduk, tünellerle birlikte roket imalathanelerini havaya uçurduk. Bundan daha fazlasını yapamayız. Biz terörist öldürdükçe onlar yeniden Gazzeli sivil gençleri zorla askere alıyorlar. Teröristlerin öldürülmesi bir anlamda sivillerin öldürülmesi anlamını taşımaya başladı. Yeter artık kimse ölmesin.

Savaştan sonra ne olacak? Esas sorun burada. İsrail’in bir planı olduğunu zannetmiyorum. Netanyahu paçasını Ben Gvir ve Sumutrich’e kaptırmış durumda. İsrail’de iktidarda bulunan bu aşırı sağcı faşist koalisyon ortakları İsrail’in Gazze’den çıkmasını istemiyor. İşgal istiyor. Bunu ne demek olduğunu kısaca izah etmek gerekirse Oslo Anlaşmasıyla Yahudilerin topraklarını Araplara verdiği için Kasım 1995’de aşırı sağcı Yigal Amir İsrail Başbakanı İsak Rabin’i vurdu ve öldürdü. Çok yakın bir tarihe kadar Ben Gvir’in ofisinin duvarında Yigal Amir’in resmi aslıydı. Bu aşırı sağcılar Batı Şeria’da, Gazze’de Yahudilerin toprağıdır kafasındalar. İsrail bu hükümetle Gazze’de “savaştan sonraki gün” planı yapamaz.

Askeri olarak bence esas sorun Mısır. Eğer Philedelphia eksenine hâkim olamazsak Mısır bu köpeklere her türlü malzeme ve Mühimmatı vermeye devam edecek. Refah’taki tünelleri yok edemezsek ve yeniden yapılmasına mâni olamazsak tekrardan başa döneriz. Hamas’ın gırtlağına yapışmanın yolu Philedelphia eksenine hâkim olmaktan geçiyor.

Esen kalın.

Aaron Baruch  (Ankaralı)

29 Haziran 2024 Cumartesi

Günaydın dostlar, İsrail gazetelerinden haberler ve şahsi yorumlarım:

 



***Manşetlerde yine Lübnan ve Hizbullah var.

Kuzeyde savaş rüzgarları eserken Tahran, İsrail’i Lübnan’a saldırması halinde bunun topyekûn bir savaşa yol açacağı konusunda uyardı. Dün Hizbullah onlarca roket ve üç insansız hava aracı fırlattı.

Aralarında Kiryat Shmona ve Shlomi'nin de bulunduğu bir dizi yerleşim yerinde alarmlar birbiri ardına çalıştırıldı. Roket şarapnellerinin bir eve isabet ettiği olayda herhangi bir can kaybı yaşanmadı.

YORUM: İran’ın bu tehdidi yeni bir şey değil. 7 Ekim savaşının başından beri bu tehdit başımızın üzerinde bir kılıç gibi asılı duruyor. Savaşın ilk günlerinde ABD uçak gemileri bu tehdide karşı İsrail önlerine gelmişti ve Biden açık açık İran’a “sakın karışma” demişti. O günlerde bütün dünya İsrail’in arkasındaydı. İsrail’de büyük billboardlarda Biden’ın resimleri ve altında “Thank you Mr. President” yazıları vardı.

Bu İsrail’e Suriye’deki İran konsolosluğunu vurabilme cesareti verdi. İran cevap olarak 13 Nisan’da benzeri görülmemiş bir füze saldırısı gerçekleştirdi. 300’den fazla balistik füze ve dronlarla İsrail’e saldırdı. İsrail ABD, İngiltere ve hatta Ürdün’ün yardımıyla bu saldırıyı bertaraf etti. İsrail hava savunma sistemleri tam not aldı. Bütün füzeler ve dronlar havada imha edildi.

Bugün İsrail’in Lübnan’a karadan ve havadan hatta denizden Lübnan’a saldırması halinde İran’ın savaşa dahil olması olasılıklar içerisindedir. Bu baştan beri böyle olduğu için İsrail Lübnan’a karşı şu ana dek büyük çaplı bir operasyona gir(e)medi. İran’ın 13 Nisan’daki saldırısını büyük bir başarı ile önledik. Ancak bu saldırıları kaç defa önleyebiliriz? Buna ne cephane stoku dayanır ne de para? Şu veya bu sebepten ABD lojistik olarak yardım etmezse halimiz nice olur?  Üstelik 13 Nisan’da olduğu gibi uluslararası desteğe de sahip değiliz.

