28 Ekim 2017 Cumartesi

EYYY NETANYAHU, SEN KİMSİN?








Sevgili dostlarım,

Öyle ya, kim bu Benjamin Netanyahu, ben biraz baktım, biraz okudum ve gördüklerimi okuduklarımı sizlerle paylaşayım dedim. 

Takma lakabı ile BİBİ,  21 Ekim 1949 – Israel-Tel Aviv doğumlu. Bugüne kadar İsrael’de doğan ilk İsrael başbakanı. Annesi Elisha Netanyahu (matematik profesörü), babası Benzion Netanyahu (tarih profesörü). Bibi tahsilini Harvard Üniversitesinde siyaset bilimi üzerine yaptı.

Bibi ve ağabeyi Yonathan Netanyahu Israel’in en seçkin komando birliği olan Sayeret Matkal mensubu. Diğer kardeşi Iddo ise radyoloji uzmanı ve oyun yazarı.  Komutan Yonathan, ne yazık ki Entebbe harekâtı sırasında vuruldu ve hayatını kaybetti. 

Bibi asker olarak pek çok operasyona katıldı. 8 Mayıs 1972 de Sabena Hava Yolları’na ait bir uçak kaçırılarak Tel Aviv’e indirilmişti. Kurtarma operasyonuna katılan Bibi omuzundan vuruldu. 


1973 Yom Kippur savaşında en önde savaştı. Süveyş kanalı boyunca baskınlara katıldı. Suriye cephesinde komandolara komutanlık yaptı. Yüzbaşı iken askerlikten ayrıldı.






1984 yılında Birleşmiş Milletler’de 4 yıl  İsrael elçiliği görevini yürüttü. Likud partisine girdi. Parti başkanı olarak 1996 da Israel’in en genç başbakanı oldu.




1999 da Ehud Barak’a yenilip başbakanlığı bıraktı. Çeşitli hükümetlerde dış işleri bakanlığı ve maliye bakanlığı görevlerini yürüttü.

Israel’in en sağcı ve şahin başbakanı olan Bibi 31 Mart 2009dan beri başbakan.

Bibi 160 IQ’su ile dünyanın en zeki, başbakanları arasında…

Israel’de  bu sene yeni yasama yılı başlar başlamaz, Bibi meclisten bir kanun geçirmek istedi. Bu kanun başbakanların görev yaptıkları süre içerisinde haklarında soruşturma açılmaması hususunda idi. En başta Cumhurbaşkanı Rivlin buna karşı çıktı. Meclisin açılış konuşmasında yasa teklifini antidemokratik olarak yorumlayıp Bibi’ye verdi veriştirdi.Sonuçta kanun teklifi reddedildi.

Bibi ise bu konuda kendine göre haklı. Diyor ki; “ beni devirmek için muhalefet devamlı benim ve ailem hakkında karalama kampanyaları yürütüyorlar. Hakkımda bir sürü de soruşturma açılıyor. Bunlarla uğraşmaktan çalışamıyorum. Rahat bırakın beni.”

Şu sıralarda Netanyahu ile ilgili üç sorgulama var:

Birincisi aldığı hediyelerle ilgi. Şu hediyeyi alabilir, bunu alamaz, çok pahalı diye bir kanun yok. Kaldı ki aldıkları, şarap, viski, puro filan. Üstelik kabul edilmemesi de ne kadar doğru? Hediyeyi getirene ayıp olmaz mı? Sonuçta çamur at, izi kalsın taktiği yürüten muhalefet buradan bir şey tutturamaz sanki. Zaten bu konuda yüksek mahkeme bir suç unsuruna rastlamadı.

İkinci konu ise daha zor. Netanyahu’nun bir gazete sahibine kendi hakkında yapılacak haberlerde aleyhine bir şeyler yazılmaması karşılığında maddi çıkarlar önerdiği söz konusu. Gazeteci ile görüşmeleri Bibi namına özel kalem müdürü yürütmüş. Polis şimdi bu adamı sıkıştırıyor. “Her şeyi bize açıkla, biz de seni bu davada az para cezası ile kurtaralım” diyor. İyi de, bu Netanyahu da aptal değil. Bu görüşmeler yapılırken başbakanın talimatıyla her şey kayda alınmış. Soruşturmada her şey ortaya döküldü. Suç unsuru yok. Ancak özel kalem müdürü acaba bir şeyleri sakladı mı? Mahkemeye bu güne kadar açıklanmamış deliller verecek mi? İşin püf noktası bu. Buradan da bir şey çıkmaz. Muhalif gazeteciler bile bunu kabul etmişler. Olsa olsa “etik olarak ayıp etti” filan çıkar.

