İsrael’in trenleri vazgeçilmezdir. Ulaşım
çok büyük ölçüde tren ile halledilir. Çoğu iki katlıdır. Süratli trenlerdir. Genellikle
kırmızıdır. Nadiren tek katlı mavi trenler de var. Öyle üzerlerinde yazılar
mazılar olmaz. Çok temizdir. Tabi bunlar çok güzel özellikler ama esas onları
güzel yapan içindeki insanlardır. Hele hafta başı ve hafta sonu izinden dönen
ya da izine giden o askerler var ya, onlarla birlikte seyahat etmek inanın bana
bir ayrıcalıktır, bir mutluluk dinamosudur. Cıvıl cıvıl genç kızlar, fişek gibi
delikanlılar, kimi silahlı, kimi silahsız, pırıl pırıl gençler, insan bakmaya
doyamıyor.
Şimdi size bir kaç küçük yaşanmış öykü
anlatacağım. Bu İsrael halkının askerini nasıl bağrına basmaya her an hazır
olduğunu anlatan kısacık yaşanmış anlık gerçek öyküler.
Yeruşalayim treni. Sabah saatleri. Askeri
kıyafetleri ile genç bir kız uyuklamakta. Birden kızın telefonu çalıyor. Kız telefonu açıyor. Bir münakaşadır başlıyor.
Anlaşılan kız kredi kartı borcunu yatırmamış. Kartı kapatacaklar. Kız da “lütfen
kapatmayın” diye hattın öbür ucundaki yetkiliye rica etmekte. Konuşma
uzuyor fakat bir türlü çözüme ulaşılamıyor. Tabii etraftakiler de konuşmaya
şahit olmaktalar. Birden kızın
karşısında oturan adam telefonu kızın elinden alıyor. Seyredenler ilgiyle “ne
olacak” diye beklemekteler. Telefonu kızın elinden kapan adam karşı tarafa
soruyor:
-Ne kadar bu kızın borcu?
Karşı taraf cevaplıyor. İşte “şu
kadardır” filân diyor herhalde. Adam:
-Tamam, yazın lütfen, benim kredi kartımın
numaraları şu şu şu. Hemen tahsil edebilirsiniz diyor, ve telefonunu kıza geri
veriyor.
Etrafta öyle büyük bir şaşkınlık, “helal
olsun” filan yok. Kız başta şaşırıyor, “olmaz, kabul edemem” filan
diyorsa da etraftakiler “uzatma, ne olmuş yani, sen askersin” filân diyorlar.
Sonunda kız adama “çok teşekkür ederim” diyor, herkes gazetesine
dönüyor. Adam kızın borcunu ödeyiverdi. Ama önemli olan bunu herkesin bunu
sıradan bir olay olarak algılaması.
Benzeri bir durum birkaç hafta sonra
başka bir trende oluyor. Bu sefer durum biraz daha ciddi. Asker kız evlerinin
elektriği kesilmesi diye karşı taraftaki yetkiliye adeta yalvarmakta. Üstelik
para bir hayli fazla. 3 veya 4 bin şekel civarında bir meblağ. Bir iş adamı
telefonu askerin elinden alıp borcu ödüyor. Konu kapanıyor. Olay gazetelere de
geçiyor.
Esasında bunun gibi trende veya başka yerlerde
askerlere yapılan güzelliklere her zaman rastlamak mümkün. Daha geçenlerde
böyle bir olay yine gazetelere geçti.
Yeruşalayim’de esnaf lokantası. 10 kadar
asker yemek yiyorlar. Asker çocuklar, o yaşlarda delikanlılar nasıl yerler
bilirsiniz. Ortalığı silip süpürüyorlar. Tatlılarda yeniyor, kahveler de
içiliyor, iş hesaba geliyor. Askerler hesabı istiyorlar, lokantacı ”hesap
ödendi” diyor. Kim ödedi belli değil.
