Yazıma
Ortadoğu ve İslam tarihi üzerine çok sayıda eserleriyle tanınan önemli tarihçi
Bernard Lewis’in şu çarpıcı söylemi ile başlayacağım.
“İcat
edilen tarih, belli bir amaca uygunluk sağlamak üzere tarihin değiştirilerek
anlatımıdır. Bu şekilde tarihi yazmaya soyunanlar tarihin olduğu gibi değil de
öyle olmasını tercih ettikleri gibi yeniden yazmayı tercih ederler.
İcat
edilen tarihin amacı, olayları süslemek, tatsız geçmişi düzeltmek veya ortadan
kaldırarak daha uygun hale getirmektir.”
Bugüne
kadar Türkiye Cumhuriyeti tarihi ile ilgili yazılarımda 1923 (Cumhuriyetin kuruluşu)
ile 1955 (6-7 Eylül soygunu) tarihleri arasında geçen olayları yazmaya
çalıştım. Yukarıda tarihçi Bernard Lewis’in açıkladığı “icat edilen
tarihle” pek çok kez karşılaştım. Elimden geldiğince yanlışlara işaret etmeye
ve gerçekleri anlatmaya ve bilinmeyenleri kaleme almaya gayret ettim.
Bu
hafta dilim döndüğünce hemşerim İzzet Bahar’ın çok önemli eseri “İkinci
Dünya Savaşında Türkiye ve Yahudi Meselesi” kitabından faydalanarak Türkiye’ye
gelen Yahudi profesörlerin gerçek hikayesine değineceğim. Bu aynı zamanda üç
hafta evvel yazdığım “Üç Söylem” yazımın ikinci bölümünü de oluşturmaktadır.
1933
yılında Hitler iktidara gelir gelmez “Sivil Kamu Hizmetlerinin Yeniden
Yapılandırılması” kanunu ile Ayan ırktan olmayanların devlet hizmetinde
çalışmalarını yasakladı. Yüzlerce Yahudi akdemiysen çalıştıkları işlerden kovuldular.
İlginç
bir tesadüf eseri aynı günlerde Türkiye yüksek eğitim sisteminde köklü bir
değişim yapma telaşındaydı. Ülkedeki tek üniversite, Osmanlı’dan miras kalan Darülfünundu
ve bu köhne eğitim kurumu genç Türkiye Cumhuriyeti’nin devrimci yeniliklerine
bırak ayak uydurmayı üstelikte köstek oluyordu.
1932
yılında üniversite reformu konusunda ülkeye Cenevre Üniversitesinden Profesör
Albert Malche davet edilir. Profesörün görüşleri doğrultusunda bir yasa
hazırlanır 31 Temmuz 1933’te Darülfünun kapatılarak bir gün sonra 1 Ağustos 1933’te
İstanbul Üniversitesi açılır.
Ancak Darülfünundan
çok az eğitmen İstanbul üniversitesine alınmıştır. Yeni üniversitenin çok büyük
bir eğitmen açığı vardır. Ortak çıkarlar buluşur ve işlerinden kovulan Yahudi
profesörler için Türkiye adeta bir sığınak olur.
Bu
konu işte tam da giriş bölümünde açıklamaya çalıştığım “icat edilen tarih”
ile süslenerek pek çok kez Türkiye Cumhuriyeti idarecileri tarafından “biz
Yahudi bilim adamlarını kurtardık, onlara kucak açtık” söylemiyle
propaganda malzemesi olarak kullanılmıştır.
Bakın
İzzet Bahar kitabında belgelere dayanarak olayı nasıl açıklamaktadır.
Türkiye’ye
gelecek profesörlerin listesini, 7 saatlik uzun bir toplantıdan sonra zamanın Milli
Eğitim bakanı Reşat Galip ile, “Yurt Dışındaki Alman Bilim Adamları
Yardımlaşma Cemiyeti” yöneticisi Profesör Philipp Schwartz birlikte
hazırlarlar. (6 Temmuz 1933)
Bu
arada 1933 Eylül’ünde ilginç bir olay yaşanır. Profesör Albert Einstein TC. Başbakanı
İsmet İnönü’ye bir mektup yazar. Mektubun anteti İbranice (Yidiş dilinde) olup
tarihi 17 Eylül 1933’dür. Mektubun ekindeki listede pek çok profesörün ve
doktorun ismi vardır ve tüm liste Alman Yahudi’si bilim adamlarından
oluşmaktadır. Profesör bu akademisyenleri yeni kurulmakta olan üniversite için tavsiye etmektedir. 14 Kasım tarihli cevabi mektubunda Başbakan İnönü “içinde
bulunduğumuz durumda BU BEYLERDEN daha fazla sayıda yabancı personel
istihdam etmemiz mümkün değildir” diyerek teklifi kesinlikle ret eder.
