Hitler döneminde Türk Yahudilerinin Türkiye tarafından kurtarıldığı üç söylemle dile getirilir.
1-
Alman İşgali altındaki Fransa’da yaşayan Türk Yahudilerinin Türk
diplomatlarca kurtarıldığı…
2-
Nazilerin iktidara gelmesiyle görevlerinden alınan ve Almanya’yı
terk etmek zorunda kalan Alman Yahudisi akademisyenlere Türkiye’nin kucak
açtığı…
3-
Türkiye’nin İkinci Dünya savaşı sürerken soykırımdan kaçan Yahudi
mültecilere hoşgörü ile davranıp kapıları açtığı…
Bugün bu iddialardan birincisine karşı olan tezleri dile
getireceğim. Önümüzdeki iki haftada ise diğer iddialara karşı neler söylenmiş
neler yazılmış onlara bakacağım.
Belki bugün artık “bu konuları konuşmanın faydası yok” gibi
düşünebilirsiniz. Ancak cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Türkiye’de yaşayan 85
bin civarındaki Yahudi nüfusun, bugünlerde neden 10-15 bin kişiye kadar
azaldığını doğru anlarsanız önümüzdeki 20 sene içerisinde neler olacağını ve
neden olacağını daha isabetli olarak tahmin edebilirsiniz.
Alman işgali sırasında Fransa’da
yaşayan Türk Yahudileri Türk dış işlerinden bırak yardım görmeyi, neredeyse Almanlara
teslim edilmişlerdir. Bu konuda pek çok roman ve filim yapılsa da gerçeklerin
ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.
Onları öldüren Almanlar kadar, ölümden kurtarmayan, ölüm kamplarını
görmemezlikten gelen, kaçmalarına kurtulmalarına engel olan bütün devletler
sorumludurlar. 6 milyon Yahudi öldü… Hiçbiriniz masum değilsiniz…
1990’larda Türkiye her fırsatta Türk diplomatlarının Avrupa’da II. Dünya
savaşı sırasında binlerce Yahudi’yi soykırımdan kurtardığını dile getirmeye
başlamıştı. Acaba bu soykırım iddialarında bulunan Ermenilere karşı bir savunma
politikası mıydı? 500 yıl vakfı gibi bu da Türkiye politikalarını desteklemek
için yaratılmış bir reklam, bir propaganda malzemesi miydi?
1940 yılında Fransa’daki Türk Yahudilerinin sayısı dönemin
Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın verilerine göre 13 bin 500 civarındaydı.
Bunların 3 bin 500’ü muntazam, 10 bini muntazam olmayan Türkiye
vatandaşıydı. Peki, bu “muntazam vatandaşlık” ne
demek? Bu sorunun cevabını 4 Haziran 1928 tarihli resmî
gazetede yer alan vatandaşlık kanununda görüyoruz. Buna göre beş seneden fazla
sürede kendisini tescil ettirmeyen kişiler isterlerse vatandaşlıktan
çıkarılabiliyordu. Burada kilit sözcük “isterse”. Elimizdeki
çok sayıda veri bu maddenin en olumsuz şekilde yorumlandığını ve gayri muntazam
vatandaşlık statüsündeki Yahudilerin korunmadığını gösteriyor. Çünkü “vatandaşlık
ilmühaberi” 1930’lu yıllarda Türk konsoloslukları
tarafından yurtdışında yaşayan Türkiye vatandaşlarını denetlemek amacıyla,
pasaportlarını konsoloslara vermeleri karşılığında dağıtılan belgenin adıydı.
Üstelik Türkiye, savaş yıllarında vermekte büyük zorluk çıkardığı için
Yahudiler bu belgeleri karaborsadan satın almak zorunda kalmışlardı. Dahası,
Türkiye, 1941-1944 yılları arasında değil vatandaş yapmak, 3.500 Türkiye Yahudi’sini
“Kurtuluş Savaşı’na katılmamak” ya da “beş yıldan
fazladır konsolosluğa uğramamak” gibi gerekçelerle vatandaşlıktan
çıkarmıştı.
