Sevgili dostlarım...
Tam 29 yıl Suriye'yi idare
eden Hafız Esad, 10 Haziran 2000 tarihinde Şam'da hayata
gözlerini yumar. Cenaze törenine 40 ülkeden devlet başkanları, dış
işleri bakanları ve heyetler katılır. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer'de törene katılanlar arasındadır. Kuzey
Kore'yi ise Savunma Bakanı General Kim Il Chol temsil eder.
Cenaze merasiminden hemen
sonra Kuzey Koreliler ile yeni Suriye Devlet Başkanı
Beşar Esad, Suriye'de nükleer tesis yapılması konusunda
bir ön anlaşma yaparlar. Olaylar gelişir. Temmuz 2002 de Şam'da yapılan
üçlü bir gizli bir toplantıda, Suriye, İran ve Kuzey Kore
arasında mutabakat sağlanır. Kuzey Kore, Suriye'de nükleer
bir tesis kuracak, finansmanı ise İran yapacaktır. Maliyet 2 milyar dolardır
ve bunun bir milyar doların peşin ödenecektir. Tesis,
Suriye'nin kuzey doğusunda, Türkiye sınırına yakın, Dir A-Zur
çöl bölgesinde inşa edilecektir. İsrael'in can düşmanı Suriye, nükleer
silaha sahip olmak için artık geri dönülmez bir adım atmıştır. Çanlar
İsrail için çalmaktadır...
Sonraki 5 sene
süresince projeyi çok iyi saklamayı beceren Suriye'den ancak bölük pörçük
istihbarat gelir. Projenin güvenliği Beşar Esad'ın şahsen arkadaşı,
sırdaşı, en güvendiği kişilerden birisi olan General Muhammed Süleyman'a
teslim edilmiştir. General işini fevkalade yapmaktadır. Dışarı kuş
uçmaz. Tesisin devamlı olarak tepesinden geçen İsrael ve Amerikan uyduları
kurulmakta olan reaktörü fark edememişlerdir. Ancak, 2005 senesinde,
Kuzey Kore'den Suriye'ye çimento taşıyan Andorra şilebi İsrael'in
Nahariya kenti açıklarında batar. Öte yandan İkinci bir Kuzey
Kore Şilebi başka bir çimento yükü ile Kıbrıs'ta alıkonur. Her iki “çimento
yükünün” nükleer reaktör malzemesi olduğu açıktır. İsrael
gözlerini dört açmaya başlar. Bu arada General Süleyman orta
doğudaki tüm terör örgütleri ile de bağlantı kurmuştur. Hizbullah'a, silah ve
füze gönderilmesini o organize etmektedir. 2006 yılında bu füzelerden biri
Hayfa’daki tren yolu çalışmasına isabet eder ve 8 İsrael demiryolu işçisi
hayatını kaybeder. İsrael bu olaydan General Süleyman'ı sorumlu tutar.
General Muhammed Süleyman bunu ödeyecektir. Hem de ne ödeme...
7 Şubat 2007 de olağan üstü
bir olay yaşanır. İranlı bir general, Ali Rıza Asgari, Şam hava
alanına gelir. Kendisi İran'ın eski savunma bakan yardımcısıdır. Aynı
zamanda devrim muhafızlarının da liderlerinden biridir. Hava alanında bir
müddet oyalanır. Ailesinin, İran’ı terk ettiği haberini alana kadar
bekler. Sonra İstanbul'a uçar ve ortadan yok olur. (Haber Türk'ün haberine
göre, İran Devrim Muhafızları Tugayı Komutanı Ali Rıza Asgari
hayatından endişe etmektedir. Çünkü iktidara gelmiş olan Ahmedinecad ile anlaşamamaktadırlar.
