1867'de Mark Twain Filistin’i ziyaret eder ve izlenimlerini yazar. O
zamanlar bölgede bir ağaca bile rastlamak zordur, arazi çöldür ya da
kayalıktır, her taraf taşlarla kaplıdır. Sahiller ise bataklık halindedir. Hayat
olmayan bu yerlerde yabani otlar bölgeyi ele geçirmişlerdir. Filistin küllerin
üstünde oturuyordu.
İlk Siyonistler 1900'lerin başlarında Filistin’e geldiklerinde “süt
ve bal” ülkesinin durumu buydu. Onlar İsrael’in en önemli yapı taşları
olan kolektif köyleri, kibutzları ve moşavları kurdular. Modern İsrael bu köylerde
doğmuştur. Eşit ve kolektif.
Elbette ki bu köylerde tarım yapılacaktı. Kurulması hayal edilen ülkenin en
hayati konularından biri tarımdı. Tarım yapılmayan bir ülke olabilir miydi?
Ancak nasıl? Dünyanın pek çok ülkesinde zoraki misafir olan Yahudiler’in toprak
sahibi olması ya da tarımla uğraşması yasaktı. Dolayısıyla Yahudiler topraktan,
tarımdan anlamazdı. Ancak Rusya’da az miktarda çiftçi vardı. Geldiler. Yavaş
yavaş “vaat edilen topraklarına” döndüler. Yürüyerek bile gelenler
vardı. Ne yazık ki geldiklerinde bal ve süt bulamadılar.
Gelenler, İsrael daha kurulmadan evvel, belki de kurulmasına mani
olabilecek müthiş bir düşmanla karşılaştı. Sivrisinek. Malarya mikrobu taşıyan
sivrisinekler. O dönemde tüm İsrael’de yaşayan Yahudiler’in üçte biri malaryaya
yakalandı.
Sivrisineklerden kurtulmaları için bataklıkları kurutmaları gerekliydi.
Neredeyse tüm sahil bataklıktı. Bataklıkları kurutmak için su kanalları
açtılar. Akıntıların yönünü değiştirdiler. Bünyesinde çok su tutabilen
okaliptüs ağaçları ektiler. Senelerce uğraştılar. Sonunda kuruttular ve sivrisineklerden kurtuldular. Taşlık arazilerde tek tek taşları topladılar. Büyük taşları kırdılar.
Arazileri kayalardan yabani otlardan temizlediler. Elleriyle…
Tarım alanları açtılar. Bataklıklar, taşlı araziler yeşermeye başlamıştı. Her yerde portakal ağaçları boy veriyordu. Negev çölü üzüm bağları ile rengârenkti. Özellikle Ürdün vadisi boydan boya yemyeşil tarlalarla dolmuş, ekmek teknesi olmuştu. Her yerde çiçekler açıyor, bir ülke doğuyordu. İsrael bugün, kendi ihtiyacının neredeyse tümünü üretebilen, milyarlarca dolarlık tarım ürünü ihraç edebilen, tarım teknolojisinde ise dünya lideri olan bir ülke.
Tarım alanları açtılar. Bataklıklar, taşlı araziler yeşermeye başlamıştı. Her yerde portakal ağaçları boy veriyordu. Negev çölü üzüm bağları ile rengârenkti. Özellikle Ürdün vadisi boydan boya yemyeşil tarlalarla dolmuş, ekmek teknesi olmuştu. Her yerde çiçekler açıyor, bir ülke doğuyordu. İsrael bugün, kendi ihtiyacının neredeyse tümünü üretebilen, milyarlarca dolarlık tarım ürünü ihraç edebilen, tarım teknolojisinde ise dünya lideri olan bir ülke.
İsrael devleti kuruluşunun ilk yirmi yılında tarımda çok büyük şeyler
başarmıştı, ve müthiş başarı daha da gelişerek devam etti. İsrael’li çiftçiler
ilk yıllardan sonra hayat standartlarını ikiye katladılar. Dış ülkelerden nasıl
yapıldığını yerinde görüp öğrenmek isteyen insanlar geliyorlardı.
