24 Eylül 2022 Cumartesi

KRALİÇE




            Birleşik Krallığın kraliçesi II. Elizabeth, (Elizabeth Alexandra Mary Windsor- 21 Nisan 1926 – 8 Eylül 2022) aralarında Kanada, Avustralya ve Yani Zelanda’nın da bulunduğu İngiliz Milletler Topluluğu 14 ülkenin, tahta çıktığı 1952 yılından 2022 yılındaki ölümüne kadar kraliçesiydi.  Aynı zamanda İngiliz Milletler Topluluğu başkanı, İngiltere kilisesi Yüksek Valisi olarak da görev yaptı. 70 yıl 214 gün süren saltanatı ile kraliçe Victoria’yı geride bırakarak Birleşik krallığın en uzun süre tahtta kalan kraliçesi, Fransa Kralı XIV.Louis’ten sonra dünyanın en uzun süre tahtta kalan hükümdarı ve tarihte en uzun süre tacını koruyan kadın unvanını aldı.

Kraliçe II.Elizabeth’in kişisel serveti uzun yıllar spekülasyon konusu oldu. 1971’de, özel sekreteri Kraliçenin servetini 2 milyon sterlin (2021'de yaklaşık 30 milyon sterline eşdeğer) olarak tahmin etti. 2002 yılında, annesinden tahmini 70 milyon sterlin değerinde bir mülk miras aldı. Sunday Times, 2020 yılında Kraliçenin kişisel servetini 350 milyon £ olabileceğini öne sürdü. Bu Kraliçeyi, Birleşik Krallık’taki en zengin 372’nci kişi yaptı.

Binlerce tarihi sanat eserini ve Kraliyet Mücevherlerini içeren Kraliyet Koleksiyonu kişisel olarak sahiplenilmiyor, Buckingham Sarayı ve Windsor Kalesi gibi resmi konutları ise emanet olarak tanımlanıyor.

Gelelim esas yazmak istediğim cenaze konusuna. Bilindiği gibi Kraliçenin cenazesi defnedilmek için 10 gün bekletildi. Balmoral’da vefat eden kraliçenin tabutu Edinburgh'a taşındı ve oradan Londra'ya geriye nakledildi. Bütün bu organizasyona “tek boynuzlu at” operasyonu adı verildi. Beş gün boyunca Kraliçe'nin cesedi Buckingham Sarayı'ndaydı. Bundan sonra bir törenle Westminster Manastırı'na taşındı ve burada halk üç gün boyunca Kraliçe'nin tabutunu ziyaret edebildi. Onuncu gün, kraliyet cenaze töreni Westminster'da yapıldı ve cenaze günü öğle saatlerinde onun anısına iki dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Daha sonra Kraliçe'nin tabutu Windsor Kalesi'ne taşındı ve St. George Şapeli’ne gömüldü.

Peki bu süre zarfında ceset çürüyüp kokmadı mı? Genel olarak, ölümden sonra vücut iki ya da en geç üç gün içinde çürür ve inanılmaz şekilde kokmaya başlar. Bunu önlemek için Kraliçenin cesedi geçici olarak mumyalandı.  “Research Gate”  tarafından yayınlanan bir araştırmaya göre, bu “geçici mumyalama,” cesetleri kısa bir süre için korumak için kullanılan tekniktir. Bu teknik ölen kişinin vücuduna belirli kimyasallar enjekte etmeye dayanır. Health Valuetips web sitesine göre Kraliçenin vücudu, atardamarlara ve kan damarlarına mumyalama sıvısı enjekte edilerek korundu. Bir grup kimyasal, vücudun ana arterlerine enjekte edildi. Mumyalama sıvılarının ölen kişinin vücuduna eşit olarak dağılmasını sağlamak için doktorlar, bu maddelerin kan damarlarına girmesine yardımcı olmak için özel bir mumyalama cihazı çalıştırdılar. 

