Yazıma başlamadan önce bilmenizi isterim
ki uzun bir yazı olacak.
Lafı hiç uzatmadan doğrudan konuya
gireceğim. Eleştirilere sebep olan birinci paragraf şöyle:
Bu davranış bozukluğu içerisinde olan
insanlar, bu tarz hayatın içinde oldukları müddetçe yaşadıkları durumun farkına
varamazlar. Bir çantaya binlerce dolar sayan, milyonlar ödedikleri bir saati
bir gün sonra iade etmeye kalktıklarında geriye sadece % 10’unu alabilecekleri bildikleri
halde yine de satın alan, marka tutkunu, hatta marka hastası bu tüketim toplumu,
8 sene evvel terk ettiğim İstanbul’da değişen pek çok koşula rağmen hala
yaşadıkları bu sahte ve doyumsuz hayata devam etmektedir. Berberlere, manikür
ve pedikürlere, en modern ağdalara randevu almak için çırpınan bu insanların
yeni bir tutkusu da kendilerinin ve bulundukları ortamın resimlerini çekip
sosyal medyada paylaşmaktır. Fakat ilginçtir, anlayamadığım, neden hepsi
dudaklarını büzerek sanki “gördünüz mü bakın, ben de dudaklarıma estetik
yaptırdım” der gibi poz vermeleri… Hatta diyebilirim ki bu insanlar genç,
yaşlı, ihtiyacı var ya da yok, fark etmiyor, yaptırabildikleri her yerlerine bu
estetikleri yaptırıyorlar. Sonuçta birbirinin aynı, gülüyorlar mı, ağlıyorlar
mı belli olmayan ifadesiz suratlar ortaya çıkıyor… Ortak başka bir özellikleri
de yeni edindikleri şekilleri göstermek ve gündemden düşmemek için bulundukları
her yerden fotoğraflarla paylaşım yapmaları…
Sözlerimin tamamen arkasındayım. Bir
çantaya binlerce lira, dolar neyse ne saymak, bana göre akıllı bir davranış değil.
Keza marka bir saate de aynı şekilde bir sürü para yatırmak bence yanlış. O
çantayı da, saati de bir hafta sonra aldığınız yere götürün, geri almazlar.
Çünkü enayiyi bir kere yakalamışlardır.
Hele estetik konusuna gelince çok
sıkıntılıyım. Gencecik hanımlar botoks yaptırıp bir sürür para harcıyorlar. Üç
beş hafta sonra her şey eskisine dönüyor. Gitti paralar. Yazık değil mi
kocanızın babanızın uğraşarak kazandığı paralara… O ifadesiz suratlar da
cabası. Güzelleşeceğim derken çirkinleşiyorlar. Tabii riskler de ayrı… Yüz
estetikleri ayrı bir sorun. Onun bile modası var… Şimdilerde Fransız askısı
modası geçerli.
Bir de hiç onaylamadığım meme estetiği
var. Sanki bütün memeler yerçekimine karşı koyar gibi. Hele hele daha anne
olmamış genç hanımların süt bezlerini parçalayarak yaptıkları o estetiğe
çıldırasım geliyor. Katiyen onaylamıyorum.
Poz vererek resim çektirmek yine benim
onaylamadığım bir davranış. Yine de buna katlanabilirim. Çünkü en zararsızı.
Moda oldu, ne yapalım. Biz biraz eskilerde kaldık galiba. Fakat ne olur
gittiğiniz her yerden, bulunduğunuz her mekândan mayoyla, bikiniyle bu kadar
paylaşımda bulunmayın. Belki kendiniz yakınlarınızla, arkadaşlarınızla bir gurup
kurabilir ve orada paylaşırsınız. Yani kendinizi bu kadar çok vitrine koymayın.
Nazar değer maazallah… Neticede İstanbul bıraktığım gibi…
YANİ İSTANBUL BİLDİĞİN İSTANBUL…
Birinci paragrafta söylemek istediklerim
bunlardı. Fakat Türk Yahudilerini hedef alıp yazmadım. Bu paragrafta hiç Türkiye,
Yahudi, Cemaat, kelimeleri var mı? Kim neden üstüne alınıyor? Size vahiy mi
geldi? Yaranız mı var ki gocunuyor musunuz?
