Yıl 1947.Günlerden yirmi dört Mayıs cumartesi.
Yer Yeruşalayim’in surlar içerisinde kalan
eski şehirdeki (old city) Ermeni Manastırı.
Ürdün’lü Araplar’la çarpışan Yahudiler,
kuşatma altındaki Yeruşalayim’in, içinde
dua tepesinin ve Kotel’in de (Ağlama duvarının olduğu alan) bulunduğu
bu bölgesini sonuna kadar savunmakta kararlıydılar. Ama sona gelinmişti.
Bir sedyede yatan İngiliz kızı Esther
Cailingold can çekişiyordu. Korkunç acılarını hafifletecek morfin de
kalmamıştı. Yanında yatan yaralı, bir ihtiyarın gelerek, kızın üzerine eğilip
elindeki tek uyuşturucuyu -bir sigara- kıza verdiğini gördü. Esther sigarayı
almak üzere elini uzattı. Ama sonra indirdi kolunu.
-Hayır diye mırıldandı, bugün shabbat.
Bunlar genç kızın son sözleri oldu.
Birkaç dakika sonra komaya girdi. Eski mahalledeki savaş sırasında başına bir
şey gelebileceğini düşünerek beş gün önce annesiyle babasına yazdığı mektup yastığının
altındaydı. Genç İngiliz kızının bıraktığı vasiyetname idi bu.
Sevgili anneciğim ve babacığım,
Benden gelebilecek bütün haberleri dilediğim
serinkanlılıkla kabullenmenizi rica etmek üzere size yazıyorum. Zor bir savaş
sürdürüyoruz. Cehennemi tanıdım, ama savaşın sonunda umutlarımızın
gerçekleşeceğini göreceğimizden emin olduğum için, bu zahmete değiyor. Hayatımı
doludizgin yaşadım, burada topraklarımızın üzerinde yaşamak bana çok tatlı
geldi.
Yakında bir gün, hepinizin buraya
geleceğinizi ve mücadelemizin ürünlerini tadacağınızı umuyorum. Mutlu olun ve
beni sadece sevinçle hatırlayın.
Şalom,
Esther.
Genç kızın yanında uzanmış yatan kızıl
sakallı dev, kızın soluğu gitgide hafiflemeye başladığında hıçkıra hıçkıra
ağlamaya koyuldu. Dışarıda Esther’in uğruna can verdiği mahalleyi kasıp kavuran
alevler, geceyi kızartıyor ve karanlığa kıvılcım kümeleri fırlatıyordu.
Karanlıkta sedyede kan revan içerisinde yatmakla
olan kızıl sakallı dev Yeshuva Cohen, çocukken sık sık okuduğu Tora’nın (Yahudiler
’in kutsal kitabı) bir ayetini hatırlıyordu. Önce hafiften, sonra gitgide daha da yüksek perdeden, bas ve derinden gelen sesiyle ve olanca gücüyle, ortalığı
çınlatana dek bu ayeti okumaya koyuldu. Karanlıkta yatan çevresindeki öteki
yaralılar da ona katıldılar. Yüksek kubbelerin altında az sonra bir gurur
şarkısı, bir meydan okuma yükseldi.
-Yehuda kan ve alev içinde yok
olacak, kan ve alevden doğacak yine…
Yahudiler Yeruşalayim’in bu en eski
mahallesini savunmaya muvaffak olamamışlardı. Sonunda sağ kalan otuz bir Haganah
askeri Kızılhaç’ın aracılığıyla teslim oldu. Sıra Yahudilerin, Yeruşalayim’in
bu kutsal bölgesini terk etmesine gelmişti.
.
Çağdaş Yahudi tarihinin en kısa ve acı
sürgünü güneş batmadan az önce başladı. Yahudi mahallesinde oturanlar, Sion
kapısını Yeni Şehir’den ayıran beş yüz metrelik yolu geçmek için yürümeye
başladılar. Yeruşalayim’in eski surları içerisinde iki bin yıl neredeyse
kesintisiz süren Yahudi varlığı sona eriyordu.