Ondan önceki Prenses Diana ve Prens Philip gibi, Kraliçe'nin tabutu kurşunla kaplıydı. Aslında, tabut zaten 30 yıl evvel hazırlanmıştı. Kraliyet ailelerini (ölümlerinden sonra) kurşunla kaplı tabutlara koyma uygulaması yüzlerce yıl önce başladı. Krallar, kraliçeler, prensler ve prensesler bedenlerini daha iyi korumak için kurşun tabutlara yerleştirilirler. Kurşun kaplı tabutlar, nemi tabuttan uzak tutarak vücudun ayrışma sürecini yavaşlatır. Kurşun çürümez ve bu nedenle sızdırmaz kalır, ayrışmayı önler ve ayrıca herhangi bir koku veya gazın salınmasını engeller. Mumyalama geleneği ise 1869 yılında başladı. Bunun nedeni 1087 yılında 59 yaşında ölen İngiltere’nin ilk Norman kralı William'ın başına gelenlere benzer bir şeyi önlemektir. William savaş sırasında karnından yaralandı ve bağırsakları parçalandı ve öldü. Savaşta olan oğlu da dahil olmak üzere ileri gelenler ve yakınları cenazeyi üstlenmediler. Ceset bir taş levha üzerinde çürümeye bırakıldı. Sonunda, bir şövalye cesedi gömmek üzere 112 kilometre uzaktaki Caen şehrine taşıdı. Bu süre zarfında vücut çürümeye ve içinde gaz biriktirmeye başladı. Caen’e varıldığında olay yerinde çıkan yangın vücudu biraz daha ısıttı ve ceset aşırı şekilde şişmeye başladı.   Cenaze günü, kralın vücudu lahdin içine sığmayacak kadar şişmişti.  Cenaze levazımatçıları, onu yine de lahte tıkmaya çalıştılar. Benediktin keşişi ve tarihçi Ordrake Vitalis'e göre, o anda ceset patladı, şişmiş bağırsaklar inanılmaz kötü bir koku ile her yere saçıldı ve cenaze töreninde bulunan herkesin üzerine sıçradı. Törendekilerin hepsi ölmüş bir kralın suyu ile yıkandılar.      

Sonraki yüzyıllarda ölen kral ve kraliçeler, mumyalama ve kurşun tabutta gömülme yöntemi sayesinde daha onurlu bir sona kavuştular. 

Ne kadar korkunç bir son,  insan yazarken bile ürperiyor.

Hayırlı yıllar sağlık mutluluk huzur bereket ve barış diliyorum.

Esen kalın.

Aaron Baruch (Ankaralı)

 

Kaynakça :

SÖZCÜ COM - https://www.sozcu.com.tr/2016/gunun-icinden/olumun-ardindan-insan-vucudunda-neler-oluyor-iste-cevabi-1408178/

VIKIPEDIA - https://tr.wikipedia.org/wiki/II._Elizabeth

YNET haber sitesi 

16 Eylül 2022 Cuma

MUTLU MUSUN?


 





 

Birleşmiş Milletler dünya mutluluk raporunu yayınladı. Hangi ülkenin insanları (ortalama) ne kadar mutlu? Bilmek ister misiniz?

Önce bu rapor hazırlanırken hangi kıstaslara göre hazırlandığını bilmekte fayda var. Bu rapor öyle ülkelerde birkaç yüz kişiye “mutlu musunuz” diye sorarak oluşturulan bir anketle hazırlanmıyor. Çok kapsamlı bir araştırma sonunda meydana çıkıyor. Mutluluk raporu bir yerde ülkeler iyi yaşam karnesi gibi bir şey…

Dünyanın en mutlu ülkesini belirlemek için araştırmacılar, 149 ülkede kapsamlı Gallup anket verilerini analiz etmişler ve özellikle altı belirli kategorideki performansı izlemişler. Bu altı kategori şunlar:

1.      Kişi başına düşen gayri safi hâsıla,

2.      Sosyal destek,

3.      Sağlıklı yaşam beklentisi,

4.      Kendi yaşam seçimlerinizi yapma özgürlüğü,

5.      Genel nüfusun cömertliği

6.      İç ve dış yolsuzluk düzeylerine ilişkin algılar.

Her ülkenin verilerini düzgün bir şekilde karşılaştırmak için araştırmacılar, “dünyanın en mutsuz insanlarıyla” dolu “Distopya” adlı kurgusal bir ülke yarattılar. Daha sonra Distopya'yı altı kategorinin her birinde en alt değer olarak belirlediler ve gerçek dünya ülkelerinin bu değere karşı puanlarını ölçtüler. Altı değişkenin tümü daha sonra her ülke için tek bir birleşik puan oluşturmak üzere harmanlandı. 2022 yılı sıralamasında ilk 10 ülke ve puanları şöyle:

 Finlandiya (7.821) 2. Danimarka (7.636) 3. İzlanda (7.557) 4. İsveç (7.512) 5. Hollanda (7.415) 6. Lüksenburg (7.404) 7. İsviçre (7.384) 8. Norveç (7.365) 9. İsrail (7.364) 10. Yeni Zelanda (7.200)

Finlandiya 5’nci kez dünyanın en mutlu ülkesi oluyor. Kuzey Avrupa ülkeleri genelde son 10 yıldır hep ilk 10 da yer almakta.

