13 Aralık 2019 Cuma

SU VE ISRAEL
















Bundan yıllar evvel bir İsrael’li bana “İsrael’in en büyük problemi ya da düşmanı Araplar değildir, sudur” demişti. Gerçekten de NASA’nın verilerine göre doğu Akdeniz, son 900 yılın en büyük kuraklığıyla karşı karşıya. İsrael devletinin, su işlerinden sorumlu bir müdürü; yıllar evvel verdiği bir röportajda  ülkenin herhangi bir yerindeki musluğu açıp suyun gelmediğini görmeye çok ama çok yaklaşmıştık” diyor.

İsrael’in doğal su kaynakları kısıtlı. Kuzeyde Tiberya gölü ülkenin en büyük tatlı su kaynağı. İkinci olarak Ürdün nehri var. Ancak bu akarsuyu, İsrael komşularıyla paylaşmakta. 60’lı yıllarda Suriye ve Ürdün bu nehrin yatağını değiştirip İsrael’in sudan faydalanmasını önlemek istediler, İsrael’i (has ve şalom, has ve halila) kurutmak istediler.  İsrael gelmiş geçmiş dünyanın en büyük casuslarından biri olan ELİ COHEN’in sayesinde bu projeyi öğrendi ve 1967 Arap-İsrael savaşının en önemli nedenlerinden biri de buydu.

Bunlardan başka bir de yeraltı suları var. Ancak yer altı suları azalan yağmurlarla birlikte giderek kurumakta. Bir de son yıllarda toprağın denizden tuz emmeye başladığı ve yeraltı sularının tuzlanmaya başladığı tespit edildi. Zaman içerisinde giderek bütün doğal koşullar İsrael’in aleyhinde gelişmekteydi.

2009 yılına geldiğinde artık basında  “İsrael kuruyor” konulu yazılar çıkmaya başlamıştı. Durum son derecede ciddiydi.

Hükümet ilk önce su işlerinde ciddi bir düzenlemeye gitti ve bakanlıklar arası güçlü bir kurum olan “Su İşleri Müdürlüğünü-Water Authority” kurdu. Bu müdürlükten evvel su sorunundan birden fazla bakanlık sorumluydu. Bu bakanlıkların her birinin kendi çıkar ve lobileri vardı. Su İşleri Müdürlüğünün halkla ilişkiler temsilcisi El Feinerman bu konuyla ilgili bir yorumunda  “çok sayıda su politikası mevcuttu, ancak sağ elin yaptığını sol el bilmiyordu” demişti.

Su İşleri Müdürlüğü kurulur kurulmaz önlemler peş peşe gelmeye başladı. Halk bilinçlendirildi. Hortumla araba yıkamak yasaklandı. Evlerin bahçe çimlerinin ve bitkilerinin yalnız gece sulanmasına müsaade edildi. Pek çok bahçe sahibi çimleri söküp yerine yapay çim koydu. Halktan duş süresinin 2 dakika ile sınırlanması istendi. “Dişlerini fırçalarken suyu kapa” her kesin kesinlikle uyduğu bir kural oldu. Damlayan musluk veya benzeri bir kaçak anında tamir edildi.

Önceleri halktan su vergisi alınıyordu. Bu terkedildi. Kişi başına bir su kotası belirlendi. Kotasından daha fazla kullanana su, daha pahalıya satıldı. Bu, halkı zorunlu su tasarrufuna yöneltti.

Suyu ileten boruların yapılması ve denetimi özel şirketlere devredildi. Kaçaklar en üst seviyede önlenmiş oldu. Su İşleri Müdürlüğünün elemanları ev ev dolaşıp musluklara, duş başlıklarına ücretsiz bir cihaz takmaya başladılar. Bu cihaz suyu havayla karıştırıp tazyikli bir hale getiriyor ve üçte bir su tasarrufu sağlıyordu.

İstatistikler tutulmaya başlandı. Evlerde ve ortak alanlarda kullanılan suyun saatleri ayrıldı. Takip edilen istatistiklere göre, suda beklenilenden daha fazla bir harcama görüldüğünde, ev sahipleri depolarında çatlak vs. olabileceği hakkında uyarıldı.