Bu yazdıklarım İsrael’de de geçerli
Amerika’da da…Sizin aklınızdan zorunuz mu var?
Hatta İsrael’de de, bu onaylamadığım
davranışlar misli misli var. Çünkü başta Ruslar çok gösteriş meraklısı
insanlar. Eh, İsrael’liler de öyle sayılır. Sözüm yazımı okuyabilen herkes için
geçerlidir…
Bunu dün yorumlarda yazdım.
Açıkladım.
İsrael’de bu davranış bozuklukları
Türkiye’den çok daha fazla var.
Ama kimse takmaz…
İNŞALLAH ANALATABİLMİŞİMDİR…
İkinci paragrafı atlıyorum. Sözlerimin
aynen arkasındayım. Bu yarış her yerde farklı şekillerde var.
Üçüncü paragraf aynen şöyle:
Ortak başka bir noktaları da hepsinin
cebinde birden fazla pasaport olmasıdır. Birkaç yıl önce İsrael’e gelip “ole
hadaş” (göçmen) olmak ve İsrael Pasaportu almak Türkiye Yahudileri arasında modaydı.
O kadar moda olmuştu ki İsrael’de “iş
bitiriciler” türedi. Pek çokları gelip
İsrael pasaportu aldılar.. İspanya ve Portekiz 500 yıl evvel kovdukları
Yahudiler’e pasaport verebileceğini duyurunca o yöne bir hücum başladı.
Dünyanın paraları harcandı ve bir sürü zorlu ve uzun süreçten geçilip bu ülkelerin
pasaportlarını aldılar. Kolayca, hiç para harcamadan, üstelik de üstüne bir
sürü para alarak İsrael Pasaportu alabilecekken neden, ecdadına etmediklerini
bırakmayan bu ülkelerin pasaportunu almak için bu kadar uğraştıkları anlaşılır
gibi değil. İsrael pasaportu ile neredeyse dünyanın her ülkesine vizesiz
gidebilmek mümkünken (kısa bir zaman sonra ABD dâhil) başka pasaporta ne
ihtiyacın var? Dedim ya, İstanbul sendromu “onda var, bende de niye olmasın?” durumu…
Türkiye’de, ya da İsrael’de veya nerede
yaşıyorsa bir Sefarad Yahudi’sinin, İspanya veya Portekiz Pasaportu almak
istemesini anlayamıyorum. İsrael pasaportun varsa, dünyanın her yerine (yakında
ABD) gidebilirsin. Vizesiz. Eğer bir de Türk pasaportun varsa buna Arap ülkeleri
de dâhil. Senin ecdadına bu kadar kötülük eden ülkeden niye pasaport
dileniyorsun? Yalnız Türk pasaportun varsa vize derdine çözüm arıyorsan babanın
evine İSRAL’E gel. Sana üç günde 5 yıllık pasaport versinler… Moda diyerekten,
ne işe yaraıyacağını bilmeden, ben de alayım diye koşturup bir de üstüne para
harcadıysan, e ben sana ne diyeyim? Bunu yapanlar var mı? Var. Neticede İstanbul
bıraktığım gibi…
YANİ İSTANBUL BİLDİĞİN İSTANBUL…
Dördüncü paragraf şöyleydi:
Bir plaj konserine giderken bile takıp
takıştıran, mücevherleri ve marka giysileri ile konseri localardan dünyanın
parasını ödeyerek izleyen (bu arada konseri mi seyrederler yoksa birbirilerini
mi incelerler o da tartışma konusu) bu toplumun ortak bir özelliği de devamlı
bir şeylerden şikâyet etmeleridir. Ya hizmetçilerine kızarlar, ya berberleri
saçlarını iyi boyamamıştır, ya da estetikçileri bir yerlerini onların istediği
gibi düzeltememiştir. Devamlı mutsuzdurlar, devamlı birilerinden
şikâyetçidirler. Onlara göre, kendileri ve çevrelerinden başka herkes cahildir,
toplum kurallarını bilmez ve hatta kafasızdır. Dünya onların etrafında döner ve
her zaman merkezde yalnız kendileri bulunurlar.