Belki son on ülkeyi merak edersiniz diye onu da yazayım dedim.

136. Hindistan (3.777) 137. Zambiya (3.760) 138. Malawi (3.750) 139. Tanzanya (3.702) 140. Sierra Leone (3.574) 141. Lesotho (3.512) 142. Botsvana (3.471) 143. Ruanda (3.268) 144. Zimbabwe (2.995) 145. Lübnan (2.955) 146. Afganistan (2.404)

Raporun tümünü pek çok açıklayıcı bilgiyle aşağıda verdiğim linkten görebilirsiniz.

İsrail bu sıralamada 7364 puanla 9’ncu sırada yer aldı. İsrail 2021 yılında 7157 puanla 12’nci sırada yer alıyordu. Türkiye ise 4744 puanla 112’nci sırada bulunuyor. 2021 yılında Türkiye 4948 puanla 102’nci sıradaydı.

Burada özellikle anketteki sağlıklı yaşam beklentisi hakkında birkaç bilgi vermek isterim. Oxford Üniversitesi destekli Global Change Data Laboratuvarı bir çalışma yapmış. Bu ön çalışmada 1970 yılından başlayarak hangi ülkede insanların sağlıkları için ne kadar para harcadıkları ve o ülkede ortalama yaşamın kaç yıl olduğunu araştırmışlar. Çok çarpıcı sonuçlara ulaşmışlar. Örneğin en uzun yaşam ortalaması Japonya’da tespit edilmiş. 1970 yılında Japonya’da ortalama yaşam süresi 71.95 yılmış. Yani neredeyse 72 yıl. Japonlar 1970 yılında sağlıkları için yılda ortalama 623 dolar harcamaktaymışlar. (Küsurları yazmadım) 2015 yılında ise Japonya’da ortalama ömür 83.79 olmuş. Yani neredeyse 84 yıl. 2015 yılında Japonlar sağlıkları için ortalama kişi başına 3.930 dolar harcamışlar.

İsrail’de 1970 yılında ortalama yaşam süresi 72 yılmış. O yıllarda İsrailliler sağlıkları için ortalama yılda 675 dolar harcıyorlarmış. 2015 yılında ise İsrail’de ortalama yaşam süresi 82 yıl. 2015 senesinde İsrailliler sağlıkları için yılda ortalama 2.292 dolar harcamışlar. Bu verilerle ilgili 5 ülkeyi araştırdım ve bakın nasıl bir tablo meydana geldi:

 

                                    ORT.ÖMÜR             SAĞLIK İÇİN ORT. HARCAMA

İngiltere 1970                    72                                  656 $

               2015                   81                               3.775 $ (5,7 misli artmış)

Kanada   1970                    73                              1.295 $

                2015                   82                              4.289 $ (3,3 misli artmış)

ABD       1970                    71                              1.452 $

                2015                    79                              8.714 $ (6,0 misli artmış)

Norveç    1970                    75                                 847 $

                2015                    82                              5.926 $ (6,7 misli artmış)

İsrail       1970                     72                                675 $

               2015                     82                              2.292 $ (3,4 misli artmış)

 

Bu araştırmanın İsrail için çarpıcı sonucu şöyle:

İsrail halkı sağlık sisteminden çok şikâyet ediyor. Bilgi çok fazla, belki sağlık için yapılan keşifler İsrail’i ülkeler arasında şampiyon bile yapar. Ancak halk bu müthiş başarıdan faydalanamıyor. Halkın şikayetlerinin neler olduğu başka bir yazı konusu. Fazla irdeleyeceğim. Şunu gözden kaçırmamalıyız. Neticede sağlık da parayla. Örneğin Amerikalılar yılda sağlıkları için yaklaşık 6 bin dolar harcarken İsrailliler sadece yılda yaklaşık 2.300 dolar harcıyorlar. Ve buna karşılık ABD’de ortalama ömür 79 yılken İsrail’de 82 yıl. İsrail halkı sağlığı için dünyada en az para harcayan ülkelerden birisi.

