Sevgili dostlarım...
1941 yılının sonları… İkinci Dünya
savaşının son günleri. Almanlar Romanya’nın Yaş şehrinde 4000 Yahudi’yi
katletmişlerdi.
Ülkedeki diğer Yahudiler panik
içerisinde gidecek, kaçacak bir yer arıyorlardı. Çaresizdiler... Avrupa
Alman işgali altındaydı. Türkiye, Almanlarla iyi geçinme
politikası yüzünden mültecilere izin vermiyordu. Kaçacak tek bir yer
vardı. İngiliz mandası altındaki Filistin.
İyi de, nasıl?
Bir gemi bulundu. Panama bandıralı
Bulgar gemisi Struma. 1867 de Newcastle tersanelerinde inşa
edilmiş, 46 metrelik, 100 yolcu kapasiteli ahşap bir gemi. Gemi Pandellis
isimli bir Yunanlının Campania Mediterranea de Vapores Limiteda
acentasına bağlıydı. Geminin işletmecisi ise Dr.Baruh Konfino idi.
Basına ilan verildi. Ancak Quen Mary transatlantiğinin resimleri
kullanıldı. Ücret 1.000 dolardı. Kimileri her şeylerini satarak bu
yolculuğa katıldılar. Kimileri yalnız çocuklarını bu gemiye
bindirebildiler ve onları birilerine emanet edip uğurladılar.
Gemideki herkesin arkada bıraktığı bir trajedi vardı. Gelecek ise
belirsizdi. Ama kimse sonlarının bu kadar inanılmaz derecede
kötü olabileceğini düşünemezdi.
Yahudiler, Köstence'de gemiye
çıkınca aldatıldıklarını anladılar. Yunanlı acente onları sakinleştirmek
için esas geminin karasularının dışında beklemekte olduğunu söylüyordu.
İnanmaktan başka çare var mıydı?
Yolculuk son derece zor koşullarla başladı. Gemide bir tuvalet dört
lavabo vardı. İnsanlar yüzlerini denizden kovalarla çekilen su ile
yıkıyorlardı. Gıda durumu korkunçtu. Yolculara bir portakal, biraz fıstık ve
şeker dağıtılmıştı. Üç günde bir çay veriliyordu. Esas felaket gemi
Köstence'den yola çıkınca baş gösterdi. Motor sorun çıkarmaya başladı.
İstanbul'a yaklaşırlarken dizel motor çatladı ve ebediyen sustu.
S.O.S çağrısı alan bir Türk gemisi, Struma'yı İstanbul boğazının önüne
kadar çekti. 15 Aralık 1941 günü Struma, içindeki 769 yolcu ile
Sarayburnu açıklarına demir attı. Telsiz ve aydınlatma motoru da
çalışmıyordu. Ayrıca gemide mazot ve yağ da yoktu. Ölüm gemisi
sessiz bekleyişine başlamıştı.
Geminin kaptanı yolcuları indirip Bulgaristan'a geri dönmek istiyordu.
İngiltere, Yahudi göçü dolayısı ile Arapların protestoları yüzünden
geminin geldiği yere gönderilmesi yönünde Türk hükümetine
baskı yapıyordu. Almanya'nın o tarihteki müttefiki Romanya yolcuları geri almayacağını
bildirmişti. Türk makamları ise, gemidekilerin esas niyetinin
İstanbul'a çıkmak olduğunu söyleyerek her türlü giriş çıkışı
yasaklamıştı. Zamanın İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Demir olaya daha insancıl
yaklaşmaya başlamıştı ki, o günlerde aniden karısı vefat etti. Yerine gelen
vekil işi yokuşa sürmeye başladı. Türk yetkililer gemiye her türlü giriş çıkışı yasaklamıştı. Sahile yüzerek çıkan bir genç yakalanıp geri getirilmişti.
Yahudiler ortada kalmıştı. Onları kimse istemiyordu. Gidebilecekleri hiç
bir yer yoktu. Ancak ölmelerine izin vardı.