Asgari, yakın arkadaşı Emir İbrahimi’ye
göre bir kaçakçıyla birlikte katır üzerinde Türkiye’ye kaçar ve İstanbul’da
CIA’e teslim olur. )
Şu veya bu şekilde Asgari CIA
ve MOSSAD'ın birlikte hazırladıkları bir operasyonla batıya iltica eder.
Almanya'daki bir Amerikan üssünde sorguya çekilir. Dir-A-Zur projesi ile
ilgili ifşaatta bulunur. İran'ın projeye yalnız mali destek vermediğini, aynı
zamanda bir an evvel bitirilmesi için baskı yaptığını da açıklar.
Ramsad, (Mossad
başkanı) Meir Degan, operasyon konumuna geçer.
Fakat siyasiler operasyona kesinlikle karşıdırlar. Kesin deliller
istemektedirler. Yapılmakta olan bu tesisin bir nükleer rektör olduğundan emin
olmaları gerekmektedir. Bu delillerin bir an evvel toplanması lazımdır.
MOSSAD reaktör ilgili pek çok kişiyi takibe alır. Nihayet oltaya bir av
takılır.
2007 Temmuzunda üst düzey bir
Suriye subayı Londra'ya gelir. MOSSAD takiptedir. Oteldeki odasından
akşam vakti çıkar. Fakat müthiş bir hata yapar ve dizüstü
bilgisayarını yanına almaz, odada bırakır. MOSSAD ajanları elektronik bir
aletle kapıyı kolaylıkla açarlar ve içeri girerler. Suriyeli subayın bilgisayarına TRUVA ATI
isimli gelişmiş bir program yüklerler. Bilgisayarda ne var ne yoksa ertesi gün
Tel-Aviv’de MOSAD'ın bilgisayarına inmiş ve inceleme başlamıştır.
İndirilen bilgilerin arasında nükleer reaktörle ilgili pek çok konuya
rastlanır. Peşinden MOSSAD büyük bir başarıya daha imza atar. Reaktörde çalışan
bir bilim adamını İsrael adına çalışmaya ikna eder. Reaktörün içinden ve
dışından pek çok resim MOSSAD'ın merkezine akmaya başlar.
MOSSAD her adımdan Amerika'yı
haberdar etmektedir. Amerikalılar‘da artık uydularla olayı yakın takibe
alırlar. Haziran 2007 de İsrael Başbakanı Olmert, bütün delillerle Amerika'ya
gider. Bush ile görüşür ve kendisinden reaktörü vurmasını ister. Amerika
Dış işleri bakanı Condoleeza Rice, operasyona karşıdır ve başkan dâhil her kesi
de ikna eder. Amerika olaya karışmama kararı almıştır.
İsrael kendi göbeğini kendi
kesecektir.
İsrael hükümeti muhalefetin
de onayını almak için MOSSAD'dan daha kesin yeni deliller ister. Bu arada
İsrail OFEK-7 casusu uydusunu detaylı fotoğraflar elde etmek için yeniden
programlar. Aynı zamanda İsrael dinleme servisi, (birim
8200) Kuzey Kore'nin baş Kenti Pyong Yang ile
çölün ortasındaki Dir-A-Zur arasında çok yoğun telefon trafiğini tespit
eder ve bütün görüşmeleri dinlemeye muvaffak olur. Görüşmelerin
tam metnini de çıkarır.
Fakat Amerika bir operasyon
yapılmasına hala sıcak bakmamaktadır. İsrael Amerika'yı ikna etmek için su
götürmez deliller elde etmeye mecbur kalır.
Ağustos 2007 de İsrael'in en
seçkin komando birliği Sayeret Maktal, çok sayıda askerini
riske atan bir operasyona girişir. Çok sayıda komando,
helikopterlerle inanılmaz bir uçuş yapıp radarlara yakalanmadan Dir-A-Zur
yakınlarına inerler. Tesise yaklaşırlar ve topraktan numuneler alırlar.
Hiç bir aksilik olmadan İsrael'e geri dönerler. Yapılan analizlerde toprakta
yüksek miktarda radyoaktif madde bulunur.
