Değerli dostlarım;
Bu hafta sizlere tartışmasız dünyanın en
güçlü istihbarat örgütlerinin başında gelen İsrael gizli servisi MOSSAD’ın
inanılmaz operasyonlarından çok bilinmeyen birisini anlatacağım. Yani dilim
döndüğü kadar…
13 Aralık 1949’da Ben Gurion, Reuven
Shiloach’a devlet istihbarat kurumlarını koordine edecek bir “teşkilat” oluşturması talimatını verdi. O teşkilat
kuruldu. İsmine de İbranice teşkilat dendi. “MOSSAD”
Mossad’ı benzersiz kılan ne adıydı ne de
düsturu. Reuven Shiloach bu teşkilata istisnai bir vasıf katmaya kararlıydı. Mossad
yalnız İsrael’in değil, bütün Yahudi halkının, dünyanın neresinde olursa olsun,
yardımına koşmaya hazır bir teşkilat olacaktı.
Ramsad
“Mossad başkanı” kurduğu teşkilatın ilk personel toplantısında
tarihe geçen konuşmasını şöyle bitirdi:
“Gizli teşkilatımızın bütün diğer
işlevlerinin yanı sıra önemli bir görevi daha var; dünyanın neresinde olurlarsa
olsunlar, Yahudileri korumak ve onların İsrael’e göçlerini organize etmek…”
Değerli Yahudi kardeşlerim, dünyanın
neresinde yaşıyorsanız yaşayın, arkanıza baktığınızda birisinin sizi
kolladığından emin olun, İsrael var oldukça korkmayın, yeter ki Yahudi
olduğunuzu unutmayın…
Ellili yıllarda, Ortadoğu’daki Arap
ülkelerinden ve Fas’tan tehdit altındaki on binlerce Yahudi’yi İsrael’e taşıyan
Mossad olmuştu.
Yıllar sonra seksenlerde Humeyni’nin
İran’ında kapana kısılan Yahudileri Mossad kurtarmıştı.
Etiyopya’daki Yahudiler’in kitleler
halinde kaçırılmasını da Mossad organize etmişti.
Irakta da Mossad iş başındaydı. Ancak bu
sefer işler yolunda gitmedi. İşte size bu hikâyeyi anlatacağım.
Bağdat’ın en görkemli semtlerimden biri
olan Rashid Caddesi’ndeki büyük Ouruzdi Bek alış veriş mağazasında kravat
reyonuna Esad adında bir genç bakmaktaydı. Esad’ın evi esasında Acre (Akko)
şehrindeydi. Ancak İsrael ordusu burayı ele geçirince evini terk edip Bağdat’a
yerleşmişti.
Esad İsrael’i terk etmeden evvel Acre’de
bir kafede çalışmıştı. Kafe İsrael subaylarının sıklıkla gelip gittiği bir
yerdi. Burada gördüğü genç İsrael subaylarının bazıları hafızasında yer
etmişti.
Bağdat’ta çalıştığı kravat reyonunda o
gün de, (22 Mayıs 1951) mağazaya giren müşterilere bakarken aralarında tanıdık
bir yüz gördü. Bu adamı tanıyordu. Adam bir İsrael subayı idi. Bağdat’ın
ortasında bir İsrael subayı imkânsız gibi görünüyordu. Fakat Acre’de onu
defalarca çalıştığı kafede İsrael subay üniformasıyla görmüştü. Esad bu adamın
İsrael subayı olduğundan emindi. Derhal polise gitti ve durumu anlattı.
Polis hemen harekete geçti ve Avrupai
görünüşlü bu adamı ve yanındaki Iraklıyı yakalayıp merkeze götürdü.
İsrael’li subay olduğu iddia edilen adam,
adının İsmail Salhun olduğunu iddia ediyordu. İran vatandaşı olduğunu
tekrarlayıp duruyordu. Oysa bir kelime bile farsça bilmiyordu. İşkence başladı.
Adam çözülmüyordu. En sonunda onu Esad ile yüzleştirdiler. Sonradan “Esad’ı
gördüğüm zaman kanım dondu” diye anlatacaktı. Daha fazla inkâr edemedi.
