1 Mart 2019 Cuma

KAÇIRILAN UÇAĞA OPERASYON…

















Bir zaman evvel İsrael’de bir film oynadı:

"When the prime ministers took down the hijackers. Yani başbakan  korsanları aşağı çekerken...

Filim gerçekten yaşanmış, kaçırılan bir uçağa yapılan operasyonu anlatmakta… İsotope Operasyonu…

Filimle  ilgili olarak   o tarihlerde hayatta olan Şimon Peres, ve halen başbakan olan Bibi Netanyahu,  başka siyasetçiler, eski  askerler anılarını anlattılar... Bu, dünyada ilk defa kaçırılan bir uçağa karşı yapılan baskın kurtarma operasyonuydu.

O güne kadar  böyle bir operasyon hiç yapılmamıştı. Daha sonra da  bu kadar zor ve başarılısı hiç yapılamadı ya neyse...

Bu hafta size bu olağanüstü operasyonu  anlatmaya çalışacağım...

47 sene evvel 8 Mayıs 1972 günü Viyana - Tel-Aviv  seferini yapmak için Sabena  havayollarına  ait Boeing 707-329 tipi uçak Viyana'dan havalanır.  Uçakta 94 yolcu ve 7 mürettebat vardır. Uçak havalandıktan 20 dakika sonra yolcuların arasında bulunan ikisi kadın ikisi erkek dört Arap terörist koşarak pilot kabinine girerler. Silahlıdırlar ve  çok kısa bir sürede uçağın kontrolünü ele geçirirler. Plan Kara Eylül örgütünün lideri, kana düşkünlüğü dolayısıyla  Kızıl Prens” lakaplı Ali Hassan Sallameh tarafından yapılmış ve uygulamaya konulmuştu.

Korsanlar, Kaptan pilot Reginald Levy'den  uçuş planına sadık kalarak yola devam etmesini isterler. Uçak aynen normal uçuşuna devam ederek Tel-Aviv Lod Hava alanına doğru uçmaya devam eder.  Kaptan pilot çok sakin bir şekilde yolculara "gördüğünüz gibi uçakta arkadaşlarımız var" şeklinde açıklama yapar. Çok sakindir.  Esasında İngiliz olan kaptan Yahudi'dir. İkinci dünya savaşı sırasında yüzbaşı rütbesiyle İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetlerinde görev yapmış ve Almanya üzerindeki  stratejik  bombardımanlara katılmış   eski bir askerdir. 1952 yılından beri Sabena'da çalışmaktadır. Dahası o gün kaptanın ellinci yaş günüdür ve karısı da yolcuların arasındadır. Kaptan pilot korsanların uçağı ele geçirmelerinin üzerine  gizli olarak İsrael'e "uçak kaçırıldı" sinyalleri gönderir. İsrail alarma geçer. O sırada İsrael'in başbakanı  Golda Meir, Savunma bakanı ise Moşe Dayan'dır. Bu  efsanevi iki insan,  acil olarak hazırlıklara daha uçak havada iken başlarlar. Aynı model bir uçak bulunur. İsrael'in en  elit  komandoları,  (Sayeret Matkal)   hemen hava alanına sevk edilirler  ve model uçak üzerinde çalışmalara başlarlar. 

Uçak Lod hava alanına iner inmez sakin bir köşeye çekilir. Korsanlar Kızılhaç aracılığı ile isteklerini iletirler. İsrael hapishanelerinde bulunan 315  Filistinli tutuklunun serbest bırakılmasını istemektedirler. Görüşmelere İsrael tarafından Savunma Bakanı Moşe Dayan bizzat   katılmaktadır. 

Bu arada korsanlar Yahudi rehineleri diğerlerinden ayırırlar. Yahudi olmayan rehineler uçağın arkasına gönderilir.  Teröristler bir patlayıcı numunesini kaptan pilota verirler ve bunu İsrael'li yetkililere götürmesini isterler. Niyetlerinin çok ciddi olduğunu  anlatmak istemektedirler. Fakat atladıkları bir şey vardır. Uçaktan indirilerek İsrael’li yetkililere masajı vermek için gönderilen kaptan pilot Reginald Levy, uçakta ne olup bittiğini İsrael’lilere detaylı bir şekilde anlatır. Teröristlerin kıyafetlerinden uçaktaki yolcuların nerelerde oturduğuna kadar her şey  öğrenilir.   Bu detayların İsrael'liler için hayati önemi vardır. Örneğin kaptan pilot en önemli soruyu yanıtlar. Acil çıkış kapılarının önünde koltuk yoktur. 

Çalışmalar hızla sürerken bir gurup  insan, mahkûm kıyafetleri ile havaalanına getirilir ve teröristlere uzaktan gösterilir. İsrael'li yetkililer teröristlerin isteklerini kabul etmiş gibi gözükerek zaman kazanmaya çalışmaktadırlar. Bu arada gece olmuş ve her taraf kararmıştır. İki İsrael komandosu sürünerek uçağın altına sessizce süzülür.  Uçağın, iniş takımlarındaki hidroliği boşaltırlar ve lastiklerini indirirler. Artık uçağın  bu vaziyeti ile havalanması imkânsızdır.  Bu teknik durum uçaktakilere de  fark ettirilir. Uçağın tamire ihtiyacı olduğu meydana çıkar. Görüşmeler yolu ile korsanlar dört teknisyenin uçağa  girmesi konusunda ikna edilirler. Beyaz teknik adam elbiseleri giymiş 16 komando uçağa yaklaşır. 4 tanesi ise uçağa girer. "Operasyon İsotope" başlamıştır. Eller tetiktedir. Sinirler gerilmiştir ve herkes heyecan içindedir.

Uçakta 90 yolcu, 4 terörist,  7 mürettebat ve şimdilik  dört  Sayeret Maktal komandosu mevcuttur. Havada ölüm kokusu vardır.  Komandoların lideri daha sonraları İsrail'in başbakanı olacak olan Ehud Barak’tır. Uçağa ilk giren dört komandodan biridir. 

Bir diğer komando  ise Bibi Netanyahu'dur. O da daha sonra  İsrail'in başbakanı olacaktır. Hatta halen başbakandır. Dahası operasyon sırasında vurulur. 