Bir de denizaltılar konusu var. Israel Almanya’dan üç adet süper denizaltı alıyor. Bunlar nasıl denizaltılarsa İran’a bile etkili olabiliyormuş. İsrael’deki mevcut kanunlara göre, düşmanın ortak olduğu kurumlardan ne malzeme alabilirsin ne de silah. Asla… Oysa bu denizaltıları yapan firmada, (Thyssenkrupp) Dubai ve İran ortaklıkları varmış Aracı kurumun avukatı ile eski deniz kuvvetleri komutanı başbakana çok yakınmışlar. Ortalıkta komisyonlar filan dönmüş. Ancak henüz Bibi’ye bulaşmış ve ispat edilmiş bir suç yok. Soruşturma devam ediyor. Bakalım yüksek mahkeme bir suç unsuru bulup olayı adalete taşıyacak mı?

Bu arada Bibi’nin eski bir hostes olan eşi Sara Netanyahu ile de, gerek basın gerek muhalefet, uğraşmaktan ve yıpratma politikalarından vaz geçmiyor. Aşçısı beni dövdü dedi, tutturamadılar, Yok konuttaki boş şişeleri markete satmış diye iddia edildi, yine bir şey çıkmadı. Başbakanlık çalışanını işten kovdurdu diye haber yaptılar, boş çıktı. Üstelik yalan haber yaptı diye, haberi yapan gazeteci, Sara’ya 50 bin şekel tazminat ödemeye mahkûm edildi. Boş işler. “İnçir  kufas, i eçar a la mar” (boş işler anlamında bir ladino deyişi.)

Neticede bir şekilde bel altı vurarak Bibi’yi durduramazlarsa bana göre bir buçuk sene sonraki seçimleri yine götürür. İsrael onun döneminde çok ilerledi. Şimdi bu lafıma solcu abilerim hemen gerilmeye başlamıştır. Hayat pahalılığı, emeklilerin durumu, ev fiyatları filan daha yazımın mürekkebi kurumadan bana giydirmeye başlarlar. Abiler, isterseniz bu konuda siz durumu ne kadar kötü (!) olduğunu bu yazımdan bağımsız olarak yazın, bu sefer de ben cevap vereyim. Laf aramızda ne yazarsanız yazın, hepinizi çok seviyorum.

Bu hafta da bu kadar sevgili dostlarım.

Esen kalın.

Aaron Baruch  (Ankaralı)

Kaynakça – Vikipedia ansiklopedisi.

Oda TV - Refael Sadi’ye teşekkürlerimle…

21 Ekim 2017 Cumartesi

1947… URFA’DA YAHUDİ KATLİAMI…





Urfa, Çakeri mahallesi. 1947 yılı Ocak ayının ilk günü.

Kehribar tespihini avucunun içerisinde döndüren Hayyum eşine seslendi:

-Semha, Semha, acıktım, yemek yapın…

Semha kızı Nazlı’yı çağırdı. Nazlı annesinin sesini duyunca terliklerini kaptığı gibi avluya çıktı:

-Ne oldu aney?..

-Git abingilden kuru patlıcan getir.

Nazlı’nın ağabeyi İshak (Şorkaya) az ilerde eşi kayınvalidesi ve çocukları ile birlikte ayrı bir evde yaşıyordu. Nazlı eve vardığında tahta kapının açık olduğunu gördü. Bir anlam veremedi. İçeri girdi, seslendi:

-Mazel , Mazel!

Yanıt gelmedi. Eve ürkütücü bir sessizlik hâkimdi.

-Mazel, kız Mazel!