Bence bu günkü gibi sınırlı tepkilerle havadan elimizden geldiği kadar Hizbullah’ı durdurmalı ve daha büyük bir saldırı başlatmamalıyız. Eğer ABD İngiltere ve Avrupa bizi desteklediğini ve yardımcı olacağını bildirirse o zaman işler değişir. Bu arada İran’da seçim oldu. Yeni iktidar bir şeyleri değiştirir mi? Hiç zannetmiyorum ama ne denir, bekleyelim ve görelim.

***Bu savaş ortamında hükûmetteki Ultra Ortodokslar yağmaya giriştiler. Maliye Komitesi aracılığıyla halkın vergilerinde 300 milyon Struck Yerleşim Bakanlığı'na, 58 milyonu ultra Ortodoks eğitim kurumlarına, 41 milyon Miras Bakanlığı'na, 30 milyon ultra Ortodoks kültür kurumlarına, 23 milyon Bakan Parosh'un Kudüs ofisine, Tora eğitim çeşmesi ağına 19 milyon dağıtım yapıldı.

Gerçekten de ultra-Ortodokslar, yeşiva için çocuklara desteğin artırılması ve ultra-Ortodoks öğretmenlerin maaşlarının artırılması da dahil olmak üzere yaklaşık 2,5 milyar şekel aldı. Korkunç. Netanyahu mükemmel, çok akıllı, çok zeki, çok başarılı olabilir. Ama iktidar olabilmek için bu ultra Ortodokslarla koalisyon kurması affedilir gibi değil. Bu adamlar din uğruna ülkeyi batırabilirler.

***New York Times. Biden’ın ABD’ye yapacağı en büyük hizmet başkanlık yarışından çekilmesidir. YNet yorumu: Biden açısından yaşanan felaket yüzleşmenin ardından artık dünyada herkes Trump'ın seçimi kazanacağı varsayımına göre hareket edecek. İran'ın nükleer zenginleştirme çabalarını hızlandırması bekleniyor, Sinwar'ın rehine anlaşması konusunda rotayı yeniden hesaplaması mümkün. Peki ya kuzey? Hizbullah savaşı Trump döneminde değil bu yılki anlaşmayla bitirmek isteyebilir.

YORUM: ABD halkı canlı yayında Biden’ın fiziki olarak yetersiz olduğunu gördü. Netanyahu’nun stratejisi Kasım ayına kadar savaşı oyalamak ve Trump’ı beklemek olabilir. Keşke elimde sihirli bir değnek olsa da başta Erdoğan’ı, sonra Biden’ı Putin’i, Netanyahu’yu emekliye ayırabilsem.

***Gazze’ye giden insani yardım kamyonları rekor seviyede. Ancak yağmacılar iş başında. IDF kamyonların yerlerine varması için elinden geleni yapıyor. Yardım kamyonlarının bazıları önlem olarak camlarını telle kaplıyor. Kamyonlara dronlar eşlik ediyor. Yağmacıları gördüklerinde IDF’in keskin nişancıları devreye giriyor. Geçen hafta 6 yağmacı keskin nişancılar tarafından öldürüldü. Kamyonların emniyeti için 07.00 ile 21.00 saatleri arasında askeri operasyon yapılmıyor.

***Mısır İsrail’in gözü önünde yıllarca Philadelphia eksenindeki tünellerden Hamas’a istediği her silahı verdi. Refah’ın tutulması çok büyük stratejik öneme sahip. Askeri yetkililer buradaki 4 tabur Hamas militanının ve tünellerin yok edilmesi için altı ay gerekli diyorlar.

YORUM: Bu yorumum özellikle Türkiye’deki Yahudi kardeşlerimizle ilgili. Kulağıma Gazze’de ölenlere acıdıkları ve İsrail’i soykırım yapmakla veya insanları katletmekle suçladıkları geliyor.

Bu savaşı biz başlatmadık. Köylere girip kadınlarımıza tecavüz eden, bebeklerimizi fırınlarda yakan, insanların başlarını küreklerle koparan Hamas katilleri, Hamas canavarlarıdır. Hala tünellerinde 120 kadınımız, çocuğumuz hatta bebeklerimiz işkence çekiyorlar. Kadınlarımızı tecavüz ede ede öldürdüler ve bu hala devam ediyor. Dünyada bugüne kadar bir yaşında bir bebeğin esir alındığı görülmemiştir.

Bu canavar katiller Gazze’de sivilleri kalkan olarak kullanıyorlar. Her okul, her cami, her kilise, her hastane onların silah depoları ve karargâhları, saklandıkları sığınaklarıdır. Bebek kundaklarında bile silah saklıyorlar. Bugüne kadar İsrail bu aptal geri zekalı empatiden uzak suçlamalarla karşı karşıya kaldığı için Hamas canavarını bitiremedi, Hamas bu yüzden bu kadar bitlendi ve bu hale geldi.