Gemidekiler korkunç durumda idiler. Bu sırada Yahudi Cemaati
liderleri Rıfat Karako ve özellikle Simon Brod, resmi makamlarla
olan iyi ilişkilerini kullanarak gemiye Kızılay aracılığı ile sıcak yemek
dağıtılmasını sağladılar. Masraflar, Amerikan Yahudi Komitesinin
gönderdiği 10.000 dolardan karşılanıyordu. Yazışmalarla geçen 62 korkunç
günden sonra İngiltere, yaşları 11 ile 16 arasında olan 28 çocuğa seyahat
belgesi verebileceklerini açıkladılar. Ama Türk makamlar buna da izin
vermediler. Gemidekiler çarşaflara "emmigrants juifs -
Yahudi mülteciler" yazdılar bunu geminin bordasına astılar.
Tepeye de "sauvez nous-bizleri kurtarın" şeklinde
bir bayrak çektiler.
Türk makamlar buna çok kızdılar. 200 Türk polisi gemiye çıktı. O zavallı
insanlara tekme, tokat ve copla giriştiler. Onları döve döve güverte
altına soktular. Peşinden geminin çıpasını kestiler ve Alemdar
kılavuz gemisi ile Karadeniz'e gönderdiler. Gemi uzaklaşırken
beyaz çarşafın üzerinde şu satırlar okunuyordu. "Yaşasın
Türkiye Cumhuriyeti... Bizi kurtarın..." Ölüm gemisi
Karadeniz'de başıboş sürüklenmeye başladı.
Allah'ım, bu kadar yıl sonra bile yazmaya dahi dayanamıyorum...
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti (!) Sonra olanları biliyorsunuzdur. Bir Rus
denizaltısı gemiyi açık denizde torpilledi. Gemideki herkes öldü.
Bir kişi hariç.
Davit Stoiler. Yardıma gelen 12 kürekli Türk yardım
sandalı 3 ceset ile yalnızca bu delikanlıyı bulabildi. 19 yaşındaki
Davit, ümidi kesilince, cebindeki çakı ile bileklerini keserek ölmeye
karar verir. Fakat donma noktasındaki elleri ile çakıyı açamaz. Tam o
sırada yardıma gelenler onu kurtarırlar.
Esasında kurtulan yalnız Davit Stolier değildi. Gemide Standart
Oil Company of New York (Kısaca Socony-şimdiki
adıyla Mobil) petrol şirketinin Romanya Genel Müdürü Martin Segal karısı
Elvira ve çocukları Alexander de vardı. Şirketin Türkiye Temsilcisi
ise Vehbi Koç idi. Vehbi Koç o yıllarda Amerika'nın kara listesindeydi. Çünkü
Almanya'ya, Türkiye'den, silah sanayiinde kullanılan krom madeni
ihraç etmekteydi. Kara listeden çıkış bileti ise Segal ailesi idi. Vehbi Koç
zamanın içişleri bakanı Faik Öztrak'a yaptığı özel rica sayesinde, gemi Karadeniz'e kovalanmadan, Segal ailesini motorla
gemiden çıkartmaya muvaffak oldu. Böylece Koç, kara listeden çıkar ve
bu palazlanmasında önemli bir rol oynar.
Ayrıca Medea Salamovic isimli 4 aylık hamile bir kadın da
kanama geçirdiği için gemiden çıkartılarak Balat'taki Or Ahayim
hastanesine yatırılmış bu sayede felaketten mucize kabilinde kurtulmuştu.
Onu kurtaran, doğmamış 4 aylık bebeği olmuştu.
Geri kalan herkes Karadeniz'in karanlık sularına gömülmüştü. Gemi personeli
dâhil.
Sonra neler oldu bir bakalım... Ve hatırlayalım... Ve genç nesillere
aktaralım, unutmasınlar, unutturmasınlar... O yıllarda suçu herkes gemiyi
torpilleyen Rus denizaltısına attı. Öyle ya o batırmıştı. Oysa açlık ve
dizanteri ile zaten işkence çeken, soğuktan titreyen o insanlar için patlayan
bir gemide bir anda ölmek ötenazi gibi bir şeydi, kurtuluştu. Rus denizaltısı
için Struma, açık denizde telsize cevap ver(e)meyen kimliği belirsiz
yabancı bir gemiydi. İngiltere, Almanya, Romanya ve Türkiye aklanmak
için kabahati Ruslara atacaklardı. Türkiye'de o yıllarda iktidarda bulunan
Refik Saydam Hükümeti, daha sonra "Türkiye başkaları
tarafından arzu edilmeyen insanlar için vatan hizmeti göremez.
