Değerli okurlar,
Bugün sizlere ikinci dünya savaşında
yaşanan Türkiye’yi de birazcık ilgilendiren fakat çok bilinmeyen bir olayı
kalemim yettiğince yazacağım. Bakın tarihte eşi görülmemiş nasıl bir trajedi
yaşanmış…
Haziran 1941 de 3 milyon Alman askeri,
Barbarossa Harekâtı ile Rus Topraklarına girdi. Ekim 1941 de Kırım
Yarımadası’nı anakaraya bağlayan Perekop kıstağında Kızıl Ordu, Almanlara
yenildi. Almanlar Kırım’a girdiler.
Stalin döneminin baskılarından bunalan Kırım
Türkleri (Tatarlar), Nazileri adeta kurtarıcı olarak görmüşlerdi. Naziler için de
bu bulunmaz fırsattı. Almanlarla Tatarlar, iyi anlaşıyorlardı.
Türkiye o yıllarda hesapta tarafsızdı.
Fakat içten içe Alman yanlısı idi. Barbarossa harekâtı başladığında
milletvekilleri birbirilerini tebrik ediyorlardı. “Gazamız mübarek olsun” diyerek
Almanya’nın, Rusya’ya saldırısını bayram havasında kutlamışlardı. Türkiye,
Kırım Tatarlarını Nazilerle işbirliğine teşvik ediyordu. Hatta Tatarlar, üniformaları
mavi olduğundan herhalde, MAVİ ALAY adlı bir de birlik kurmuşlardı. MAVİ ALAY, Almanların yanında Ruslara karşı savaşmaya
başlamıştı.
Nisan 1944. Gün gelmiş devran dönmüştü.
Almanlar, Rus kışına mağlup olmuşlardı. Kızıl Ordu Almanları önüne katmış
kovalıyor, Almanlar ise kaçıyorlardı. Türkiye’nin teşviki ile kurulmuş bulunan
MAVİ ALAY askerleri de, aileleri ile
birlikte (7 bin kişi) mecburen yerlerini yurtlarını bırakıp Almanya’ya
giderler. Rusların Almanlarla birlik olan Tatarların hiç birini sağ koymayacağı
aşikârdı.
Almanlar Tatarları önce Kuzey İtalya'daki Pazulla Bölgesine
yerleştiriliyorlar. Yaptıkları büyük hatadan sonra Tatarlar, kendi yurtlarına benzeyen
bu dağlık bölgede yeni bir hayat kurmaya çalışıyorlar. Ancak bu hayalleri kısa sürede
yıkılıyor. Çünkü İngiliz ve Amerikan orduları Akdeniz sahillerinden İtalya’nın
kuzeyine doğru ilerlemektedir. Bunun üzerine Tatarlar çoluk çocuk daha kuzeye, Drau nehri kıyısındaki Ober Drauburg yöresine
naklediliyorlar. Nehir kıyısına kurulan çadırlarda ve derme çatma barakalarda
aileleriyle yaşama tutunmaya çalışıyorlar zor bela.
Ancak henüz çileleri bitmemiştir. Hatta asıl felaket yeni başlamaktadır.
Başlarına sarılan beladan kurtulup yeni bir hayat kuracaklarını zannederken bu
defa hepsi birden Avusturya'nın işgali ile görevlendirilen 8.İngiliz ordusuna
esir düşüyorlar.
Bu esaret bile onlar için bir kurtuluş vesilesi olabilirdi. Ankara'ya
güvenmiş, Almanlarla işbirliği yapmış, çoluk çocuk yerlerinden yurtlarından
olmuşlardı. Rus ordularının eline düşerlerse başlarına geleceği biliyorlardı. O
yüzden İngiliz ordusunun esiri olmak, onlar için bir kurtuluş sayılırdı. Yeter
ki Rusların eline düşmesinler...
Fakat Stalin Tatarların peşlerindedir. Onları kendilerine vermeleri için İngilizlere
bastırmaktadır.
Tatarların birçoğunun Türkiye’deki akrabaları vardı. Oraya gidebilirlerdi.
Tabii ki Türkiye onları mülteci olarak kabul ederdi. İngilizlere dilekçe üstüne dilekçe vermeye
başladılar. Ama Ankara'dan beklenen haber bir türlü gelmiyordu. Onun yerine başka
bir haber geldi. Londra'dan gelen bir telgrafla dünyaları yıkıldı. Telgrafta,
yapılan anlaşmalar gereğince, Rus ordusuna teslim edilmeleri emrediliyordu.
Kurtarılmayı beklerken ölümle yüz yüze gelmişlerdi.
28 Mayıs 1945. Karar esirlere tebliğ
edilir. İngilizler, esirlerin öldürülmeyeceği konusunda Moskova'dan garanti
aldıklarını söylüyorlar, Tatarları sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Ne
garantisi, garanti filan yoktu!
