18 Şubat 2018 Pazar

STRUMA...










Sevgili dostlarım...

1941 yılının sonları… İkinci Dünya savaşının son günleri. Almanlar Romanya’nın Yaş şehrinde 4000 Yahudi’yi katletmişlerdi.

Ülkedeki diğer Yahudiler panik içerisinde gidecek, kaçacak  bir yer arıyorlardı. Çaresizdiler... Avrupa Alman   işgali altındaydı. Türkiye, Almanlarla  iyi geçinme politikası yüzünden mültecilere izin vermiyordu. Kaçacak tek bir  yer vardı. İngiliz mandası altındaki  Filistin.

İyi de, nasıl?

Bir gemi bulundu. Panama bandıralı Bulgar gemisi Struma.    1867 de Newcastle tersanelerinde inşa edilmiş, 46 metrelik, 100 yolcu kapasiteli ahşap bir gemi. Gemi Pandellis isimli bir Yunanlının Campania Mediterranea de Vapores  Limiteda acentasına bağlıydı. Geminin işletmecisi ise Dr.Baruh Konfino idi.  Basına ilan verildi. Ancak  Quen Mary  transatlantiğinin resimleri kullanıldı.  Ücret 1.000 dolardı. Kimileri her şeylerini satarak bu yolculuğa katıldılar.  Kimileri yalnız çocuklarını bu gemiye bindirebildiler  ve onları birilerine emanet edip uğurladılar.  Gemideki herkesin arkada bıraktığı bir trajedi vardı. Gelecek ise belirsizdi. Ama kimse sonlarının bu kadar inanılmaz derecede  kötü olabileceğini düşünemezdi.

Yahudiler, Köstence'de  gemiye çıkınca aldatıldıklarını anladılar. Yunanlı acente onları sakinleştirmek için esas geminin karasularının dışında beklemekte olduğunu söylüyordu. İnanmaktan başka çare var mıydı? 

Yolculuk son derece zor koşullarla başladı. Gemide bir tuvalet  dört lavabo vardı. İnsanlar yüzlerini denizden kovalarla çekilen su ile yıkıyorlardı. Gıda durumu korkunçtu. Yolculara bir portakal, biraz fıstık ve şeker dağıtılmıştı. Üç günde bir çay veriliyordu. Esas felaket  gemi Köstence'den yola çıkınca baş gösterdi. Motor sorun çıkarmaya başladı. İstanbul'a yaklaşırlarken dizel motor çatladı ve ebediyen  sustu.  S.O.S çağrısı alan bir Türk gemisi, Struma'yı  İstanbul boğazının önüne kadar çekti.  15 Aralık 1941 günü Struma, içindeki 769 yolcu ile Sarayburnu açıklarına demir attı.  Telsiz ve  aydınlatma motoru da çalışmıyordu. Ayrıca gemide mazot  ve yağ da yoktu. Ölüm gemisi sessiz bekleyişine başlamıştı.

Geminin kaptanı yolcuları indirip Bulgaristan'a geri dönmek istiyordu. İngiltere,  Yahudi göçü dolayısı ile Arapların protestoları yüzünden geminin  geldiği yere  gönderilmesi yönünde Türk hükümetine baskı yapıyordu. Almanya'nın o tarihteki müttefiki Romanya yolcuları geri almayacağını bildirmişti. Türk  makamları ise, gemidekilerin esas niyetinin İstanbul'a çıkmak olduğunu söyleyerek her türlü giriş çıkışı yasaklamıştı. Zamanın İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Demir olaya daha insancıl yaklaşmaya başlamıştı ki, o günlerde aniden karısı vefat etti. Yerine gelen vekil işi yokuşa sürmeye başladı. Türk yetkililer gemiye her türlü giriş çıkışı yasaklamıştı. Sahile yüzerek çıkan bir genç yakalanıp geri getirilmişti. Yahudiler ortada kalmıştı. Onları kimse istemiyordu.  Gidebilecekleri hiç bir yer yoktu.  Ancak ölmelerine izin vardı.