Çözüldü. Evet, İsrael ordusuna mensup bir subaydı, adı Yehuda Taggar idi.
Yüzbaşıydı. Dedektifler Yahuda’nın evini didik didik aradılar ve masasının
altına yapıştırdığı evraklarını buldular. Yalnız Yehuda Taggar değil bütün Irak
Yahudi Cemaati’ni etkileyen kâbus böylece başlamış oldu.
Bağdat’ta birkaç Yahudi ve İsraelli
teşkilat faaliyet göstermekteydi. Bağdat civarında silah ve belgelerin
saklandığı depolar vardı. Bu şebekeler birbirlerinden ayrılmamıştı. Birisi
çökerse diğerlerini de peşinden sürükleyebilirdi. Iraklı Yahudiler barut
fıçısının üzerinde oturuyorlardı. Yehuda Taggar, bu birimleri birbirinden
ayırmak ve güvenli bir hale getirmek üzere görevlendirilmişti.
Yahuda’nın yanında yakalanan adam ise
Irak Yahudilerinin esrarlı genel komutanı Zaki Haviv idi. Nissim Moshe adında
bir kimlik taşıyordu. Irak doğumluydu. İsrael’in kurtuluş savaşına katılmıştı.
Kendisinden Bağdat’a dönmesi istendiğinde bunu hiç istememişti. Orduda tanıdığı
bir kıza çılgınca âşıktı ve onunla evlenmek istiyordu. Polise verdiği ifadede
Yahuda Taggart ile bir iki gün evvel konserde tanıştığını söylemişti. Ona
mağazaları filan gösteriyordu. Iraklılar Nissim Moshe’yi acımasız bir sorguya
tabi tuttular. Ellerinden sonra, ayaklarından astılar. Öldürmekle tehdit
ettiler. Bir sürü işkence yaptılar ama Nissim Moshe çözülmedi ve baştaki
hikâyesine sadık kaldı. Sonunda bu adamın bir şey bilmediğini düşünen Irak
polisi onu serbest bıraktı.
Yahuda Taggart ve Zaki Haviv’in
tutuklanmasının ardından bütün gizli teşkilat darmadağın oldu. Çok sayıda
Yahudi tutuklandı. Bazıları işkencede çözüldü. Silah depoları ve belgeler ele
geçti. (*)
Irak polisi sorgular sırasında sık sık
aynı isme rastlıyordu. Zaki Haviv. Kimdi bu Zaki Haviv? Sonunda anladılar. Zaki
Haviv, Irak’lı Yahudileri organize eden liderdi ve serbest bıraktıkları Nissim
Moshe’den başkası olamazdı. Derhal evine baskına gittiler. Fakat Moshe Nissim
ya da nam-ı diğer Zaki Haviv ortalarda yoktu.
Şehirde tam bir av başladı. Polis, asker
her yeri darmadağın ediyor Zaki Haviv’i arıyordu. Zaki sanki yer yarılmış içine
girmişti. Her yere bakmışlardı. Tek bir yer hariç. Hapishane…
Zaki Haviv serbest bırakıldıktan iki gün
sonra gece vakti kapının gümbür gümbür çalınmasıyla uyandı.
-Açın kapıyı, polis.
Zaki buraya kadarmış diye düşündü. Arka
çıkış filan yoktu. Mecburi neredeyse kırılacak olan kapıyı açtı. Kapının önünde
iki polis memuru vardı.
-Tutuklusunuz dedi polislerden biri.
-Suçum ne?
-Önemli değil. Araba kazası yalnızca.
Lütfen çabuk giyinin ve bizimle gelin.
Zaki Haviv kulaklarına inanamıyordu. Bir
iki hafta evvel yaptığı bir trafik kazası yüzünden gelen celpleri ciddiye
almamıştı. Şimdi Irak adaleti onu mahkemeye çıkartıyordu. Bir saat süren
mahkemeden sonra iki hafta hapis cezasına çarptırıldı.
