29 Haziran 2024 Cumartesi

Günaydın dostlar, İsrail gazetelerinden haberler ve şahsi yorumlarım:

 



***Manşetlerde yine Lübnan ve Hizbullah var.

Kuzeyde savaş rüzgarları eserken Tahran, İsrail’i Lübnan’a saldırması halinde bunun topyekûn bir savaşa yol açacağı konusunda uyardı. Dün Hizbullah onlarca roket ve üç insansız hava aracı fırlattı.

Aralarında Kiryat Shmona ve Shlomi'nin de bulunduğu bir dizi yerleşim yerinde alarmlar birbiri ardına çalıştırıldı. Roket şarapnellerinin bir eve isabet ettiği olayda herhangi bir can kaybı yaşanmadı.

YORUM: İran’ın bu tehdidi yeni bir şey değil. 7 Ekim savaşının başından beri bu tehdit başımızın üzerinde bir kılıç gibi asılı duruyor. Savaşın ilk günlerinde ABD uçak gemileri bu tehdide karşı İsrail önlerine gelmişti ve Biden açık açık İran’a “sakın karışma” demişti. O günlerde bütün dünya İsrail’in arkasındaydı. İsrail’de büyük billboardlarda Biden’ın resimleri ve altında “Thank you Mr. President” yazıları vardı.

Bu İsrail’e Suriye’deki İran konsolosluğunu vurabilme cesareti verdi. İran cevap olarak 13 Nisan’da benzeri görülmemiş bir füze saldırısı gerçekleştirdi. 300’den fazla balistik füze ve dronlarla İsrail’e saldırdı. İsrail ABD, İngiltere ve hatta Ürdün’ün yardımıyla bu saldırıyı bertaraf etti. İsrail hava savunma sistemleri tam not aldı. Bütün füzeler ve dronlar havada imha edildi.

Bugün İsrail’in Lübnan’a karadan ve havadan hatta denizden Lübnan’a saldırması halinde İran’ın savaşa dahil olması olasılıklar içerisindedir. Bu baştan beri böyle olduğu için İsrail Lübnan’a karşı şu ana dek büyük çaplı bir operasyona gir(e)medi. İran’ın 13 Nisan’daki saldırısını büyük bir başarı ile önledik. Ancak bu saldırıları kaç defa önleyebiliriz? Buna ne cephane stoku dayanır ne de para? Şu veya bu sebepten ABD lojistik olarak yardım etmezse halimiz nice olur?  Üstelik 13 Nisan’da olduğu gibi uluslararası desteğe de sahip değiliz.

Bence bu günkü gibi sınırlı tepkilerle havadan elimizden geldiği kadar Hizbullah’ı durdurmalı ve daha büyük bir saldırı başlatmamalıyız. Eğer ABD İngiltere ve Avrupa bizi desteklediğini ve yardımcı olacağını bildirirse o zaman işler değişir. Bu arada İran’da seçim oldu. Yeni iktidar bir şeyleri değiştirir mi? Hiç zannetmiyorum ama ne denir, bekleyelim ve görelim.

***Bu savaş ortamında hükûmetteki Ultra Ortodokslar yağmaya giriştiler. Maliye Komitesi aracılığıyla halkın vergilerinde 300 milyon Struck Yerleşim Bakanlığı'na, 58 milyonu ultra Ortodoks eğitim kurumlarına, 41 milyon Miras Bakanlığı'na, 30 milyon ultra Ortodoks kültür kurumlarına, 23 milyon Bakan Parosh'un Kudüs ofisine, Tora eğitim çeşmesi ağına 19 milyon dağıtım yapıldı.

Gerçekten de ultra-Ortodokslar, yeşiva için çocuklara desteğin artırılması ve ultra-Ortodoks öğretmenlerin maaşlarının artırılması da dahil olmak üzere yaklaşık 2,5 milyar şekel aldı. Korkunç. Netanyahu mükemmel, çok akıllı, çok zeki, çok başarılı olabilir. Ama iktidar olabilmek için bu ultra Ortodokslarla koalisyon kurması affedilir gibi değil. Bu adamlar din uğruna ülkeyi batırabilirler.