Bir diğer ise Yonatan Netanyahu'dur.  Bibi'nin ağabeyidir. Fakat son anda iki kardeşin aynı anda tehlikeli bir operasyonda bulunması yetkililerce doğru bulunmaz ve operasyona katılmasına izin verilmez. Operasyona Bibi katılır, ağabeyi geride  kalır. Ancak 4 yıl sonra komutan olarak katıldığı  Entebbe baskını  sırasında ne yazık ki bu değerli  komutan yaşamını yitirir. 

Bir diğer komando ise Danny Yatom'dur. Kendisi 1996 ile 1998 yılları arasında Ramsad (MOSSAD başkanı) görevi yapmış daha sonra da siyasete atılarak İsrail meclisine girmiştir. 
Diğer bir komando Uzi Dayan, İsrail ordusunda Orgeneral rütbesi ile emekli olup o da siyasete atılmıştır. Uçağa giren ve girmek üzere olan bu ekip  olağan üstü insanları oluşturduğu olağan üstü bir ekiptir ve olağan üstü işler yapmışlardır. 

Dört komando beyaz teknik adam kıyafeti ile uçağa girerler. Uçağın teknik aksamlarını kontrol ediyor gibi yaparak, oyalanmadan bir anda acil çıkış kapılarının tümünü açacak işlemleri yaparlar. Ana kapı, arka kapı, kanat hizalarında ikişer kapı, toplam 6 kapı bir anda açılır.  Diğer 12 komando yine beyaz kıyafetlerle hep beraber bir anda uçağa dalarlar. Anında iki erkek teröristi vururlar. 

Kadın terörist Khalsa'yı Bibi Netanyahu yakalar. Aynı anda komandolardan  Marko Eşkanazi silahını ateşler. Kurşun önce Khalsa'ya isabet eder fakat onu geçer. Aynı kurşun, onu yakalayan ve arkasında bulunan Bibi'yi de kolundan yaralar.  Bibi vurulmuştur.  (Filimde Bibi’nin vuruluşu böyle anlatılıyor. Ancak faydalandığım diğer yazılı belgelerde kadın teröristin yaralanmadığı, sadece Bibi'nin dost ateşi ile vurulduğu yazıyor.)

Bu arada diğer kadın terörist el bombasının pimini çeker. Fakat mandalını bırakmaya fırsat bulamadan komandolar üstüne atılırlar ve eline yapışırlar. Terörist bombayı patlatamaz.  Komandolar hareketsiz hale getirilen teröristin elinden bombayı alıp tesirsiz hale getirirler.

Operasyondan sonra  bir yolcu Chanel 1'e  olayı daha değişik olarak şöyle anlatır:

-Her şey çok hızlı oldu. Daha sonradan, komando olduğunu anladığım beyaz kıyafetli insanlar bir anda uçağa daldılar ve teröristlere ateş etmeye başladılar. Erkek teröristlerden birisi de vurulmadan hemen önce elindeki el bombasının pimini çekti,  fakat o anda vuruldu ve bomba yere düştü. Ben de,  yere düşen bombayı yakalayıp mandalını tuttum ve bombanın patlamasına mani oldum.

Yonatan Netanyahu kardeşinin vurulduğunu telsizden öğrenir, deli gibi uçağa koşmaya başlar. Kardeşini ayakta görünce yüzüne müthiş bir gülümseme yayılır ve "sana gitmemeni söylemiştim" der.

Operasyon İsotop sona ermiştir. Dört teröristin  ikisi ölü, ikisi canlı olarak  ele geçirilmiştir. Bu kargaşa esnasında ne yazık ki iki yolcu da yaralanır. Birisi kurtarılamaz ve hayatını kaybeder.








Sonra neler oldu?

1967 yılındaki altı günlük savaştan sonra intikam amacı ile dünyanın her yerinde Yahudilere karşı eylem yapan Kara Eylül  örgütü İsrail'in başına bela olmaya devam etti. Münih olimpiyatlarında Almanların beceriksizliği yüzünden ortalığı kana buladılar. 11 İsrael'li sporcu öldü. Başka eylemler de yaptılar.

İsrail, dünyanın her yerindeki Yahudileri kendi vatandaşı kabul eder ve her zaman yanındadır. Yaptıklarını teröristlerin yanına bırakmaz. İsraeloğulları’na dokunmayacaksın. MOSSAD gerekli çalışmaları yaptıktan sonra son emri almak için durumu başbakan Golda meir’e anlatır. Golda emri verir:

-Gönderin çocukları…

MOSSAD, Avrupa’da Kara Eylül’ün sorumlularını bulur ve teker teker indirir. Kara Eylül’e esas darbe örgütün yuvalandığı Beyrut’ta indirilir. Gençlik Baharı Operasyonu ile çok sayıda İsrael komandosu ve paraşütçüsü Beyrut’a çıkar. Ehud Barak aralarındadır, dahası kadın kıyafetine girmiş, taşıdığı bombaların fünyelerini de sutyenine saklamıştır. Örgütün bütün liderleri kaldıkları evlerde vurularak öldürülür. Aynı gece eşzamanlı olarak Beyrut'ta beş hedef daha yok edilir. Kara Eylül yok olmuştur. Ali Hassan Sallameh ne yazık ki bu baskında yerinde bulunamaz ve kurtulur. İsrael hesabı kapatmak için altı sene bekler. Sonunda Kızıl Prens’i metresinin evinden çıkarken 100 kiloluk bir bombayla paramparça eder ve hesabı kapatır.  

Sabena  uçağı  ise İsrail tarafından satın alınır daha sonraki yıllarda casus uçağı olarak faaliyet gösterir.

Kaptan pilot Reginald Levy  operasyondan sonra Golda Meir tarafından kabul edilir ve onuruna bir yemek verilir.  Kendisi İsrail'de bir kahraman olmuştur. Pilot anılarında teröristleri gerginlikten uzak tutmak için navigasyondan sexe kadar her konuda kendileriyle sohbet ettiğini anlatacaktır. 10 yıl sonra 1982 de emekli olur. Hayatının geri kalan kısmında Ehud Barak ve Şimon Perez  ile teması hiç kesilmez. Ağustos 2010 da  Dover'de evinin yakınındaki bir hastanede kanserden ölür.

Baskından sonra  komandolardan biri kaptanın şapkasını hatıra olarak alır. 35 yıl sonra  bu şapkayı kaptanın kızı Linda Lipschitze'e geri verir. Linda baskının olduğu yıllarda Jerusalem Post gazetesinde çalışıyordu.

Operasyonda sağ ele geçen iki kadın terörist İsrail mahkemelerince suçlu bulunurlar ve müebbet hapisle cezalandırılırlar. Fakat Lübnan savaşından sonra esir düşen İsrail askerleri ile  değiştirilirler ve serbest kalırlar.  

