Sene 1974, haziran ayının ilk cuması. Kabataş iskelesinden hareket
etmek üzere olan ada vapuru halatlarını çözmüştü. Tam iskeleyi çekeceklerdi ki
bir elimde çantam, bir elimde kâğıda sarılmış çeyrek ekmek son bir hamleyle
vapura atladım. Kabataş iskelesinde o yıllarda kokoreç satan Arap bir adam
vardı. Müthiş kokoreç yapardı. Vapura binmeden evvel muhakkak içi çıkarılmış
çeyrek ekmeğe acılı bir kokoreç alırdım.
Biraz nefesimin yerine gelmesini bekledikten sonra vapurun üst
katına çıktım. Daha yaz mevsiminin başıydı. Okullar bile haftaya kapanacaktı, o
yüzden vapur fazla dolu değildi. Üst katta büfenin yanındaki koltukların
birisine oturmak niyetindeydim, bir çay alıp kokorecin keyfini çıkartmak
istiyordum. Tam koltuklara yönelmiştim ki Ceni’yi gördüm. Birkaç hafta evvel bir
yerde karşılaşmıştık ve müşterek dostlarımız bizi tanıştırmıştı. Çok cici bir
kızdı. Bir gülümsüyordu ki, o gülümseyince zannedersiniz ki bütün dağlar
çiçekler kuşlar gülümsüyor.
Hemen yanına gittim. Selam filan sohbete başladık. Sonra vapur
çabucak adaya geldi. Ne zaman geldi, ben kokoreci ne zaman yedim ne zaman
yuttum, farkında değildim. Yapacak bir şey yoktu, görüşürüz filan dedim
ayrıldık, evlerimizin yolunu tuttuk.
Vapurdan adaya (Büyükada) çıktığınız zaman önce iskeleyi boydan
boya geçersiniz. Güzel bir binadır. Ermeni bir mimar (Mimar Mihran Azarya)
tarafından 1914 yılında yapılmış. Çinilerle bezelidir. Çinilerini de Kütahyalı
Mehmet Emin Efendi yapmış. Ön tarafı iki katlıdır. 1960’lı yıllarda üst tarafı
restoran kulüp olarak servis verirdi ve çok güzeldi. 2000 yılında restore
edildi.
İskeleden çıkınca sizi bir yokuş karşılardı. Yokuşun üst başında
adanın merkezi sayabileceğimiz saat meydanı ve tabi tam ortasında da bir saat
vardı. Hala var ya…Gençlerin, vapurdan yolcusu çıkacak olanların, arkadaşıyla
buluşacakların toplandığı yerdir orası. Sağ tarafında müthiş bir dönerci,
lahmacuncu, ön tarafta Mercan restoran ve üstünde Lütfü’nün kahvesi, sol
tarafta madamın fırını ve bitişiğinde meşhur mezeci Yalovalı ve diğerleri. Bugün
o meydanı hatırlayınca hala gözlerim uzaklara dalıyor…. Hele geceleri geç
vakitte seyyar arabasıyla bir turşucu vardı ki yemin olsun, lezzeti ölüyü
diriltirdi.
Neyse, eve gittim, malum cuma sofrası, yedik içtik, sonra
arkadaşlarımla buluşmak için çıktım. Sağa sola takıldım, arkadaşım rahmetli
Marko ertesi akşam Caddebostan’a geçmeyi önerdi. Bir iki hanım kızla randevu
filan ayarlamış.
O akşam eve hiç adetim olmadığı halde erken gittim. Bir hoşluk
vardı üstümde bilmem neden? Yatakta her zaman yaptığım gibi kendimi sorguladım.
Sebebi Ceni’ydi. Çok beğenmiştim kızı. Gözleriyle gülüyor insanın içini
ısıtıyordu. Hele onu vapurda gördüğümde üstünde lacivert bir tulum vardı ki,
gözlerimi kızdan alamamıştım. Aptal gibi telefon adres filan almamıştım. Yuh
olsun bana…
Ertesi gün sabah mayomu giydim, havluyu filan bir çantaya tıktım,
bisikletime atladığım gibi doğru değirmen plajı. Plaj cıvıl cıvıldı, herkes
oradaydı, kimisi içilecek kadar temiz denize giriyor, kimisi arkadaşlarıyla
takılıyordu. O zamanlar değirmen plajının ortasında birkaç basamakla çıkılan bir
platform ve orada da bir restoran vardı. O yıllarda canım arkadaşım Nino Varon
orayı çalıştırırdı. Arkadaşlarımı orada buldum.
-Erol neredesin be oğlum?
Herkes beni Erol diye çağırırdı esas ismim Aaron olmasına rağmen.
Türkiye şartları işte. Bunun gerekçelerini uzun uzun anlatmaya lüzum yok.
-Buradayım geldim.
Seslenen Marko’ydu. Uzun uzun o gece Caddebostan’da neler
yapacağımızı, randevumuzu, planlarını anlattı durdu. Benim kafam hiç orada
değildi halbuki.
Plaj keyfi yaptık, bir iki bira içtik, yemek yedik, akşam üstü giyinmek için evlere dağıldık. Öyle ya, akşama önemli randevu var Caddebostan’da…
Saat 7 gibi saat meydanında buluştuk. İskeleye doğru yürümeye
başladık, birden durdum.
-Marko…
-Ne var?
-Ben Caddebostan’a gitmek istemiyorum.
-Niye be oğlum, ne oldu?
-İstemiyorum işte.
-Eeee, saat daha 7, ne yapalım?
-Gel en sona gidelim, Neptün’de bir güzel keyif yapalım.
-İyi madem öyle istiyorsun…
-Sağ ol arkadaşım benim.
O yıllarda iskele binasından çıkıp sola döndüğünüz zaman sıradan
restoranlar vardı. Yordan pastanesinden sonra Kapri, Milto vs. En sonda da
Neptün restoran vardı. Cumartesi akşamları bu restoranlarda yer bulmak mümkün
değildi. Saat daha erken olduğu için yer bulabildik.
Aynen öyle yaptık. Gittik saat gece 11’e kadar bir hayli içtik, bir
güzel yedik, eğlendik.
Sonra çıktık. İskeleye doğru yürüyoruz. Sol tarafımızda
profiterolü ile ünlü İnci pastanesi var. Tam önünden geçiyorduk ki, işte
oradaydı. Ceni yanında bir arkadaşıyla İnci’de oturmuşlar bir şeyler
yiyorlardı.
-Ceni?
-Aaaa, Erol naber?
-Benimle dansa gelir misin?
-Gelirim.
-Walla mı?
-Walla…
Bu yazıyı daha da uzatacaktım ki içeriden 50 yıllık eşim, hayat
arkadaşım, kızlarım anası sevgili karım beni çağırdı.
-Aaron, hadi gel canım, yemek hazır.
-Geldim Cenikam, geldim güzelim…
Aaron Baruch (Ankaralı)
NE G ÜZEL YAZDIN DAHA NİCE SENELERE BİRLİKTE
YanıtlaSil