Nazlı kapının girişinde ağabeyinin kayınvalidesi Semha’nın yattığı soldaki odanın önüne geldi. Kapı yarı açıktı. İçeri girdi. Mangalın üzerindeki tel kafes devrilmişti. Yorganlar kana bulanmıştı. Ağabeyi İshak Şorkaya’nın oğlu Yakup, kanlar içinde yatıyordu. Semha’da kanlar içerisindeydi. Her yer kan gölüne dönmüştü. Çığlık, Nazlı’nın boğazına düğümlendi. Titreyerek yere yığıldı. Neden sonra kendine geldi. Kendini odadan dışarı attı. Çığlığı ortalığı yırttı.

-Hahoooo!...  Hahoooo!...

Evin diğer fertleri öteki odadaydı. Her taraf kan içindeydi. Ortalık kan gölüne dönmüştü. Dışarı fırladı. Düşe kalka eve koştu. Annesi babası şaşırdı. Nazlı’nın dili tutulmuş çırpınıyordu. Şoktaydı. Anlatmak istiyor ama boğazından ses çıkmıyordu. Birden babası Hayyum kıza bir tokat patlattı. Nazlı bu tokatla kendine geldi. Çığlığı bastı:

-Ömüüüüş, ölmüşleeeer!...

Hayyum:

-Kimi, abin mi?

Nazlı başını salladı.

Yaşlı adam, kızları Ester ve Nazlı hızla oğlu İshak’ın evine koşmaya başladı. Karısı ağlaya ağlaya diğer çocuklarına haber vermek üzere çarşıya yöneldi. Hayyum eve girdiğinde komşuların eve dolduğunu ve kan gölüne dönen odaları izlediğini gördü. Manzara korkunçtu:

 Bundan sonra okuyacağınız satırlarda aşırı şiddet vardır. Bilgilerinize…

Birinci odada İshak’ın 65 yaşındaki kayınvalidesi Semha ile, İshak’ın oğlu 17 yaşındaki Yakov kanlar içerisinde yatıyorlardı. Kafası gövdesinden ayrılmıştı. Yakov’un parmakları da kesilmişti. Soldaki odada 42 yaşındaki Nazlı’nın ağabeyi İshak  Şorkaya kan gölünün içinde yatıyordu.  Bıyığı, burnu ve kulağı kesilmişti. İshak’ın 45 yaşındaki altı aylık hamile eşi Mazel de kanlar içinde yatıyordu. Gözleri oyulmuştu. İshak’ın ayakucunda oğlu 15 yaşındaki Yosef’in, 8 yaşındaki kızı Ester’in ve 6 yaşındaki kızı Raşel’in bedenleri kanlar içerisindeydi. Hepsinin kafalarına balta ile vurulmuş,  ölümlerine bu sebep olmuştu.  Kanlar avluya kadar akmıştı.

******************************************************************************************

Neden öldürülmüşlerdi? Bu nasıl bir katliamdı?

ARKA PLAN :

Olanları anlayabilmek ve yorumlayabilmek için arka planı bilmek gerekli.

1920lerde Urfa belediye başkanlığı yapan Mustafa Hacıkamiloğlu bir halk kahramanıydı. İşgal yıllarında Fransızlara karşı savaşmıştı. Daha sonra Ermeniler ile uğraşmış,  boykotlarla, baskılarla hepsini Urfa’dan, göndermişti. Oğlu Cemil Hacıkamiloğlu anlatıyor:

-Bütün sanatlar Ermeniler’indi. Türkler işsiz güçsüzdü. Babam Mustafa Hacıkamiloğlu zamanında Türkler birlik oldular ve Ermeniler’i kovdular. Hepsi Halep’e göç etti. Onlardan sonra Türkler sanat sahibi oldular, ev sahibi oldular”

Katliamın yaşandığı tarihlerde Urfa’da kırk kadar Yahudi aile yaşıyordu. En önemlileri Anter, Binler, Mugrabi, Boz, Mısri, Attia, Kohen, Deyyan, Levi, Mizrahi, İsrael, Esinli, Kırmızıkuş aileleri idi. Bazıları zengin tüccarlardı. Kimisi de orta halli idiler, aralarında zor şartlarda da yaşayanlar vardı.  Fakat görünüşte hepsi çok varlıklı gibi yaşarlardı. Yani gösterişi severlerdi. Bakın bu gerçeği Urfalı bir Yahudi nasıl anlatıyor:

-Esasında bizi sevmiyorlardı. Çünkü daha üstün görünüyorduk. Yani Urfalı Yahudiler bir kuruş varsa 10 kuruş gibi gösteriyorlardı. Geziyorlardı, para harcıyorlardı. Daha bilgiliydiler, daha çok dostları vardı, hükümetle iyi geçiniyorlardı…

Bir diğer Urfalı Yahudi, küçük çocukken Urfa’daki tek bisikletin ona ait olduğunu anlatır, Cumhuriyet bayramlarında törene bile katılırmış. Sonra meçhul kişiler onu paramparça etmişler.

