Sevgili dostlarım...
Bahtiyar Han nerededir bilir misiniz? Hiç dikkatinizi çekmiş midir? Bu gün kimindir acaba? İstanbul Galata'da bulunan bu muazzam han bir zamanlar bir avukata aitti. Avukat Milaslı Gad Franko.
Kasım 1942 de Varlık Vergisi Kanunu çıkınca kendisine 420 bin TL. Varlık Vergisi konmuştu. Ödemesi için, diğer herkes gibi ona da 15 gün de müddet verilmişti. Hanı ipotek edip 100 bin TL.sını hemen ödedi. Bakiyesi için de hanı derhal satışa çıkarttı. Ancak daha 15 günlük süre dolmadan hana ve bütün mallarına haciz konuldu. Satamadı. Vergisini (!) ödeyemedi.
Vergisini öde(ye)miyenler için icra-hacizden sonra zorunlu çalışma kampı söz konusuydu. Ancak kadınlar ve 55 yaşın üzerindeki erkekler kamplara gönderilmeyeceklerdi. Ne var ki, 20 ocak 1943de İsmet İnönü başkanlığında yapılan bir toplantı neticesinde bu kural kaldırıldı.
Ve 62 yaşındaki Gad Franko'yu, Aşkale'ye taş kırmaya gönderdiler...
O Gad Franko ki, Türkiye'nin ilk hukuk doktorasına sahip hocalarından bir idi.
O Gad Franko ki, yazdığı iki ciltlik Medeni Kanun Şerhi kitabı halen ABD kongre kütüphanesindedir.
O Gad Franko ki, 1926 - 1941 yılları arasında yayımını üstlendiği Hukuki Bilgiler Dergisi, Cumhuriyetin yeni yeni şekillenen hukuk biliminde çok önemli bir işlev üstlenmişti. İşte böyle bir adamı, böyle bir hocayı böyle bir muamele ile Aşkale'ye gönderdiler....
Bu ne nefret, Allah'ım...
Gad Franko bir zamanlar öğrencisi olan Başbakan Şükrü Saraçoğlu'na Aşkale'den şu mesajı gönderir:
-Saraçoğlu'na söyleyiniz, devlet vatandaşının her şeyini, hatta canını bile isteyebilir. Ancak olmayan bir şeyi istemeye hakkı yoktur...
Bu konuşmadan 20 gün sonra Gad Franko serbest bırakıldı. Bütün mal varlığı haraç mezat satılmıştı. Ancak bir hukuk adamı olarak devlet bu adamı hala "tehlikeli" biri olarak algılıyordu. Savcılık barodan Gad Franko'nun "ötedeberide Varlık Vergisi ve Hükümetin Manevi Şahsiyeti ile ilgili olarak tecavüzkâr mahiyette sözler sarf ettiği" gerekçesi ile disiplin cezasına çarptırılmasını istedi. Savcılık Baro'ya tam 11 kere yazı yazarak ısrarcı bir tutum sergileyecektir. Ama boşuna... Gad Franko bildiğini okuyacak ve Varlık Vergisi'ni "Kurun-ı Vustai" yani ortaçağ kanunu olarak nitelemeye devam edecektir.
15 Mart 1944. Varlık Vergisi yürürlükten kalkar. Ve Baro kararını açıklar.
- Soruşturmaya gerek yoktur...
Gad Franko Aşkale'den döndükten sonra bir gün yemek yemekte olduğu lokantaya başbakan Şükrü Saraçoğlu gelir. Her kes ayağa kalkar. Gad Franko kalkmaz. Yemeğini bitiren Saraçoğlu gittikten sonra Gad Franko'ya "niye ayağa kalkmadın" diye sorarlar. "Öyle icap etti" der.
Gad Franko Aşkale'den döndükten sonra bir gün yemek yemekte olduğu lokantaya başbakan Şükrü Saraçoğlu gelir. Her kes ayağa kalkar. Gad Franko kalkmaz. Yemeğini bitiren Saraçoğlu gittikten sonra Gad Franko'ya "niye ayağa kalkmadın" diye sorarlar. "Öyle icap etti" der.
Franko sonraki yıllarda bir handa, kiralık bir yazıhanede, mesleğini sürdürmeye devam eder. Ancak oğlu Avukat Emil Franko'nun deyişi ile "kurulmasında pay sahibi olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ne küskün bir vatandaş olarak" 1952de vefat eder...