Bir başka araştırma konusu ise gayrı safi milli hasıla. Yani ülkelerin gelirlerinin kişi başına ne kadar olduğu. Liste şöyle:

Lüksemburg     3’ncü sırada       131.302  $ kişi başına GSMH

İsviçre              5’ci sırada            93.515  $ kişi başına GSMH

ABD                7’ci sırada             69.375  $ kişi başına GSMH

Kanada            17’ci sırada           52.791  $ kişi başına GSMH

İsrail                21’ci sırada           49.840  $ kişi başına GSMH

(Bu veriler Uluslararası Para Fonunun 2021 yıl tahmin verileridir.)

İsrail GSMH kategorisinde İngiltere’yi Japonya’yı Fransa’yı Birleşik Arap Emirlikleri’ni sollamış durumda. Neredeyse Almanya’yı yakalamak üzere.

Yani ülkelerin mutluk sıralaması öyle sıradan bir şey değil. Ülkelerin dünya üstündeki yerini belirliyor. Ne diyelim, İspanyolcada bir laf vardır “de mijor a mijor” yani “iyiden en iyiye” diye tercüme edebiliriz. İnşallah…

Sağlıkla kalın…

Aaron Baruch



Kaynakça :

 

WERIO  WORLD HAPPINESS RAPORT 2022 https://happiness-report.s3.amazonaws.com/2022/WHR+22.pdf

 

https://worldpopulationreview.com/country-rankings/happiest-countries-in-the-world - https://ourworldindata.org/grapher/life-expectancy-vs-health-expenditure

 

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ki%C5%9Fi_ba%C5%9F%C4%B1na_nominal_GSY%C4%B0H_de%C4%9Ferlerine_g%C3%B6re_%C3%BClkeler_listesi

9 Eylül 2022 Cuma

İSRAİL – TÜRKİYE – SEVİNMEK İÇİN ACABA ERKEN Mİ?








 

Bir süredir İsrail Türkiye ilişkileri müspet yönde gelişme gösteriyor. Önce her iki ülke yeniden eskiden olduğu gibi karşılıklı büyükelçi atama kararı aldı. Türkiye dış işleri bakanı İsrail’i ve İsrail cumhurbaşkanı Türkiye’yi ziyaret etti. Casuslukla suçlanan iki İsrailli turistin çok fazla problem yaşamadan salıverilmesi bu yönde atılmış çok iyi bir adım oldu. İranlı teröristler Türkiye’de İsrail vatandaşlarına eylem yapma hazırlığındayken iki ülkenin ortak çalışmaları sonucunda başarısız oldular ve yakalandılar. Şimdilerde yıllardan sonra yeniden El-Al İsrail hava yolları kuyruğunda Magen David’le Türkiye’ye uçmaya başlayacak. Ne güzel…

Elbette İsrail’de yaşayan Turkanoslar, hatta neredeyse İsrail Türkiye ilişkilerinin iyi olmasının her iki ülkenin menfaatine olduğunu inanan herkes bu gelişmelerden çok memnun. Ancak acaba sevinmek için çok mu acele ediyoruz?

Neden derseniz; unutmayalım ki pek çok büyükelçiliğin olduğu gibi Türkiye büyükelçiliği hala Tel Aviv’de ve Türkiye her fırsatta İsrail’in başkentinin Kudüs olduğunu ret ediyor ve ısrarla başkentin Tel Aviv olduğunu vurguluyor.

Sayın Erdoğan, sayın Türkiye dış işleri bakanı, İsrail’in başkenti, hatta değişmez, bölünmez başkenti KUDÜS’tür. Türkiye İsrail’le iyi geçinmek, iyi komşuluk yapmak, birlikte hareket etmek istiyorsa bu gerçeği kabul etmek zorundadır. Atanacak olan büyükelçi Tel Aviv’de oturabilir, problem yok, ancak güven mektubunu Cumhurbaşkanı Herzog’a sunmak için Kudüs’e gelecek, İsrail’in başkentine… Bunun kaçarı yok. İsrail devleti, atanacak olan Türk büyükelçiyle her görüşmek istediğinde onu Kudüs’e çağıracak, orada görüşecek.

Bunu Türkiye ne kadar çabuk kabul ederse ilişkilerin düzelmesi adına o kadar iyi olur.