Çiftçilerin kullandığı suya önemli oranda kısıtlama getirildi. Bu da çiftçileri suyu daha tasarruflu kullanmaya yöneltti. Vahşi sulama neredeyse tüm ülkede terk edildi. Damlama teknolojisi daha da gelişti ve zaten bu tekniğin mucidi ve dünyadaki lideri olan İsrael, tekniklerini daha da geliştirerek önemli bir ihracat imkânı yakaladı.  

Bütün bu önlemler sayesinde ciddi bir gelişme sağlandı ve su tüketiminde % 18lik bir tasarruf oranı yakalandı…

Ama bu sorunu çözmeye yetmiyordu.

En önemli gelişme atık sularda yaşandı. İsrael atık suları,  hatta evsel atık suları arıtarak tekrar kullanmada % 85 gibi bir oran yakaladı ve bu konuda açık ara dünya lideri oldu. Tarımda kullanılan suyun % 55i bu yoldan sağlandı.

Ama bu da sorunu çözmeye yetmedi.

Sonunda İsrael deniz suyundan tatlı su elde edecek tesisler kurmaya karar verdi. Büyük yatırım gerekiyordu. Üstelik suyun maliyeti de bir hayli pahalıydı. Yetmezmiş gibi bir de çok büyük enerji lazımdı ve bu bir yandan da karbon salınımını arttıracağından hayli önemli bir çevre problemi oluşturuyordu. Fakat ne çare, susuz bir hayat yok ki…

·      Kollar sıvandı ve iş başı yapıldı. Çalışıldı, çok çalışıldı. Neticede bu güne gelindiğinde elde edilen sonuç çok muhteşem oldu. Dünyanın en büyük reverse osmosis-ters osmos” tuzdan arındırma tesisleri kuruldu.  Hadera, Palmahim, Ashkelon, ve Sorek tesislerinde yılda 600 milyon metre küp tatlı su üretilmekte. Hedef 2020 yılında 750 milyon metre küp. Sorek tesisleri, saatte 26 bin metre küp tatlı suyu sisteme pompalıyor.

Yeni teknikler de geliştirildi ve elde edilen suyun maliyeti 0.40 doların altına düşürüldü. Bu katlanılabilir bir maliyetti. Diğer yandan elde edilen bu teknikler ihracat şansı yarattı. Şimdilerde bir İsrael firması Kaliforniya’da 1 milyar dolarlık tuzdan arındırma tesisi kurmakta…

Ve en önemlisi, artık İsrael’in su sorunu kalmadı. David Goliat’ı yere serdi. İsrael en büyük düşmanını yendi… Kol hakavod  İsrael…   (Aferin İsrael)

Bir yıldan kısa bir süre evvel yeni bir proje hayata geçirildi. Deniz seviyesinden 300 metre aşağıda bulunan Tuz Gölü (ya da Ölü Deniz) susuzluktan dolayı kuruyarak ölmekte. Kızıldeniz’den, 180 km.lik altı boru hattı ile deniz suyu, Ölü Deniz’e akıtılacak. Böylece Ölü Deniz yeniden hayata dönecek. Üstelik bu deniz suyu, akışı sırasında elektrik türbinlerini çalıştıracak ve elde edilen enerji ile tatlı su elde etmekte kullanılacak. Yani derenin taşı ile derenin kuşu vurulacak.  Elde edilecek suyu İsrael Filistin ve Ürdün ile paylaşacak. Bunun elbette İsrael’in en büyük ümitlerinden biri olan barışa fayda sağlaması düşünülmekte… Bu projenin maliyeti bir milyar dolar civarında ve dünya bankası, ABD ve bazı Avrupa ülkeleri tarafından finanse edilmekte…