11 Kasım 1942. O uğursuz gün Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, tamamen Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun eseri olan Varlık Vergisini, oturuma katılan 350 milletvekilinin oy birliği ile kabul edip yürürlüğe koymuştur. Ancak daha sonraları Demokrat Partinin çekirdeğini oluşturacak 76 milletvekili bu oturuma katılmamıştır. Resmi ağızlar Varlık Vergisi'nin ekonomik kaynak sağlamak, karaborsacılığı önlemek, savaş zenginlerinden haksız kazançlarının vergisini almanın yanı sıra tedavüldeki para miktarını azaltmak ve fiyatları düşürmek gibi sebeplerle çıkarıldığını açıklar.
Ancak esas amacın gayrimüslim tüccarı ortadan kaldırmak suretiyle "sermayeyi Türkleştirmek" olduğu açıktı. 11 Kasım 1942 günü koyulan ve 16 ay yürürlükte kalan Varlık Vergisi'ni Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ayhan Aktar şöyle değerlendirir :
"Bu verginin temel özelliği, azınlık karşıtı bir vergi olmasıdır. Baştan beri öyle tasarlanmıştır. Bunu, İstanbul Defterdarı Faik Ökte'nin anılarından öğreniyoruz. (Varlık Vergisi Faciası Kitabı - Faik Öke) Faik Bey merhum, 12 Eylül 1942 günü, İstanbul Defterdarı olarak göreve başlar. Önüne Ankara'dan gelen "çok gizli" damgalı bir mektup koyarlar. Mektupta, savaş şartları dolayısıyla bazı tüccarların aşırı kârlar elde ettikleri ve bunları vergilendirmek için bakanlıkta yapılan hazırlıklar anlatılmaktadır. Bakanlık, bu tüccarların "etnik ve dini kökenlerine " göre listelerinin hazırlanmasını ister. Yani devlet, vatandaşlarını ilk andan itibaren Müslüman ve gayrimüslim diye ayırmaya başlamıştı..."
Yapılmaya çalışılan şey yalnız sermayenin Türkleştirilmesi yada servet transferi değildi.
Bir intikam, bir kıskançlık krizi halinde bütün gayrimüslimlerin ellerinde az çok ne varsa hepsini almak istiyorlardı. Varlık vergisi gayrimüslimlerin en yoksul kesimi olan seyyar satıcılar, işçiler, hademeler hatta şoförler gibi meslek guruplarına da uygulanmıştır. Öde(ye)meyenler çalışma kamplarına gönderildiler... Yalnız Aşkale'ye tümü gayrimüslim 1229 kişi gönderildi. Bunların 21 i orada öldüler.
O tarihte mecliste bulunan 4 gayrimüslim milletvekili sızan haberlerden tasarlanmakta olan bu verginin çıkarılmak üzere olduğunu anladıklarında Başbakan Şükrü Saraçoğlu'na giderler ve derler ki :
-Toplamayı hedeflediğiniz 300 milyon TL.sını biz (gayrimüslimler) kendi aramızda toplayalım ve hükümetimize verelim...
Saraçoğlu kabul etmez. Kabul etseydi bu verginin azınlıklardan tahsil edileceğini kabul etmiş olacaktı.
Sanki tarih yazmadı...
Bu kanun azınlıkların üstüne kabus gibi çökmüştü. Ödeme için ancak 15 gün süre tanınmıştı. Bazı mükelleflere bu süre bile tanınmadan varlıklarına haciz konuluyordu. Beyoğlu'ndaki mücevheratçılar, altın işi yapanlar, ve enteresandır, Burla Biraderler bu şekilde verilen süre dolmadan hacize uğramışlardı.
Her şey haraç mezat satılıyordu. Yüzlerce mülk bir kaç günde el değiştirdi. Satın alanlar genelde Anadolu'dan gelmiş yeni zenginlerdi. Her şey yok pahasına gidiyordu. O günlerin trajedisini anlatabilmek için bir iki küçük bölümü aktarmak istiyorum.
"Mezatın yapıldığı yer küçük bir evdi.100-150 kişi içeriye doluşmuştu. Haciz memurunu görebilmek için insanlar mobilyaların ve kuştüyü koltukların üstüne çamurlu ayakkabıları ile çıkmışlardı..."
"Mezattan likör alan bazı insanlar bunun ne olduğunu bilmediklerinden tabağa döküp ekmek banarak yiyorlardı"
"Aile albümleri elden ele dolaşıyor resimler alıcılar tarafından dikkatlice inceleniyordu."
