19 Yaşında evlendi, 22 yaşında bir kazada annesini ve babasını kaybetti, 23 yaşında iflas etti, 24 yaşında boşandı, 25 yaşına geldiğinde hayattan mezun olmuştu ACUN ILICALI…
Gecenin üçünde rakip kanala transfer olduğunda Beşiktaşlı ünlü
futbolcu Daniel Amokachi ile beraberdi. Telefondaki Şansal Büyüka’nın
yardımcısı:
“Acun, Şansal Abi seni bizim ekipte görmek istiyor” demişti…
Konuşmayı işiten Amokachi Acun’a:
“Milyon dolarlık futbolcuyum, kimse beni gecenin üçünde transfer etmeye
kalkmadı, ne veriyorlarsa 10 katını iste”
dedi…
Acun Şansal Büyüka’nın yanına vardığında gecenin o saatinde bütün
ekibi masanın başında buldu. Şansal:
“Uzun zamandır peşindeyim Acun, kısmet bugüneymiş” dedi.
“Abi ben her gün antrenmanı izlemeye gelemem.”
“Olur.”
“Aldığım maaşın 5 katını isterim.”
Utandığından mıdır yoksa korkaklığından mı bilinmez 10 katı
diyememişti…
“Veririz.”
“Abi, bir de öğleden sonra uyuma alışkanlığım var.”
“Uyuturuz.”
Acun o gün 11 bin dolar maaşla Şansal Büyüka’nın “Televole”
programının içinde sunulmak üzere “Acun Firarda” programını
yapmaya başladı…
Bir yarışma programı vardı hatırlar mısınız? “Dokun Bana…”
Sahnede bir araba, yarışmacıların bir eli arabada, devamlı dokunuyorlar, bırakan
yanıyor, en son kalan kazanıyor ve arabayı alıyordu… Yarışma günlerce sürüyor,
kimi yarışmacılar halüsinasyonlar görmeye başlıyor, kimi hastanelik oluyordu. Programın
sunucusu arabanın markasını yanlış söylemek gibi hayati bir hata yapınca kovulmuştu.
Şirket Acun’a teklif götürdü, o da kabul etti. Televole’ye haberler yapan, bu
program içerisinde “Acun Firarda” bölümünü hazırlayan Acun
Ilıcalı “Dokun Bana” programını sunmaya başladı. Bu onun ilk sunuculuk
deneyimi oldu.
Arada “Acun Firar’da” rekor üstüne rekor kırıyordu.
Dünyanın uzak köşelerindeki türkuaz denizleri güzel kızlarla ekrana getiren
Acun, Televole programının gol kralı olmuştu. 1 saat 15 dakikalık programın 45
dakikası “Acun Firar’da” kısmına ayrıldığı oluyordu.
2002 de Türkiye’nin dünya üçüncüsü olduğu dünya kupasına basın
kartı olmadığı için gidemedi. Bu ona çok koydu. “Tamam” dedi, “buraya
kadar, Artık kendi programımı yapacağım.” Kendi programı için kanalla
anlaştı ve bir sonbahar sabahı Şansal Büyüka’nın programından ayrıldı.
Risk büyüktü. Kanal ona 4 hafta süre verdi. İstenilen reyting
yakalanamazsa “Acun Firarda” yayından kaldırılacaktı.
9 Temmuz 2002 Cumartesi, saat 22.45. İlk program, Acun Los Angles’i
anlatıyor. Reytingler yerde sürünüyor.
16 Temmuz 2002. İkinci program. Acun bu sefer Porto Riko’da.
Reytingler gene berbat.
Üçüncü program. İspanya San Fermin festivali. Bu sefer Acun bülbülü
yakalamıştı. Milyonlar ekran başına kilitlendi. Artık Cumartesi akşamlarının değişmez
reyting kralı “Acun Firarda” olmuştu. Acun bu program için tam
104 ülke gezdi.
Sonunda gidecek yer kalmayınca dünyaca ünlü formatları Türkiye’ye
getirmeye karar verdi. İlk deneyimi “Fear Factor” ile yaşadı.
Hani şu yılanlarla, dev örümceklerle yarışmacıyı bir akvaryum gibi bir şeye
koyuyorlar ve şarkı söylemesini istiyorlar. İğrenç bir program. 12 bölüm çeken
Acun birinciliği kimseye bırakmadı. Peşinden “Var mısın, yok musun” geldi.
Bu programda Ahmet Çakar’ı sunucu yapmak istedi. Ama kanal kabul etmedi. “Sen
sunarsan varız” dediler. Bir problem daha vardı. Programın saati 17.30 olarak
belirlenmişti. Çaresiz kabul etmişti.
Ertesi gün moraller sıfırdı. Reyting yerlerde sürünüyordu. Üçüncü
gün kanal programı kaldırmayı tartışmaya başladı. Acun kanal yöneticilerine “değişiklik
yapacağım, tutmazsa kaldırırız” dedi.
Bütün gece dünyada 20 ülkede yayınlanan programları seyretti.
İngiltere’deki rekor kıran bir programı seyrettiğinde “işte bu”
dedi.
Ertesi gün çekimi yapılan 15 bölümün kasetini çöpe attılar. Çok
ilginç ve duygusal bir hayat hikayesi olan Mehtap hanımı çektiler ve
yayınladılar. Işıklar yarışmacıya odaklanıyor o öne çıkartılıyordu. Reytingler oynadı.