Şunu unutmayın eğer canavarın kafasını ezemezsek 7 Ekim yine yaşanacak. İsrail bu canavarla modern demokratik dünyayı korumak adına savaşıyor.

Lütfen zahmet edin ve empati kurun. PKK bir gece aniden beş on bin militanla Kilis’e, Antep’e veya Diyarbakır’ın köylerine girse, çocukları bebekleri öldürse, kadınlara tecavüz etse ve beş bin Türk köylüsünü kaçırsa ne olur?

Veya Yunan özel kuvvetleri bu mezalimi bir gece aniden Edirne’de, Kırklareli’nde veya Çorlu’da yapsa Türkiye ne yapar?

Sağcı gazetelerde her gün Türk ve İsrail pasaportu taşıyanların Türk vatandaşlıklarının iptal edilmesi gerektiği yazıyor. Bir Yahudi'nin yanında çalışan yardımcı "kocam Yahudi’lerin yanında çalışmamı istemiyor" diyerek işi aniden bıraktı. Bir gün bir anda "has ve şalom has ve halila" Türkiye'yi terk etmek zorunda kalırsanız nereye gideceksiniz? Düşünün bakalım.

Uzaktan “yazık bu insanlara” demek kolay. Şunu unutmayın İsrail’i eleştirmek Aliya ile başlar. Uzaktan gazel atmak çok saçma. Buraya gelin, beş sene buranın ekmeğini suyunu ve demirden leblebisini çiğneyin sonra anlatın, sonra eleştirin. Ölenler, kaçırılanlar İsrail’in fidanları, bebekleri, kadınları, genç kızları. İsrail İsrail olalı beri böyle bir felaket yaşamadı.

İntikam almaya uğraşmıyoruz, bir daha olmasın diye bu canlar feda ediliyor.

Çok acıyorsanız Hizbullh’ı durdursanıza… Binlerce insan ölmek üzere. Hizbullah hakkında da konuşsanıza. Ona da yapma desenize…

Önce bir düşünün empati yapın ve sonra konuşun sevgili kardeşlerim.

Aaron Baruch  (Ankaralı)

15 Haziran 2024 Cumartesi

HOOLANDA ÖZGÜRLÜK PARTİSİ LİDERİNİN KONUŞMASI

 

Sevgili dostlar,

Geert Wilders, Hollanda Özgürlük Partisi lideri, aşağıda naklettiğim konuşmasını 25 Eylül 2008 tarihinde New York'taki Dört Mevsim Oteli'nde yapmıştır.

Adımlarımızı atarken dikkat edin. İngilizlerin dediği gibi WATCH YOUR STEPS...

Beni davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim.

Amerika Birleşik Devletleri'ne bir misyonla geldim. Eski dünyada her şey yolunda değil. Büyük bir tehlike yaklaşıyor ve iyimser olmak çok zor. Avrupa'nın İslamlaşmasının son aşamalarında olabiliriz. Bu sadece Avrupa'nın geleceği için açık ve mevcut bir tehlike olmakla kalmaz, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri ve Batı'nın büyük varlığı için de bir tehdittir. Amerika Birleşik Devletleri, İslami Avrupa'ya karşı Batı medeniyetinin son kalesidir.

Öncelikle, Avrupa'daki durumu açıklayacağım.

Bildiğiniz Avrupa değişiyor.

Şüphesiz simgesel yapıları gördünüz. Ama tüm bu şehirlerde, bazen turistik hedefinizden sadece birkaç sokak ötede, başka bir dünya var. Bu, kitlesel Müslüman göçü tarafından oluşturulan paralel toplumun dünyasıdır.

Avrupa genelinde yeni bir gerçeklik ortaya çıkıyor: Yerli halkın çok az yaşadığı veya hatta göründüğü tamamen Müslüman mahalleler. Ve eğer görürseniz, pişman olabilirsiniz. Bu polis için de geçerli. Başörtülü kadınların, bebek arabaları ve bir grup çocukla birlikte yürüdüğü, şekilsiz çadırlarda yürüdüğü bir dünya. Kocaları veya isterseniz efendileri, üç adım önde yürürler. Birçok köşede camiler var. Dükkanlarda sizin ve benim okuyamayacağımız tabelalar var. Ekonomik bir faaliyet bulmakta zorlanacaksınız. Bunlar, dini fanatikler tarafından yönetilen Müslüman gettolarıdır. Bunlar Müslüman mahalleler ve Avrupa'nın tüm şehirlerinde çoğalıyorlar. Avrupa'nın büyüyen bölümlerinde, sokak sokak, mahalle mahalle, şehir şehir kontrolün dayanaklarıdır. Bugün Avrupa genelinde binlerce cami var. Kiliselerdekilerden daha büyük cemaatlerle. Ve her Avrupa şehrinde, bölgedeki tüm kiliseleri gölgede bırakacak süper camiler inşa etme planları var. Açıkça mesaj şu: Biz hakimiyet kuruyoruz.

