16 Haziran 2018 Cumartesi

YERUŞALAYİM














Yıl 1947.Günlerden yirmi dört Mayıs cumartesi.  Yer Yeruşalayim’in surlar içerisinde kalan eski şehirdeki (old city)  Ermeni Manastırı.

Ürdün’lü Araplar’la çarpışan Yahudiler, kuşatma altındaki Yeruşalayim’in,  içinde dua tepesinin ve Kotel’in de (Ağlama duvarının olduğu alan)   bulunduğu bu bölgesini sonuna kadar savunmakta kararlıydılar. Ama sona gelinmişti.

Bir sedyede yatan İngiliz kızı Esther Cailingold can çekişiyordu. Korkunç acılarını hafifletecek morfin de kalmamıştı. Yanında yatan yaralı, bir ihtiyarın gelerek, kızın üzerine eğilip elindeki tek uyuşturucuyu -bir sigara- kıza verdiğini gördü. Esther sigarayı almak üzere elini uzattı. Ama sonra indirdi kolunu.

-Hayır diye mırıldandı, bugün shabbat.

Bunlar genç kızın son sözleri oldu. Birkaç dakika sonra komaya girdi. Eski mahalledeki savaş sırasında başına bir şey gelebileceğini düşünerek beş gün önce annesiyle babasına yazdığı mektup yastığının altındaydı. Genç İngiliz kızının bıraktığı vasiyetname idi bu.

Sevgili anneciğim ve babacığım,
Benden gelebilecek bütün haberleri dilediğim serinkanlılıkla kabullenmenizi rica etmek üzere size yazıyorum. Zor bir savaş sürdürüyoruz. Cehennemi tanıdım, ama savaşın sonunda umutlarımızın gerçekleşeceğini göreceğimizden emin olduğum için, bu zahmete değiyor. Hayatımı doludizgin yaşadım, burada topraklarımızın üzerinde yaşamak bana çok tatlı geldi.
Yakında bir gün, hepinizin buraya geleceğinizi ve mücadelemizin ürünlerini tadacağınızı umuyorum. Mutlu olun ve beni sadece sevinçle hatırlayın.
Şalom,
Esther.

Genç kızın yanında uzanmış yatan kızıl sakallı dev, kızın soluğu gitgide hafiflemeye başladığında hıçkıra hıçkıra ağlamaya koyuldu. Dışarıda Esther’in uğruna can verdiği mahalleyi kasıp kavuran alevler, geceyi kızartıyor ve karanlığa kıvılcım kümeleri fırlatıyordu.

Karanlıkta sedyede kan revan içerisinde yatmakla olan kızıl sakallı dev Yeshuva Cohen, çocukken sık sık okuduğu Tora’nın (Yahudiler ’in kutsal kitabı) bir ayetini hatırlıyordu. Önce hafiften, sonra gitgide daha da yüksek perdeden, bas ve derinden  gelen sesiyle ve olanca gücüyle, ortalığı çınlatana dek bu ayeti okumaya koyuldu. Karanlıkta yatan çevresindeki öteki yaralılar da ona katıldılar. Yüksek kubbelerin altında az sonra bir gurur şarkısı, bir meydan okuma yükseldi.

-Yehuda kan ve alev içinde yok olacak, kan ve alevden doğacak yine…

Yahudiler Yeruşalayim’in bu en eski mahallesini savunmaya muvaffak olamamışlardı. Sonunda sağ kalan otuz bir Haganah askeri Kızılhaç’ın aracılığıyla teslim oldu. Sıra Yahudilerin, Yeruşalayim’in bu kutsal bölgesini terk etmesine gelmişti. 
.
Çağdaş Yahudi tarihinin en kısa ve acı sürgünü güneş batmadan az önce başladı. Yahudi mahallesinde oturanlar, Sion kapısını Yeni Şehir’den ayıran beş yüz metrelik yolu geçmek için yürümeye başladılar. Yeruşalayim’in eski surları içerisinde iki bin yıl neredeyse kesintisiz süren Yahudi varlığı sona eriyordu.