1970’lerde İsrael, bugün tarım teknolojisinin en büyük buluşu olan damlama su sistemini yarattı. Vahşi sulama yerine her bitki kökünün damla damla
sulandığı, %70 su tasarrufu sağlayan teknoloji. Zamanla geliştirildi. Artık
toprağın sıcaklığı bu sayede kontrol edilebiliyor her bitkinin ihtiyacı olan
besinler bilgisayarlarla denetlenerek bitkinin köküne damla damla
verilebiliyordu. 12 ay sürekli ürün alınmaya başlandı.
Özellikle Arava bölgesi sebze endüstrisinin merkezi olmuştu. Bölge deniz seviyesinin
150 metre altında ve tamamen çöl. Arava’da, yazın sıcaklık 40 dereceye varır.
Kış aylarında gündüzler 25 derece, geceler ise 0 derece olur. Bu yüzden yazın
seralarda klimalar çalıştırılıyor, kışın ise geceleri ısıtılıyor. Yer altı suları
tuzlu ve tarıma elverişli değil. Ancak güneş enerjisi ile sular damıtılıyor ve
kullanışlı hale getiriliyor. Bu seraların bir metrekaresi 10 bin dolara mal
oluyor. Burada 30 bin dönüm arazide 7 çiftlik kurulmuş. İsrael’in sebze meyve
ihtiyacının % 66’sı burada üretiliyor. Ayrıca çiçekçilik de yapılıyor. Yılda
bir metrekare seradan 350 gül alınabiliyor ve Avrupa’ya ihraç ediliyor.
Hurma bahçeleri ise 5 bin dönüm arazi üzerine kurulmuş. Hurma yer altındaki
tuzlu suyla sulanabilen tek bitki. Yılda tam 4 kere hasat yapılabiliyor.
Avrupa’ya ve üçüncü kişiler üzerinden Müslüman Arap ülkelerine de ihracat
yapılabiliyor.
Suyu 2-3 kere kullanabilecek yöntemler yaratmışlar. Su büyük çapta deniz
suyunun arıtılmasından elde ediliyor. Ayrıca Negev çölünün altında bulunan
jeotermal sularla sulanan bitkilerin daha tatlı olduğu tespit edilmiş. İsrael bunları ”tatlı çöl sebzeleri” olarak
pazarlıyor.
Şimdilerde topraksız tarım başladı. 8-10 cm. çapında boruların içleri
bitkilerin sevdikleri, ihtiyaçları olan maddelerle dolu uygun sıcaklıkta su ile
dolu. Bu boruların üzerlerini delip filizlenmiş bitkileri bir nevi ekiyorlar.
Kısa sürede gelişmiş ürün elde ediyorlar. Bu tarım binaların çatılarında bile
yapılabiliyor.
1970lerde İsrael “Chery (kiraz) domatesi” buldu. Bu
domates zararlılardan daha az etkileniyordu ve raf ömrü daha uzundu.
İsrael’li çiftçiler bir başka patates türü olan “batata” üretmeyi
başardı. Normal patates şeker ihtiva eder. Batata daha tatlı olmasına rağmen
şeker ihtiva etmez. Tuzlu su ile sulanabilir ve kuru çöl ikliminde
üretilebilir. Bugün batata, Mısır’da, Fas’ta, Ürdün’de büyük miktarda üretiliyor.
İsrael’li çiftçiler çekirdeksiz karpuz üretmeyi başardılar.
Dünya bundan 10-12 sene evvel “organik tarım” ile
tanışmaya başladığında İsrael’de 40 senedir organik tarım yapılıyordu.
Neydi bu organik tarım?
Bitkilerin bir sürü zararlıları vardır. Böcekler. Sebzelerin yapraklarını
yiyen böcekler çok büyük zarar verirler. Bu zararlılarla uğraşmanın yolu tarım
ilaçlarıdır. Ama bu da zararlıdır. Resmen zehirdir. Vatandaşı olmaktan gurur
duyduğum İsrael, bakın buna nasıl bir çözüm bulmuş? Önce zararlı
böcekleri optik cihazlarla çok yakından incelemeye başlamışlar. O küçük
zararlı böcekleri yiyen sinekler olduğunu keşfetmişler. Ancak bu sineklerin
mikrop ve bakteri taşıma riski varmış. Sinekleri
radyoaktif ortamda steril hale getirmişler, sonra salmışlar seralara. Sonuç
harika olmuş. Zararlı böcekler yok olmuş. 32 başka ülkenin çiftçilerini de
steril sinek kullanmaya ikna etmişler. Sinek ihracatı başlamış.