Artık kimsenin şüphesi
kalmamıştır. Bu bir nükleer reaktördür. (Haber Türk, bu operasyonda
İsrael Komandolarının helikopterlerle gelmediğini, radarlara yakalanmamak
için çok yükseklerden paraşütle atladıklarını yazmaktadır.)
Sunday Times gazetesine göre başbakan
Olmert savunma bakanı Ehud Barak ve Dış İşleri bakanı Zippi Livni ile bir
son toplantı yapar. Peşinden, başbakan Olmert bu defa muhalefet
lideri Bibi (Netanyahu) ile de görüşür ve onunda desteğini alır. Daha
sonraları Bibi, "bu hadiseye başından beri katıldım ve tam
destek verdim" diyecektir.
İsrael kararını
vermiştir. Olmert, ilgili birimlere
"VURUN" emrini verir.
Operasyona MEYVE
BAHÇESİ adı verilir. (Çünkü Suriye, o binaları tarım
deposu olduğunu iddia ediyordu.)
Saldırı tarihi 5 Eylül 2007
olarak tespit edilir. Yine Sunday Times muhabirlerine göre saldırıdan bir gün
evvel İsrael'in Shaldag (Balıkçıl) seçkin komando
birliği Suriye'ye sızar. Dir-A-Zur bölgesine ulaşır.
Görevleri sonraki gece reaktörü lazer ışıkları ile markalamak,
böylece İsrail savaş uçaklarının hedefi rahatlıkla vurup
yok etmelerini sağlamaktır.
5 Eylül 2007 saat 23.00. İsrael'in
Ramat Davit askeri hava üssü.
10 F-15 top-gun savaş
pilotu. İsrael’in en iyileri…Operasyona gittiklerini
biliyorlardı. Ama nereye gideceklerini bilmiyorlardı. Geri dönüp
dönmeyeceklerini de bilmiyorlardı. Uçaklarına bindiler ve ikili kol halinde 10
adet tam silahlı F-15 savaş uçağı 15 saniye aralıkla gökyüzüne fırladılar...
Uçaklara destek vermek için bir adet de ELINT istihbarat toplama uçağı
havalandı. Havalandıktan sonra uçaklara ilk koordinatlar verildi. Bir
şaşırtma taktiği olarak 3 uçak geri çağrıldı. Diğer 7 uçak yoluna devam etti.
Suriye hava sahasına girdikten kısa bir süre sonra yolları üzerindeki bir radar
üssünü vurdular. Gerekli yüksekliğe çıktıklarında kendilerine
bombalayacakları bölgenin tam koordinatları ve hedef hakkında bilgi
verildi. Bu arada İsrael savaş uçakları, taşıdıkları “jamming” (sinyal
bozucu) cihazlarıyla Suriye’nin Rusya’dan aldığı 18 milyon dolarlık 4 hava
savunma sistemini devre dışı bıraktı. (Bu bilgiler The Guardian, The
Times, Newsweek ve Haaretz’in makalelerinden derlenmiştir.)
Çok geçmeden esas
hedefe geldiler. Dikkatle hesaplanmış mesafeden havadan yere Maveric
füzelerini ateşlediler ve yarım ton bombayı fırlattılar. Hedef zaten lazerlerle
işaretlenmiş bulunuyordu. Bütün bombalar tam isabet kaydetti. Koca tesis müthiş
bir gürültüyle bir anda havaya uçtu. Toz duman dağıldığında tesisin
yerinde yeller esiyordu. Hiç bir şey kalmamıştı...
Dönüş yolunda uçaklar Türkiye
sınırına yakın bir yerde kanatlarındaki yedek yakıt depolarını fırlattılar.
Depolardan birisi Türk köylülerince bulundu. Kimse hiç bir şey anlamadı. Acaba
bu neydi ki?