İsrael oğulları hesabı daima kapatır. Halen başbakan olan Bibi Netanyahu geçenlerde açıkladı. 2018 yılında İsrael vatandaşlarına karşı eylem yapan teröristlerden hepsi bu gün ya öldürüldüler ya da hapisteler. Kaçıp da kurtulan hiç biri yok.

Esen kalın dostlarım…

Aaron Baruch  (Ankaralı)

Faydalandığım yayınlar :      Vikipedia ansiklopedisi
                                              Jerusalem Post.
                                              Israel Defance Force
                                              Jewis Vırtual Library
                                              Rabbi Shraga Simmons Blog
                                              The Times of Israel


23 Şubat 2019 Cumartesi

GELİŞEN İSRAEL











Tel Aviv’den kuzeye doğru giderken Netanya’ya sekiz km. kala Poleg çıkışı var. Ben, bu çıkıştan geçerek ilk defa 2008 yılında Poleg’e geldim. Burası Türkiye’nin Marmaris’i, Alanya’sı gibi tam bir sahil kenti. Tabii çok daha küçük. Plaj (Netanya Beach) çok yakında, hemen çıkıştan birkaç kilometre sonra ulaşıyorsunuz. Poleg, plaja inen yolun sol tarafına konumlanmış. Arka planda 10-15 katlı apartmanlar, önde sahil tarafında ise 2-3 katlı villalar yapmışlar. Apartmanlardaki dairelerin çoğu deniz görüyor. Bunlar 2000’li yılların başlarında yapılmış. Pek çok Türk Yahudisi’de buralardan ev almışlar. O zamanlar, 200 bin, ya da 250 bin dolara satılmış bu evler.

Buralara ilk geldiğimde, sahile inen yol genişletilmekte ve çift yol (Ehud Manor) haline getirilmekteydi. Ortada gayet geniş bir alan bırakılmıştı. Demin sahil yolunun sol tarafı Poleg dedim ya, işte 2007’den sonra bu sefer yolun sağ tarafını imara açmışlar ve oraya da İR YAMİM, yani deniz şehri demişler. Polog’e ilk geldiğimde bir Amerikan firması (Villa Sky)  bu yeni semtte yapacağı yedi binanın birincisine başlamıştı ve o da henüz dördüncü kata kadar yükselmişti.

2011 de İsrael’e göç ettiğimde binaların altısı bitmişti. Yedincisi de bitmek üzereydi. Biz de bunlardan birisine taşındık. İr Yamim’de en küçük bina 25 katlı, 40 katlı olanlarda var. 8 senede bu semtte 70’e yakın böyle dev yapı yükseldi. Sahile inen yol çoktan bitti, ortadaki alan çiçeklerle, ışıklı havuzlarla bezendi. Döner kavşaklarda ünlü sanatçıların heykelleri bulunuyor.  Her taraf ağaçlandırıldı, koşu, yürüyüş ve bisiklet yolları yapıldı. Bir sürü de park var. Hatta çocuklar için bir survavior parkı bile var. Yok artık diyeceksiniz ama inanın, bir de köpekler koşsun, oynasın diye onlara da bir park yapmışlar. Havuzlu, akarsuların bile bulunduğu, çiçeklerle böceklerle bezeli parklar bunlar, halk da çok rağbet ediyor.

Tam sahile dönülen kavşakta çok merkezi bir konumda, içinde uluslararası tanınmış mağazaların mevcut olduğu Kanyon İr Yamim (AVM) var.   Çok güzel bir alış veriş merkezi. Şimdilerde İr Yamim’in kocaman dev binalarının tam ortasına, içinde restoranların, yiyecek mağazalarının ve belki de sinemaların filan olacağı çok güzel bir eğlence merkezi yapılıyor. Öyle kanyon filan değil, bir ya da iki katlı, genişlemesine yayılmış harika bir mekân, bitiğinde çok güzel bir gezinti ve eğlence yeri olacağını düşünüyorum.   

Bu binaların neredeyse hepsinde GYM salonları, kimisinde sauna,  kapalı otoparklar, şahane giriş lobileri var. Binaların bahçeleri tam bir peyisaj harikası ve bazılarının altında yüzme havuzları da var. Trafik de  çok iyi planlanmış, aykırı park eden bir araba bulamazsınız. Gideceğiniz her yerde de bedava park yeri mevcut.  

Çoğunlukla binaların her katında dört daire bulunuyor. Küçük bir hesapla bu gün İr Yamim’de 8 ya da 9 bin konut olduğunu hesaplayabilirsiniz. Bu dairelerin ortalama fiyatı 800 ya da 850 bin dolar. Değinmek istediğim konu bu evlerin yüksek sayıda alıcı bulması. Yoksa bu kadar kısa zamanda bu kadar çok konut yapılabilir miydi? Satılmasa yaparlar mı? Bu yalnız Poleg’e ya da İr Yamim’e mahsus değil, başka yerlerde de benzeri durumlar var. Aynı İr Yamim’de olduğu gibi bize yürüyüş mesafesi 25 ya da 30 dakika ileride Agamim denilen yepyeni bir semtte de 2-3 sene evvel aynı yapılaşma başladı. Ara, daire yok. Yalnız buralarda değil, İsrael’in diğer şehirlerinde, Bat Yam’da, Holon’da, Rişon’da da durum aynı. Yapılıyor ve alıcı buluyor. O yüzden İsrael’de daire fiyatları ne yazık ki bu yüksek talep doğrultusunda uçtu gitti.

Siz esas bir de Tel Aviv’in merkezini görün. Dev ticaret merkezleri, oteller pıtırak gibi yükseliyor. İnsan hayret ediyor. Biter bitmez dolan bu iş yerlerine kimler taşınıyor, bu küçük ülkede neler oluyor? Geceleri bakın, o dev binalar ışıl ışıl, insanlar çalışıyorlar, ışıklar devamlı yanıyor. Dünyanın en pahalı kentlerinden biri olan Tel Aviv’de bu talep neyin nesi, bu dev ticaret merkezlerine talep nasıl oluyor da bu boyutlara ulaşıyor?