Artık izleyiciler eğlenmiyor ancak duygusal anlar yaşıyorlardı. Değişiklik tuttu.
450 bölüm yayınlanan program 350 birincilik aldı. Acun bu programın dünyadaki
formatını da değiştirip ünlü isimleri konuk olarak stüdyoya soktu.
Sıra “Yetenek sizsiniz” programındaydı. Yöneticileri
Macaristan’da yakaladı. Onları ikna etmek çok zor olmadı. “Yetenek sizsiniz”
yayına girdi. Acun artık yolu bulmuştu: Dünyaca ünlü formatları Türkiye’ye
getirecekti. Bu formatların yöneticileri Acun’a hayır diyemiyorlardı. Pazarlık
masasında artık onun eli güçlüydü.
15 Nisan 2009 da Türkiye’nin vergi rekortmenleri açıklandığında büyük
bir sürpriz vardı. Birinci Seda Sayan, ikinci ise Acun Ilıcalı’ydı.
Hollandalı yıldız Pierre von Hooijdonk’tan onun ülkesinde
yayınlanan the Voice programını işitti. Hollandalı “milli maçları bile bu
program solluyor” demişti. Hemen YouTube’a girip programı izledi.
Sabaha kadar uyumadı. Hemen yöneticilerle irtibata geçti. Ama geç kalmıştı.
Programın sahipleri başka bir kanalla anlaşmışlardı. Acun müthiş bir atak yaptı
ve yöneticinin asistanına dedi ki:
“Bak, telefonunuzdan +90 ile başlayan herhangi bir numara çevirin,
eğer beni tanımayan biri çıkarsa programı bana vermeyin.”
“Tamam, size döneceğiz.”
Bir saat sonra Acun’un telefonu çaldı:
“Ne zaman Hollanda’ya gelebilir siniz?
“Ben zaten Hollanda’dayım.”
“Saat sabah 8’de bizde olabilir misiniz?”
“Ne demek 7’de ordayım.”
Programın yöneticileri bu enerjiye delirdiler. Toplantı çok uzun
sürmedi. Ancak yöneticilerin programı vermek için bir şartı vardı.
“Bize bir yıllık ücreti peşin ödemeniz gerekiyor.”
“Bir yıl bana yetmez, size iki yıllık ödeme yapacağım.”
“Ya programı yayınlayacak bir kanal bulamazsanız ne olacak?”
“Eğer ben üç gün içerisinde Türkiye’de bu programı yayınlayacak bir
kanal bulamazsam param da yansın.”
“The Voice” yeni “O ses Türkiye”
Acun için milat oldu.
Acun hızını alamamıştı. Yunanistan’daki ekonomik krizi izlediğinde
Hollandalı yöneticilerle tekrar buluştu.
“Programın Yunanistan’daki haklarını istiyorum.”
“Veremeyiz, orada bir kanal ile anlaşmamız var.”
“Ödemeler zammında yapılıyor mu?”
Yöneticiler birbirilerine bakmaya başladılar. Acun zaten bu durumu
tahmin ederek masaya oturmuştu.
“Size peşin ödeme yapacağım.”
Acun The Voice’un Yunanistan haklarını aldığında, Yunan gazeteleri
ertesi gün “kim bu Türk” diye yazmaya başladılar.
Acun’un kafasında şimdi başka bir proje vardı. Yıllardır kendi
kazandığının iki mislisinin kanallara kazandırmıştı. “4 gün yayın yapan
birisi 7 günde yapar” diye düşünüyordu. Yeni hedefi kanal sahibi
olmaktı.
TV 8 her bakımdan tam aradıkları gibi bir kanaldı. 11 Kasım 2013 günü TV 8’in sahibi Mehmet Nazif
Günal ile randevulaştı. Acun kanalı 65 milyon dolara satın aldı. Hemen ekibini
aradı. “Bu iş tamam” dedi.
Ellerinde “O Ses Türkiye” “Survavior”
ve “Yetenek Sizsiniz Türkiye” programları vardı.
Dizi endüstrisinde Türkiye’den darbe yiyen Latin Amerika şimdi
rotayı yarışma programlarına çevirmişti. Acun’un kapısını çaldılar.
Acun Meksika için “Exathlon Meksika” adlı Survavior
benzeri programla halkın karşısına çıktı. Program orada da çok tutuldu.
Acun birinci günden beri ekibini hiç bozmadı. Şoförünü de askerlik
arkadaşını da hiç unutmadı. Bu işin bir ekip işi olduğunu hep göz önünde
bulundurdu.
Ona “deli misin, git artık hayatını yaşa” diyenlere “bir
hayat kurup ortaya doğru gitmeye çalışsaydım, buralara asla gelemezdim” diyordu.
Ceyhun Kuburlu’nun DELİ MİSİN SEN kitabından alıntıdır.
Aaron Baruch (Ankaralı)
ÇOK BAŞARILI AMA BENİM HİÇ SEVMEDİĞİM BİRİ ONUN GİBİ KARA LISTEMDE OLANLAR VAR İSİMLERİ BENDE KALSIN BUNLAR TARAFIMDAN İZLENMEZLER HA TAVŞAN DAĞA KÜSMÜŞ DAĞIN HABERİ OLMAMIŞ OLSUN BEN SEYRETMEM
YanıtlaSil