Bir başka zararlı böceği yok etmek için akıllara zarar bir yöntem
bulmuşlar. Böceklerden çiftleşemesin diye ses dalgaları göndermişler. Öyle bir
ses dalgası ki insanlar bunu işitemiyor ama böcekler o gürültüde çiftleşemiyor.
Böcek nüfusu yok olmuş.
Bir de Akdeniz meyve kurdu var ki, işte belanın büyüğü oymuş. Onu da
durdurmak için erkek böcekleri hadım etmenin yolunu bulmuşlar. Meyve kurdu üreyememiş.
Sorun çözülmüş.
Tarla fareleri ile uğraşmışlar. Eskiden
bir fare yuvası bulunduğunda oraya bir zehir bırakırlarmış. Fare de onu yiyip
ölürmüş. Ancak yağmur suları ile zehir toprağa da karışırmış. Ve doğa
kirlenirmiş. Fare yiyen bir çeşit baykuşu bölgede konuşlandırmışlar. Sonuç
harika. Ama bir problem çıkmış. Baykuşlar Ürdün’e doğru uçtuklarında Ürdünlüler
baykuşları vuruyormuş. Çünkü baykuş Ürdün’de uğursuz kabul ediliyor. Bunun
üzerine Ürdün’e gidip oralı çiftçileri davet etmişler, “vurmayın şu kuşları,
gelin bakın biz burada neler yapıyoruz?” demişler. Ürdünlü çiftçiler gelmişler.
Görmüşler ve ikna olmuşlar. Şimdi neredeyse yok olma tehlikesi olan baykuşların
yuvaları 2600 den fazla. Daha da artıyor. Sonra Filistinli Arap
çiftçileri de ikna etmişler. Şimdilerde diyorlar ki “Orta Doğu’ya barış
bir gün gelirse güvercin ile değil, baykuşla gelecek.”
Seralarda rüzgâr olmadığı için doğal
tozlaşma olamaz. Bunun yerine arıları kullanmışlar. Hiçbir çiçeği atlamayan
arılar “arı gibi” çalışmışlar ve ürün % 25 artmış. Bu gün
Kaliforniya çilek üretiminin % 60’ı bu yolla yapılıyor.
Yapılan bu buluşlar sayesinde zararlılardan daha az etkilenen, bitkisel
hastalıklara daha dayanıklı, raf ömrü daha uzun ve üzerlerinde kimyasal atıklar
olmayan, organik ürünler elde edildi.
Tohumların saklanabilmesi de bir problem. Onu da çözdüler. Son derece basit
bir şekilde depolamayı başardılar. Bunu başka ülkelerle de paylaştılar. İsrael
ihtiyacı olan ülkelere yardım ediyor. Pakistan’la İsrael’in arasında hiçbir
diplomatik ilişki yoktur ancak bu yöntem orada da kullanılır. Negev Ben-Gurion
Üniversitesi, Bostwana üniversitesi ile işbirliği yaptı. Bu sayede damla sulama
teknolojisi Afrika’ya yayılıyor. Mucize gibi bir hikâye değil mi? Esasen
İsrael bütünüyle bir mucize değil mi?
Gelişmekte olan, özellikle Türkiye gibi ülkelerin liderleri İsrael’e sövmek
yerine, onu taklit etseler halkları için çok daha faydalı bireyler yapmış
olurlar. Bu gün samandan patatese kadar pek çok tarım ürününü ithal etmek zorunda
kalan Türkiye, bir zamanlar dünyada kendi kendini doyurabilen yedi ülkeden
biriydi. Yanlış politikalar ülkeyi mahvetti. Yazık…
Esen kalın.
Aaron Baruch (Ankaralı)
Kaynakça:
BİTKİLERİN LÜKS OTEL ODASI :http://www.ulusaltarim.com/2099/israil%E2%80%A6colde-yaratilan-tarim-mucizesi
İSRAEL’İN ÇÖLDEKİ MUCİZESİ : http://www.milliyet.com.tr/fotogaleri/49325-yasam-israil-in-coldeki-mucizesi/2
İSRAEL’DE TARIM :
nw dense yeridir.... Kimi çölü yeşertir kimi yeşili çöle çevirir
YanıtlaSil