Ortadoğu’nun, Akdeniz’in merkezi oldu İsrael. Bir iki hafta evvel yine bir yazılım firması 40 milyar şekel yatırımla İsrael’de işe başladı. Geçen sene İntel, bir başka İsrael startup firmasını rekor bir fiyatla tam 15 milyar 300 milyon dolara satın aldı. Her gün yeni bir satış, yeni bir başarı işitiyoruz. İşte bilimin, çalışmanın sonucu bu. Kol hakavod İsrael. Helal sana. Küllerinden yepyeni bir devlet kuran İsraeloğulları 70 sene de zirveye çıktı.

Son olarak dünyanın en büyük devletleri,  Amerika, Rusya ve Çin’den sonra İsrael, aya insansız bir hava aracı göndermeyi başardı. Japonya gönderdi, olmadı, iniş gerçekleşemedi, Hindistan’da gönderdi, o da inemedi, Avrupa birliği de denedi, o da başaramadı. Haydi İsrael, haydi İsrael’in beyinleri, haydi aslanlar,  mazal tov, inşallah 11 Nisanda Bereşit (uzay aracına başlangıç anlamına gelen bu isim takıldı) aya iniş yapacak.

Diyecek başka şey bulamıyorum. Sizin diyecekleriniz varsa yazımın altına ekleyin.

Daha iyi günlere inşallah…

Aaron  Baruch  (Ankaralı)  

15 Şubat 2019 Cuma

ERDOĞAN'IN İKİ YÜZÜ...









Türkiye 31 Mart’ta yerel idareleri seçmek için sandığa gidecek. Erdoğan yine “Amerika ve İsrael’e karşı duran adam moduna” girmeye çalışıyor.

Geçenlerde partisinin gençlik kollarına hitaben yaptığı konuşmada şöyle dedi:
-Yere yıktığın düşmanını tekmeleme, sen Yahudi değilsin…

Bir gezi dönüşü, iktidarın yandaş gazetecileriyle söyleşi yaparken bakın ne diyor:
-2013’deki gezi parkı olaylarını kim finanse edenlerin arkasında kim vardı? Meşhur Macar Yahudi’si Soros…

2014 yılında Soma’da yaşanan maden faciasında “bu işin fıtratında ölüm var” dediği için kendisini protesto eden bir madenci yakını yumruklarken Erdoğan şöyle bağırır:
-Niye kaçıyorsun ulan İsrael dölü…

Erdoğan’ın İsrael ile yapay krizler çıkartıp yeni İslam halifeliğine soyunma çabalarının en çarpıcı örneğini, Michael Oren,  2015 yılında yayınladığı Alla (İttifak) isimli kitabında yazdı. Michael Oren 2009 ile 2013 yılları arasında İsrael’in Washington büyükelçiliğini yapmış. Bakın 2010 yılında İsrael ile Türkiye arasında yaşanan Mavi Marmara olaylarının arkasında neler dönmüş.

O dönemde Türkiye'nin Washington büyük elçisi olan Namık Tan, Oren’i arar ve şöyle der:
-İsrael hükumeti acaba Mavi Marmara gemisinin Ashdod limanına yanaşması ve Türkiye Kızılay’ının yardım kargolarını buradan Gazze’ye ulaştırmasına izin verir mi? Lütfen çok acele cevap verin.

Namık Tan cevabı çok acele istiyordu. Çünkü Mavi Marmara yoldaydı ve Erdoğan'ın İran ziyareti başlamak üzereydi.

İsrael hükumeti öneriyi hemen kabul etti. Cevabı anında ileten Oren’in anılarında Namık Tan’ın cevaptan çok hoşnut olduğu ve rahatladığı anlatılıyor. Ama ne yazık ki Namık Tan iki gün sonra Oren’i tekrar aramış ve anlaşmanın iptal edildiğini bildirmiş. Mavi Marmara yoluna devam edecek ve ablukayı kırmaya çalışacaktı. Çünkü Türkiye yine bir seçim arifesindeydi ve geminin Ashdod’a yanaşıp yardım malzemesini olaysız boşaltması, muhtemelen bu kararı birlikte aldığı İran’ın da Erdoğan'ın da çıkarlarına hiç uygun değildi. Ne yazık ki bu çıkarlar uğruna Mavi Marmara gemisine yapılan müdahale sırasında 10 sivil hayatını kaybetti. Bu insanların ölümünden kimin sorumlu olduğunun yorumunu okuyucuya bırakıyorum.

Başkan Trump ABD Büyükelçiliği’ni Yeruşalayim’e taşıma kararını açıkladığında Erdoğan, İsrael’i kınamak için İslam İşbirliği teşkilatını toplar. Toplantıya Venezuela başkanı Maduro da taa Güney Amerika’dan gelir ve gözlemci(!) sıfatıyla katılır, neyi gözlemleyecekse… Oysa İslam dünyasının en önemli aktörleri Suudi Arabistan ve Mısır toplantıya başkanlık düzeyinde katılmaz. Yani bu toplantıyı kazımazlar.

Ama işin esas ilginç tarafı, zirve bildirisinin İngilizce metninde yer almayan Doğu Kudüs’ün Filistin devletinin başkenti olarak tanındığına dair hiçbir ibare yokken, Türk halkına sunulan Türkçe metine, Erdoğan'a propaganda malzemesi yaratmak için bu metin ilave edilir. Zirve bildirisinde böyle bir karar alınmamıştır, dahası Filistin diye bir devlet bile yoktur…

Sonuçta her iki ülke Erdoğan'ın bu tutumu yüzünden zarar görmektedir.  Türkiye İsrael’li turistlerin neredeyse tamamını kaybetti. Türkiye ile İsrael, doğal gaz boru hattı konusunda tarihi bir işbirliği yapabilecekken Erdoğan'ın bu tutumları dolayısıyla ne yazık ki bu proje Akdeniz’in sularına gömüldü gitti… Oysa İsrael ile Türkiye'nin siyasi  çıkarları de ticari çıkarları da tamamen örtüşmektedir. APO’yu Suriye’den çıkartıp Türkiye'nin kucağına bırakan MOSSAD’tır. Bugün Türkiye'nin terör ile mücadelede çok etkin olarak kullandığı İHA’lar İsrael’den öğrendiği teknoloji sayesinde vardır. Türkiye İsrael’den her zaman pek çok alanda fayda ve iyilik görmüştür.

Bugünün Türkiye’sinde her ekonomik krizin, her toplumsal hareketin, her protestonun arkasında İsrael olduğunu meydanlarda haykırmak, her yıl neredeyse katlanan İsrael ile Türkiye arasındaki ticaret hacmine bakıldığında, Erdoğan’ın ikiyüzlü radikal İslamcı siyaseti çok net görünür.