***New York Times. Biden’ın ABD’ye yapacağı en büyük hizmet başkanlık yarışından çekilmesidir. YNet yorumu: Biden açısından yaşanan felaket yüzleşmenin ardından artık dünyada herkes Trump'ın seçimi kazanacağı varsayımına göre hareket edecek. İran'ın nükleer zenginleştirme çabalarını hızlandırması bekleniyor, Sinwar'ın rehine anlaşması konusunda rotayı yeniden hesaplaması mümkün. Peki ya kuzey? Hizbullah savaşı Trump döneminde değil bu yılki anlaşmayla bitirmek isteyebilir.

YORUM: ABD halkı canlı yayında Biden’ın fiziki olarak yetersiz olduğunu gördü. Netanyahu’nun stratejisi Kasım ayına kadar savaşı oyalamak ve Trump’ı beklemek olabilir. Keşke elimde sihirli bir değnek olsa da başta Erdoğan’ı, sonra Biden’ı Putin’i, Netanyahu’yu emekliye ayırabilsem.

***Gazze’ye giden insani yardım kamyonları rekor seviyede. Ancak yağmacılar iş başında. IDF kamyonların yerlerine varması için elinden geleni yapıyor. Yardım kamyonlarının bazıları önlem olarak camlarını telle kaplıyor. Kamyonlara dronlar eşlik ediyor. Yağmacıları gördüklerinde IDF’in keskin nişancıları devreye giriyor. Geçen hafta 6 yağmacı keskin nişancılar tarafından öldürüldü. Kamyonların emniyeti için 07.00 ile 21.00 saatleri arasında askeri operasyon yapılmıyor.

***Mısır İsrail’in gözü önünde yıllarca Philadelphia eksenindeki tünellerden Hamas’a istediği her silahı verdi. Refah’ın tutulması çok büyük stratejik öneme sahip. Askeri yetkililer buradaki 4 tabur Hamas militanının ve tünellerin yok edilmesi için altı ay gerekli diyorlar.

YORUM: Bu yorumum özellikle Türkiye’deki Yahudi kardeşlerimizle ilgili. Kulağıma Gazze’de ölenlere acıdıkları ve İsrail’i soykırım yapmakla veya insanları katletmekle suçladıkları geliyor.

Bu savaşı biz başlatmadık. Köylere girip kadınlarımıza tecavüz eden, bebeklerimizi fırınlarda yakan, insanların başlarını küreklerle koparan Hamas katilleri, Hamas canavarlarıdır. Hala tünellerinde 120 kadınımız, çocuğumuz hatta bebeklerimiz işkence çekiyorlar. Kadınlarımızı tecavüz ede ede öldürdüler ve bu hala devam ediyor. Dünyada bugüne kadar bir yaşında bir bebeğin esir alındığı görülmemiştir.

Bu canavar katiller Gazze’de sivilleri kalkan olarak kullanıyorlar. Her okul, her cami, her kilise, her hastane onların silah depoları ve karargâhları, saklandıkları sığınaklarıdır. Bebek kundaklarında bile silah saklıyorlar. Bugüne kadar İsrail bu aptal geri zekalı empatiden uzak suçlamalarla karşı karşıya kaldığı için Hamas canavarını bitiremedi, Hamas bu yüzden bu kadar bitlendi ve bu hale geldi.

Şunu unutmayın eğer canavarın kafasını ezemezsek 7 Ekim yine yaşanacak. İsrail bu canavarla modern demokratik dünyayı korumak adına savaşıyor.

Lütfen zahmet edin ve empati kurun. PKK bir gece aniden beş on bin militanla Kilis’e, Antep’e veya Diyarbakır’ın köylerine girse, çocukları bebekleri öldürse, kadınlara tecavüz etse ve beş bin Türk köylüsünü kaçırsa ne olur?

Veya Yunan özel kuvvetleri bu mezalimi bir gece aniden Edirne’de, Kırklareli’nde veya Çorlu’da yapsa Türkiye ne yapar?

Sağcı gazetelerde her gün Türk ve İsrail pasaportu taşıyanların Türk vatandaşlıklarının iptal edilmesi gerektiği yazıyor. Bir Yahudi'nin yanında çalışan yardımcı "kocam Yahudi’lerin yanında çalışmamı istemiyor" diyerek işi aniden bıraktı. Bir gün bir anda "has ve şalom has ve halila" Türkiye'yi terk etmek zorunda kalırsanız nereye gideceksiniz? Düşünün bakalım.