Birçok Avrupa şehri artık dörtte bir Müslüman: Amsterdam, Marsilya ve İsveç'teki Malmö'yü örnek olarak alabilirsiniz. Birçok şehirde, 18 yaş altı nüfusun çoğunluğu Müslüman. Paris artık bir Müslüman mahalleler halkası ile çevrili. Muhammed, birçok şehirde erkek çocuklar arasında en popüler isim.

Amsterdam'daki bazı ilkokullarda artık çiftlikten bahsedilemiyor, çünkü bu domuzdan da bahsetmek anlamına geliyor ve bu da Müslümanlara hakaret sayılıyor.

Belçika ve Danimarka'daki birçok devlet okulu sadece helal yiyecekler sunuyor.

Fransa'da öğretmenlere, Voltaire ve Diderot gibi Müslümanlar için hakaret sayılan konulardan kaçınmaları tavsiye ediliyor; Darwin de giderek daha fazla bu duruma dahil oluyor. Artık Müslümanların hassasiyetleri nedeniyle Holokost tarihi öğretilemiyor.

İngiltere'de şeriat mahkemeleri artık resmi olarak İngiliz hukuk sisteminin bir parçasıdır. Fransa'da birçok mahalle kadınlar için başörtüsü takmadan yasak bölgeler haline gelmiştir. Geçen hafta Brüksel'de Ramazan'da içki içtiği için bir adam Müslümanlar tarafından dövülerek neredeyse öldürülüyordu.

Yahudiler, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en şiddetli antisemitizm dalgasından kaçmak için rekor sayılarda Fransa'dan kaçıyorlar. İsrail'in Tel Aviv ve Netanya sokaklarında artık Fransızca konuşuluyor. Bu tür hikayelerle sonsuza kadar devam edebilirim. İslamlaşma hikayeleri.

Bugün Batı Avrupa'da yaklaşık elli dört milyon Müslüman yaşıyor. San Diego Üniversitesi, Avrupa nüfusunun sadece 12 yıl içinde şaşırtıcı bir şekilde %25'inin Müslüman olacağını öngördü. Bernard Lewis, bu yüzyılın sonuna kadar Müslüman çoğunluk öngörüyordu.

Şimdi bunlar sadece sayılar. Ve eğer Müslüman göçmenlerin güçlü bir asimilasyon arzusu olsaydı, sayılar tehdit edici olmazdı. Ancak buna dair çok az işaret var. Pew Araştırma Merkezi, Fransız Müslümanlarının yarısının Fransa'ya olan bağlılıklarından ziyade İslam'a olan bağlılıklarını daha güçlü gördüğünü bildirdi. Fransız Müslümanlarının üçte biri intihar saldırılarına karşı çıkmıyor. İngiltere Sosyal Uyum Merkezi, İngiliz Müslüman öğrencilerin üçte birinin dünya çapında bir halifeliği desteklediğini bildirdi. Müslümanlar "saygı" talep ediyorlar. Ve biz onlara bu şekilde saygı gösteriyoruz. Artık resmi Müslüman bayramlarımız var.

Hristiyan Demokrat savcı, Hollanda'da Müslüman çoğunluk olması durumunda şeriatı kabul etmeye hazır. Fas ve Türk pasaportlarına sahip kabine üyelerimiz var.

Müslüman talepleri, küçük suçlar ve rastgele şiddet, örneğin ambulans çalışanları ve otobüs şoförlerine yönelik saldırılar, küçük ölçekli isyanlarla destekleniyor. Paris, düşük gelirli banliyölerde kendi ayaklanmalarını gördü. Suçluları "yerleşimciler" olarak adlandırıyorum. Çünkü onlar budur. Toplumlarımıza entegre olmak için gelmiyorlar; toplumumuzu kendi Darülislamlarına entegre etmek için geliyorlar. Bu yüzden onlar yerleşimcidirler.