Gemidekiler  korkunç durumda idiler. Bu sırada Yahudi Cemaati  liderleri  Rıfat Karako ve  özellikle Simon Brod, resmi makamlarla olan iyi ilişkilerini kullanarak gemiye  Kızılay aracılığı ile sıcak yemek dağıtılmasını sağladılar.  Masraflar, Amerikan Yahudi Komitesinin gönderdiği 10.000 dolardan  karşılanıyordu. Yazışmalarla geçen 62 korkunç günden sonra İngiltere,  yaşları 11 ile 16 arasında olan 28 çocuğa seyahat belgesi verebileceklerini açıkladılar. Ama Türk makamlar buna da izin vermediler. Gemidekiler çarşaflara "emmigrants juifs - Yahudi mülteciler" yazdılar bunu geminin bordasına astılar.   Tepeye de "sauvez nous-bizleri kurtarın"  şeklinde bir bayrak çektiler. 

Türk makamlar buna çok kızdılar. 200 Türk polisi gemiye çıktı. O zavallı insanlara tekme, tokat ve copla giriştiler. Onları döve döve  güverte altına soktular. Peşinden geminin çıpasını kestiler ve  Alemdar  kılavuz gemisi  ile Karadeniz'e gönderdiler.  Gemi uzaklaşırken beyaz çarşafın  üzerinde şu satırlar  okunuyordu.  "Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti... Bizi kurtarın..." Ölüm gemisi Karadeniz'de başıboş sürüklenmeye başladı.

Allah'ım,  bu kadar yıl sonra bile yazmaya dahi  dayanamıyorum... Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti (!) Sonra olanları biliyorsunuzdur. Bir Rus denizaltısı gemiyi açık denizde torpilledi. Gemideki herkes öldü.

Bir kişi hariç.

Davit Stoiler.  Yardıma gelen 12 kürekli Türk yardım sandalı  3 ceset ile yalnızca bu delikanlıyı bulabildi. 19 yaşındaki Davit, ümidi kesilince,  cebindeki çakı ile bileklerini keserek ölmeye karar verir. Fakat donma noktasındaki elleri ile çakıyı açamaz.  Tam o sırada yardıma gelenler onu kurtarırlar. 

Esasında kurtulan yalnız Davit Stolier değildi.  Gemide  Standart Oil Company of New York    (Kısaca Socony-şimdiki  adıyla Mobil)  petrol şirketinin Romanya Genel Müdürü Martin Segal karısı Elvira ve çocukları Alexander de vardı. Şirketin Türkiye Temsilcisi ise Vehbi Koç idi. Vehbi Koç o yıllarda Amerika'nın kara listesindeydi. Çünkü Almanya'ya, Türkiye'den, silah sanayiinde kullanılan krom  madeni ihraç etmekteydi. Kara listeden çıkış bileti ise Segal ailesi idi. Vehbi Koç zamanın içişleri bakanı  Faik Öztrak'a yaptığı özel rica sayesinde, gemi Karadeniz'e kovalanmadan,  Segal ailesini motorla gemiden  çıkartmaya muvaffak oldu. Böylece Koç, kara listeden çıkar ve bu  palazlanmasında önemli bir rol oynar.

Ayrıca Medea Salamovic isimli 4 aylık  hamile bir kadın da  kanama geçirdiği için gemiden çıkartılarak Balat'taki Or  Ahayim hastanesine yatırılmış bu sayede felaketten mucize kabilinde kurtulmuştu.  Onu kurtaran, doğmamış 4 aylık bebeği olmuştu.

Geri kalan herkes Karadeniz'in karanlık sularına gömülmüştü. Gemi personeli dâhil.

Sonra neler oldu bir bakalım... Ve hatırlayalım... Ve genç nesillere aktaralım, unutmasınlar, unutturmasınlar... O yıllarda suçu herkes gemiyi torpilleyen  Rus denizaltısına attı. Öyle ya o batırmıştı. Oysa açlık ve dizanteri ile zaten işkence çeken, soğuktan titreyen o insanlar için patlayan bir gemide bir anda ölmek ötenazi gibi bir şeydi, kurtuluştu. Rus denizaltısı için Struma, açık denizde telsize cevap ver(e)meyen kimliği belirsiz yabancı bir gemiydi. İngiltere, Almanya, Romanya ve Türkiye  aklanmak için kabahati Ruslara atacaklardı. Türkiye'de o yıllarda iktidarda bulunan Refik Saydam Hükümeti,  daha sonra "Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlar için vatan hizmeti göremez. Bizim tuttuğumuz yol budur. Kendilerini bu yüzden İstanbul'da alıkoyamadık." şeklinde açıklama yapacaktı.

