1927 yılında yapılan sayıma
göre Türkiye’de 82 bin Yahudi yaşamaktaydı. Bu nüfus bugünlerde yaklaşık 15
bine, belki de daha da altına düşmüştür. Yahudiler Türkiye’den göç ettiler.
Neden?
Yahudiler en çok hangi
olaylardan etkilenerek göç etmeye başladılar? Türkiye’de bu göçü tetikleyen
olayları ben, mahşerin dört atlısına benzetiyorum.
1934 Trakya olayları
Varlık vergisi
20 sınıf ihtiyatlar
6-7 Eylül olayları
“Bazılarının sandığı gibi, durmadan tarihimizin,
yüz kızartıcı dönemlerini anlatmaktan zevk alıyor değilim. Aksine her seferinde
“keşke bunlar olmasaydı da yazmak zorunda kalmasaydık” diyorum. Sağlıklı bir
toplum olmak için geçmişle yüzleşmek gerektiği inancıyla, bazı okuyucuları
üzmek ve kızdırmak pahasına yazmaya devam ediyorum. AYŞE HÜR – TARİHÇİ - GAZETECİ
- YAZAR”
Türkiye’de,
İsrael’de Amerika ya da Kanada’da nerede yaşıyorlarsa yaşasınlar, Yahudiler
tarihlerini bilmeleri gerekmektedir ve buna hakları vardır. Bilgi herkese
aittir, paylaşılmalıdır.
Elza Niyego cinayetini
yazdığım zaman çok sayıda “bilmiyordum” yorumu almıştım. Daha
bilmediğimiz o kadar çok şey var ki... Urfa’da boğazları kesilerek öldürülen
Yahudileri ’de yazacağım, Maraş’ı da yazacağım, Dersim’i de… Yeter ki Yaratan
izin versin. Okuyan oldukça yazacağım…
6-7 EYLÜL OLAYLARI - 1955
Kıbrıs’ta, Türkler ve Rumlar
(Yunanlılar) birlikte yaşamaktaydılar. İngilizler ’in de adada askeri üsleri
bulunmaktaydı. Yunanlılar, Kıbrıs halkının “kendi kaderini tayin etme” hakkının
tanınması için Birleşmiş Milletlere başvuruda bulundu. Müracaatı kabul
edilmedi. Bunun üzerine Yunanlılar adada EOKA adlı bir terör örgütü kurdular.
Liderleri Albay Grivas’dı. EOKA İngilizlere ve Türker’e karşı eylemlere
başladılar.
Garantör devlet konumunda
bulunan Türkiye ve Yunanistan adanın güvenliği için 29 Ağustos 1955 de
Londra’da toplandılar. Görüşmeler Türkiye açısından iyi gitmiyordu. Bir kamu
baskısı gerekmekteydi. Yunanlılara “erkekçe” bir yanıt
verilmeliydi
Gerek Türk basınında gerek
Yunan basınında, tarafları birbirlerine düşürecek korkunç yazılar çıkmakta ve
çeşitli iftiralar atılmaktaydı. 6 Eylül günü Türk Milli Haber Alma Örgütü (MİT)
tarafından Selanik’teki Atatürk evinin bahçesine bomba atıldı. Olayı
gerçekleştirenler sanki Yunanlılardı. Oysa o bombayı atan adam Oktay Engin idi
ve MİT hesabına çalışıyordu. Selanik’te burslu okuyordu. Olaydan sonra Yunan
makamlarınca sorgulanmaya alındı. Yunanistan’ı terk etmesi yasaklanmıştı. Ama
bir şekilde Türkiye’ye kaçtı. (Daha sonra Çankaya kaymakamı ve peşinden
Nevşehir Valisi oldu. Kadere bak.)
Atatürk’ün evinin
bombalandığını o gün radyolar öğlen haberlerinde duyurdular. İstanbul Expres
gazetesi “Yunanlılar Ata’mızın evini bombaladılar” diyerek
yaygaraya başladı. Örgütlenmiş bulunan talebe cemiyetleri ve özellikle Kıbrıs
Türk Cemiyeti harekete geçti. Cıvar illerden de kamyonlarla insanlar İstanbul’a
getirildi. Ellerine odunlar verildi. Ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en
karanlık sayfaları yazılmaya başlandı. Bu bir pogromdu, yağmaydı. Olay güya
Rumlara karşıydı ama cahil halk Rum, Yahudi, Ermeni ayırmıyordu. Hoş olayı
örgütleyenler de ayırmamışlardı. Yağmacıların ellerindeki listelerde Rumlarında
Yahudilerinde Ermenilerinde mekânlarının adresleri vardı. Nasıl olsa
hepsi “gâvurdu”. Taksim’de toplanan kalabalık İstiklal caddesine
girdi ve gayrimüslimlerin iş yerleri tahrip edilmeye, yağmalanmaya başlandı.