Uzaktan “yazık bu insanlara” demek kolay. Şunu unutmayın İsrail’i eleştirmek Aliya ile başlar. Uzaktan gazel atmak çok saçma. Buraya gelin, beş sene buranın ekmeğini suyunu ve demirden leblebisini çiğneyin sonra anlatın, sonra eleştirin. Ölenler, kaçırılanlar İsrail’in fidanları, bebekleri, kadınları, genç kızları. İsrail İsrail olalı beri böyle bir felaket yaşamadı.

İntikam almaya uğraşmıyoruz, bir daha olmasın diye bu canlar feda ediliyor.

Çok acıyorsanız Hizbullh’ı durdursanıza… Binlerce insan ölmek üzere. Hizbullah hakkında da konuşsanıza. Ona da yapma desenize…

Önce bir düşünün empati yapın ve sonra konuşun sevgili kardeşlerim.

Aaron Baruch  (Ankaralı)

15 Haziran 2024 Cumartesi

HOOLANDA ÖZGÜRLÜK PARTİSİ LİDERİNİN KONUŞMASI

 

Sevgili dostlar,

Geert Wilders, Hollanda Özgürlük Partisi lideri, aşağıda naklettiğim konuşmasını 25 Eylül 2008 tarihinde New York'taki Dört Mevsim Oteli'nde yapmıştır.

Adımlarımızı atarken dikkat edin. İngilizlerin dediği gibi WATCH YOUR STEPS...

Beni davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim.

Amerika Birleşik Devletleri'ne bir misyonla geldim. Eski dünyada her şey yolunda değil. Büyük bir tehlike yaklaşıyor ve iyimser olmak çok zor. Avrupa'nın İslamlaşmasının son aşamalarında olabiliriz. Bu sadece Avrupa'nın geleceği için açık ve mevcut bir tehlike olmakla kalmaz, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri ve Batı'nın büyük varlığı için de bir tehdittir. Amerika Birleşik Devletleri, İslami Avrupa'ya karşı Batı medeniyetinin son kalesidir.

Öncelikle, Avrupa'daki durumu açıklayacağım.

Bildiğiniz Avrupa değişiyor.

Şüphesiz simgesel yapıları gördünüz. Ama tüm bu şehirlerde, bazen turistik hedefinizden sadece birkaç sokak ötede, başka bir dünya var. Bu, kitlesel Müslüman göçü tarafından oluşturulan paralel toplumun dünyasıdır.

Avrupa genelinde yeni bir gerçeklik ortaya çıkıyor: Yerli halkın çok az yaşadığı veya hatta göründüğü tamamen Müslüman mahalleler. Ve eğer görürseniz, pişman olabilirsiniz. Bu polis için de geçerli. Başörtülü kadınların, bebek arabaları ve bir grup çocukla birlikte yürüdüğü, şekilsiz çadırlarda yürüdüğü bir dünya. Kocaları veya isterseniz efendileri, üç adım önde yürürler. Birçok köşede camiler var. Dükkanlarda sizin ve benim okuyamayacağımız tabelalar var. Ekonomik bir faaliyet bulmakta zorlanacaksınız. Bunlar, dini fanatikler tarafından yönetilen Müslüman gettolarıdır. Bunlar Müslüman mahalleler ve Avrupa'nın tüm şehirlerinde çoğalıyorlar. Avrupa'nın büyüyen bölümlerinde, sokak sokak, mahalle mahalle, şehir şehir kontrolün dayanaklarıdır. Bugün Avrupa genelinde binlerce cami var. Kiliselerdekilerden daha büyük cemaatlerle. Ve her Avrupa şehrinde, bölgedeki tüm kiliseleri gölgede bırakacak süper camiler inşa etme planları var. Açıkça mesaj şu: Biz hakimiyet kuruyoruz.

Birçok Avrupa şehri artık dörtte bir Müslüman: Amsterdam, Marsilya ve İsveç'teki Malmö'yü örnek olarak alabilirsiniz. Birçok şehirde, 18 yaş altı nüfusun çoğunluğu Müslüman. Paris artık bir Müslüman mahalleler halkası ile çevrili. Muhammed, birçok şehirde erkek çocuklar arasında en popüler isim.