Belirttiğim sokak şiddetinin büyük bir kısmı yalnızca Müslüman olmayanlara yöneliktir ve birçok yerliyi mahallelerinden, şehirlerinden ve ülkelerinden ayrılmaya zorlar. Ayrıca, Müslümanlar artık göz ardı edilemeyecek bir ivme içindeler.

Bilmeniz gereken ikinci şey, peygamber Muhammed'in önemidir. Davranışları tüm Müslümanlar için örnek teşkil eder ve eleştirilemez. Şimdi, eğer Muhammed barışçıl bir insan olsaydı, diyelim ki Gandhi ve Rahibe Teresa'nın birleşimi gibi, bir sorun olmazdı. Ancak Muhammed bir savaşçı, kitlesel katil, pedofil ve aynı anda birkaç evliliği olan biriydi. İslami gelenek, onun savaşlarda nasıl savaştığını, düşmanlarını nasıl öldürdüğünü ve savaş esirlerini nasıl infaz ettiğini anlatır. Muhammed'in kendisi, Banu Kurayza Yahudi kabilesini katletmiştir. Eğer bu İslam için iyiyse, iyidir. Eğer İslam için kötüyse, kötüdür.

Kimse sizi İslam'ın bir din olduğuna inandırmasın. Elbette bir Tanrı, ahiret ve 72 bakire var. Ancak aslında İslam bir siyasi ideolojidir. Toplum ve her bireyin yaşamı için ayrıntılı kurallar koyan bir sistemdir. İslam, hayatın her yönünü dikte etmek istiyor. İslam, "teslimiyet" demektir. İslam özgürlük ve demokrasi ile bağdaşmaz.

Çünkü peşinde olduğu şey şeriattır. Eğer İslam'ı bir şeyle karşılaştırmak istiyorsanız, onu komünizm veya nasyonal sosyalizmle karşılaştırın, bunların hepsi totaliter ideolojilerdir.

Şimdi Winston Churchill'in neden İslam'ı "dünyadaki en bozulmuş güç" olarak adlandırdığını ve neden Mein Kampf'ı Kur'an ile karşılaştırdığını biliyorsunuz. Halk, Filistin anlatısını tamamen benimsemiş durumda ve İsrail'i saldırgan olarak görüyor. Bu ülkede yaşadım ve onlarca kez ziyaret ettim. İsrail'i destekliyorum. İlk olarak, Auschwitz de dahil olmak üzere iki bin yıl süren sürgünden sonra Yahudilerin vatanı olduğu için; ikinci olarak, bir demokrasi olduğu için; ve üçüncü olarak, İsrail bizim ilk savunma hattımız olduğu için.

Bu küçük ülke, cihat hattının üzerinde yer alıyor ve İslam'ın toprak kazanımını engelliyor. İsrail, Keşmir, Kosova, Filipinler, Güney Tayland, Sudan'daki Darfur, Lübnan ve Endonezya'daki Aceh gibi cihat cepheleriyle karşı karşıya. İsrail sadece engel teşkil ediyor. Bu, Soğuk Savaş sırasında Batı Berlin'e benziyor.

İsrail'e karşı savaş, İsrail'e karşı bir savaş değildir. Bu, Batı'ya karşı bir savaştır. Bu bir cihattır. İsrail sadece hepimize yönelik darbeleri alıyor. Eğer İsrail olmasaydı, İslami emperyalizm enerjisini ve fetih isteğini serbest bırakacak başka alanlar bulurdu. Çocuklarını orduya gönderen ve bütün gece uyanık kalan İsrailli ebeveynler sayesinde, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ebeveynler rahat uyuyabilir ve yaklaşan tehlikelerden habersiz olarak rüya görebilirler.

