15 Haziran 2019 Cumartesi

MAVİ ALAY









Değerli okurlar,

Bugün sizlere ikinci dünya savaşında yaşanan Türkiye’yi de birazcık ilgilendiren fakat çok bilinmeyen bir olayı kalemim yettiğince yazacağım. Bakın tarihte eşi görülmemiş nasıl bir trajedi yaşanmış…

Haziran 1941 de 3 milyon Alman askeri, Barbarossa Harekâtı ile Rus Topraklarına girdi. Ekim 1941 de Kırım Yarımadası’nı anakaraya bağlayan Perekop kıstağında Kızıl Ordu, Almanlara yenildi. Almanlar Kırım’a girdiler.

Stalin döneminin baskılarından bunalan Kırım Türkleri (Tatarlar), Nazileri adeta kurtarıcı olarak görmüşlerdi. Naziler için de bu bulunmaz fırsattı. Almanlarla Tatarlar, iyi anlaşıyorlardı.

Türkiye o yıllarda hesapta tarafsızdı. Fakat içten içe Alman yanlısı idi. Barbarossa harekâtı başladığında milletvekilleri birbirilerini tebrik ediyorlardı. “Gazamız mübarek olsun” diyerek Almanya’nın, Rusya’ya saldırısını bayram havasında kutlamışlardı. Türkiye, Kırım Tatarlarını Nazilerle işbirliğine teşvik ediyordu. Hatta Tatarlar, üniformaları mavi olduğundan herhalde, MAVİ ALAY adlı bir de birlik kurmuşlardı. MAVİ ALAY,  Almanların yanında Ruslara karşı savaşmaya başlamıştı.





Nisan 1944. Gün gelmiş devran dönmüştü. Almanlar, Rus kışına mağlup olmuşlardı. Kızıl Ordu Almanları önüne katmış kovalıyor, Almanlar ise kaçıyorlardı. Türkiye’nin teşviki ile kurulmuş bulunan MAVİ ALAY askerleri de,  aileleri ile birlikte (7 bin kişi) mecburen yerlerini yurtlarını bırakıp Almanya’ya giderler. Rusların Almanlarla birlik olan Tatarların hiç birini sağ koymayacağı aşikârdı.