Dostlar, bu anlattığım diğer
anlattıklarım gibi % 100 doğrudur. (Kenan
Doğulu – Çeşme konseri)
Burada derdim gösterişten uzak, basit
yaşamanın dayanılmaz çekiciliğidir. Plaj kıyafetinin üzerine şortunu çekip niye
çimenlerin üzerinde hem de 100 – 150 metreden köfte ekmek yiyerek seyretmek
varken… Localara bir dünya para, eve git, giyim, kıyafet, makyaj, tak, takıştır…
Bunu
yapan var mı? Var. Neticede İstanbul bıraktığım gibi…
YANİ İSTANBUL BİLDİĞİN İSTANBUL…
Açıklamalarım buraya kadar…
Şimdi beni eleştirirken dozu kaçırmış olsalar da kardeşlerimin merak edip bana
yönelttikleri sorulara genel olarak
cevap vereyim:
-
e "Egomun şişkinliğinden” bahsedenlere
iki çift lafım var. Ne egosu be! O senin dediğin İSTANBUL SENDROMU’na
yakalanmış gösteriş budalalarında olur. Burada egolar yerlerde sürünüyor…
Lafı gelmişken yorumunda, kendisinden 20
yaş büyük olmama rağmen bana “ZAVALLI” diyen hanım kızıma bir çift lafım var.
Çok ayıp. Yakıştıramadım. Bir daha kimseye asla zavallı deme… Asla… Sen zavallı
görmemişsin, çık o yaşadığın akvaryumdan da sana zavallı göstersinler… Ama onu
da anlamasın ki. Akvaryumda doğan balığa
okyanusu nasıl anlatacaksın?
5 Yazılarımın prim yapmak ile ilgisi yok.
Ön yargıda bulunmayın. Bu yaştan sonra ne prim, ne ego, ne şöhret ile işim olmaz.
Tanrıdan tek dileğim önce, yakınlarım için sonra da kendim için sıhhattir…
Facebook ya da diğer sosyal medyayla
haftada toplam birkaç saat ilgilenirim. Daha fazla değil. Hatta İnstagram ile
hiç ilgilenmem. Hesabım bile sanırım birkaç ay evvel torunum tarafından
yapıldı. Torunlarım bazen resim koyarlar, “büyükbaba bak” derler, ben de
fırsat bulursam bakarım. WhatsApp’da aile gurubumuz var. Daha çok orada
haberleşir mesajlaşırız. O kadar. Bunları nereden biliyorsun dersen her kes
biliyor, milleti aptal zannetmeyin…
Sami Kenaz, şimdi sıra sana geldi. 300
den fazla Pro İsrael makale yazan birine AKİT gazetesini yakıştırmak ancak
senin kafa yapında birisinin fikri olabilir. Sen haklı çık da ne olursa olsun
öyle mi? Esas konumuza gelince Sen de ben de biliyoruz ki, İstanbul’da da, İsrail’de de, başka yerlerde
de İstanbul Sendromu olarak tarif ettiğim hayat tarzını süren insanlar var. Ben
de bu hayat tarzını tasvip etmiyorum. Hele Türk Yahudileri içinde bulundukları
durumun farkında olup ellerinden geldikleri kadar gösterişsiz yaşamalılar…
Yazdıklarımı beğenmiyorsan takma, nasıl istersen öyle yaşa… Kimin umurunda…
Amacımı hedefimi niyetimi filan sormuşsun
ya, bak başkaları da öğrensin bilsin diye cevap vereyim:
BENİM PUSULAM ŞİMAL YILDIZINI DEĞİL,
SADECE DAVİD A MELEH’İN YILDIZINI GÖSTERİR.
MAGEN DAVİD’İ … ALTI KÖŞELİ YILDIZI…
YÖNÜM DE HEDEFİM DE ODUR…
Hepiniz kardeşimsiniz, hepinizi
seviyorum. Esen kalın…
Aaron Baruch (Ankaralı)
'İsrael’de bu davranış bozuklukları Türkiye’den çok daha fazla var.
YanıtlaSilAma kimse takmaz…' Dilerim sen de İstanbul'dakileri takmazsın. Hayat bu gözyaşlarına değmiyor... Güzel yorumlarda ve methiyelerde buluşsak daha mutlu olacağız.