Yıllar geçti. Bu insanlık ayıbının hatırlanması kimsenin işine gelmiyordu. Herkes işbirliği içinde olayı tarihe gömmek istiyordu.  Öyle ya, zaten ölenler Yahudilerdi, kıymeti olmayan insanlar..

Ama gömemediler.  

Önce 1990 yılında Umut Sanat adlı bir kuruluş facianın belgesini yapmaya kalktı. Ama bir sonuç çıkmadı. Peşinden faciada büyükanne  ve büyükbabasını kaybeden bir İngiliz,  Greg Buxton, 2000 yılında   batığın yerini aramaya başladı. Fakat gemiyi Teknik Dalış Takımından (TDT) aldığı destekle çalışmalarını yürüten Sualtı Araştırmaları Derneği,  üç yıllık bir çalışmanın ardından bulmayı başardı. Gemi, İstanbul Boğazı'nın 6 mil kuzeyinde, 70-80 metre derinliğinde bulundu.  Olay basında geniş yer buldu. Hatıralar tazelendi.

24 Şubat 2012 de  İstanbul'da bir anma töreni yapıldı. Geminin battığı yılda 15 yaşında olan İsak Alaton'un söylediklerine kulak verelim:

"Babam Hayim Alaton yardım komitesindeydi. 2 ay boyunca o insanların hayatta kalması için elimizden geleni yaptık.  Gemiye ilaç ve yiyecek taşıyanların arasında ben de vardım. Bilerek yaptılar. Ankara emir verdi. 769 Yahudi öldü. Bilinçli bir cinayetti. Türkiye'nin artık  özür dilemesinin vakti geldi."



Fakat hadisenin özellikle geniş insan kitleleri tarafından öğrenilmesini sağlayan Zülfü Livaneli'nin " Serenad"  adlı romanıdır. Zülfü Livaneli romanında olayı bütün çıplaklığı ile anlatır.

Davit Stoiler ise yaşama tutunabildi.  O zaman Yahudi Cemaati başkanlarından  Simon Brod'un özel çabaları ile bir müddet Türkiye’de alıkonduktan sonra  Suriye üzerinden İsrail'e gönderildi. Daha sonra Oregon'a yerleşen  ve ayakkabı fabrikası kurarak zengin olan Davit,  2001 yılında Şile'ye gelerek kendisini kurtaranlardan  İsmail Aslan ile buluşur.  2014 Mayıs ayında 91 yaşında iken vefat eder.

Ve 24 Şubat  2015. TC. Devleti Struma'yı anmak için bir tören düzenler. Bu sene de düzenlenecekmiş. Kimse özür filan dilemez ama olanlar anlatılır. Dualar edilir, denize çelenkler atılır, yani  sizin anlayacağınız hikâye... Strumanın anısı bugün İsrail'de Ashdod kentinde bir heykelle ölümsüzleştirilmiştir.


Pek çoğunuzun bu kadar detaylı değilse de Struma'nın acı hikâyesinin bildiğinizi tahmin ediyorum. Ancak  bunun gibi Türk kara sularına utançlık abidesi şeklinde gömülen yalnız Struma değildir. Yüzen tabut Salvador, Mefkûre bunlardan bir kaçı. Ama gemi hikâyelerinin en önemlisi Exodüs’tür… Şu kadarını söyleyeyim ki Exodüs’ün hikâyesi hiç de filminde anlatıldığı gibi değildir.

Hoşça kalın, sevgiyle kalın...

Aaron Baruch   (Ankaralı)


1 yorum:

  1. Suçlu kim? CHP mi,devlet mi yoksa baskı yapan Almanya veya Inglizler mi ?

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.