Çok önemli bir konu daha var. İsrail Türkiye ilişkilerinin yoluna girmesi için muhakkak Hamas’ın ve aktivistlerin Türkiye’den kovulması lazım. Hamas pek çok ülke tarafından terörist olarak kabul edilmiştir.

Hamas, Kanada, Avrupa Birliği, İsrail, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde terör örgütleri listesine alınmıştır. Örgütün askeri kanadı, İzzeddin el Kassam Tugayları, Avustralya ve Birleşik Krallık'ta terör örgütleri listesinde yer almaktadır.

Türkiye’nin bu teröristleri ülkesinden kovması gerekmektedir. Yalnız kovması değil, aynı zamanda desteğini de çekmesi gerekmektedir. İsrail, Tel Aviv’de PKK ofisi açsa, onlara istihbarat, silah, para yardımı yapsa Türkiye ne der? Bunun kabul edilmesi mümkün mü?

Bunu Türkiye ne kadar çabuk kabul ederse ilişkilerin düzelmesi adına o kadar iyi olur.

Türk politikacılar İsrail üzerinden siyasi nemalanma yolundan vaz geçmeleri lazım. Halka İsrail düşmanlığı aşılayarak, İsrail’i şeytanlaştırarak bir yere varılmayacağını Türk siyasilerinin anlaması lazım. Türkiye’nin İsrail’den öğreneceği çok şey var. Çok büyük faydalar sağlayabilir. Türkiye bugün dünyanın en büyük İHA üreticilerinden biri oldu. Bu teknolojiyi nereden öğrendiler? İsrail'in de Türkiye’den siyasi, ticari, turizm ve daha pek çok alanda faydalanabileceği alanlar var. Türk siyasilerinin her alanda İsrail düşmanlığı yapmalarına artık bir son vermeleri gerekli.

Bunu Türkiye ne kadar çabuk kabul ederse ilişkilerin düzelmesi adına o kadar iyi olur.

İran konusunu pas geçmemeliyiz. Türkiye’nin İran’la çok büyük sınırı var. İran ortak düşman. Adamlar Türkiye’ye terör timi gönderiyorlar. Bunu Türkiye nasıl kabul edebilir? Türkiye’nin burnun dibinde nükleer bir ülke olmak üzere olan İran Türkiye için de tehdit değil mi? Bu ortak düşmana karşı birlikte hareket edilse çok daha iyi olmaz mı? Eğer Türkiye bir şeytan arıyorsa şeytan burunun dibinde, bu gerçeği kabul edip ona göre hareket edilse çok daha iyi olmaz mı?

Bunu Türkiye ne kadar çabuk kabul ederse ilişkilerin düzelmesi adına o kadar iyi olur.

Bir de şu var, diyelim ki, haydi tamam, Türkiye bütün gerçekleri gördü ve kabul etti. Yarın Cumhurbaşkanı Erdoğan karar değiştiriverir de aniden Gazze’ye bir Lacivert Marmara gemisi göndermeye kalkar mı? Alınan kararların devamlı olacağına, ikide bir de rotanın değişmeyeceğine İsrail nasıl güvenecek? Güven yıllardan sonra tesis edilebiliyor, devamlılık esastır, iktidarlar değişir ancak devletler arası politikalar kolay kolay değişmez, değişmemeli.  Birileri aklına gelince bu hayati politikalarda değişiklik yapmaya kalkarsa ülkeler birbirilerine nasıl itimat edebilirler?

Oysa Türkiye Ortadoğu’nun en kıdemli, en büyük ülkelerinden biridir. Hatta Ortadoğu’nun abisi sayılabilir. Kendisinden beklenildiği gibi, demokrasi ve sağ duyu sahibi bir ülke olarak pek ala Filistin meselesinde arabulucu olarak etkin bir rol oynayabilir. İsrail Türkiye ticareti, turizmi olumlu yönde çok büyük gelişmeler gösterebilir.

Haydi Türkiye, haydi İsrail, Gerçekleri görün, kabul edin, hazmedin ve birlikte güzel bir Ortadoğu yaratın. Ben görür müyüm bilmem, ama çocuklarım, torunların görsün istiyorum, çok istiyorum. Haydi…

Aaron Baruch (Ankaralı)

6 Eylül 2022 Salı

6-7 EYLÜL 1955

 



1927 yılında yapılan sayıma göre Türkiye’de 82 bin Yahudi yaşamaktaydı. Bu nüfus bugünlerde yaklaşık 15 bine, belki de daha da altına düşmüştür. Yahudiler Türkiye’den göç ettiler. Neden?