Demokrasi(!) ile yönetilen tek İslam ülkesi olan Türkiye ile İsrael dost ve müttefik olsaydı bundan her iki ülke çok faydalar sağlayabilirdi. Erdoğan tek başına bu olumsuzluğun müsebbibidir. Yazık çok yazık…

Aaron Baruch  (Ankaralı)

Kaynakça : FARUK MERCAN

2 Şubat 2019 Cumartesi

BU STATTA HAYAT KALMADI…













Çok büyük, güzel, şahane bir stattı.  Sahada 700, belki de 800 yıllık, 80 milyondan fazla taraftarı olan bir takım vardı. Gerçi 90 ya da 95 sene evvel ismini değiştirmişti ama takım yine o takımdı. Oyuncularda, idareciler de, seyirciler de eskiden daha iyi, daha kaliteliydiler. Misafir oyuncular bile bu statta çok keyifli maçlar izlemişlerdi. Zamanla oyuncular bu köklü takımda artan problemler yüzünden başka takımlara transfer olmuşlardı.  Hatta seyirciler bile artık gidiyorlar,  başka takımların maçlarını izliyorlardı. Son 10-15 senede bu gidişler o kadar çok artmıştı ki, takımın yöneticiler buna “beyin göçü” adını takmışlardı.

Türbindeki seyircilerin görünüşü nedense değişmeye başlamıştı. Eskiden maça kravatla ceketle gelenlerin yerine sakallı, özensiz kıyafetler giymiş kaba saba konuşan, küfür eden, sahaya yabancı maddeler atan bir seyirci topluluğu oluşmuştu. Kadınlar maça gelmekten korkuyorlardı. Pek çok kadını eski kocaları ya da eski sevgilileri türbinde yakalıyor ve çok fena şeyler yapıyorlardı. Ama en kötüsü çocuklara yapılanlardı. O küçücük çocuklara çok ama çok kötülükler yapılıyor, hatta küçük kız çocuklarına “hadi artık sen o amcayla git” diyorlardı. Takımın idarecileri ise türbinin yukarılarında bütün sahaya hâkim kendi ultra lüks localarından maçları seyrediyorlar, kadınlara çocuklara yapılan bütün kötülükleri görüyorlar ama buna engel olmak için yeterli tedbirler almıyorlardı. Bazı kötülükleri de gördükleri halde başlarını başka tarafa çevirip görmemezlikten geliyorlardı.

Bir sürü idareci, teknik direktör, çalıştırıcı olmasına rağmen takımı yalnız kulübün başkanı idare ediyor, oynayacak oyuncuları o seçiyor, hatta hangi mevkide görev alacaklarını bile o söylüyordu. Başka kimse konuşamıyor, hatta eğer başkanın fikirlerine karşı gelen olursa derhal locadan uzaklaştırılıyordu. Seyircilerin arasında başkana ya da locadakilere karşı çıkan olursa onu polisler derhal türbinden atıyorlar, stadın bodrum katına rutubetli, soğuk kötü yerlere götürüyorlardı. Dünyanın hiçbir yerinde maçı eleştirdikleri için türbinin alt katına gönderilen bu kadar eleştirmen yokmuş.  

Takımın mali durumunda pek parlak değildi. Bilet fiyatları giderek daha pahalılaşmış halk maça girip seyredebilmek için bilet almakta her gün daha zorlanır olmuştu. Enflasyon mudur nedir, kötü bir hırsız her gün seyircilerin cebindeki paranın değerini çalıyor, halk maça gelmekte, içecek yiyecek bir şeyler almakta zorlanır olmuştu.  Yabancılara özellikle Araplara pek çok koltuk satılıyor bu parayla şimdilik masraflar karşılanıyordu. Ama satılacak koltuk kalmadıkça stadın büfeleri, tuvaletleri sonra yollarını köprülerini aklınıza ne gelirse her şey satılmaya başlanmıştı. Satılacak bir şey kalmayınca en sonunda stadın tümünü mü satacaklardı Araplara acaba?

Bu çok büyük, çok güzel stadın güzel havası ve şahane mevkii seyirciler ve iş bilmez yöneticiler yüzünden her gün daha kirleniyor, daha çok güzellik bir daha geri gelmeyecek şekilde yok oluyordu. Stadın içindeki yollarda öyle sıkışıklıklar olmaya başlamıştı ki artık bir yerden bir yere gitmek işkenceye dönmüştü.

En önemlisi seyircilerin durumuydu, mutsuz, gelecek endişesiyle neşesiz, umutsuz olmuşlardı. Hava griydi. Etrafa memnuniyetsizlik ve gelecek saikası çökmüş, her yeri kaplamıştı. Bazı seyirciler okumadıklarından, ya da okuduklarını anlayamadıklarından ve cahilliklerinden neler olup bittiğini fark edemiyorlar, hala yöneticileri ve başkanı alkışlıyorlardı. Oysa stat elden gidiyor, çöküyor, giderek seyircilerin ellerinden hakları, umutları, gülüşleri, gelecekleri alınıyordu.

Bazen stadın kapısında bir köşeye çekilmiş anneler, babalar, evlatlar yavaş, alçak sesle zor konuşmalar yapar olmuşlardı.

-Baba, ben gideceğim.
-Git oğlum, haklısın.  Bu statta artık doğru dürüst maç seyredemezsin.
-Sen de gel.
-Gelemem, benim için çok geç.
-Peki, niye ağlıyorsun baba?
-Çünkü ben gelemem, Sen de kalamazsın. Hadi oğlum, kız kardeşini de al ve git. Yolun açık olsun… Bizi unutmayın…

İnsanları yerlerinden yurtlarından eden, menfaatleri ve koltuk sevdaları yüzünden halklarına eziyet eden beceriksiz yöneticilere lanet olsun.