Amsterdam'daki bazı ilkokullarda artık çiftlikten bahsedilemiyor, çünkü bu domuzdan da bahsetmek anlamına geliyor ve bu da Müslümanlara hakaret sayılıyor.

Belçika ve Danimarka'daki birçok devlet okulu sadece helal yiyecekler sunuyor.

Fransa'da öğretmenlere, Voltaire ve Diderot gibi Müslümanlar için hakaret sayılan konulardan kaçınmaları tavsiye ediliyor; Darwin de giderek daha fazla bu duruma dahil oluyor. Artık Müslümanların hassasiyetleri nedeniyle Holokost tarihi öğretilemiyor.

İngiltere'de şeriat mahkemeleri artık resmi olarak İngiliz hukuk sisteminin bir parçasıdır. Fransa'da birçok mahalle kadınlar için başörtüsü takmadan yasak bölgeler haline gelmiştir. Geçen hafta Brüksel'de Ramazan'da içki içtiği için bir adam Müslümanlar tarafından dövülerek neredeyse öldürülüyordu.

Yahudiler, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en şiddetli antisemitizm dalgasından kaçmak için rekor sayılarda Fransa'dan kaçıyorlar. İsrail'in Tel Aviv ve Netanya sokaklarında artık Fransızca konuşuluyor. Bu tür hikayelerle sonsuza kadar devam edebilirim. İslamlaşma hikayeleri.

Bugün Batı Avrupa'da yaklaşık elli dört milyon Müslüman yaşıyor. San Diego Üniversitesi, Avrupa nüfusunun sadece 12 yıl içinde şaşırtıcı bir şekilde %25'inin Müslüman olacağını öngördü. Bernard Lewis, bu yüzyılın sonuna kadar Müslüman çoğunluk öngörüyordu.

Şimdi bunlar sadece sayılar. Ve eğer Müslüman göçmenlerin güçlü bir asimilasyon arzusu olsaydı, sayılar tehdit edici olmazdı. Ancak buna dair çok az işaret var. Pew Araştırma Merkezi, Fransız Müslümanlarının yarısının Fransa'ya olan bağlılıklarından ziyade İslam'a olan bağlılıklarını daha güçlü gördüğünü bildirdi. Fransız Müslümanlarının üçte biri intihar saldırılarına karşı çıkmıyor. İngiltere Sosyal Uyum Merkezi, İngiliz Müslüman öğrencilerin üçte birinin dünya çapında bir halifeliği desteklediğini bildirdi. Müslümanlar "saygı" talep ediyorlar. Ve biz onlara bu şekilde saygı gösteriyoruz. Artık resmi Müslüman bayramlarımız var.

Hristiyan Demokrat savcı, Hollanda'da Müslüman çoğunluk olması durumunda şeriatı kabul etmeye hazır. Fas ve Türk pasaportlarına sahip kabine üyelerimiz var.

Müslüman talepleri, küçük suçlar ve rastgele şiddet, örneğin ambulans çalışanları ve otobüs şoförlerine yönelik saldırılar, küçük ölçekli isyanlarla destekleniyor. Paris, düşük gelirli banliyölerde kendi ayaklanmalarını gördü. Suçluları "yerleşimciler" olarak adlandırıyorum. Çünkü onlar budur. Toplumlarımıza entegre olmak için gelmiyorlar; toplumumuzu kendi Darülislamlarına entegre etmek için geliyorlar. Bu yüzden onlar yerleşimcidirler.

Belirttiğim sokak şiddetinin büyük bir kısmı yalnızca Müslüman olmayanlara yöneliktir ve birçok yerliyi mahallelerinden, şehirlerinden ve ülkelerinden ayrılmaya zorlar. Ayrıca, Müslümanlar artık göz ardı edilemeyecek bir ivme içindeler.

