12 Mart 2021 Cuma

BİR ANKARA EFSANESİ – “PİKNİK”

 








Bu bir efsane mekânın gelecek kuşaklara aktarılması, hatta Zeugma gibi korunması gereken gerçek öyküsüdür. Şimdi sizlere 1953 ile 1986 yılları arasında Ankara’nın efsane şarküteri – lokantanın, dolayısıyla bir dönemin “ne yazarsam yazayım, mutlaka birçok şeyin eksik kalacağı” öyküsünün anlatacağım.

Öykümüz Reşat Önat’la başlıyor. 1940’larda Reşat bir yandan okurken bir yandan da dayısı Hilmi Öz’ün Özen Pastanesinde çalışıyor, Arnavut Argiri Tanburoğlu ustasından hiçbir okulda örenemeyeceği paha biçilmez iş eğitiminden geçiyordu.

15 Kasım 1953’te Reşat, kardeşi Vahit’le birlikte Tuna Caddesi 1/A’da bir dükkân kiralayarak bir döneme imza atacak meşhur mekanını açtı. Adını Piknik koymuşlardı. Şarküterisi, sandviçi, oturma yerleri ile bir benzeri yoktu. Belediye nasıl bir işletme ruhsatı vereceğini bilemedi, sonunda bu tip yerlere “piknik” diye ruhsat verdiler. İsim babası olmuşlardı.

İstanbul’da kapanan Orman lokantasından Tanaş Mastakas Usta’yı şef olarak getirmişlerdi. Eşi benzeri olmayan mezeleri, şişleri, sosis tavaları Kızılay’da sunmaya başlamışlardı.

Hizmet mükemmeldi. “Hanımefendisiz, beyefendisiz konuşmak kabul edilmezdi. Garsonlar her zaman çok temizdiler, bıyık bırakmak, sigara içmek yasaktı.  Kasiyer parasını aldığı müşteriye güler yüzle teşekkür etmezse masanın altından Reşat Bey’in tekmesini yerdi. Parti ya da takım tutmak yasaktı. Müthiş bir ekip kurulmuştu. Markiz Pastanesi’nden, Degustasyon ve Orman Lokantası’ndan, İtalyan Sefareti’nden büyük paralar verilip ustalar, şefler getirtilmiş müthiş bir ekip kurulmuştu. Şef Garson Vasil 5 lisanı ana dili gibi konuşurdu. Hatta coştuğunda bağıra çağıra Arnavut’ça şarkılar söylerdi.

Reşat ile Vahit hiç patrona benzemiyorlar, oradan oraya koşturuyorlardı, kimi zaman paltosunu tutukları müşterilerin onlara bahşiş verdiği bile oluyordu.

Önce kocaman bir kokteyl bardağının kesilmiş halinin Paşabahçe’ye götürdüler ve bu dev bardaktan 3 bin adet ısmarladılar. Bu bardaklarda bir “Piknik” klasiğine dönecek olan “Arjantin” birasını müşterilerine sunmaya başladılar. Rakı uzun zaman gerektirdiğinden servis edilmezdi. Piknik’te, dünyada henüz fast food yokken muhteşem kalabalıklara sosis tavalar, enfes şişler servis ediliyordu. Piknik kendine özgü bir fast food merkezi olmuştu. 1955’de Muhsin Ertuğrul’un operadaki muhteşem balosunda 750 kişiye inanılmaz bir servis vermişlerdi.

Tümü sigortalı 100 kişi çift vardiya çalışıyordu. Bazı günler 2500 hatta 3000 sandviç satılıyordu. Atatürk Orman Çiftliği’nden gelen günde 30 fıçı bira bazen yetmiyordu.  Hasılat onlar için özel olarak bekletilen banka görevlisine teslim ediliyordu. Ankara’da Koç’tan sonra en yüksek vergiyi ödemişlerdi.

Senede 364 gün çalışırlar yalnız 10 Kasım’larda kapatırlardı. O gün Atatürk’ün muhteşem bir yağlı boya resmini vitrine koyar, çiçeklerle süsleyip üstüne bir de siyah tül bırakırlar, geceleyin de ışıklandırırlardı.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar beyaz eldivenleri ile gelir, meyve suyunu içer, bazen de bir hatıra fotoğrafı çektirirdi.

İsmet İnönü başbakanken bile bankacılık işlemleri için karşıdaki İş Bankası’na bizzat kendisi gelirdi. İşlemler devam ederken Paşa’ya mutlaka Piknik’ten greyfurt suyu istenirdi. Bir gün Paşa bankaya geldiğinde, greyfurt suyu yerine, greyfurt zarlarına kadar soyularak hazırlanan bir tabak küçük bir kaşıkla gönderildi. Vahit bey derhâl bankaya çağırıldı, paşa bu tabağın nasıl hazırlandığını soruyordu.

O zamanlar soğuk hava deposu yok. Greyfurtlar Ürgüp’teki mağaralarda muhafaza ediliyor. Dolayısıyla Piknik’te yaz kış greyfurt eksik olmuyor. Bu olaydan sonra Paşa’ya ve eşi Mevhibe Hanım’a her hafta iki sandık Greyfurt gönderilmeye başlandı. Paşa’nın damadı Metin Toker bir gün Piknik’e geldiğinde “başımıza öyle bir iş açtın ki” diye Vahit beye takılır. Bir gün Reşat Bey Paşa’ya greyfurtları bizzat götürür. Paşa sorar:

-Ne getirdin evladım?