Aaron Baruch  (Ankaralı)

26 Ocak 2019 Cumartesi

ŞAM’DAKİ ADAMIMIZ – ELİE COHEN







Bu hafta size İsrail’in ulusal kahramanı Elie Cohen’in hayatını özetlemeye çalışacağım. Her İsrail’inin Elie Cohen’e borcu vardır. Ben, onun hayatının bir özetini yazarak bu borcumun bir kısmını ödemeye çalışacağım. Belki böylece, bu müthiş kahramanlık öyküsünü işitmemiş olan genç nesillere de bir faydam dokunur.
MISIR
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük casuslarından biri olarak kabul edilen Elie Cohen Mısır-İskenderiye’de 1924 yılında dünyaya geldi. 5 erkek ve iki kız kardeşi vardı. Ailesi 1949 yılında gizlice İsrail’e göç etti. Elie Mısır’da kaldı. Göç etmek isteyen Yahudilere gizli yollar ve sahte evraklar temin ediyordu. O yıllarda İsrail askeri haber alma örgütü AMAN,  Mısır’da karışıklık çıkarmak için bir dizi terör eylemleri başlattı. Fakat operasyonlarda pek çok hata yapıldı. Mısır polisi uyandı ve İsrailli ajanları tutukladı. Bütün delilleri yok edebilecek zaman bulan Elie Cohen tutuklanmasına rağmen suçsuz bulunarak serbest bırakıldı. Arkadaşları çeşitli hapis cezalarına çarptırıldılar. Örgütün iki Yahudi lideri ise Ocak 1955 de asıldı.
Elie Cohen ceza almamış olsa da artık Mısır Polisinde bir dosyası vardı. Buna rağmen Mısır’ı terk etmedi ve gizli faaliyetlerine devam etti. 1957 de Süveyş savaşından sonra Mısır’da daha fazla kalamayarak İsrail’e, Batyam’daki ailesinin yanına göç etti.
İSRAİL
İsrail’e göç eden herkes gibi Elie Cohen de ilk zamanlar İsrail’de iş bulma sorunları yaşadı. Bu arada Nadia isimli Irak kökenli bir hemşire ile evlendi. Bu evlilikten iki kız ve bir oğlu olacaktı. Elie tekrar AMAN ile irtibat kurdu. Bir takım psikolojik testlere tabii tutuldu ve kendisine aşırı güveni ve risk alma eğilimi yüzünden örgüte kabul edilmedi.
Kısa bir zaman sonra Suriye’de işler karışmaya başladı. Suriye iç karışıklıkları yüzünden çalkalanıyordu. Darbeler ile sarsılmaktaydı. Halkın ilgisini başka yöne çekmeye çalışan Suriyeli yöneticiler sık sık İsrail ile sınır çatışmalarına giriyordu. Bu arada İsrail’i susuz bırakmak için Ürdün nehrinin de mecrasını değiştirmek gibi dev bir projeye başladılar. Ürdün nehrinin suyu İsrail için hayati öneme haizdi. Vazgeçilmezdi. Bu durumda Şam’a kendinden emin, cüretkâr, güvenilir bir ajanın yerleştirilmesi şart olmuştu.  Daha evvel AMAN’a kabul edilmeme sebepleri bu sefer Elie Cohen’i tam aranılan adam yapıyordu. Ve onu çağırdılar.
Çok sıkı bir eğitime tabi tutuldu. Hafıza eğitimleri alıyordu. Müthiş bir hafızası vardı. Takip pratikleri yapıyor, beri taraftan da Suriye şivesi ile Arapça konuşma dersleri alıyordu. Hatta bir şeyh tarafından Kuran dersleri bile aldı. Ayetleri ezberliyordu. Telsiz, verici, şifreli mesaj alıp verme konusunda eğitildi. Usta bir telsizci olmuştu. Dakikada 16 kelime gönderebiliyordu. Pek çok denemeye ve teste tabi tutuldu. Sonunda AMAN karar verdi. Elie Cohen Şam’daki adamları olacaktı. Onu Avrupa’da birkaç şehir dolaştırdıktan sonra Arjantin’e gönderiler.
ARJANTİN
Elie Cohen artık Kemal Amin Tabet olmuştu. Zengin Suriyeli bir tekstil tüccarı idi. Üç ay içerisinde Buenos Aires’i öğrenmişti. Aldığı dersler sayesinde İspanyolcasını da bir hayli ilerletmişti. Arap cemaatlerine yakın duruyor ve büyük bağışlarda bulunuyordu. Arap Dünyası dergisinin editörü ile tanıştı. Kısa zamanda iyi arkadaş oldular. Onun sayesinde Suriye konsolosluğundaki davetlere çağrılır oldu. Kısa zamanda kendini tanıttı ve sevdirdi. Bir akşam konsolosluktaki bir davette general üniformalı birisiyle tanıştı. General Amin El Hafız. Bu adam daha sonradan Suriye başkanı olacaktı. Arjantin’de bir efsane olmuştu. Arap cemaatinde onu tanımayan kalmamıştı.  Çantasında bir sürü tavsiye mektubu ile Arjantin’i 1961 yılında terk ederek esas hedefi olan Şam’a hareket etti. Fakat önce İsrail’e gidecek karısı ve çocukları ile hasret giderecekti.
SURİYE – ŞAM
İsrail’de birkaç ay dinlendikten sonra Elie Cohen Kemal Amin Tabet olarak Beyrut üzerinden Şam’a varır. Ordu merkezine çok yakın bir yerde müthiş bir malikâne kiralar. Bütün casusların tersine o kalabalıklara karışmak değil, kendini göstermek istiyordu. Şam’da fakirler için yapılacak bir aşevine çok büyük bir bağışta bulununca dikkatleri üstüne çekti. Çantasındaki tavsiye mektupları sayesinde bankerlerle, iş adamları ile temas kurmaya başladı. Muhteşem davetler veriyordu. Şam’a geldikten 6 ay sonra sosyetenin bir numaralı ismi olmuştu. Arada kısa aralıklarla yurt dışına çıkıyor ve İsrail’e evine karısı ve çocuklarının yanına geliyordu. Bu ziyaretlerinin birisinde AMAN kendisine minyatür bir fotoğraf makinesi de verdi.
Elie sezgilerinin peşinden gidip Baas partisi ileri gelenleri ile yakın ilişkiler kurmaya başladı. Her fırsatta cömert bağışlarda bulunuyor hediyeler veriyordu. Sezgileri doğru çıktı. 8 Mart 1963 de Albay Salim tankları Şam’a sürdü ve ihtilal oldu. Elie Cohen’in Arjantin’de tanıştığı General Hafız Suriye devlet başkanı oldu.