Yahudiler en çok hangi olaylardan etkilenerek göç etmeye başladılar? Türkiye’de bu göçü tetikleyen olayları ben, mahşerin dört atlısına benzetiyorum.

1934 Trakya olayları 

Varlık vergisi

20 sınıf ihtiyatlar

6-7 Eylül olayları

“Bazılarının sandığı gibi, durmadan tarihimizin, yüz kızartıcı dönemlerini anlatmaktan zevk alıyor değilim. Aksine her seferinde “keşke bunlar olmasaydı da yazmak zorunda kalmasaydık” diyorum. Sağlıklı bir toplum olmak için geçmişle yüzleşmek gerektiği inancıyla, bazı okuyucuları üzmek ve kızdırmak pahasına yazmaya devam ediyorum. AYŞE HÜR – TARİHÇİ - GAZETECİ - YAZAR”

Türkiye’de, İsrael’de Amerika ya da Kanada’da nerede yaşıyorlarsa yaşasınlar, Yahudiler tarihlerini bilmeleri gerekmektedir ve buna hakları vardır. Bilgi herkese aittir, paylaşılmalıdır.

Elza Niyego cinayetini yazdığım zaman çok sayıda “bilmiyordum” yorumu almıştım. Daha bilmediğimiz o kadar çok şey var ki... Urfa’da boğazları kesilerek öldürülen Yahudileri ’de yazacağım, Maraş’ı da yazacağım, Dersim’i de… Yeter ki Yaratan izin versin. Okuyan oldukça yazacağım…

 

6-7 EYLÜL OLAYLARI - 1955

 

Kıbrıs’ta, Türkler ve Rumlar (Yunanlılar) birlikte yaşamaktaydılar. İngilizler ’in de adada askeri üsleri bulunmaktaydı. Yunanlılar, Kıbrıs halkının “kendi kaderini tayin etme” hakkının tanınması için Birleşmiş Milletlere başvuruda bulundu. Müracaatı kabul edilmedi. Bunun üzerine Yunanlılar adada EOKA adlı bir terör örgütü kurdular. Liderleri Albay Grivas’dı. EOKA İngilizlere ve Türker’e karşı eylemlere başladılar.

Garantör devlet konumunda bulunan Türkiye ve Yunanistan adanın güvenliği için 29 Ağustos 1955 de Londra’da toplandılar. Görüşmeler Türkiye açısından iyi gitmiyordu. Bir kamu baskısı gerekmekteydi. Yunanlılara “erkekçe” bir yanıt verilmeliydi

Gerek Türk basınında gerek Yunan basınında, tarafları birbirlerine düşürecek korkunç yazılar çıkmakta ve çeşitli iftiralar atılmaktaydı. 6 Eylül günü Türk Milli Haber Alma Örgütü (MİT) tarafından Selanik’teki Atatürk evinin bahçesine bomba atıldı. Olayı gerçekleştirenler sanki Yunanlılardı. Oysa o bombayı atan adam Oktay Engin idi ve MİT hesabına çalışıyordu. Selanik’te burslu okuyordu. Olaydan sonra Yunan makamlarınca sorgulanmaya alındı. Yunanistan’ı terk etmesi yasaklanmıştı. Ama bir şekilde Türkiye’ye kaçtı. (Daha sonra Çankaya kaymakamı ve peşinden Nevşehir Valisi oldu. Kadere bak.)

Atatürk’ün evinin bombalandığını o gün radyolar öğlen haberlerinde duyurdular. İstanbul Expres gazetesi “Yunanlılar Ata’mızın evini bombaladılar” diyerek yaygaraya başladı. Örgütlenmiş bulunan talebe cemiyetleri ve özellikle Kıbrıs Türk Cemiyeti harekete geçti. Cıvar illerden de kamyonlarla insanlar İstanbul’a getirildi. Ellerine odunlar verildi. Ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en karanlık sayfaları yazılmaya başlandı. Bu bir pogromdu, yağmaydı. Olay güya Rumlara karşıydı ama cahil halk Rum, Yahudi, Ermeni ayırmıyordu. Hoş olayı örgütleyenler de ayırmamışlardı. Yağmacıların ellerindeki listelerde Rumlarında Yahudilerinde Ermenilerinde mekânlarının adresleri vardı. Nasıl olsa hepsi “gâvurdu”. Taksim’de toplanan kalabalık İstiklal caddesine girdi ve gayrimüslimlerin iş yerleri tahrip edilmeye, yağmalanmaya başlandı. Daha sonra olaylar Müslüman olmayan halkın yoğun olarak yaşadıkları yerlere de sıçrayacak, hatta İzmir’de de benzeri hadiseler görülecekti.