Bilmeniz gereken ikinci şey, peygamber Muhammed'in önemidir. Davranışları tüm Müslümanlar için örnek teşkil eder ve eleştirilemez. Şimdi, eğer Muhammed barışçıl bir insan olsaydı, diyelim ki Gandhi ve Rahibe Teresa'nın birleşimi gibi, bir sorun olmazdı. Ancak Muhammed bir savaşçı, kitlesel katil, pedofil ve aynı anda birkaç evliliği olan biriydi. İslami gelenek, onun savaşlarda nasıl savaştığını, düşmanlarını nasıl öldürdüğünü ve savaş esirlerini nasıl infaz ettiğini anlatır. Muhammed'in kendisi, Banu Kurayza Yahudi kabilesini katletmiştir. Eğer bu İslam için iyiyse, iyidir. Eğer İslam için kötüyse, kötüdür.

Kimse sizi İslam'ın bir din olduğuna inandırmasın. Elbette bir Tanrı, ahiret ve 72 bakire var. Ancak aslında İslam bir siyasi ideolojidir. Toplum ve her bireyin yaşamı için ayrıntılı kurallar koyan bir sistemdir. İslam, hayatın her yönünü dikte etmek istiyor. İslam, "teslimiyet" demektir. İslam özgürlük ve demokrasi ile bağdaşmaz.

Çünkü peşinde olduğu şey şeriattır. Eğer İslam'ı bir şeyle karşılaştırmak istiyorsanız, onu komünizm veya nasyonal sosyalizmle karşılaştırın, bunların hepsi totaliter ideolojilerdir.

Şimdi Winston Churchill'in neden İslam'ı "dünyadaki en bozulmuş güç" olarak adlandırdığını ve neden Mein Kampf'ı Kur'an ile karşılaştırdığını biliyorsunuz. Halk, Filistin anlatısını tamamen benimsemiş durumda ve İsrail'i saldırgan olarak görüyor. Bu ülkede yaşadım ve onlarca kez ziyaret ettim. İsrail'i destekliyorum. İlk olarak, Auschwitz de dahil olmak üzere iki bin yıl süren sürgünden sonra Yahudilerin vatanı olduğu için; ikinci olarak, bir demokrasi olduğu için; ve üçüncü olarak, İsrail bizim ilk savunma hattımız olduğu için.

Bu küçük ülke, cihat hattının üzerinde yer alıyor ve İslam'ın toprak kazanımını engelliyor. İsrail, Keşmir, Kosova, Filipinler, Güney Tayland, Sudan'daki Darfur, Lübnan ve Endonezya'daki Aceh gibi cihat cepheleriyle karşı karşıya. İsrail sadece engel teşkil ediyor. Bu, Soğuk Savaş sırasında Batı Berlin'e benziyor.

İsrail'e karşı savaş, İsrail'e karşı bir savaş değildir. Bu, Batı'ya karşı bir savaştır. Bu bir cihattır. İsrail sadece hepimize yönelik darbeleri alıyor. Eğer İsrail olmasaydı, İslami emperyalizm enerjisini ve fetih isteğini serbest bırakacak başka alanlar bulurdu. Çocuklarını orduya gönderen ve bütün gece uyanık kalan İsrailli ebeveynler sayesinde, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ebeveynler rahat uyuyabilir ve yaklaşan tehlikelerden habersiz olarak rüya görebilirler.

Avrupa'da birçok kişi, Müslüman azınlıklarımızın şikayetlerini gidermek için İsrail'in ortadan kaldırılmasını savunuyor. Ancak İsrail, Allah korusun, düşerse, bu Batı'ya rahatlık getirmez. Bu, Müslüman azınlıklarımızın birdenbire davranışlarını değiştirip değerlerimizi benimseyeceği anlamına gelmez. Aksine, İsrail'in sonu İslam güçlerine muazzam bir ivme kazandırır. Onlar, İsrail'in ölümünü Batı'nın zayıf ve mahkum olduğunun kanıtı olarak görecekler. İsrail'in sonu, İslam'la olan sorunlarımızın sonu değil, sadece başlangıcı anlamına gelir. Bu, dünya hakimiyeti için son savaşın başlangıcı demektir. Eğer İsrail'i ele geçirebilirlerse, her şeyi ele geçirebilirler. Gazeteciler, İslamlaşmayı eleştiren herkesi gönüllü olarak "aşırı sağcı" veya "ırkçı" olarak etiketliyor. Benim ülkem olan Hollanda'da, nüfusun %60'ı artık kitlesel Müslüman göçünü İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana yapılan en büyük siyasi hata olarak görüyor. Aynı oranda insan İslam'ı en büyük tehdit olarak görüyor. Bununla birlikte, terör saldırılarından daha büyük bir tehlike var ve bu, Amerika Birleşik Devletleri'nin ayakta kalan son kişi olma senaryosu. Işıklar, hayal ettiğinizden daha hızlı bir şekilde Avrupa'da sönebilir. İslami bir Avrupa, özgürlük ve demokrasinin olmadığı bir Avrupa, ekonomik bir çöl, entelektüel bir kabus ve Amerika Birleşik Devletleri için bir müttefik olarak askeri gücün kaybı anlamına gelir. Onlar düşman olacak, atom bombaları olan düşmanlar. İslami bir Avrupa ile, Roma, Atina ve Kudüs mirasını korumak sadece Amerika Birleşik Devletleri'ne kalacak...