Bu arada İsrael’li bir start-up firmasının havadaki su buharından temiz su elde etmeyi başardığını bildireyim. Bu çoktan beri bilinen bir şeydi. Buradaki yenilik suyun çok çok temiz ve kaliteli oluşunun yanı sıra gayet az bir enerji ile çalışabilmesi.  Hatta bu enerji küçük bir güneş enerjisi panelinden sağlanabiliyor. Bu su bataryalarının afet bölgelerinde ne kadar faydalı olabileceğini düşünebiliyor musunuz?  Nitekim birkaç hafta evvel meydana gelen Arnavutluk depremine İsrael, önce inanılmaz sahra hastaneleri (ve elbette enkaz çalışmalarına yardımcı olacak ekipler) ile yardıma koştu ve bu su bataryaları ile halka temiz su sağladı…

Eylül 2017 de İsrael Watec Uluslararası su teknolojileri ve çevre kontrolü fuarında 10 binden fazla ziyaretçiyi ağıladı. 160’a yakın firma ürünlerini sergiledi. Bu fuar neden İsrael’de derseniz, dünyanın en büyük “ters osmosis” suyu tuzdan arındırma tesisi İsrael’de, en gelişmiş sulama (damlama)  sistemi İsrael’de, atık suyu geri kazanmada ( % 85)  dünya lideri İsrael, ulusal su yönetim sistemi en gelişmiş ülke İsrael...

Bir dostumun katkılarıyla (Avi Beto) aşağıdaki bölümü ilave etmeden yapamadım. 


1994 yılında İsrael-Türkiye ilişkilerinde sıcak günler yaşanırken zamanın İsrael dış işleri bakanı Şimon Peres  Türkiye'yi ziyaret eder. TC Cumhur Başkanı Süleyman Demirel ve başbakan Tansu çiller  Manavgat şelalesini ziyaret ederler. Peres:

-Bu sular nereye akıyor?
-Denize
-Yani balıklara
-Evet
-Balıklar para veriyor mu?
-Hayır.
-Peki, biz bu suyu satın alalım.
-Nasıl taşınacak?
-Biz hallederiz.
-Komşu Arap ülkeleri de kurak
-Onlara da veririz.

Yahudi kafası çalışıyor. Sistem bulunuyor. Çok büyük su depoları (dev balonlar) imal edilecek, bunlar tatlı suyla doldurulunca deniz suyundan hafif olduğu için denizde batmayacak. Sabit nakil hatları imal edilinceye kadar römorklarla İsrael'e çekilecek.

Suya karşılık Türkiye’nin tank, uçak ve helikopterleri İsrael'de yenilenecek.


Anlaşma imzalanıyor. (6 Nisan 2006) Türk Muhalefeti CHP, her zamanki gibi itiraz ediyor ve kıyamet kopuyor, proje iptal ediliyor. İyi ki de öyle oluyor, kötü mal sahibi insani ev sahibi yapar.


Bu proje hayata geçseydi Erdoğan ilk fırsatta musluğu kapamaz mıydı?

Bilim adamları, dünyanın tatlı su kaynaklarının, değişen iklim koşulları ve kirlenen doğa yüzünden azaldığını bildirmekteler. İsrael teknolojileri sayesinde artık çocuklarımız için bu konuda endişe etmemize gerek kalmadı.

İsraeloğulları; bir gün insanlık sana dünyayı daha yaşanır bir hale getirdiğin için umarım teşekkür edecektir. Allah’tan ümit kesilmez ama benim bunu görmem zannederim çok zor, fakat çocuklarımın veya torunlarımın bu gururu yaşayacağından çok ümitliyim.

Esen kalın.

Aaron Baruch  (Ankaralı)

Kaynakça : İsrael Su Teknolojisinin Gelişimi – Krizden Liderliğe…
Denizin Yardımıyla İsrail Eski Bir Düşmanı Yendi: Kuraklık – New York Times
DERGİSİ 
- Dünyada tatlı su kaynakları tükeniyor mu?  Tim Smedley BBC Future

Su ve İsrail – Londra Gazete
Kızıldeniz’i Ölü denize bağlayacak anlaşma ihaleye çıktı – Dünya Haber Bülteni

http://www.mfa.gov.tr/bn_3---6-nisan-2006_-manavgat...
https://books.google.co.il/books?id=F9EtAQAAIAAJ...






7 Aralık 2019 Cumartesi

NE ŞAM’IN ŞEKERİ, NE ARAB’IN YÜZÜ (MÜ)?