YAŞANLAR ANLATIYOR

“Bir Rum arkadaşımın evinin önünde elimde Türk bayrağı ile nöbet tutuyordum. Ellerinde bir listeyle geldiler. Onlara bu dükkânın bir Türk’e ait olduğunu söyledim. Bunun imkânsız olduğunu listede belirtilmiş olduğunu iddia ediyorlardı. Listede bir hata olmuştur dedim. Ellerindeki listelerde tüm cadde isimleri ve ev numaraları vardı. Kendi aralarında sürekli birbirlerine talimat veriyorlardı. Bu ev Rum’un, şu Ermeni’nin, bu dükkânı yağmalayın, şu eve girin …”

“Yüksekkaldırım’da bir Yahudi, o kargaşada kendi levhasını bir Türk dükkânının tabelasıyla değiştirdi. Yahudi’nin dükkânına hiçbir şey olmadı. Türk’ün mağazası ise yağmalandı. Sonradan Yahudi, Türk komşusuna “ne yapalım bunu yapan senin insanların” dedi.”

“Garip hatalar da oluyordu. Bir profesör arkadaşım vardı. Muayenehanesinin tabelasında Doçent Dr. …. yazıyordu. Doçent kelimesini gayrimüslim ismi zanneden cahil yağmacılar muayenehaneyi tahrip ettiler.”

“Tünel’de Cevat Bey’e ait bir kumaş dükkânı vardı. Adam Türk’tü. Onun da dükkânını yağmalamaya başladılar. Adam hemen pantolonu indirdi ve sünnetli olduğunu gösterdi. Böylelikle dükkânını kurtardı.

“Bizim evimiz Beyoğlu Kalyoncu Sokak’taydı.  Şiddet olayları patlak verdiğinde, kapıcımız Mehmet Efendi anneme “korkmayın Madam, bizim evde saklanabilirsiniz” dedi. Eline bir Türk bayrağı aldı, dış kapıyı kilitledi ve binanın önünde durdu. İlk saldırganlar geldiğinde, onlara burada Rum oturmadığını söyledi. Adamlar evimizi yağmalamadan gittiler. 2.kattaki Madam Katina’yı, 3.kattaki Marina’yı ve 4.kattaki Anton’u korumuş olan Mehmet Efendi, sonra binadan çıktı, Türk bayrağını bıraktı, eline bir odun alıp caddenin karşısındaki gayrimüslimlere ait dükkân ve evlere saldırmaya başladı. Ben onu evimizin penceresinde izleyebiliyordum.”

Son anlatacağım olay, Ayşe Kulin’in KANADI KIRIK KUŞLAR romanında aynen mevcut.

“Olaylardan sonra yayamın (anneannemin) evinde gördüklerime inanamadım. Kapılar ve pencereler artık yoktu. Buzdolapları, dolaplar, aynalar parçalanmış ve evin önüne yığılmıştı. Yataklar, yorganlar kesilmiş, yünler her tarafa yayılmıştı. Elbiseler, ayakkabılar, örtüler, halılar lime lime kesilmiş, yığınlar halinde tabak çanak binlerce parçaya bölünmüştü. Somyalar parçalanmış, avizeler, vitrinler, masalar, sandalyeler ve koltuklar baltayla parçalanmıştı. Yerde odun, kömür, gaz, tuz, şeker, yağ ve yumurtadan bir birikim oluşmuştu. Soba tahrip edilmiş, bazı valizlerin içindekiler dahi kesilerek kullanılamaz hale getirilmişti.

Olaylardan sonra Yunanistan’da yayınlanan “Vradini” gazetesinin 9 Eylül 1955 tarihli nüshasındaki şu ifadelere pek çok bakımdan ilginçtir.

“Zaman geçer fakat insanlar değişmez. Büyük Kemal (Atatürk) köylü vatandaşlarını medeni insanlar haline sokmak istedi. Fakat bunda muvaffak olamadı. Onlar yine barbar olarak kalmıştır. Kilise yakmak, ev yağma etmek onların milli endüstrisi olarak kalmıştır.”