Şimdi gelelim Türk diplomatlarına:
Behiç Erkin: 1939 yılında Paris’te Büyükelçi olarak
göreve başlar. Ertesi gün Almanlar Polonya’ya saldırırlar ve II. Dünya savaşı
başlar. Behiç Erkin’in 20.000 Türk Yahudi’sine Türk pasaportu vererek
hayatlarını kurtardığı rivayet edilir.
Türk Konsolosluğu Şubat 1943’te isimleri
Almanlar tarafından verilen Türkiyeli 3.036 Yahudi’den sadece 631’ni Türk
vatandaşı olarak tanır, bunların da sadece 114’üne Türkiye’ye geçiş vizesi
verir. Bu durum Berlin’deki Alman makamlarının bile hayretine neden olmuştu.
Sonuç olarak, Behiç Erkin, Türkiye’ye 20 bin değil, sadece 114 Yahudi’nin -o da
Almanya ile iş birliği içinde- gönderilmesinde rol oynamıştır. Kurtarılmayan,
üstelikte imkân varken kurtarılmayan ya diğerleri?
Necdet Kent : İkinci “Türk Schindleri” Necdet Kent’in
hikâyesine gelince; Marsilya’nın Saint Charles garında trene yüklenirken
gördüğü 80 Türkiyeli Yahudi’yi Gestaponun karşı koymasına rağmen, maceralı bir
tren yolculuğundan sonra kurtarmayı başarır. Rivayet bu. Gerçek mi acaba?
Necdet Kent’in bu olayını Amerikalı
tarihçi Stanford Shaw dünya kamuoyuna duyurur. Ancak Shaw’un bile herhangi bir
tarih ve isim vermemesi, olayı son derece muğlak ifadelerle anlatması başından
beri olaya şüpheyle yaklaşılmasına yol açar. Beri taraftan Shaw’un Türkiye
Hükümetine çalışan ücretli bir eleman olması şüpheleri daha da
kuvvetlendirir. Ama esas soru işareti, Fransa’daki sevkiyatlar konusunda uzman
olan Serge Karlsfeld adlı araştırmacının, merkez garı Saint Charles’tan hiçbir zaman Yahudi sevkiyatı yapılmadığını tespit etmesiyle
doğar. Oysa Shaw hadisenin bu garda cereyan ettiğini söylemektedir. Öte
taraftan olayı doğrulayacak hiçbir şahit bulunamaz. Olayı Necdet Kent’le
birlikte yaşadığı söylenen Sidi İşçan adlı konsolosluk görevlisi çoktan öldüğü
için Kent’i ancak kurtardığı kişiler doğrulayabilirdi. Ancak Necdet Kent,
hayatını kurtardığı bazı kişilerin zaman zaman kendisine mektup yazdığını
söylediği halde isimlerini hatırlamadığı için onlardan da olayı doğrulamak
mümkün olmamıştı.
Araştırmacı Corrina Guttstadt son olarak
İsrail’deki Yad Vashem Soykırım Müzesi’ne bir mektup yazar.
Merkezden gelen cevapta Necdet Kent’e “Adil-Dürüst İnsan” madalyasının
verilmesi için Türk Dışişlerinin yürüttüğü ısrarlı çabalar anlatılır. Fakat
Necdet Kent’in anlattığı olaydan sağ kurtulan biri ile bile karşılaşılmadığı ve
olayı ispat eden herhangi bir belge bulunmadığı için madalya olayının
gerçekleşmediği bildirilir. Bütün bunların ne anlama geldiğini okurun takdirine
bırakıyorum.
Haftaya diğer iddiaları cevaplamak üzere
şimdilik bu yazımı sonlandırıyorum.
Esen kalın,
Aaron Baruch (Ankaralı)
NOT: Bu yazımdaki bilgileri tüm detaylılarıyla
İzzet Bahar’ın “İkinci Dünya Savaşında Türkiye ve Yahudi Meselesi” kitabında
bulabilirsiniz.
Hatta Türkçe okuyabilen herkesin bu
kitabı okuması gerekli olduğu kanaatindeyim.
Hemşerim Sayın İzzet Bahar’a bu kadar
önemli akademik bir eseri bizlere sunduğu için ne kadar teşekkür etsek azdır. Kendisine
saygılarımı sunuyorum.
AYNEN KATILIYORUM SANA ,ARONIKO DOSTUM
YanıtlaSil... ....