Urfalı Yahudi hanımlar yerel halka göre çok daha şık giyinirlermiş. Elbiselerini İstanbullu terzilere diktirirlermiş. Genç Yahudi kızları çarşıdan geçerlerken esnaf arkalarından “bakın bakın, güzellikler geldiler, bakın bakın, Yahudiler”  diye laf atarlarmış.

Katledilen İshak Şorkaya kendi halinde bir esnaftı. Oğlu Hayyum çalışmak istemiyor, babasından da devamlı para istiyordu. Alamayınca aksileşiyor ve arıza çıkarıyordu. Katliamdan 3 sene kadar evvel ailesiyle ilişkisini kesti ve evden ayrıldı. Bir yıl kadar sonra Urfalı Seyh Muhammed’in telkinleri ile dinini değiştirdi. Müslüman oldu. Ahmet Kemal adını aldı. Artık Urfa’da saygı görmeye başlamıştı. Elini öpüyor hürmet ediyorlardı.

Ahmet Kemal 20 yaşına gelince Ankara’ya askerlik yapmaya gitti. Orada bir Yahudi kız ile tanıştı. Âşık oldu. Evlenmek istedi. Ne ki kız evlenmek için Ahmet Kemal’in tekrar Yahudiliğe dönmesini şart koşuyordu.

1946 Kasım’ında Ahmet Kemal, yani katliamdan 2 ay evvel, Urfa’ya babasının evine izne geldi. Aile bu kız işini işitmiş ve çok memnun olmuştu. Ahmet Kemal’in tekrar Yahudiliğe döneceği haberi ortalığa yayılmaya başladı. Urfalılar buna çok bozuldular. Katliamdan bir ay evvel Ahmet Kemal Ankara’ya askerliğini bitirmek üzere geri döndü.

KATLİAM GECESİ:

Fırtınalı bir gece. Yağmur yağmakta,  yıldırımlar, gök gürültüsü kıyamet. Tam kâbus gibi bir gece. O akşam da İshak Şorkaya’nın rahmetli kayınpederinin mevlidi vardı. Yahudi Cemaatinin hahamları Azur Aka ve Yusuf Hamuz eve mevlit okumak için çağrılmıştı. Bir de Halef El Medeh diye bir Arap vardı. Bu adam İshak Şorkaya’nın yanında çalışıyordu. Kendisi ise ortak olduklarını söylerdi. 

Olayın oluş biçiminden anlaşılan birisi içeriden katillere kapıyı açmıştı. Çünkü kapıda hiç zorlama yoktu. Anlaşılan katiller dışarıdan gelmiş ve birisi kapıyı içeriden onlara açmıştı. Ama kim? Fırtına dolayısıyla kimseler bir şey işitmemişti. Hahamlar mevlitten sonra gitmişlerdi.

Orta yerde üç teori vardı. Birincisi hahamlar giderlerken kasten kapıyı açık bırakmışlar ve katillerin içeri girmesini sağlamışlardı. Peki, neden böyle bir şey yapmışlardı? İshak Şorkaya’nın ailesiyle dertleri neydi? Efendim, göya Tora’ya (Tevrat) göre din değiştirenlerin öldürülmesi gerekiyordu. Mesele buydu…

İkinci teori  ise kapıyı Halef El Medeh’in açtığı idi. Bu adam arada bir Urfa’ya gelir ve İshak Şorkaya’nın evinde kalırdı. Arap’tı. O gece orada kaldığı polis tarafından da saptanmıştı. Peki, Halef El Medeh’in İshak Şorkaya ile ne derdi vardı? Birincisi İshak’a çok borcu vardı. İkincisi katliamdan sonra bütün mal varlığının üzerine oturmuş ve mirasçılara hiçbir şey vermemişti.