Kırım Türkleri (Tatarlar) kelepçelenerek Ruslara teslim edilecekleri
başka bir İngiliz kampına, Dellach'a nakledildiler. Moskova, esirleri teslim
alacak olan Rus birliklerine, “esirlerin
savaş suçlusu olduklarını ve haklarında verilmiş genel emir gereğince
kurşuna dizileceklerini” çoktan
bildirmişti. Bütün ümitlerini kaybetmişlerdi. İşte o zaman dünya tarihinde eşi
çok az görülmüş bir karar aldılar.
Onurlu Tatarlar, Rus askerlerinin eline düşmektense intihar
edeceklerdi.
Anneler çocuklarının ellerinden tuttular. Önce onlarca kadın kendilerini çocuklarıyla
beraber deli dolu akan Drau nehrinin soğuk sularına attı. Kısa sürede nehrin
girdaplarına kapılıp boğuldular. Onları yüzlerce, derken binlerce Tatar izledi.
Suda çırpınanların çığlıkları kıyıdakilerin çığlığına karışıyordu. İnanılmaz bir trajedi yaşanıyordu. Onurlu
Tatarlar, kadın, erkek, çoluk, çocuk, dualarla kendilerini çılgınca akan nehre
atıyorlardı. Çığlıklar yeri göğü inletiyordu. Bir kaç gün içinde 3 bin esir (!) eriyen karlarla coşan Drau nehrinin soğuk
sularında yok oldu.
Kalan yaklaşık 4 bin kişi Rus birliklerine teslim edildi. Esirler trenle
götürülecekti. Ama bir sorun vardı. Savaş sırasında Doğu Avrupa'daki bütün
demiryolları ve köprüleri yıkılmıştı. Sağlam kalan tek demiryolu ise
Türkiye'den geçiyordu!
Moskova gerekli izni Ankara'dan kısa sürede aldı. Temin edilen bir yük
trenine tıka basa doldurulan esirlerin şimdi yepyeni bir ümidi vardı. Anavatan
(!) onları göz göre göre ölümün kucağına
atmazdı. Tren Edirne'ye yaklaştığında bir sevinç dalgası sarmıştı esirleri. Ruslar havalandırma pencerelerini kapatmıştı, ama
ne beis? Tren Türkiye sınırlarına giriyordu. Türkler elbette pencereleri açacak
ve sonra onları kurtaracaktı. Yaşasın!
Önceki umutları gibi bunda da yanıldılar. Ne pencereler, ne de kapılar asla
açılmadı. Ölenlerin cesetlerini bile dışarı atamıyorlardı. Tren, yalnız su ve
kömür almak için duruyordu. Doğu Anadolu'ya geldiklerinde umutların yerini
şüphe, şüphenin yerini korku ve panik kaplamıştı. Tren Kars'a vardığında
esirler son bir ümitle ''Ruslar
vuracağına siz vurun '' diye hep bir ağızdan bağırmaya başladılar. Ama çığlıklarını
kimse işitmiyordu. Vagonlara muhafızlık eden askerler, emirlerle vicdanlarının arasında kalmışlar,
isyan edecek noktaya gelmişlerdi.
Derken, esirler vagonların kapaklarını kırmaya başladılar. Çıkanlar kendilerini trenin geçmekte olduğu
Serder Abad, Kızıl Çakçak barajının sularına atmaya başladılar. Trene nezaret
etmekle görevli Türk heyeti ve askerler donup kalmışlardı. Tatarlar, gözleri önünde toplu halde intihar
ediyorlardı.
Bu son intihar furyasından sonra yaklaşık geriye sadece 2 bin kişi
kalmıştı. Onlar baraj gölünün karşı kıyısında bekleyen Rus infaz birliklerine
teslim edildi. Daha Türk heyeti oradan ayrılmadan Rus askerleri esirleri
trenden indirip gruplar halinde kurşuna dizmeye başladılar. Heyet son esir de
kurşuna dizildikten sonra Türkiye'ye döndü, Ankara olaya hiçbir tepki
göstermedi, tutanaklar açıklanmadı. Bu korkunç trajedi unutulmaya mahkûm
edildi.
Avusturyalılar ise tanık oldukları katliamın anısına İrschen köyünde bir
anıt diktiler. Her sene mayıs ayında Rus askerlerine teslim olmaktansa
kendilerini nehre atan Kırımlı Türklerin anısını bir törenle hatırlayıp yâd
ediyorlar.
Türkiye ise, bu olayı hatırlatacak bir taş bile dikmedi… Oysa, bu insanları
Almanların safında savaşa girmeye ikna eden Ankara'ydı.
Karanlık günlerdi, çok karanlık.
Sevgiyle kalın, hoşça kalın sevgili okurlar.
Aaron Baruch (Ankaralı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.