Bizim tuttuğumuz yol budur. Kendilerini bu yüzden İstanbul'da alıkoyamadık."
şeklinde açıklama yapacaktı.
Yıllar geçti. Bu insanlık ayıbının hatırlanması kimsenin işine gelmiyordu.
Herkes işbirliği içinde olayı tarihe gömmek istiyordu. Öyle ya, zaten
ölenler Yahudilerdi, kıymeti olmayan insanlar..
Ama gömemediler.
Önce 1990 yılında Umut Sanat adlı bir kuruluş facianın belgesini yapmaya
kalktı. Ama bir sonuç çıkmadı. Peşinden faciada büyükanne ve
büyükbabasını kaybeden bir İngiliz, Greg Buxton, 2000 yılında
batığın yerini aramaya başladı. Fakat gemiyi Teknik Dalış Takımından (TDT)
aldığı destekle çalışmalarını yürüten Sualtı Araştırmaları Derneği, üç
yıllık bir çalışmanın ardından bulmayı başardı. Gemi, İstanbul Boğazı'nın 6 mil
kuzeyinde, 70-80 metre derinliğinde bulundu. Olay basında geniş yer
buldu. Hatıralar tazelendi.
24 Şubat 2012 de İstanbul'da bir anma töreni yapıldı. Geminin battığı
yılda 15 yaşında olan İsak Alaton'un söylediklerine kulak verelim:
"Babam Hayim Alaton yardım komitesindeydi. 2 ay boyunca o insanların
hayatta kalması için elimizden geleni yaptık. Gemiye ilaç ve yiyecek taşıyanların arasında ben de vardım.
Bilerek yaptılar. Ankara emir verdi. 769 Yahudi öldü. Bilinçli bir
cinayetti. Türkiye'nin artık özür dilemesinin vakti geldi."
Fakat hadisenin özellikle geniş insan kitleleri tarafından öğrenilmesini
sağlayan Zülfü Livaneli'nin " Serenad" adlı
romanıdır. Zülfü Livaneli romanında olayı bütün çıplaklığı ile anlatır.
Davit Stoiler ise yaşama tutunabildi. O zaman Yahudi Cemaati
başkanlarından Simon Brod'un özel çabaları ile bir müddet Türkiye’de
alıkonduktan sonra Suriye üzerinden İsrail'e gönderildi. Daha sonra
Oregon'a yerleşen ve ayakkabı fabrikası kurarak zengin olan Davit,
2001 yılında Şile'ye gelerek kendisini kurtaranlardan İsmail Aslan ile
buluşur. 2014 Mayıs ayında 91 yaşında iken vefat eder.
Ve 24 Şubat 2015. TC. Devleti Struma'yı anmak için bir tören
düzenler. Bu sene de düzenlenecekmiş. Kimse özür filan dilemez ama olanlar
anlatılır. Dualar edilir, denize çelenkler atılır, yani sizin
anlayacağınız hikâye... Strumanın anısı bugün İsrail'de Ashdod kentinde bir
heykelle ölümsüzleştirilmiştir.
Pek çoğunuzun bu kadar detaylı değilse de Struma'nın acı hikâyesinin
bildiğinizi tahmin ediyorum. Ancak bunun gibi Türk kara sularına utançlık
abidesi şeklinde gömülen yalnız Struma değildir. Yüzen tabut Salvador, Mefkûre
bunlardan bir kaçı. Ama gemi hikâyelerinin en önemlisi Exodüs’tür… Şu kadarını söyleyeyim ki Exodüs’ün
hikâyesi hiç de filminde anlatıldığı gibi değildir.
Hoşça kalın, sevgiyle kalın...
Aaron Baruch (Ankaralı)
Suçlu kim? CHP mi,devlet mi yoksa baskı yapan Almanya veya Inglizler mi ?
YanıtlaSil