Üçüncü teoriye göre ise İshak Şorkaya oğlunun Müslümanlığa geçtiği için İslamiyete beddua etmişti. Urfa Müftüsünün bundan haberi oldu Müftü İshak Şorkaya ailesinin katli için fetva verdi.

SORUŞTURMA:

Soruşturma çok çetin geçti. Neredeyse bütün Yahudi erkekleri sorguya alındı. İnanılmaz işkenceler yapıldı. Sabahlara kadar falakalar atıldı. Zavallı suçsuz o yaşlı insanlar hastanelik oldular. Ayaklarından ameliyatlar geçirdiler. Ama bir netice çıkmadı. Kimse bir şey bilmiyordu. Boş yere çok ıstıraplar çekildi.

Bu arada olay uluslararası boyut kazandı. Dünyada Urfa’da Yahudilere katliam yapıldı haberleri çıktı. Hükümet bir an suçluların bulunması için bastırıyordu. Halk arasında İshak Şorkaya ailesinin din değiştirdiği için Filistin’den gelen Yahudi katillerce öldürüldüğü dedikoduları dolaşmaktaydı. Polis de önüne gelen Yahudi’yi sorguya alıyor basıyordu falakayı… Bu arada Selim Anter İstanbul’da idi. Urfa’ya dönseydi o da falakadan nasibini alacaktı. Dönmedi.

MAHKEME :

Mahkeme güvenlik açısından Malatya’ya nakledildi. Savunma avukatı bulmakta zorluk çekildi. Neticede katiller hiçbir zaman bulunamadı. Dolayısıyla katliamın sebebi din miydi, para mıydı, hiçbir zaman anlaşılamadı.

Mahkeme, kapıyı açıp katillere yardım ettiği gerekçesiyle Azur Aka ve Yusuf Hamuz’u önce idama sonrada 10 yıl hapse mahkûm etti. Ancak Dünya Yahudi Kongresi olaya müdahale etti. Olayın uluslararası camiada daha da büyümemesi için sanıklar 4 Nisan 1950 de yani tam üç sene sonra serbest bırakıldılar.

YAHUDİLER’E BOYKOT:

Urfalılar katliamdan Yahudileri sorumlu tutuyorlardı. Acaba,öyle miydi?... Şorkaya ailesinin, Müslümanlığa dönmek üzere oldukları için Yahudilerce öldürüldüğüne inanmışlardı. Halk arasında katillerin Filistin’den gelen Yahudi katiller tarafından işlendiği dedikoduları dolaşıyordu. Üstelik Yahudiler güya bu cinayeti Urfalı Müslümanların üstüne yıkmak istiyorlardı.

Boykot  başladı. Urfalılar, Yahudilerden ne bir şey satın alıyorlar ne de onlara bir şey satıyorlardı. Emniyet müdürü halkı vaz geçirmeye çalıştı. Olmadı. Elebaşıları nezarete aldılar. Bu sefer halk ayaklandı. Emniyet geri adım atıp iki gün sonra adamları salıverdi. Vali geldi olmadı. Hatta İbrahim Esinli isimli Yahudi, İsmet İnönü’ye telgraf çekip durumdan şikâyetçi oldu. Bölge müfettişi geldi. Olay yine çözülmedi.  Sonunda Urfalı Yahudiler mallarını mülklerini yok pahasına satıp teker teker şehri terk ettiler. Neredeyse hepsi Yeruşalayim’e, Mahne Yehuda’ya ALİYA (Göç) yaptılar. Böylece Urfa’da Yahudi kalmadı ve Yahudi kültürü yok oldu…

Ahmet Kemal ise sonraki hayatını Müslüman olarak yaşadı. Askerliğinden sonra Urfa’ya döndü. Manifaturacılık yaptı ve başarılı bir ticaret hayatı oldu. 2000 yılında vefat etti. Son gâvur da, hem Urfa’yı hem de bu dünyayı terk etti…

Bu hafta da bu kadar sevgili dostlarım.
Sevgiyle kalın, hoşça kalın.
Her şey güzel olacak

Aaron Baruch    (Ankaralı)
Kaynakça : Devletin Yahudileri ve Öteki Yahudiler – Rıfat N.Bali
                    Son Gâvur – Mehmet Faraç 

14 Ekim 2017 Cumartesi

YILDIZ









Değerli dostlarım,

Türk televizyonlarında çoğunuzun bildiği, hatta takip ettiği bir program var. O Ses Türkiye. İsrael’de de bu program Voice olarak sunuluyor.  Türkiye’de bu sene programın yöneticisi ve sunucusu Acun Ilıcalı, Gökhan, Hadise ve Murat Boz’un yanında 4ncü jüri üyesi olarak Yıldız Tilbe’yi seçti.