İki hafta sonra salıverilmeden önce
merkeze gidip parmak izi alınması ve fotoğrafının çekilmesi gerekiyordu. Zaki
arpacı kumrusu gibi ne yapacağını düşünüyordu. Merkezde her şey anlaşılacak ve
idama kadar gidecek olan süreç başlayacaktı. Kurtulmalıydı ama nasıl?
İki polisin arasında merkeze götürülürken
doğru anı bekleyen Zaki birden polisleri itip pazar kalabalığının içine daldı.
Deli gibi koşuyor izini kaybettirmeye çalışıyordu. Polisler arkasından
koşmadılar bile. Zaten adam bir saat sonra serbest bırakılacaktı.
Polisler hadiseyi rapor edince yer
yerinden oynadı. Gazeteler kıyameti koparıyor, muhalefet iktidara yüklendikçe
yükleniyordu. Polis, avucunun içindeki Zaki Haviv’i elinden kaçırmıştı. Gazeteler kendi kendilerine
soruyorlar, kendi kendilerine cevap veriyorlardı.
-Zaki Haviv nerede?
-Zaki Haviv Tel Aviv’de…
Tel Aviv’deki Mossad karargâhı devamlı
toplantı halindeydi. Zaki’yi Bağdat’tan çıkartmalıydılar. Ama nasıl? Sonunda
çok cüretkâr bir planı devreye koydular.
O günlerde Irak’ta yaşayan yüz bine yakın
Yahudi cemaati neredeyse her akşam havalanan uçaklarla Irak’ı terk ediyordu. O
gece de (12 Haziran 1951) yine böyle bir büyük uçak Kıbrıs üzerinden İsrael’e
gitmek üzere havalanacaktı.
O gece arkadaşının evinde saklanan Zaki Haviv
en güzel kıyafetlerini giyip bir taksi çağırdı. Arkadaşları üstünü başını arak (rakı)
ile ıslattılar. Sarhoş taklidi
yapan ve leş gibi alkol kokan Zaki Haviv, zar zor bindiği taksinin arka
koltuğunda güya sızdı. Taksi şoförü sarhoş zannettiği müşterisini Bağdat
Havaalanı’na yakın bir arka sokakta arabadan inmesine yardım edip uzaklaştı.
Zaki tek başına kalınca alanın tel örgülerine doğru koşmaya başladı. Tel
örgülerin hangi noktada kesildiğini biliyordu. O noktayı kolaylıkla bulup
alanın içine süzüldü. O sırada pistteki dev bir uçak göçmenleri yüklemeyi yeni
bitirmiş ve hareket etmişti. Uçak birden bire garip bir manevra ile ışıklarını
kuleye yönlendirdi. Hava kontrolörleri geçici bir süre kör oldular. Uçak bu
arada pistte hızlanmaya başlamıştı. Birden yerden üç metre yüksekte uçağın arka
kapısı açıldı ve bir halat dışarı uzatıldı. Karanlığın içinden çıkan Zaki uçağa
doğru fırladı ve halatı yakaladı, aynı anda uçağın içine çekildi ve uçak tam
gaz vererek havalandı. Ne yolcular, ne yerdeki görevliler, aksiyon filmlerindekine benzer kaçışı fark
etmemişlerdi. Uçak, şehrin üzerinden geçerken ışıklarını üç defa kapatıp açtı. Havaalanı
civarında bir evin çatısında üç arkadaş sevinçten birbirilerine sarılarak hora
tepmeye başladılar… Arkadaşları Tel Aviv’e
doğru yola çıkmıştı. Gerçek adı Ben-Porat olan İsraelli Mossad ajanı güvendeydi…
Birkaç saat sonra Tel Aviv’e varan Ben-Porat
sevdiği kadınla evlendi. İlerleyen yıllarda politikaya atıldı. Meclis üyesi
hatta bakan oldu. Alıntılar yaptığım bu kitabın yazıldığı yıllarda İsrael’deki
Irak Yahudi cemaatinin saygın bir lideriydi.
Geride kalanlar Ben-Porat kadar şanslı değildiler.