Kim ne kadar vergi verecekti. Tamamen kafadan atmaca bir şekilde tespit ediliyordu.
Dönemin İstanbul Defterdarı Faik Ökte anlatıyor :
- ....ne kadar ezbere taayyün ettiğini (belirlendiğini) anlamak için her odayı bir iki dakika dinlemek yeterli idi. Ara sıra şöyle konuşmalar oluyordu:
- ... ne kadarlıktır?
- 500.000
- Milyonluk
- Ne biliyorsun ?
- Sen ne biliyorsun ?
- Ortalama bir rakama git....
Benim Büyükbabam da anlatırdı. Mesleği yağcı olan birisine "yağ tüccarı" olduğu varsayılarak müthiş bir vergi konur. Oysa adamcağız kepenklere yağ süren bir zavallıdır.
-Peki büyükbaba, sen ne yaptın diye sorduğumda anlatmazdı. Belki de anlatmaktan korkardı. Ancak rahmetli anamdan bilirim, büyük babama 50 bin TL. vergi konmuş. Ancak komisyondaki bir tanıdığı bir sıfırı silmiş. Vergi 5 bin liraya inmiş. Ödemişler, kurtulmuşlar...
İsak Alaton anlatıyor :
- Bize önce 16 bin sonradan 64 bin TL. vergi konuldu. Ödememiz imkansızdı. Babamı Aşkale'ye göndermek üzere Sirkeci'deki sevk merkezine aldılar. "Özel tanıdıklarımız" sayesinde 4 ay orada kaldı. Fakat sonunda gönderdiler ve orada da 8 ay kaldı. Döndüğünde yıkılmış ve kırılmış bir vaziyette idi. Bütün serveti elinden alınmıştı. Bir daha toparlayamadı...
Şapat Levi, 98 yaşında iken bir söyleşide şöyle diyor:
- "Hata ettik” demelerini isterim tabii. Ama ne değişir? Ben affettim zaten. Bizi Hitler’den kurtardı İnönü, Varlık Vergisini de affettim böylece. Eğer bizi Hitler’e verseydi sabun olacaktık. Parayla hayat ölçülmez. İnönü sayesinde hayatta kaldık. Bunu unutmadım.
Keşke Sayın Şapat Levi'ye Türkiye Cumhuriyeti'nin savaşa girmemesi ve dolayısı ile Yahudilerin kurtulmasının çarpık Varlık Vergisi ile hiç bir ilgisi olmadığını anlatabilseydim. Rıfat Bali bu konuyu derinlemesine incelemiş ve Varlık Vergisi ile ilgili bir çok eser yayınlamıştır. Varlık Vergisi ile Yahudilerin "Almanlar'a verilmemesinin" hiç bir alakası yoktur.
Varlık vergisi Türkiye Cumhuriyeti için sadece bir utançtır. 21 Ocak 1943 tarihli Cumhuriyet Gazetesine Başbakan Şükrü Saraçoğlu şu demeci verir:
"Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, memleketlerine karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddeti ile uygulanacaktır."
Ve uyguladılar...Kanunla... Kurun-ı Vustai... Ortaçağ Kanunu...
Biz Yahudiler ve diğer gayrimüslimler Türkiye'de 500 değil 1500 yılda kalsak yine misafiriz, yine misafiriz. Bugünkü iktidar da aynı şeyi sık sık dile getirmiyor mu?
Bu yazımı yazarken Rıdvan Akar'ın Aşkale Yolcuları isimli kitabından pek çok alıntı yaptım.
Sayın Denis Ojalvo'nun bu konudaki yazıları elbette ki arşiv niteliğinde ve çok faydalandığımı söylemeliyim.
Ayrıca Milliyet Gazetesinden Sayın Zeynep Özkartal'ın 28.01.2012 tarihli söyleşisi de bana ışık tuttu.
Aktüel Mecmuasından Sayın Perihan Özcan'dan da çok yaralandım.
Hepinize teşekkürlerimi sunuyorum...
.
Aaron Baruh (Ankaralı)
Müslümanların çoğunlukta olduğu tüm ülkelerde ulusalcılık veya milliyetçilik hep maske-perde olarak kullanılmıştır. Irkçılığın perde arkasındaki gerçek neden hep din ayırımcılığı olmuştur. Benzer durumlar Müslümanlara dünyanın her yerinde uygulanmıştır. İsrail'in kuruluşunda bile kısmen öyle oldu. Dini inanışlar sürdükçe, bu ırkçılık da hep sürecek.
YanıtlaSil