Avrupa'da birçok kişi, Müslüman azınlıklarımızın şikayetlerini gidermek için İsrail'in ortadan kaldırılmasını savunuyor. Ancak İsrail, Allah korusun, düşerse, bu Batı'ya rahatlık getirmez. Bu, Müslüman azınlıklarımızın birdenbire davranışlarını değiştirip değerlerimizi benimseyeceği anlamına gelmez. Aksine, İsrail'in sonu İslam güçlerine muazzam bir ivme kazandırır. Onlar, İsrail'in ölümünü Batı'nın zayıf ve mahkum olduğunun kanıtı olarak görecekler. İsrail'in sonu, İslam'la olan sorunlarımızın sonu değil, sadece başlangıcı anlamına gelir. Bu, dünya hakimiyeti için son savaşın başlangıcı demektir. Eğer İsrail'i ele geçirebilirlerse, her şeyi ele geçirebilirler. Gazeteciler, İslamlaşmayı eleştiren herkesi gönüllü olarak "aşırı sağcı" veya "ırkçı" olarak etiketliyor. Benim ülkem olan Hollanda'da, nüfusun %60'ı artık kitlesel Müslüman göçünü İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana yapılan en büyük siyasi hata olarak görüyor. Aynı oranda insan İslam'ı en büyük tehdit olarak görüyor. Bununla birlikte, terör saldırılarından daha büyük bir tehlike var ve bu, Amerika Birleşik Devletleri'nin ayakta kalan son kişi olma senaryosu. Işıklar, hayal ettiğinizden daha hızlı bir şekilde Avrupa'da sönebilir. İslami bir Avrupa, özgürlük ve demokrasinin olmadığı bir Avrupa, ekonomik bir çöl, entelektüel bir kabus ve Amerika Birleşik Devletleri için bir müttefik olarak askeri gücün kaybı anlamına gelir. Onlar düşman olacak, atom bombaları olan düşmanlar. İslami bir Avrupa ile, Roma, Atina ve Kudüs mirasını korumak sadece Amerika Birleşik Devletleri'ne kalacak...

Sevgili dostlar, özgürlük en değerli hediyedir. Benim neslim bu özgürlük için savaşmak zorunda kalmadı, hayatları pahasına savaşan insanlar tarafından bize altın tepside sunuldu. Avrupa genelinde, Amerikan mezarlıkları bize evlerine dönmeyen gençleri hatırlatır ve biz onların anısını yaşatırız. Benim neslim bu özgürlüğe sahip değil; biz sadece onun koruyucusuyuz. Bu zor kazanılmış özgürlüğü, bize sunulduğu şekilde Avrupa'nın çocuklarına teslim edebiliriz. Molla ve imamlarla anlaşma yapamayız. Gelecek nesiller bizi asla affetmeyecek. Özgürlüğümüzü boşa harcayamayız. Bunu yapma hakkımız yok.

Gerekli adımları şimdi atmalıyız, bu İslami saçmalığın yıkımını engellemek için.

Bu İslami saçmalığın medeniyetimizi yok etmesini önlemek için şimdi gerekli adımları atmalıyız.

Öncelikle, göçü durdurmalıyız. Daha fazla Müslüman göçmen kabul etmeyi bırakmalıyız. Artık tek bir kişi bile kabul edilmemeli. Göçmenlerin entegrasyonu için gerekli olan tüm mekanizmaları ve politikaları devreye sokmalıyız. Göçmenler, ev sahibi ülkenin yasalarına ve geleneklerine uyum sağlamalıdır. Uyum sağlayamayanlar ya da uyum sağlamak istemeyenler geri gönderilmelidir.

İkinci olarak, sınırlarımızı korumalıyız. Avrupa'da kontrolsüz bir şekilde dolaşan göçmen akışını durdurmalıyız. Her ülke kendi sınırlarını korumalı ve kimlerin içeri girdiğini dikkatle izlemelidir.

Üçüncü olarak, İslami ideolojiyi yenmeliyiz. İslam'ın, Batı medeniyetine yönelik tehditlerini açıkça tanımlamalı ve bu ideolojiyi eleştirel bir şekilde incelemeliyiz. Düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde, İslam'ı sorgulayan ve eleştiren söylemler desteklenmelidir.

Dördüncü olarak, Müslümanlara karşı ayrımcılık yapmamalıyız. Ancak, onları denetlemek ve gerektiğinde cezalandırmak konusunda kararlı olmalıyız. Yasalarımızı uygulamalı ve ihlaller karşısında taviz vermemeliyiz. İslami şeriat yasalarının uygulanmasına asla izin vermemeliyiz.

Son olarak, Batı'nın kültürel ve tarihsel mirasını korumalıyız. Bu, sadece siyasi ve askeri bir mücadele değil, aynı zamanda kültürel bir savaştır. Batı'nın değerlerini ve mirasını koruyarak, geleceğe taşımalıyız. Eğitim sistemlerimizde Batı medeniyetinin değerlerini ve tarihini öğretmeli, bu mirası gelecek nesillere aktarmalıyız.

Sevgili dostlar, bu bir mücadele ve biz bu mücadeleyi kazanmak zorundayız. Bizim geleceğimiz, çocuklarımızın geleceği ve Batı medeniyetinin geleceği bu mücadeleye bağlı. Eğer şimdi harekete geçmezsek, gelecekte çok geç olabilir. Özgürlüğümüzü, değerlerimizi ve yaşam tarzımızı korumak için birlikte mücadele edelim.