Bazen küçük marketlerin önünde bir
buzdolabına rastlarsınız. İçinde su, meşrubatlar, meyve suları kolalar filan
bulunur. Dünyanın her yerinde vardır. Bazen İsrael’dekiler farklı olur. Onları
farklı yapan üzerlerindeki yazıdır. “Askerler bedava.” İsteyen asker
dolabı açar, istediğini alır ve devam eder.
Şu “askere bedava” işine çok
rastladım ama yukarıda anlattığım iki tren hikâyesini ben yaşamadım. Gazetelerden
öğrendim, anlattılar filân. Ama benim yaşadığım bir tren hikâyesi var ki...
Daha doğrusu izlediğim bir anlık olay. Unutamam, unutulacak gibi değil çünkü.
Temmuz 2014. 16 yaşında üç öğrencinin
kaçırılarak öldürülmesi üzerine Gazze ile İsrael arasında savaş başlamıştı.
Sert Kaya operasyonu. Önce hava harekâtı başlamış peşinden de İsrael savunma
güçleri kara harekâtına başlamışlardı. Savaşın bütün hızıyla devam ettiği
günler. Ne yazık ki her gün şehit haberleri gelmekte.
Yom Rişon. Pazar günü. İsrael’de hafta
başı. Sabah 06.58. Netanya Ashdod treni. Tel-Aviv’e gitmek için her sabah bu
treni kullanırım. Arabamı park ettim. Trene doğru yürüyorum. Bir araba geldi.
Bir baba ve oğlu indiler. Genç adam asker. Omuzunda kocaman bir silah ve
şarjörler var. Bordo bereli bir savaş askeri. Göğsünde de ne anlama geldiğini
bilmediğim bröveler var. Pazılarında üç tane mavi şerit bulunmakta. Sıradan
görünümlü bir asker. Şişman değil, zayıf değil, esmer, orta boylu, 19 bilemedin 20 yaşlarında bir delikanlı. Hafif
sakalları var. Arabadan indikten sonra arka kapıyı açıp kocaman bir çanta
indirdi. Bu askerlerin çantaları genelde üniformaları ile aynı renkle oluyor.
Torba gibi. Rastlamışsınızdır mutlaka… Delikanlı çantayı yere bıraktı. Babası yanına
geldi. Adamın başında kippa var. Oğluna sarıldı. Gözleri kapalı. Bir elini
çocuğunun başıma koydu. Belli dua ediyor. Oğlan hareketsiz. Babasına belli
belirsiz sarılmış durumda. Trene yetişme telaşındakiler onları görmemezlikten geliyor.
Esasında hepimiz görüyoruz, ama bakmamaya çalışıyoruz, gözlerimizi kaçırıyoruz.
Neden sonra ayrıldılar. Asker torbasını
alıp trene yürüdü.
Trene bindikten sonra düşünmeye başladım.
Bu asker acaba şimdi nereye gidiyor? Belki yarın sabah cayır cayır bir savaşın
içine girecek. Hatta belki bu gün. Allah’ım, bu baba acaba çocuğuna
sarıldığında aklından neler geçiyordu? Neler hissediyordu? Bu nasıl bir
hissiyattır? Nasıl tarif edilebilir? Hangi kelime bunu anlatmaya yeter?
İsrael’de bir laf vardır. Başka yerlerde
de aynı laf var mı bilemiyorum. “Hayat piknik değildir” derler. Bu
memleketin hayatı gerçekten “gerçek hayattır.”
Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve
dostlarım.
Bu hafta da bu kadar. Görüşmek üzere. Hepinizi
çok seviyorum.
Hoşça kalın, sevgiyle kalın.
Aaron Baruch (Ankaralı)
eline sağlık çok güzel,hele ANKARALI demiyormusun can kurban.bir de akraba olduğumuzdan gururlanıyorum.yazılarının devam etmesi dileğiyle kal sağlıcakla
YanıtlaSilYorumun için teşekkür ederim hemşerim...
YanıtlaSilBüyün yazılarınızı ve mesajlarınızı okumaya çalışıyorum, zaman zaman katılıyor zaman zaman karşı çıkıyorum ama bu son yazınız çok etkileyici, T-anrı onları korusun, kaleminize sağlık...
YanıtlaSil