Yıldız Tilbe’nin sanatçı kişiliği esasında beni çok ilgilendirmiyor. Hatta uyuşturucudan hüküm giymesi de umurumda değil. Ne yazık ki tanınmış bir kişi olmasına rağmen, gerek kültürü ile gerekse kişiliği ile hiç de örnek alınacak birisi olmadığı aşikâr.

Esas mesele Yıldız Tilbe’nin bir ırkçı olması. Nefret suçu işlemekte. Yanılmıyorsam 2014 yılında bir programda canlı yayında İsrail’e beddualar etmiş belalar okumuştu.


Yetmedi, “Hitler az bile yapmış” diye attığı tweet’lerle Yahudilere olan nefretini kusmuştu.


Acaba Yıldız Tilbe yalnız bir Yahudi düşmanı mı? Yok, hayır, o bir ırkçı. Üstelik kendisine sorarsanız ırkçılığın ne olduğunu, neden kötü bir şey olduğunu hatta bunun nefret suçu olduğunu bile bilmeyecek kadar cahil biri o.

Geçen hafta yayınlanan O Ses Türkiye programında bir genç şarkısını icra ediyor; Yıldız Tilbe hariç bütün jüri dönüyor. Gerisini Sözcü’den dinleyelim:

“Şimdilerde banttan yayınlanan programın geride bıraktığımız gün yapılan çekimlerinde yaşanan olay Semercioğlu’nun iddiasına göre şu şekilde gerçekleşmiş: “Yarışmaya Balkan müziği söyleyen bir kadın katılmış, bütün jüri dönmüş bir tek Yıldız dönmemiş… Performansın sonunda da “Aaa sen Türk’müşsün… Ben seni yabancısın sandım. Türk olduğunu bilsem dönerdim” demiş. Bu söze Gökhan sinirlenmiş, “Bu yarışmaya yabancılar da geliyor, niye dönmezdin ki” diyerek Yıldız'a itiraz etmiş. Yıldız da “Burası O Ses Türkiye, ben Türk arıyorum. Burası O Ses İngiltere değil, öyle olsaydı İngiliz arardım” deyince Gökhan’ın tepkisi sert olmuş ve “Sen o zaman Kürtlerin yarışmasına da itiraz edersin” falan deyince ortalık karışmış. Olaya Acun müdahale etmiş, “sakin olun”  diye tarafları uyarmış, olay ikilinin mikrofon seslerinin kesilmesine kadar varmış. Sonunda bakmışlar olacak gibi değil, seyirciyi, yarışmacıları gönderip çekimi iptal etmişler. Gökhan'la Yıldız'ın arasındaki tartışma kuliste bile sürmüş.”


Bunun üzerine Yıldız Tilbe tepki veriyor:
Bakın ne diyor:

"BANA IRKÇI DİYENLERİN ALLAH BELASINI VERSİN"
“Ben ırkçı değilim. Türkçü, Kürtçü Lazcı değilim. Alevici, Sünnici bölgeci değilim. Bana ırkçı diyenler Şerefsiz ve net namussuzdur. Bana ırkçı diyen kendisi ırkçıdır ve Allah belasını versindir.

Köpeklerin duası kabul olsaydı gökten kemik yağardı.

Sen bela okumaktan başka bir şey bilmez misin?

Dün sosyal medyada kendi sayfamda, “Yıldız Tilbe bu programdan gitmedikçe ben de seyretmiyorum” diyerek bir protestoda bulundum. Kısa zamanda pek çok kişi bana katıldı. Acun Ilıcalı’ya da mesajlar çekildi, yorumlar yapıldı. Ama neticede bu karşı çıkışa 200-300 kişi ya katıldı ya katılmadı.