Teşekkür ederim.

 

 

9 Mart 2024 Cumartesi

BAŞ YALAKA MOLİNAS’A CEVABIMDIR…

 






Netanyahu ve takımının zalimce bitirmek istemediği savaşta… Böyle yazmıŞ yalaka efendi...

Ben Türkiye ve Shalom gazetesi hakkında yazmak istemiyorum, fakat eyy başyazar müsveddesi İsrail düşmanı İvo Molinas namlı korkak bezirgân…

Tam olarak böyle yazmış…

Hamas’ın vahşice başlattığı, Netanyahu ve takımının zalimce bitirmek istemediği savaşta olan sadece Gazze’deki sivil halka oluyor, çocuklar açlıktan kırılıyor…

Bu satırları sen yazdın değil mi?

Kafana Netanyahu kadar taş düşsün emi…Bu satırları yazarken bu savaş eğer Hamas yok edilmeden bırakılırsa bunu tekrar olabileceğini hiç düşünemiyor musun? O takdirde savaşta ölen askerlerimizin boşu boşuna ölmüş olacaklarını anlayamıyor musun? Bu savaşı kim başlattı, bu ölenlerden kim mesul, kafan basmıyor mu?

Rehinelerimizi 5 yıldızlı otelde mi ağarılıyorlar zannediyorsun? Kurtarılan 13 yaşında hamile kalan kızın vücudundan 72 ayrı kişiye ait sperm çıktı. Annesini babasının gözü önünde 6 aylık bebekleri fırında yaktılar. Sen şimdi Netanyahu ve takımına zalim mi diyorsun? Bir daha yazayım, Netanyahu kadar taş düşsün kafana İsrail düşmanı antisemit başyazar efendi. Savaşıyorsak intikam için değil, bir daha olmasın diye savaşıyoruz…

İsrailli korumak için her evden bir erkek, ya da bir kız, bu halkı korumak için, bu memleketi korumak için savaşıyor. Anneler babalar eşler çocuklar her telefon çaldığında her kapı vurulduğunda ne korkularla yerinden sıçrıyor biliyor musun?

Ve sen “Gazze’deki çocuklar diye” yaşadığın ülkenin yöneticilerine yalakalık yapmaktan sıkılmadın mı, hala bıkmadın mı?

Canın aç çocuklar için bir şeyler yazmak istiyorsa Yemen’i yaz, binlerce çocuk açlıktan ölmek üzere… Al sana konu, otur yaz… Onu niye yazmıyorsun da İsrail ve Gazze yazıyorsun pis yağdanlık…

Sen İsrail düşmanısın, sen Yahudi düşmanısın, sen yalakasın, sen sebep sonuç ilişkisini anlayamayacak kadar boş kafalısın.

Seni o makamda tutanlarda artık utanmalı, cemaat yöneticileri, neredesiniz? Kapıcıyı baş yazar yapın, odacıyı yapın, kapını önündeki simitçiyi yapın, onu da yapamıyorsanız kapatın bu gazeteyi, lanet olsun bu yayın organına…

İSRAİLİ ELEŞTİRMEK ALİYA İLE BAŞLAR. SOK KAFANA BUNU…

Aaron Baruch  (Ankaralı)

13 Ocak 2024 Cumartesi

SİZ KAYBEDECEKSİNİZ SAYIN CUMHURBAŞKANIM…

 






Ne bekliyordunuz, bu vahşi hayvanların ülkemize saldırıp 1400 kişiyi tarihin gördüğü en insanlık dışı biçimde öldürüp, tecavüz edip, rehin alarak götürmelerine seyirci mi kalsaydık? İsrail devleti elbette kendini savunmaya hakkı vardır, bu soykırım değildir, bu bir devletin bireylerini korumak için verdiği kaçınılmaz reflekstir, bu bir savunmadır.

Gazze’de bu kadar çok insanın ölmesine HAMAS uğursuzu sebep olmuştur. Herhangi birisinin Filistinlileri canlı kalkan olarak kullanan, her hastanenin, her okulun, her caminin altına terör tünelleri kazan, bebek odalarını cephanelik olarak kullanan, çocuk parklarına füze rampaları yerleştiren bu insanlık dışı canilerin bu yıkıma sebep olduklarını görmemek için kör, sağır, kara cahil, bağnaz ve akıl dışı düşünen biri olmak gerekir.