Operasyon biter bitmez
Olmert, TC. Başbakanı Tayyip Erdoğan'ı arar ve kendisinden Beşer
Esad'a "İsrael'in Suriye'ye
savaş açmak gibi bir niyeti olmadığını, fakat burunlarının dibinde de bir
nükleer reaktöre izin veremeyecekleri" mesajını iletmesini rica
eder.
Şam sesini çıkartmaz.
Ancak o gün saat 15.00 de Suriye Haber Ajansı, resmi bir açıklama
yaparak, İsrael uçaklarının gece saat 01.00 de Suriye hava sahasına
girdiklerini bildirir. Ancak uçaklar Suriye savaş uçaklarınca hava sahasından
çıkmaya zorlanmıştır. Her hangi bir can ve mal kaybı yaşanmamıştır.
Amerika da sesini hiç
çıkartmaz ve hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi davranır. Daha sonra
hatıralarında başkan Bush, Olmert için, "çok cesur bir adam, onu
bunun için seviyorum" diyecektir.
Dünya şaşkınlık
içerisindedir. Her kafadan bir ses çıkmaktadır. Gazeteler, ajanslar yalan
yanlış bir sürü haber verirler... Amerikan ABC televizyonu İsrael'in reaktöre
casus yerleştirdiğini açıklar. Kimse işin doğrusunu bilmemektedir... Yıllarca
da öğrenemeyeceklerdir... Nükleer tesis havaya uçmuş ve tehdit ortadan
kalkmıştı. Ancak İsrael hesabı henüz kapatmamıştı. Hayfa'da ölen 8 demiryolu
işçisinin kanı hala yerde durmaktaydı.
İsraeloğullarına
dokunmayacaksın...
11 ay sonra...
General Muhammed Süleyman o
akşam Rimal el-Zahabiya'da sahildeki evinde bir davet vermekteydi. Yakın
dostlarını evinde ağırlıyordu. Ancak iki davetsiz misafir vardı. İki keskin
nişancı açıktaki bir tekneden denize atlayarak yüzerek karaya ulaştılar.
Ayakları yere değer değmez generalin evine doğru yöneldiler.
İstihbarat doğru çıkmıştı. Süleyman ve misafirleri veranda da yemek
yemekteydiler. Keskin nişancılar yemek masasında oturmakta olan
Süleyman'ı teşhis ederler ve silahlarını doğrultarak başına nişan alırlar.
Mesafe ve görüş ayarlarını yaparlar. Kulaklıklarından bibip sinyali geldiğinde
tetiğe dokunurlar. İki kurşun da Süleyman'ın başına isabet eder. Süleyman'ın
önce başı geriye gider. Sonra masanın üstüne devrilir. Her taraf kan
içinde kalır. Bir anda kıyamet kopar. Kimileri kaçışıyor, bazıları
eğiliyor, saklanıyor, bir kaç kişi de Süleyman'a yardım etmeye
çalışıyordu. Bu kargaşada iki keskin nişancı ortalıktan kaybolmuştu.
Hesap şimdi kapanmıştı. İsraeloğullarına
dokunulmaması gerektiğini Süleyman çok pahalıya öğrenmişti...
Arap dünyası bu suikastı
İsrael'in tertiplediğine emindi. İsrael'i suçluyorlardı. İsrael ise katiyen
kabul emiyor ve her türlü haberi yalanlıyordu. Ancak Haziran 2010 da
Filotilla 13 deniz komando birliğine başarılarından dolayı “mahiyeti
açıklanmayan" bir madalya verildi.
Acaba neden?
Aaron Baruch (Ankaralı)
Kaynakça : Mıchael Bar
Zohar - Nisim Mishal - MOSSAD
Haber Türk.
Sunday Times.
Vikipedi ansiklopedisi.
Insallah hep Böyle üstün oluruz,Aaron pasha.
YanıtlaSilOkudukça hartirladim.
Hosça kal.