Atalarının alınlarını sürerek parlattıkları kutsal duvarlarının, öteki kalıntılarla birlikte yok edilmesinden korkuyorlardı.

Sürgünler Sion kapısından geçmeye başladıklarında yağmacılarla başıbozukların çıkardığı yangınlar Yahudi mahallesindeki evlerini yakmaya başlamıştı bile…

En acınacak görüntüyü ihtiyarlar meydana getiriyorlardı. Belleri bükülmüş, sakalları pis, takkeleri yağlı, arkalarında, öğrenmekle geçen bütün bir hayatı bırakıyorlardı. Bir talih sonucu evlerinin önünden geçenler kafileden ayrılarak, kapılarındaki mezuzaları (Her Yahudi’nin evinin kapısında bulunan içinde Tora’dan pasajlar bulunan kutucuk) öpüyorlardı.
Sion kapısına varırlarken, yaşlı bir haham aniden sıradan çıktı. Ve Antione Albine adlı Hristiyan Arap’ın  kollarına koca bir paket bıraktı.

-Sinagogun kutsal bir eşyası dedi. Size emanet ediyorum. Koruyun bunu.

Otuz üç metre uzunluğundaki ceylan derisinden parşömene elle yazılmış yedi yüz yıllık bir Tora’ydı bu.

Albine bunu on bir yıl sakladı. Sonra Yeruşalayim’in Arap mahallesini ziyarete gelebilen ilk hahama teslim etti. Seçkin bir bilgin olan ve Siyonizm’e karşı görüşleriyle tanınan haham Eimer Berger, Tora’yı bir New York sinagoguna armağan etti.

1967 Haziranında altı günlük savaşta İsrael, zamanın Ürdün kralı Hüseyin’den iki kere Yeruşalayim’e yönelttiği top ateşini kesmesini istedi. Ürdün ateşe devam etti.  Sonunda İsrael paraşütçüleri kırk sekiz saat süren çarpışmalardan sonra on dokuz yıl evvel terk ettikleri eski şehri geri aldılar. Bu zaferin ardından allak bullak olan kalabalık, kutsal Ağlama Duvarına koştu. Paraşütçüler, kendilerinden geçen hahamlar, bakanlar, kadınlar, çocuklar şükran dualarıyla hıçkırıklarla duvarlarına kavuştular. Kalabalığın arasında 1948 yılında burayı savunmak için canlarını vermeye hazır iki komutan da vardı. Dov Joseph ve David Saltiel…

Yahudiler’i, kendileri için kutsal Ağalama Duvarına, bölgenin Ürdün hâkimiyetinde olduğu on dokuz yıl boyunca yaklaştırılmadılar, ziyaretlerine izin verilmedi.

1967 yılında bölge İsrael hâkimiyetine geçtiği günden beri her inanıştan insana ibadet serbesttir. Müslümanlar için kutsal Kubbetüs Sahra ve Mescid-i Aksa Ürdün’e bağlı İslami vakıf tarafından yönetilmektedir. 

İslami Vakıf, bu mekâna Yahudilerin girmesini yasaklamıştır. Bu gün hala bu yasak sürmektedir.

Oysa İsrael, mekânın yönetimini İslami Vakıf’a kendi elleriyle teslim etmiştir. Hem de bölge İsrael’in eline geçtiğinin ertesi günü… Ne kafa be!

Bir gün Yeruşalayim’e gelirseniz Kotel’e geldiğinizde, bizlerin burayı ziyaret edebilmemiz için kanlarını canlarını veren insanların ruhlarına  bir kadiş (Yahudiler’in ölünün arkasından okuduğu dua) okuyun ve onların aziz hatıralarını bir kez daha anın. Bastığınız o taşların her birinde, o kahramanların kanları olduğunu unutmayın.

Aaron Baruch   (Ankaralı)

Kaynakça : Nerdeyse yazımın tümünü  Kudüs ey Kudüs   - (Dominique Lapierre / Larry Colins) kitabından aldım. İsrael ve Yeruşalayim hakkında bilgi edinebilmek için bu günlerde yeni bir baskısı da yapılan bu kitabı şiddetle tavsiye ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.