-Paşam, greyfurt getirdim.

Paşa gözlerindeki katarak nedeniyle iyi görememektedir. Reşat beyi tanıyamaz ve der ki:

-Teşekkür ederim, Reşat Bey oğluma selam söyle…

Bir yaz Piknik’in girişine kocaman bir şemsiyenin altına türünün ilk örneği olan 750 kiloluk Carpigiani dondurma makinesi kondu. Kolu indirdiğinde spiral şeklinde külaha akan dondurmayı almak için Ankaralı’lar bazen 100 metrelik kuyruklar oluşturuyorlar, sıranın ucu taa aşağıdaki Büyük Sinema’ya kadar uzuyordu.

Piknik sabahın 06.30’undan gecenin 22.30’una kadar hizmet veriyordu. Çok erken gelen jambon yumurta meraklısı Amerikalılara, memurlara, çoğu belki de şimdi yönetici olan öğrencilere, Çetin Altan’lara, Nuri Altınoklar’a, Arman Talay’lara, tiyatroculara, limonlu portakallı pelte seven Bülent Ecevit gibi siyasilere, üst düzey bürokratlara, Celal Atik gibi şampiyonlara Tanju Okan gibi sanatçılara hizmet veriyorlardı. Hatta Vahit Bey Tanju Okan’ın nikah şahidi olmuştu.  

Öğrencilere, öğrenci olduğundan şüphelenenlere, sarhoş olacağı belli olanlara içki kesinlikle verilmezdi. Ama sarhoş olmuşsa da yanına bir komi verilip evine bırakılırdı. Piknik’te yüzleri kıpkırmızı oluncaya kadar içen pek çok yabancı diplomata da Vatikan’daki rahibe okulundan giysileriyle gelmiş öğrencilere de aynı masada rastlamak mümkündü. Bazen parası çıkışmayan müşterilere Lefter gibi garsonlar, sanki para vermişler gibi masaya bir de paranın üstünü yolluk diye bırakırlardı.

Gar gazinosunda aryalar söyleyen Nico Piknik’in önünden geçerken başını içeri uzatır, bir arya patlatır ve yoluna öyle devam ederdi. İlk “espressoo” Piknik’te içildi. Sevgi Soysal espressosunu yudumlarken yazdığı “Yenişehir’de Bir Öğlen Vakti” eserini Türk Edebiyatına armağan ediyordu. Cenk Koray televizyon programında Piknik’i soru yapmıştı. Bulvarın o noktası “Piknik Durağı” olmuştu. Yolcular inecekleri zaman şoföre “Piknik’te inecek var” diyorlardı.

Mayonez elle karıştırılarak hazırlanır, sandviçler ilk defa Piknik’e özgü olarak yağlı kâğıda sarılarak müşterilere verilirdi. Naylon torbalara ilk defa Piknik’e özgü kırmızı ile Piknik yazılmıştı. Ankaralılar yayın tavayı, cipsi, sahanda sosisi

muhteşem Rus salatasını Piknik’te yediler, sevdiler ve unutamadılar… hardalı bile kendileri yaparlardı.

1960 yıllarda talebe iken Piknik’te kasiyerlik yapan Hayri Ayaz daha sonraları “Türkiye Gençler Tek ve Çift Erkekler Tenis Şampiyonu” olacaktı. 2004 yılında Petkim’in mali müfettişi olarak emekliye ayrılan Hayri Ayaz, Reşat beyi unutmaz ve geldiğinde elini saygıyla öper.

Döviz darboğazı yıllarında Piknik, krem karameli yalnız Ankaralılara tanıtmakla kalmaz, Pan American gibi şirketlerin menüsüne de koyar, Merkez Bankasına her ay 10 binlerce dolar döviz yatırır.

Çocukluğumdan bana kalan çok güzel bir hatıradır Piknik.

Piknik için daha yazılacak çok şey var. Ancak ben bu kadarla iktifa edeceğim. Bu yazının tamamı sayın Yalçın Ergir’in “Piknik yazısından alınmıştır. (Piknik -Tuna Caddesi, 1/A, Yenişehir / Ankara düş hekimi yalçın ergir  http://www.ergir.com)

Aaron Baruch  (Ankaralı)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


2 yorum:

  1. ARONIKO , HELAL OLSUN SANA DOSTUM ...ANILARIMIZI , DILE GETIRDIN ...

    YanıtlaSil
  2. piknik bizimle aynı binadaydı REŞAT VE VAHİT ABİLER ÇOK YAKIN DOSTLARIMIZDI HAYRİ BENİM LİSEDEN OKUL ARKADAŞIMDI ONA MİLLİ DERDİK İYİ ARKADAŞTI EVE YEMEĞE GİTMEDİĞİM ZAMAN DOĞRU PİKNİĞE GİDERDİM HER YEMEK BANA ÇOK LEZZETLİ GELİRDİ BENİM MENÜM ŞİŞ PEYNİRLİ OMLET BEZELYELİ PİLAV VE ARJANTİN BİRA SANDVİÇLERİ DE AYRI GÜZELDİ GEÇMİŞİ HATIRLATTIN SAĞ OL

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.