Bazı dostlar “bizim protestomuzdan ne olur, 200-300 kişi karşı çıkarak bu kadını oradan gönderemeyiz” dediler.

Bakın arkadaşlar, ben dün tek başıma idim. Bu gün 200-300 kişiyiz. Biz elimizden geleni yapmadan yenilgiyi kabul etmemeliyiz. Yalnız bu konuda değil, her konuda. Özellikle gençlere sesleniyorum. Hemen yıkılmayın. Mücadelenizi sonuna kadar koyun.

Yıldız Tilbe üç sene o tweet’leri attığında Türk Yahudi cemaati tepki koymuştu.  Baskı sonucu bu ırkçı kadının oynadığı Turkcell reklamı yayından kaldırıldı. Teşekkürler cemaat yöneticileri ve başkan.

Vatan gazetesinde o haberi buldum. Aşağıya kopyaladım. Okuyun bakın:

Reklam filmi, Yıldız Tilbe’nin  twitter’de  daha önce söylediği Yahudilere yönelik sözleri nedeniyle Türkiye'deki Musevi cemaati tarafından tepkiyle karşılanmıştı.
Yıldız Tilbe'nin gnçtrkcll’liler için hazırladığı Anti-Sevgililer Günü şarkısı sadece internet mecralarında yayınlamıştı. Söz konusu klibin, Turkcell'in internet sitesi ve Youtube kanalından kaldırıldığı görülüyor.”


Değerli yazar Hıncal Uluç’un, geçmiş yıllarda defalarca yayınladığı benim de çok sevdiğim bir hikâyesi var. Dilim döndüğü kadar aktarayım.

Amerika’nın doğu sahili mi, batı sahili mi, bilmiyorum, bir mevsimde sabah erken saatlerde binlerce denizyıldızı karaya vururmuş. Bütün sahil denizyıldızı dolarmış. Tabi güneş yükselince de bütün denizyıldızları kururlar ve ölürlermiş. Bir tabiat olayı yani... Adamın birisi sabah sahilde yürürken bir arkadaşına rastlıyor. Arkadaşı  denizyıldızlarını teker teker kumların üstünden alıp denize atmakta.
-Ne yapıyorsun?
-Denizyıldızlarını ölmesinler diye denize geri atıyorum.
-Yahu, birkaç tanesini atmışsın ne fark eder? Baksana binlerce var.
Adam kumların üzerinden bir denizyıldızı daha almış, onu da denize fırlatmış ve demiş ki:
-Buna fark etti.

Bu bana hayat felsefesi oldu. Ben elimden geleni yaparım. Mücadelemi koyarım.

Yıldız Tilbe’nin yaptığı ırkçılıktır. Bu Yahudilere de Türklere de hatta tüm dünyaya zararlıdır. Bu bir İNSANLIK SUÇUDUR. Eğer benimle aynı görüşte iseniz bu yazıyı paylaşın. Mümkün olduğu kadar çok insana ulaşsın.

Acun Ilıcalı’ya ulaşıp tepkinizi o na da bildirmek istiyorsanız aşağıdaki adresine tıklayın.

Buraya tıkladığınızda açılan sayfada Acun’un resmi var.  Resmi tıkladığınızda o ses Türkiye Jürisinin fotoğrafını göreceksiniz.  Hemen altında “Yorum yaz” kutusuna düşüncelerinizi yazın… O zaman bu düşünceler harekete dönüşmüş olur. Evren düşünceyi değil, hareketi alkışlar.

Acun Ilıcalı ve ekibi ırkçılığa karşı olanların ve özellikle Yahudiler’in tepkisini hesap etmemiş, en azından hafife almış. Bizi güdebileceklerini zannetmişler. Önümüze ne koyalarsa onu seyredeceğimizi düşünmüşler. Ben HAYIR diyorum.

Bir arkadaşım “10-15 bin kişiyle Türkiye’yi mi değiştirebiliriz?” Diye yorum yapmış. 15 milyon kişiyle dünyayı etkiliyoruz, neden olmasın? Ben elimden geleni yapacağım.

Bu haftalık da bu kadar değerli dostlarım.
Esen kalın.


Aaron Baruch  (Ankaralı)