TEL AVİV - 1909



Kiracılar çok mutluydular. Esasen varlıklı insanlardı bu mahallede yaşayanlar. Komşuları her ne kadar başka kültürlerden olsa da birlikte yaşamakta hiçbir problem yaşanmıyordu. Uzun uzun yıllar hayat bu güzelliklerle akıp gitti. Taa ki bir gün mahalledeki binaların sahibi evleninceye kadar. Yeni gelin bu kiracıları artık evinde istemiyordu. “Ya gidin, ya da biat edin” diyordu.

Kimi yalancıktan yeni gelinin suyuna gitti, yalancıktan biat eder gibi yaptı, kimi kaçtı, kimi inat etti, ben dönmem dedi ve sonu kötü oldu, sizin anlayacağınız mahallede huzur kaçtı. Mekân değiştirmek gerekiyordu. Artık burada peynir kalmamıştı.

( Sevgili okur; peynir teşbihinin tam olarak ne anlama geldiğini öğrenmek istiyorsanız ve eğer okumadıysanız bu çok önemli yazıyı –hatta kitabı- okumanızı öneririm. Peynirimi kim kaptı… -  http://ankarali-2001.blogspot.com/2018/01/peynirimi-kim-kapti.html )

Çok zorlu geçen bir süreç sonunda yeni bir ev sahibi buldular. Hatta bu yeni patron onları davet etmekle kalmadı bizzat gelmeleri için vasıta bile gönderdi. Yavaş yavaş evsiz ve açıkta kalanlar minnetle bu yeni patronun evlerinin bulunduğu mahalleye taşınmaya başladılar.

Yeni patron çok memnundu bu yeni kiracılarından. Bu insanlar kiralarını zamanında ve eksiksiz ödüyorlardı. Evlere de çok çok iyi bakıyorlardı. Koruyorlar, asla zarar vermiyorlardı. Bütün mahalle ile iyi geçiniyorlar, kavgalara karışmıyorlar, hiç suç işlemiyorlar, hatta mal sahibi için dualar bile ediyorlardı. Ayrıca bilgili okumuş kişilerdi ve yeni mahallelerine yıllarca biriktirdikleri o gün için çok kıymetli olan kültürleriyle, yeniliklerle, zenginlikleriyle gelmişlerdi. Mahalle kalkınıyor,  yeni kiracıların etkisiyle yeni parklar ve binalar inşa ediliyordu. Mahalle büyüyor güçleniyordu.  Kiracılar da memnundu,  peyniri yeniden bulmuşlardı.

Yeni mahallenin suyu ayrı, havası ayrı güzeldi. Denizleri, ormanları, dağları, vadileri, bereketli toprakları ile bu mahalle o kadar güzeldi ki insanın inanası gelmiyordu. Hele buranın yemekleri belki de dünyanın en iyisiydi. Kiracıların çok uzaklardan getirdikleri yemek kültürleri yeni komşularınınkilerle birleşmiş ve müthiş lezzetler ortaya çıkmıştı.

Komşularla hiçbir tartışmaya girmeyen, etliye sütlüye karışmayan, mal sahibinin kurallarına tam olarak uyan kiracılar yıllarca mutlu bir şekilde yaşadılar. Taa ki bir gün mal sahibi ölünceye kadar. Mahallenin yönetimi artık mirasçılardaydı…

Mirasçılar başlangıçta çok güzel şeyler söylemeye başladılar. Artık mahallede eski yeni ayrılmayacak her kes eşit olacaktı. Ne güzel… Ama öyle olmadı.