Elie Cohen artık Suriye’nin en önemli simalarından birisi olmuştu. Evinde Suriye’nin en güzel kadınlarının katıldığı seks partileri veriliyordu. En yakın dostlarına çok güzel ve cömert (!) sekreterler buluyordu. O sekreterler işittikleri her kelimeyi ertesi gün Kemal’e anlatıyorlardı. Baas partisinin siyasi toplantılarına katılıyor, askerlerle en gizli konularda sohbetler ediyordu. Başkan Hafız’a, karısına mink kürk hediye edebilecek kadar yakındı. Bir sonraki kabinede bakan olacağı konuşuluyordu. Suriye ordusuna Ruslar tarafından verilen silahlardan bile haberi vardı. Hatta İsrail’e karşı daha sert davranılmasından yanaydı ve askerleri korkaklıkla suçluyordu. Suriyeli komutanlar hiç de öyle olmadıklarını kanıtlamak üzere onu, defalarca Golan tepelerindeki mevzilere götürdüler. Saldırı ve savunma planlarını açıkladılar. Hatta yeni silahların depolandığı El Hama askeri tesisini gezdirdiler. Tahkimatları gösterip savaşa hazır olduklarını ispat etmeye çalışıyorlardı. Elie Cohen müthiş hafızası ile yoldaki ağaçları tepeleri dönemeçleri ezberliyor her sabah saat 8 de, bazen günde iki defa telsizle raporlar veriyordu. Telsizinin sinyalleri, ordu merkezine çok yakın olduğu için yoğun yayın yapan merkezin sinyallerinden ayırt edilebilmesi mümkün değildi. Mikro filimler ise sedef kakmalı tavlaların içerisine gizlenerek Arjantinli dostlarına hediye olarak Buenos Aires’e gönderilmekteydi. Daha sonra diplomatik çuvallarla bu filimler İsrail’e geliyor, AMAN’ın merkezinde inceleniyordu. Bir yandan da askerler, terfi alabilmek için onun yardımlarını istiyorlar ve ona yakın durmaya çalışıyorlardı. Daha sonradan Suriyeli bir generalin dediği gibi “Elie Cohen’in ulaşamayacağı gizli bir sır yoktu”.
Bu arada Elie bir Suudi ile tanıştı. Küçük Usame’nin babası Bin Ladin ile. Ürdün nehrinin mecrasını değiştirme işi Bin Ladin’e verilmişti. Yüzlerce iş makinesi kanallar kazıyor, borular döşüyordu. Ürdün nehrinin mecrası değiştirilecek ve İsrail susuz bırakılacaktı. Bin ladin bu cömert Suriye’li vatansevere (!) kanalların bütün detaylarını, derinliklerini, bombalara dayanma güçlerini, mevkilerini bir bir anlatıyordu.
13 Kasım 1964 Çarşamba günü Tel-Dan yakınlarında askerden arındırılmış bir bölgede Suriye askerleri İsrail traktörlerine ateş açar. İsrail müthiş sert bir cevap verir. Kısa zamanda ağır silahlar devreye girer. İsrail savaş uçakları yeni yapılan su kanallarına yönelir ve darma duman eder. Suriye ordusu Ruslardan yeni aldığı MİG savaş uçaklarını henüz kullanmayı bilmiyordu. Müdahale edemediler. Fakat İsrail Suriye’nin bu zafiyetini nereden biliyordu? (İsrail çeşitli tarihlerde kanal projesini defalarca bombaladı ve nihayet Suriye 1965 yılında bu projeden vaz geçti.)
Suriye haber alma teşkilatı Mukhabarat, son birkaç aydır alarma geçmiş durumdaydı. Çünkü en gizli konuşmalar, sırlar İsrail tarafından biliniyordu.  Kanalların bombalanmasında hayretler içerisinde kalmışlardı. Her şeyin yerini boyunu direncini biliyorlar ve tam isabetle vuruyorlardı. Muhakkak üst düzeyde birisi bu bilgileri aktarmaktaydı. Ama kim?
Ruslar Suriyelilere en yeni teknolojilerle üretilmiş yeni iletişim araçları telsizler vermişlerdi. Bu telsizlerin monte edilmesi için bir günlüğüne ordu merkezinin bütün sinyalleri kapatıldı. Fakat zayıf bir sinyal hala çalışıyordu. Rusların yardımıyla yön belirleme çalışmaları yapıldı. Adres Kemal Amin Tabet’in malikanesini gösteriyordu. Ama bu imkânsızdı. Suriye’nin en güçlü isimlerinden biri olan Kemal Amin Tabet nasıl casusu olabilirdi? O akşam zayıf sinyal tekrar Suriye İstihbaratı tarafından duyuldu. Adres yine aynıydı. Kemal Amin Tabet. Ev derhal basıldı. Elie Cohen telsizin başında iş üstünde yakalandı.
Elie Cohen yakalandıktan sonra çok ağır işkenceler gördü. Her şey açığa çıktı. İsrail onu kurtarmak için çeşitli teşebbüslerde bulundu. Milyonlar teklif edildi. İsrail’de hapiste bulunan 12 Suriye casusunun geri verilmesi bile gündeme geldi. Papadan devlet başkanlarına kadar af edilmesi, idam edilmemesi için Suriye’ye baskı yapıldı. Fakat iktidarda bulunan herkes ona sırları açıklamıştı. Hepsi onun suç ortağı idiler.  Bir an evvel ortadan kaldırılmalı idi. 18 Mayıs 1965 günü Şam’da pazar meydanında asıldı. Cesedi 6 saat asılı kaldı. O dakikalarda Elie Cohen İsrail’de ulusal kahraman ilan edildi. 100 binler ailesinin acısını paylaştı.
1967de 6 gün savaşında Golan tepelerinde Suriye ağır yenilgiye uğratıldı. O tarihten beri Golan tepelerinde artık Suriye askeri yok. İsrail bu zaferi Elie Cohen’e borçlu.
İsrail için hayati önemi olan Suriye’nin Ürdün nehri projesinin durdurulmasında tek başına Elie Cohen yine çok büyük rol oynamıştır. Bu proje onun sayesinde ortadan kaldırılmıştır.
İsrail Elie Cohen’in kemiklerinin yurda getirilip gömülmesi için çok uğraştı. Ancak bu güne kadar muvaffak olamadı. 51 sene sonra bu konu yeniden alevlendi. Elie Cohen’in asılması ile ilgili 35 saniyelik bir VDO Suriyeli birileri tarafından İsrail’e verildi. Bu arada kemiklerinin de gömülmek üzere İsrail’e verileceği haberleri çıktı. Sonra yalanlandı. Bakalım bu kahramanın kemikleri sonunda huzura erebilecek mi? Uğruna canını verdiği yurduna getirilebilecek mi? Ruhu şad olsun.