Almanlar Tatarları önce Kuzey İtalya'daki Pazulla Bölgesine yerleştiriliyorlar. Yaptıkları büyük hatadan sonra Tatarlar, kendi yurtlarına benzeyen bu dağlık bölgede yeni bir hayat kurmaya çalışıyorlar. Ancak bu hayalleri kısa sürede yıkılıyor. Çünkü İngiliz ve Amerikan orduları Akdeniz sahillerinden İtalya’nın kuzeyine doğru ilerlemektedir. Bunun üzerine Tatarlar çoluk çocuk daha kuzeye,  Drau nehri kıyısındaki Ober Drauburg yöresine naklediliyorlar. Nehir kıyısına kurulan çadırlarda ve derme çatma barakalarda aileleriyle yaşama tutunmaya çalışıyorlar zor bela. 
Ancak henüz çileleri bitmemiştir. Hatta asıl felaket yeni başlamaktadır. Başlarına sarılan beladan kurtulup yeni bir hayat kuracaklarını zannederken bu defa hepsi birden Avusturya'nın işgali ile görevlendirilen 8.İngiliz ordusuna esir düşüyorlar. 
Bu esaret bile onlar için bir kurtuluş vesilesi olabilirdi. Ankara'ya güvenmiş, Almanlarla işbirliği yapmış, çoluk çocuk yerlerinden yurtlarından olmuşlardı. Rus ordularının eline düşerlerse başlarına geleceği biliyorlardı. O yüzden İngiliz ordusunun esiri olmak, onlar için bir kurtuluş sayılırdı. Yeter ki Rusların eline düşmesinler...
Fakat Stalin Tatarların peşlerindedir. Onları kendilerine vermeleri için İngilizlere bastırmaktadır.
Tatarların birçoğunun Türkiye’deki akrabaları vardı. Oraya gidebilirlerdi. Tabii ki Türkiye onları mülteci olarak kabul ederdi.  İngilizlere dilekçe üstüne dilekçe vermeye başladılar. Ama Ankara'dan beklenen haber bir türlü gelmiyordu. Onun yerine başka bir haber geldi. Londra'dan gelen bir telgrafla dünyaları yıkıldı. Telgrafta, yapılan anlaşmalar gereğince, Rus ordusuna teslim edilmeleri emrediliyordu. Kurtarılmayı beklerken ölümle yüz yüze gelmişlerdi.
28 Mayıs 1945.  Karar esirlere tebliğ edilir. İngilizler, esirlerin öldürülmeyeceği konusunda Moskova'dan garanti aldıklarını söylüyorlar, Tatarları sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Ne garantisi, garanti filan yoktu! 
Kırım Türkleri (Tatarlar)  kelepçelenerek Ruslara teslim edilecekleri başka bir İngiliz kampına, Dellach'a nakledildiler. Moskova, esirleri teslim alacak olan Rus birliklerine,  “esirlerin savaş suçlusu olduklarını ve haklarında verilmiş genel emir gereğince kurşuna dizileceklerini çoktan bildirmişti. Bütün ümitlerini kaybetmişlerdi. İşte o zaman dünya tarihinde eşi çok az görülmüş bir karar aldılar.
Onurlu Tatarlar, Rus askerlerinin eline düşmektense intihar edeceklerdi. 
Anneler çocuklarının ellerinden tuttular. Önce onlarca kadın kendilerini çocuklarıyla beraber deli dolu akan Drau nehrinin soğuk sularına attı. Kısa sürede nehrin girdaplarına kapılıp boğuldular. Onları yüzlerce, derken binlerce Tatar izledi. Suda çırpınanların çığlıkları kıyıdakilerin çığlığına karışıyordu.  İnanılmaz bir trajedi yaşanıyordu. Onurlu Tatarlar, kadın, erkek, çoluk, çocuk, dualarla kendilerini çılgınca akan nehre atıyorlardı. Çığlıklar yeri göğü inletiyordu.  Bir kaç gün içinde 3 bin esir (!)  eriyen karlarla coşan Drau nehrinin soğuk sularında yok oldu. 
Kalan yaklaşık 4 bin kişi Rus birliklerine teslim edildi. Esirler trenle götürülecekti. Ama bir sorun vardı. Savaş sırasında Doğu Avrupa'daki bütün demiryolları ve köprüleri yıkılmıştı. Sağlam kalan tek demiryolu ise Türkiye'den geçiyordu! 
Moskova gerekli izni Ankara'dan kısa sürede aldı. Temin edilen bir yük trenine tıka basa doldurulan esirlerin şimdi yepyeni bir ümidi vardı. Anavatan (!)  onları göz göre göre ölümün kucağına atmazdı. Tren Edirne'ye yaklaştığında bir sevinç dalgası sarmıştı esirleri.  Ruslar havalandırma pencerelerini kapatmıştı, ama ne beis? Tren Türkiye sınırlarına giriyordu. Türkler elbette pencereleri açacak ve sonra onları kurtaracaktı. Yaşasın!
Önceki umutları gibi bunda da yanıldılar. Ne pencereler, ne de kapılar asla açılmadı. Ölenlerin cesetlerini bile dışarı atamıyorlardı. Tren, yalnız su ve kömür almak için duruyordu. Doğu Anadolu'ya geldiklerinde umutların yerini şüphe, şüphenin yerini korku ve panik kaplamıştı. Tren Kars'a vardığında esirler son bir ümitle  ''Ruslar vuracağına siz vurun '' diye hep bir ağızdan bağırmaya başladılar. Ama çığlıklarını kimse işitmiyordu. Vagonlara muhafızlık eden askerler,  emirlerle vicdanlarının arasında kalmışlar, isyan edecek noktaya gelmişlerdi.
Derken, esirler vagonların kapaklarını kırmaya başladılar.  Çıkanlar kendilerini trenin geçmekte olduğu Serder Abad, Kızıl Çakçak barajının sularına atmaya başladılar. Trene nezaret etmekle görevli Türk heyeti ve askerler donup kalmışlardı. Tatarlar,  gözleri önünde toplu halde intihar ediyorlardı. 

Bu son intihar furyasından sonra yaklaşık geriye sadece 2 bin kişi kalmıştı. Onlar baraj gölünün karşı kıyısında bekleyen Rus infaz birliklerine teslim edildi. Daha Türk heyeti oradan ayrılmadan Rus askerleri esirleri trenden indirip gruplar halinde kurşuna dizmeye başladılar. Heyet son esir de kurşuna dizildikten sonra Türkiye'ye döndü, Ankara olaya hiçbir tepki göstermedi, tutanaklar açıklanmadı. Bu korkunç trajedi unutulmaya mahkûm edildi. 
Avusturyalılar ise tanık oldukları katliamın anısına İrschen köyünde bir anıt diktiler. Her sene mayıs ayında Rus askerlerine teslim olmaktansa kendilerini nehre atan Kırımlı Türklerin anısını bir törenle hatırlayıp yâd ediyorlar.



Türkiye ise, bu olayı hatırlatacak bir taş bile dikmedi… Oysa, bu insanları Almanların safında savaşa girmeye ikna eden Ankara'ydı.
Karanlık günlerdi, çok karanlık.
Sevgiyle kalın, hoşça kalın sevgili okurlar.
Aaron Baruch  (Ankaralı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.