Sayın cumhurbaşkanım, siz bu savaşı toprak savaşı mı sandınız, çok yanılıyorsunuz, 1948’den beri Araplara kendi topraklarında kendi devletlerini kurmak için defalarca (8 defa) fırsat verildi hatta teşvik edildi. Her seferinde ret ettiler. Onlar ölmeyi, şehit olmayı seviyorlar, hurilerine kavuşmak istiyorlar, dünyada bütün kötülüklerin Yahudilerden geldiklerine inanıyorlar, çocuklarına öldürmeyi, insan kaçırmayı, tecavüzü öğretiyorlar ve ne yazık ki siz, bu cahil vahşi güruhunu, Türk düşmanlarını, bu Türkleri defalarca sırtından bıçaklayan, kendi topraklarını satan bu uğursuzları destekliyorsunuz, inanamıyorum size.

Türkiye Lahey’de Adalet Divanında İsrail’i soy kırımla suçlayan Güney Afrika Cumhuriyeti’ni destekliyor, onlara deliller, görseller ve başka dokümanlar vererek davayı kazanmaları için yardımda bulunuyor. Türkiye gibi Ermeni soykırımından sabıkalı bir ülkenin başka bir ülkeyi soykırımla suçlaması en azından komik. (Bugün Türklerin Ermenilere soykırım yaptığını 31 ülke kabul etmiştir.)

Yardım edeceğinize siz de davaya müdahil olarak katılsaydınız ya? Ya da daha iyisi davayı Lahey’ye siz götürseydiniz ya? Türkiye bu davada İsrail’in suçlu olduğuna bu kadar inanıyorsa neden davayı bizzat kendi açmadı? Neticede Türkiye Soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesine imza koymadı ama taraf olduğunu bildirdi. (Türkiye 1950 yılının temmuz ayında anlaşmaya taraf olduğunu bildirmiş ama imza koymamıştır, Güney Afrika Cumhuriyeti de imzasız taraftır.) Neden Güney Afrika Cumhuriyeti’nin şemsiyesiyle hareket ediyor? Türkiye dünyanın öbür ucundaki bu kişi başına geliri 6.000 dolar olan ve çeşitli krizlerle uğraşan bu Afrika ülkesinden medet umacak kadar mı aciz kaldı?

Filistin halkını bu kadar seviyorsanız buyurun birkaç milyon Filistinliyi göçmen olarak Türkiye’ye kabul edin, Suriyelileri, Afganları ülkeye doldurdunuz, onlara kimlik bile verdiniz, öz be öz Türk vatandaşlarının sahip olmadığı hakları tanıdınız, bunları da alın. Filistinlileri neden almıyorsunuz? Filistinler için hastane kuracaktınız nerede, topu topu 100-150 hasta-yaralı ve onların refakatçilerini getirdiniz. Bu kadar mı? İşiten de çok büyük bir şey yaptınız zannedecek. İsrail düşmanım demeden Filistinlilere hatta Hamas teröristlerine bile daha fazlasını yaptı ve yapıyor.

Sayın cumhurbaşkanım, bu yazdıklarımdan anlaşılacağı gibi sizin niyetiniz elma yemek değil, bahçıvanı dövmek, yoksa neden bu Türk düşmanlarına yardım diye kıyameti koparasınız, bir yandan ülkenin batışının gündemini değiştirmeye çalışıyorsunuz, bir yandan da ezeli ve ebedi Yahudi nefretinizi kusuyorsunuz…

Kaybedeceksiniz sayın cumhurbaşkanım, İsrail ve Yahudi düşmanlığız size de bir şey kazandırmayacak, Türkiye’ye de. Ne yazık.

Ne yazık ki iktidarda bulunduğunuz uzun süre içerisinde Türk halkını İsrail’e, dolayısıyla Yahudilere düşman ettiniz, gerçi İsrail sadece sizden nefret ediyor, Türkiye ve Türkler İsrail halkı tarafından seviliyor, sevilecektir de. İnşallah sizden sonra bu samimi sevgi ve dostluk yeniden tesis edilir.

Yaşarken bu söylediklerimi görmek için hepimizin tanrısına dua ediyorum…

 

Aaron Baruch  (Ankaralı)

 

Kaynak:Vikipedia https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCney_Afrika_Cumhuriyeti

 

https://tr.wikipedia.org/wiki/Soyk%C4%B1r%C4%B1m_S%C3%B6zle%C5%9Fmesi%27ne_taraf_%C3%BClkeler_listesi

 

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ermeni_Soyk%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1%27n%C4%B1n_tan%C4%B1nmas%C4%B1

 

Euronews

https://tr.euronews.com/2022/04/24/1915-olaylarini-ermeni-soykirimi-olarak-hangi-ulkeler-resmen-taniyor-abd-senato-tasari