Yehhuda Tagar ve çok sayıda Yahudi tutuklandı. Dövüldü. Ağır işkencelerden
geçtiler. Bağdatlı iki ünlü Yahudi Salamon Slach ve Joseph Batzri patlayıcı
madde ve silah bulundurmak suçuyla yargılandılar ve idam edildiler.
Yehuda Taggar mahkemesine az bir süre
kala gece yarısı hücresine dolan polisler tarafından uyandırıldı.
-Kalk çabuk, bu gece asılarak idam
edileceksin.
-Beni yargılamadan idam edemezsiniz.
-Öyle mi, hakkında her şeyi biliyoruz. İsraelli
bir casussun. Başka bir şey bilmemize gerek yok.
Sakallı bir haham hücreye girerek Taggar’a
Tora okumaya başladı. Ardından Taggar’ın saatini yüzüklerini çıkarttılar. Taggar’a son arzusu soruldu. Taggar cesedinin
İsrael’e gönderilmesini istedi. Cellat tarafından kapağın üstüne çıkartıldı.
Kafasına siyah bir kukuleta geçirmek istediler. Taggar kabul etmedi. Boynuna
halatı geçirirlerken doğduğu Yeruşalayim’i, ailesini düşündü. Cellat kapağı
açarak kolu kavradı. Subaya bakıyordu. Birden subaylar odadan çıktı. Cellat
yavaş yavaş boynundan halatı çıkarttı. Ayaklarına bağlanan kum torbalarını
çözdü. Taggar anlamıştı. Bütün hepsi onu konuşturmak için bir oyundu. Onu en
azından bu gece öldürmeyeceklerdi.
Daha sonradan mahkeme tarafından yargılanan
Taggar idama mahkûm edildi fakat cezası müebbet hapse çevrildi. Sadist
gardiyanlar arasında uzun yıllar hapis yattı ama inancını kaybetmedi. İsrael
onu oradan kurtaracaktı. Emindi. Ama bunun için tam dokuz yıl beklemesi
gerekti.
1958 senesinde General Abdül Kerim Kassem,
Irak’ta başbakanı ve kraliyet ailesini öldürerek iktidarı ele geçirdi. Ancak
bundan iki sene sonra yardımcıları onu öldürmek için bir plan yaptılar. Esasında
mükemmel bir plandı. Fakat tek kusurları Mossad’ı hesaba katmamışlardı.
Planı öğrenen Mossad derhal General Abdül
Kerim yandaşlarıyla temasa geçti. Mossad komplocuları ve planı bildirecek
karşılığında da Taggar’ı alacaktı. Taggar’ı Bağdat’a saraya götürdüler. Giydirdiler
ve ilk uçakla Tel Aviv’e gönderdiler.
Arkadaşları hava alanında yıkılmış bir Taggar
bekliyorlardı. Oysa uçaktan gülümseyen aslan gibi bir adam indi. “Akıl
sağlığını umudunu yitirmemeyi nasıl başardın?” diye sorduklarında Taggar “beni
kurtaracağınızdan emindim” diye cevap verdi.
İsrael devleti vatandaşının ölüsünü de
dirisini de geride bırakmaz. Yurduna, topraklarına getirir.
Esen kalın dostlar.
Aaron Baruch (Ankaralı)
Kaynakça : MOSSAD - Michael
Bar-Zohar - Nissim Mishal
(*) Irak’lı Yahudiler Mossad’ın yardımlarıyla
örgütleniyorlardı. Çünkü 1941 yılında korkunç bir pogrom yaşanmıştı. 179 Yahudi
bıçaklarla satırlarla doğranarak öldürülmüş, 2118 Yahudi yaralanmıştı. Yüzlerce
kıza, kadına tecavüz edilmişti. Onun için her zaman kendilerini savunmak için
hazırlıklı olmak zorundaydılar. 1941 yılında yaşanan bu pogroma AL FARHUD dendi.
Şahane bir hikaye, Amerikan filmlerine malzeme olmalı. Helal olsun bu kahramanlara
YanıtlaSil