Ne yazık ki doğru bir tespit. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında havaalanında bulunan bir arkadaşımın anlattıkları ile müthiş benzerlikler bulmaktayım.

“Kıbrıs’tan yurda dönmüş Atatürk Hava Limanındaydım. Valizlerimi almıştım fakat kimseyi dışarı bırakmıyorlardı. Birden içeriye bir güruh girdi. Çıldırmış gibiydiler. Ellerinde odunlar vardı. Kimisi yarı çıplaktı. Üzerlerinde sadece atletler bulunan bıyıklı sakallı insanlar vahşiler gibi koşuşturuyorlardı. İkide birde birisi “Tekbiiiir” diye bağırıyor, anında güruh hep bir ağızdan “Allah-u Ekber” diye karşılık veriyordu. Bize yere yatın diye bağırıyorlardı. Ağzından salyalar çıkartarak bağıran birisi "siz burada iseniz, seyahat edebiliyorsanız bu bizim sayemizdedir” diye haykırıyordu. Yere yatmış vaziyette neler olduğunu anlamaya çalışıyordum.”

Kıskançlığı, servet düşmanlığını, barbarlığı hissedebiliyor musunuz?

Yunanlı yazar ne yazık ki haklıymış. Zaman geçiyor ama insanlar değişmiyor.

6-7 Eylül olaylarının bilançosu korkunçtur. Türk basınına göre 11 kişi ölmüştür. 300 kişi yaralanmıştır. Sadece balıklı Rum Hastanesinde 60 kadın tecavüz nedeniyle tedavi görmüştür. Gayrı resmi kayıtlar tecavüze uğrayan kadınların 200 civarında olduğunu ifade ederler. Oysa tecavüze uğrayan kadın sayısı 400 civarındadır. Dehşeti yaşayanları düşünemiyorum.  

Olaylara 200 bin kişilik bir güruh katılmıştır.  Resmi kayıtlara göre 4214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika otel bar gibi yerlerin bulunduğu 5317 mekân saldırıya uğramıştır. Gayrı resmi kayıtlara göre saldırıya uğrayan mekânlar 7 binin üzerindedir.

Tarihçiler olayları hükümetin planladığı hususunda hemfikirdirler. Hatta bu olayların gayrimüslimlerin ekonomik güçlerini zayıflatılmasının da hedeflendiği de yine tarihçiler tarafından dile getirilmektedir. Nitekim Celal Bayar İstiklal Caddesindeki hasarı görünce etrafındakilerin duyacağı bir sesle iç işleri vekili Namık Gedik’e “galiba dozu kaçırdık” demiştir. Olayları hükümetin tertip ettiği konusunda bir başka delil de Özel harp Dairesi başkanlığı yapmış Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun bir röportajda söyledikleridir.

“6-7 Eylül de bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?”

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hükümetlerin pek çok kez böyle olayları organize ettiği bilinmektedir. İşte bunun için Türk milletinin, kendi hükümetinin doğruları söylediği konusunda her zaman şüpheleri vardır.  15 Temmuz darbe teşebbüsü ile ilgili pek çok komplo teorisinin ortaya atılmıştır. Pek çok soru üretilmiştir. Sebebi budur. Halk hükümetin söylediklerine şüphe ile yaklaşmaktadır. Hükümete itimatları yoktur.

6-7 Eylül olayları Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en karalık günleridir. Ne yazık ki bugün bile bu kadar yıl sonra akıllanmayan cahiller İsrael – Gazze ilişkilerinden Türk Yahudilerini sorumlu tutarak “maazallah, 6-7 Eylül gibi bir akıl tutulması yaşayabiliriz” diyebilmektedirler…

Aaron Baruch  (Akaralı)

 

Kaynakça:

Ayşe Hür – 6-7 Eylül’de devletin “muhteşem örgütlenmesi” (Sayın hocama yer yer alıntılar da yaptığım bilgilendirici yazısı için teşekkürlerimi sunuyorum.)

Dilek Güven – 6-7 Eylül olayları

10 Eylül 1955 tarihli Demokrat İzmir Gazetesi

Haziran 1991 tarihli Tempo dergisi – Türk Gladyosu İçin Bazı İp Uçları Sayfa 24

6-7 Eylül olaylarının İstanbul Rum Basınındaki Yankıları a.g.y. Sayfa 15-24

Tempo dergisi Haziran 1991 Sayfa 24 Türk Gladyosu İçin Bazı İp Uçları-