Buradaki
ilginç nokta Einstein’in mektubundan üç gün evvel 14 Eylül 1933 tarihli 14942
numaralı kararname ile hükümetin yabancı profesör istihdam etmek arzusunda
kararlı olduğu ve sözleşmeler yapmak için Maarif vekaletine salahiyet
vermesidir. Yani hükümet yabancı
profesörleri istiyor ama İnönü alınacak bilim adamlarının Einstein’in listesindeki
“BEYLERDEN” olmasını istemiyor…
Einstein’ın
mektubundaki ilginç bir konuda pek çok kere yayınlanan fakat asla değinilmeyen
mektup üzerinde bulunan, enlemesine el yazısıyla yazılmış bir notta gizlidir. İncelendiğinde
notta açık açık “esasen bu seviyede 40’a yakın Yahudi gelmiştir”
yazmaktadır.
1933
temmuzunda yabancı profesörlerin seçimi yapılırken TC. Hükümeti Yahudi olup
olmadıklarıyla ilgilenmiyordu. Ne oldu da aynı yılın Kasım ayında hala ihtiyaç
devam etmesine rağmen artık Yahudileri istemiyorlardı?
Aradığımız
cevabı İzzet Bahar’ın kitabında buluyoruz. 1933 Ağustos’unda kişiliği ve
görüşleri çok tartışılan Nazilerle içli dışlı Profesör Dr. Ferdinand Sauerbruch
İstanbul’a gelir ve daha sonra Ankara’ya geçerek İnönü ile buluşur. (Listenin
hazırlanmasından birkaç hafta sonra) “Türkiye’ye gelecek profesörlerin
listesini yeniden gözden geçirin, daha iyileri ile değiştirin” der.
Kontratlar hazırlanmakta olduğu halde durdurulur. Profesör Dr. Ferdinand
Sauerbruch hazırladığı tamamen Alman Aryan ırka mensup listedeki Profesörler Türkiye’de
çalışmak için davet edilir. Ancak Aryan ırka mensup bu Alman bilim adamlarından
hiçbiri teklifi kabul etmeyince eski
listeye dönülür ve neredeyse tümü Yahudi pek azı Nazi karşıtı Alman profesörler
ve yardımcıları aileleriyle birlikte yaklaşık (400-500 kişi) Türkiye’ye gelerek
Türk yüksek eğitim sisteminin temellerini atarlar ve kalıcı eserler bırakırlar.
Savaş bittikten sonra neredeyse hepsi ülkelerine geri dönerler.
İlginç
bir başka konu da Türkiye’nin dışındaki ülkelere kaçan Yahudi ya da Nazi
aleyhtarı başka profesörlerin hiçbiri savaştan sonra Almanya’ya geri dönmezler
ve hayatlarına bulundukları ülkelerde devam ederler.
Profesör
Dr. Kader Konuk kitabında bu profesörlerin Yahudi hatta Alman oldukları için değil
de Avrupalı oldukları ve Avrupa kültürünü temsil ettikleri için Türkiye’ye davet
edildiklerini ifade eder.
Ne
olmuşsa olmuş, Türkiye Yahudi bilim adamlarına bir sığınak olmuş, onlarda
minnettarlıklarını Türk yüksek eğitim sistemini kurarak ve kalıcı eserler
bırakarak ödemişler. Türkiye’ye gelen Profesörlerden Fritz Neumark’ın dediği
gibi “ortak çıkarların uyuşması” veya Türk devlet çıkarlarının
gerektirdiği yapılmıştır. Durumu “raison d’etat” olarak açıklamak yerinde
olacaktır.
Bu
bilgilere eriştikten sonra Türk idarecilerinin “biz Yahudi bilim adamlarını
kurtardık, onlara kucak açtık” söylemine pek tereddütlü yaklaştığımı
söyleyerek yazıma son veriyorum.
Esen
kalın…
Aaron Baruch
(Ankaralı)
Aron bey,
YanıtlaSil"Yiğidi öldür hakkını yeme" demişler. Bugüne kadar yazdıkların arasında yukarıdaki yazın okuduğum en kaliteli yazıydı, eski yazılarının aksine Türkçesi çok düzgün, konuyu yakınen bildiğim için verdiğin referanslar çok kaliteli. Aynı konuda Alman kökenli akademisyen Corry Gutstadt'ın İletişim yayınlarından Türkiye Yahudiler ve Holokost adında değerli bilgileri içeren bir kitabı da var. Konuyla daha fazla ilgilenmek isteyenler için belirttiğim bu kitapla ilgili küçük bir tanıtım yazısını içeren linkini aşağıya koyuyorum.
https://www.nadirkitap.com/turkiye-yahudiler-ve-holokost-corry-guttstadt-kitap13609994.html
Bu arada nedense yukarıdaki yorum yazısında ismim çıkmamış, nedense meçhul olarak görünüyorum.
SilMurat Ruben