Önce mahallenin kuzey batısında, Trakya denilen bir yerde  kavga çıktı. Uzun yıllar hiçbir münakaşaya dahi karışmayan kiracılar evlerini bırakıp kaçmak zorunda kaldılar. Sonra birden yeni mirasçı mal sahipleri mahallenin erkeklerini zoraki göreve aldı. Neymiş efendim, yeni yollar yapılacakmış. Bu görevden tam dönmüşlerdi ki çok daha kötü bir şey oldu. Mahalleyi güzelleştirme derneği kiracılardan zorla paralarını almaya başladı. Vergi gerekliymiş.  Vermek istemeyenleri de uzaklarda bir yere sürgüne gönderdiler. Kimileri geri gelemedi, orada öldü… Bir de tuhaf bir olay oldu, birden uzak semtlerden gelen bir sürü çapulcu yağmaya ve tecavüze başladı. Olaylar iki gün sürdü. Sonra her şey duruldu. Uzun sayılacak bir müddet kiracıları kimse rahatsız etmedi. Ama onlara hala bu kadar yıldan sonra kiracı ya da misafir muamelesi yapmaya devam ettiler. Kiracılarda bu mahallede kiracı ve misafir” olduklarını anlamışlardı ve bunu hiç akıllarından çıkarmadılar.  

Bütün bu olaylar olurken uzaklarda çok sıcak ve tamamı çöl olan bir yerde yeni bir mahalle kurulmaya başlanmıştı. Kimileri artık peynirin orada olduğunu düşünüp oralara göç ediyordu. Bütün güzellikleri bırakıp bu yeni mahalleye gidenler çok mutluydular çünkü bu yeni mahallenin yöneticileri görülmemiş bir şekilde kiracıları mal sahibi yapıyordu. Evet,  kiracılar çok zor şartlarda yaşıyorlardı ama yüzyıllardan beri ilk defa artık ne kiracı ne de misafir muamelesi görüyorlardı. Buranın peyniri de çok az ve kuruydu, hem de biraz kokuyordu, ama artık mal sahibinin kahrını çekmiyorlardı, artık kendileri mal sahibiydiler… Her şeye razıydılar ve daha çok peynir bulmak, mahalleyi güzelleştirmek için çok çalışıyorlardı.  Tabi bu hiç de kolay olmadı, “bu evler bizim” diyen çapulcularla bir sürü kavgalar yaşadılar.

Bu arada eski mahallelerinde uzunca bir süre süren sessizlik ve huzur devam etmekteydi. Taa ki mirasçılar yaşlanıp yeni genç nesil binaların yönetimini ele alıncaya kadar… Yeni kurulan mahalle ile atışmaya giren genç nesil apartman yöneticileri hala eski evlerinde yaşamakta olan kiracıları çok tedirgin etmeye başlamışlardı. Komşular da eskisi gibi değildi. Düşmanlık yapıyorlar ve kiracıları rahatsız ediyorlardı. Sizin anlayacağınız mahallede huzur kaçmıştı. Kimi kiracılar artık “burada da peynir bitti, gidip yeni mahallede peyniri aramak lazım” diye düşünmekteydiler ve hatta çoğu düşündüğünü gerçekleştirip gitmişti bile…

Yeni mahallede mal sahibi olan eski kiracılar elbette ki o eski evlerini, güzellikleri zaman zaman özlüyorlardı. Unutmak ne mümkün, ne kadar güzel yıllardı. Yaşadıkları yıllar için de minnet duyguları beslemekteydiler ama huzur ve gelecek kiracılar için bitmişti.  

Bu arada çalışkan insanlar yeni kurdukları mahallelerini zenginleştirmişler ve çok güzel bir yer haline getirmişlerdi. İnsanlar çok çalışıyorlar ve mahallelerindeki çöllerde tarım yapıyorlar, denizlerden doğal gaz çıkartılıyorlardı.   Üstelik dünyadaki tüm icatların % 8’i burada keşfediliyor ve en gelişmiş mahalleler sıralamasında 8’nci sıraya yerleşiyorlardı.








Yeni mahalledeki eski kiracılara sorulduğunda “elbette ki eski evlerimizi çok özlüyoruz, çok ama çok güzel bir mahalleydi, müthiş yemekler vardı, yıllarca o mahallede huzur içinde yaşadık ama anlaşılan o ki bizim için peynir orada bitti, bunu kabul etmek lazım.”  diyorlardı.  
SENE 1914 –YALNIZ İSTANBUL'DA YAŞAYAN YAHUDİLERİN SAYISI   72.962 – TÜM ÜLKEDE 127.000 DEN FAZLA… FAZLA SÖZE GEREK YOK…

Esen kalın…

Aaron Baruch (Ankaralı)