Daha sonra olaylar Müslüman olmayan halkın yoğun olarak yaşadıkları yerlere de
sıçrayacak, hatta İzmir’de de benzeri hadiseler görülecekti.
YAŞANLAR ANLATIYOR
“Bir Rum arkadaşımın evinin
önünde elimde Türk bayrağı ile nöbet tutuyordum. Ellerinde bir listeyle
geldiler. Onlara bu dükkânın bir Türk’e ait olduğunu söyledim. Bunun imkânsız
olduğunu listede belirtilmiş olduğunu iddia ediyorlardı. Listede bir hata
olmuştur dedim. Ellerindeki listelerde tüm cadde isimleri ve ev numaraları
vardı. Kendi aralarında sürekli birbirlerine talimat veriyorlardı. Bu ev
Rum’un, şu Ermeni’nin, bu dükkânı yağmalayın, şu eve girin …”
“Yüksekkaldırım’da bir
Yahudi, o kargaşada kendi levhasını bir Türk dükkânının tabelasıyla değiştirdi.
Yahudi’nin dükkânına hiçbir şey olmadı. Türk’ün mağazası ise yağmalandı.
Sonradan Yahudi, Türk komşusuna “ne yapalım bunu yapan senin insanların” dedi.”
“Garip hatalar da oluyordu.
Bir profesör arkadaşım vardı. Muayenehanesinin tabelasında Doçent Dr. ….
yazıyordu. Doçent kelimesini gayrimüslim ismi zanneden cahil yağmacılar
muayenehaneyi tahrip ettiler.”
“Tünel’de Cevat Bey’e ait bir
kumaş dükkânı vardı. Adam Türk’tü. Onun da dükkânını yağmalamaya başladılar.
Adam hemen pantolonu indirdi ve sünnetli olduğunu gösterdi. Böylelikle
dükkânını kurtardı.
“Bizim evimiz Beyoğlu
Kalyoncu Sokak’taydı. Şiddet olayları
patlak verdiğinde, kapıcımız Mehmet Efendi anneme “korkmayın Madam, bizim evde
saklanabilirsiniz” dedi. Eline bir Türk bayrağı aldı, dış kapıyı kilitledi ve binanın
önünde durdu. İlk saldırganlar geldiğinde, onlara burada Rum oturmadığını
söyledi. Adamlar evimizi yağmalamadan gittiler. 2.kattaki Madam Katina’yı,
3.kattaki Marina’yı ve 4.kattaki Anton’u korumuş olan Mehmet Efendi, sonra
binadan çıktı, Türk bayrağını bıraktı, eline bir odun alıp caddenin
karşısındaki gayrimüslimlere ait dükkân ve evlere saldırmaya başladı. Ben onu
evimizin penceresinde izleyebiliyordum.”
Son anlatacağım olay, Ayşe
Kulin’in KANADI KIRIK KUŞLAR romanında aynen mevcut.
“Olaylardan sonra yayamın
(anneannemin) evinde gördüklerime inanamadım. Kapılar ve pencereler artık
yoktu. Buzdolapları, dolaplar, aynalar parçalanmış ve evin önüne yığılmıştı.
Yataklar, yorganlar kesilmiş, yünler her tarafa yayılmıştı. Elbiseler,
ayakkabılar, örtüler, halılar lime lime kesilmiş, yığınlar halinde tabak çanak
binlerce parçaya bölünmüştü. Somyalar parçalanmış, avizeler, vitrinler,
masalar, sandalyeler ve koltuklar baltayla parçalanmıştı. Yerde odun, kömür,
gaz, tuz, şeker, yağ ve yumurtadan bir birikim oluşmuştu. Soba tahrip edilmiş,
bazı valizlerin içindekiler dahi kesilerek kullanılamaz hale getirilmişti.
Olaylardan sonra
Yunanistan’da yayınlanan “Vradini” gazetesinin 9 Eylül 1955
tarihli nüshasındaki şu ifadelere pek çok bakımdan ilginçtir.
“Zaman geçer fakat insanlar
değişmez. Büyük Kemal (Atatürk) köylü vatandaşlarını medeni insanlar haline
sokmak istedi. Fakat bunda muvaffak olamadı. Onlar yine barbar olarak
kalmıştır. Kilise yakmak, ev yağma etmek onların milli endüstrisi olarak
kalmıştır.”
Ne yazık ki doğru bir tespit.