Sevgili dostlar, özgürlük en değerli hediyedir. Benim neslim bu özgürlük için savaşmak zorunda kalmadı, hayatları pahasına savaşan insanlar tarafından bize altın tepside sunuldu. Avrupa genelinde, Amerikan mezarlıkları bize evlerine dönmeyen gençleri hatırlatır ve biz onların anısını yaşatırız. Benim neslim bu özgürlüğe sahip değil; biz sadece onun koruyucusuyuz. Bu zor kazanılmış özgürlüğü, bize sunulduğu şekilde Avrupa'nın çocuklarına teslim edebiliriz. Molla ve imamlarla anlaşma yapamayız. Gelecek nesiller bizi asla affetmeyecek. Özgürlüğümüzü boşa harcayamayız. Bunu yapma hakkımız yok.

Gerekli adımları şimdi atmalıyız, bu İslami saçmalığın yıkımını engellemek için.

Bu İslami saçmalığın medeniyetimizi yok etmesini önlemek için şimdi gerekli adımları atmalıyız.

Öncelikle, göçü durdurmalıyız. Daha fazla Müslüman göçmen kabul etmeyi bırakmalıyız. Artık tek bir kişi bile kabul edilmemeli. Göçmenlerin entegrasyonu için gerekli olan tüm mekanizmaları ve politikaları devreye sokmalıyız. Göçmenler, ev sahibi ülkenin yasalarına ve geleneklerine uyum sağlamalıdır. Uyum sağlayamayanlar ya da uyum sağlamak istemeyenler geri gönderilmelidir.

İkinci olarak, sınırlarımızı korumalıyız. Avrupa'da kontrolsüz bir şekilde dolaşan göçmen akışını durdurmalıyız. Her ülke kendi sınırlarını korumalı ve kimlerin içeri girdiğini dikkatle izlemelidir.

Üçüncü olarak, İslami ideolojiyi yenmeliyiz. İslam'ın, Batı medeniyetine yönelik tehditlerini açıkça tanımlamalı ve bu ideolojiyi eleştirel bir şekilde incelemeliyiz. Düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde, İslam'ı sorgulayan ve eleştiren söylemler desteklenmelidir.

Dördüncü olarak, Müslümanlara karşı ayrımcılık yapmamalıyız. Ancak, onları denetlemek ve gerektiğinde cezalandırmak konusunda kararlı olmalıyız. Yasalarımızı uygulamalı ve ihlaller karşısında taviz vermemeliyiz. İslami şeriat yasalarının uygulanmasına asla izin vermemeliyiz.

Son olarak, Batı'nın kültürel ve tarihsel mirasını korumalıyız. Bu, sadece siyasi ve askeri bir mücadele değil, aynı zamanda kültürel bir savaştır. Batı'nın değerlerini ve mirasını koruyarak, geleceğe taşımalıyız. Eğitim sistemlerimizde Batı medeniyetinin değerlerini ve tarihini öğretmeli, bu mirası gelecek nesillere aktarmalıyız.

Sevgili dostlar, bu bir mücadele ve biz bu mücadeleyi kazanmak zorundayız. Bizim geleceğimiz, çocuklarımızın geleceği ve Batı medeniyetinin geleceği bu mücadeleye bağlı. Eğer şimdi harekete geçmezsek, gelecekte çok geç olabilir. Özgürlüğümüzü, değerlerimizi ve yaşam tarzımızı korumak için birlikte mücadele edelim.

Teşekkür ederim.