Atalarının alınlarını sürerek parlattıkları
kutsal duvarlarının, öteki kalıntılarla birlikte yok edilmesinden korkuyorlardı.
Sürgünler Sion kapısından geçmeye
başladıklarında yağmacılarla başıbozukların çıkardığı yangınlar Yahudi
mahallesindeki evlerini yakmaya başlamıştı bile…
En acınacak görüntüyü ihtiyarlar meydana
getiriyorlardı. Belleri bükülmüş, sakalları pis, takkeleri yağlı, arkalarında,
öğrenmekle geçen bütün bir hayatı bırakıyorlardı. Bir talih sonucu evlerinin
önünden geçenler kafileden ayrılarak, kapılarındaki mezuzaları (Her Yahudi’nin
evinin kapısında bulunan içinde Tora’dan pasajlar bulunan kutucuk) öpüyorlardı.
Sion kapısına varırlarken, yaşlı bir
haham aniden sıradan çıktı. Ve Antione Albine adlı Hristiyan Arap’ın kollarına koca bir paket bıraktı.
-Sinagogun kutsal bir eşyası dedi. Size
emanet ediyorum. Koruyun bunu.
Otuz üç metre uzunluğundaki ceylan
derisinden parşömene elle yazılmış yedi yüz yıllık bir Tora’ydı bu.
Albine bunu on bir yıl sakladı. Sonra
Yeruşalayim’in Arap mahallesini ziyarete gelebilen ilk hahama teslim etti.
Seçkin bir bilgin olan ve Siyonizm’e karşı görüşleriyle tanınan haham Eimer
Berger, Tora’yı bir New York sinagoguna armağan etti.
1967 Haziranında altı günlük savaşta İsrael,
zamanın Ürdün kralı Hüseyin’den iki kere Yeruşalayim’e yönelttiği top ateşini
kesmesini istedi. Ürdün ateşe devam etti.
Sonunda İsrael paraşütçüleri kırk sekiz saat süren çarpışmalardan sonra
on dokuz yıl evvel terk ettikleri eski şehri geri aldılar. Bu zaferin ardından
allak bullak olan kalabalık, kutsal Ağlama Duvarına koştu. Paraşütçüler,
kendilerinden geçen hahamlar, bakanlar, kadınlar, çocuklar şükran dualarıyla
hıçkırıklarla duvarlarına kavuştular. Kalabalığın arasında 1948 yılında burayı
savunmak için canlarını vermeye hazır iki komutan da vardı. Dov Joseph ve David
Saltiel…
Yahudiler’i, kendileri için kutsal Ağalama
Duvarına, bölgenin Ürdün hâkimiyetinde olduğu on dokuz yıl boyunca yaklaştırılmadılar,
ziyaretlerine izin verilmedi.
1967 yılında bölge İsrael hâkimiyetine
geçtiği günden beri her inanıştan insana ibadet serbesttir. Müslümanlar için
kutsal Kubbetüs Sahra ve Mescid-i Aksa Ürdün’e bağlı İslami vakıf tarafından
yönetilmektedir.
İslami Vakıf, bu mekâna Yahudilerin
girmesini yasaklamıştır. Bu gün hala bu yasak sürmektedir.
Oysa İsrael, mekânın yönetimini İslami
Vakıf’a kendi elleriyle teslim etmiştir. Hem de bölge İsrael’in eline
geçtiğinin ertesi günü… Ne kafa be!
Bir gün Yeruşalayim’e gelirseniz Kotel’e
geldiğinizde, bizlerin burayı ziyaret edebilmemiz için kanlarını canlarını
veren insanların ruhlarına bir kadiş (Yahudiler’in ölünün arkasından okuduğu dua) okuyun
ve onların aziz hatıralarını bir kez daha anın. Bastığınız o taşların her
birinde, o kahramanların kanları olduğunu unutmayın.
Aaron Baruch (Ankaralı)
Kaynakça : Nerdeyse yazımın tümünü Kudüs ey Kudüs - (Dominique Lapierre / Larry Colins)
kitabından aldım. İsrael ve Yeruşalayim hakkında bilgi edinebilmek için bu
günlerde yeni bir baskısı da yapılan bu kitabı şiddetle tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.