15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında havaalanında bulunan bir arkadaşımın
anlattıkları ile müthiş benzerlikler bulmaktayım.
“Kıbrıs’tan yurda dönmüş
Atatürk Hava Limanındaydım. Valizlerimi almıştım fakat kimseyi dışarı
bırakmıyorlardı. Birden içeriye bir güruh girdi. Çıldırmış gibiydiler.
Ellerinde odunlar vardı. Kimisi yarı çıplaktı. Üzerlerinde sadece atletler
bulunan bıyıklı sakallı insanlar vahşiler gibi koşuşturuyorlardı. İkide birde
birisi “Tekbiiiir” diye bağırıyor, anında güruh hep bir ağızdan “Allah-u Ekber”
diye karşılık veriyordu. Bize yere yatın diye bağırıyorlardı. Ağzından salyalar
çıkartarak bağıran birisi "siz burada iseniz, seyahat edebiliyorsanız bu
bizim sayemizdedir” diye haykırıyordu. Yere yatmış vaziyette neler olduğunu
anlamaya çalışıyordum.”
Kıskançlığı, servet
düşmanlığını, barbarlığı hissedebiliyor musunuz?
Yunanlı yazar ne yazık ki
haklıymış. Zaman geçiyor ama insanlar değişmiyor.
6-7 Eylül olaylarının
bilançosu korkunçtur. Türk basınına göre 11 kişi ölmüştür. 300 kişi
yaralanmıştır. Sadece balıklı Rum Hastanesinde 60 kadın tecavüz nedeniyle
tedavi görmüştür. Gayrı resmi kayıtlar tecavüze uğrayan kadınların 200
civarında olduğunu ifade ederler. Oysa tecavüze uğrayan kadın sayısı 400
civarındadır. Dehşeti yaşayanları düşünemiyorum.
Olaylara 200 bin kişilik bir
güruh katılmıştır. Resmi kayıtlara göre 4214 ev, 1004 işyeri, 73
kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika otel bar gibi
yerlerin bulunduğu 5317 mekân saldırıya uğramıştır. Gayrı resmi kayıtlara göre
saldırıya uğrayan mekânlar 7 binin üzerindedir.
Tarihçiler olayları hükümetin
planladığı hususunda hemfikirdirler. Hatta bu olayların gayrimüslimlerin
ekonomik güçlerini zayıflatılmasının da hedeflendiği de yine tarihçiler
tarafından dile getirilmektedir. Nitekim Celal Bayar İstiklal Caddesindeki hasarı
görünce etrafındakilerin duyacağı bir sesle iç işleri vekili Namık
Gedik’e “galiba dozu kaçırdık” demiştir. Olayları hükümetin tertip
ettiği konusunda bir başka delil de Özel harp Dairesi başkanlığı yapmış
Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun bir röportajda söyledikleridir.
“6-7 Eylül de bir Özel Harp
işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu
muhteşem bir örgütlenme değil miydi?”
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde
hükümetlerin pek çok kez böyle olayları organize ettiği bilinmektedir. İşte
bunun için Türk milletinin, kendi hükümetinin doğruları söylediği konusunda her
zaman şüpheleri vardır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü ile ilgili pek çok
komplo teorisinin ortaya atılmıştır. Pek çok soru üretilmiştir. Sebebi budur.
Halk hükümetin söylediklerine şüphe ile yaklaşmaktadır. Hükümete itimatları
yoktur.
6-7 Eylül olayları Türkiye
Cumhuriyeti tarihinin en karalık günleridir. Ne yazık ki bugün bile bu kadar
yıl sonra akıllanmayan cahiller İsrael – Gazze ilişkilerinden Türk Yahudilerini
sorumlu tutarak “maazallah, 6-7 Eylül gibi bir akıl tutulması
yaşayabiliriz” diyebilmektedirler…
Aaron
Baruch (Akaralı)
Kaynakça:
Ayşe Hür – 6-7 Eylül’de
devletin “muhteşem örgütlenmesi” (Sayın hocama yer yer alıntılar da yaptığım
bilgilendirici yazısı için teşekkürlerimi sunuyorum.)
Dilek Güven – 6-7 Eylül
olayları
10 Eylül 1955 tarihli
Demokrat İzmir Gazetesi
Haziran 1991 tarihli Tempo
dergisi – Türk Gladyosu İçin Bazı İp Uçları Sayfa 24
6-7 Eylül olaylarının
İstanbul Rum Basınındaki Yankıları a.g.y. Sayfa 15-24
Tempo dergisi Haziran 1991
Sayfa 24 Türk Gladyosu İçin Bazı İp Uçları-