Aaron Baruch  (Ankaralı)
Kaynakça : Michael Bar-Zohar Nissim Mishal - MOSSAD

19 Ocak 2019 Cumartesi

ÜZGÜNÜM AMA TÜRKİYE’DE EĞİTİM BATMIŞTIR…














Bu yazım kesinlikle Siyonizm ile ya da antisemitizm ile ilgili değil. Hedef kitlem gençler ve onları yönlendirmekle yükümlü ebeveynleri. Yahudi, Müslüman, ateist, Türk fark etmiyor. İnsan olsun yeter…

Dünya son on yılda çok farklı bir yere gitmeye başladı. Aydınlanma çağı bitiyor ve bilişim çağı başlıyor. Bunu belki bu günleri yaşamakta olan bizler çok fark edemiyoruz. Rönesans döneminde de yaşayan sanatçılar da bir sabah uyanıp “Bu gün öyle bir tablo yapacağım ki, yepyeni bir akım başlatacak” dediğini hiç sanmıyorum. Üç yüz yıllık dönemi işaret eden bu terim ilk defa 19’ncu yüzyılda Fransız tarihçi Jules Michelet tarafından kullanılmış ve sonradan yaygınlaşmıştır.

Son on yılda gelişen bazı teknolojilerden bahsederek ne demek istediğimi açıklamaya çalışacağım. Bugün, Amerika’da kasiyersiz marketler açılmaya başladı. Raftan istediğin ürünü alıyorsun ve sonra kapıdan çıkıp gidiyorsun. Kapıdaki algılayıcılar otomatik olarak ürünün bedelini senin kredi kartından tahsil ediyor.  Güle güle kasiyerler. Amerika’da üç buçuk milyon, dünyada 800 milyon kasiyer bu teknoloji yayıldığında işsiz kalacak.

Kredi kartı kullanırken nerelere para harcadığınızı takip eden bankalar, şirketler sizin eğiliminize göre reklamları cep telefonlarınıza, bilgisayarlarınıza gönderiyor. Aynı şeyi facebook yapıyor. Açıkladılar ve itiraf ettiler. Kullanıcılarını dinliyorlar ve izliyorlar. Bu yolla seçimleri kimin kazanacağını neredeyse hatasız biliyorlar. Bu analizleri yapanlara “veri mühendisleri” deniyor. Önümüzdeki yılların en parlak sektörü…

İnsanlara üç boyutlu yazıcılarda organ basmanın eşiğindeyiz. Farelerde denendi ve üç ay yaşatıldı. Her şey hazır, onay bekleniyor. Böbrek, karaciğer, pankreas ve diğer organlar üç boyutlu yazıcılarda yapılabilecek ve hasta olanları ile değiştirilebilecek.

Bugün çişinizi yaptığınız klozetin size her sabah idrar analizinizi yazılı olarak verebildiği bir dünyada yaşıyoruz. Çok yakın bir gelecekte alyuvarlarınız boyunda “çipler” damarlarınıza enjekte edilecek ve her an kan değerleriniz sizi takip eden tıp kurumu tarafından izlenecek. O da yetmezmiş gibi, ne zaman müsait olduğunuzu, programınızı yüklemiş bulunduğunuz cep telefonunuzdan takip ettiğinden biliyor olacak ve eğer bir problem algılıyorsa, siz daha hasta olmadan evvel sizi takip eden tıp kurumundan randevu alacak. Koruyucu hekimlik.

Laboratuvarlarda mevcut DNA’lar değiştirilerek bugüne kadar hiç olmamış canlılar üretiliyor. Henüz mikrop boyutunda. İnşallah bir gün o laboratuvarlardan kaçmazlar. Danimarka’da bir üniversite karbon tozundan ilk proton hücreyi yaratmayı başardı. Tozdan canlı hücre… Bazen okudukça dehşete kapılıyorum.

Farenin beynine yerleştirilen bir çip ile hayvan acıktığında apple watch’a sinyal göndermeye başladı. Yüzyıldan daha uzun bir döneme imzasını atmış büyük şirketleri düşünün. Mesela Siemens, dev Alman sanayi şirketi. Ürettiği her şeyi görüp tutabilirsiniz. Sadece 15 yıl evvel kurulan Facebook’un değeri Siemens’in on mislinden fazla. Hiçbir üretimi yok. Onun ürettiği hiçbir şeyi tutamazsınız, göremezsiniz. Uber dünyanın en büyük taksi şirketi, oysa bir tane bile taksisi yok.

Çok daha fazla örnekler var. Akılımızın alamayacağı kadar ileri düzeyde işler gerçekleştiriyorlar. Bilim eskiden matematiksel olarak büyürdü. Örneğin 1, 2, 3 gibi… Sonra geometrik şekilde büyümeye başladı. 2, 4, 16 gibi. Şimdi ise 100, 1.000, 10.000 gibi büyüyor. İşte içine girdiğimizi düşündüğüm çağ bu. Asteroitlerden maden üretmeyi düşünen teknolojiler (şimdiden bu konuda kurulmuş dört dev şirket var) bütün ameliyatlaiz hatasız yapan robotlar  (bazı hastanelerde şu an başarı ile kullanılıyor)  insansız siber ordular (İHA’lar, insansız hava araçları) bu yenidünyanın somut delilleri…

Şimdi gelelim esas konumuza. Biz kendimize sormalıyız. Biz bu dünyanın neresindeyiz? Belki artık bu ileri eğitimleri almak için yaşımız çok ileri olabilir. Ama ya çocuklarımız? Ya torunlarımız? Onları doğru yönlendirmemiz şart. Eğer o çocukların bu yeni dünyada kaybolmalarını istemiyorsak onların bu bilişim çağına uyum gösterebilmeleri için ileri düzeyde eğitim almaları şart.


Artık yalnız kimyacı isen işin zor. Hem kimyacı, hem ekonomist hem de halkla ilişkiler uzmanı olman lazım. İngilizce zaten şart, onun yanında Çince belki Rusça da bilsen çok iyi olur. Çok güzel sesin olabilir, şahane bir vokalistsin. Konservatuar da bitirdin. Ama yetmez. Çok da iyi dans etmelisin. Şair olmalı, söz yazmalı, beste yapmalısın. İşte böyle bir dünya bekliyor gençleri. Artık annelerinin babalarının yaptıklarını yaparak başarıya ulaşmaları mümkün değil. İmkânsız.

Neden Türkiye’yi terk etmeli? Çünkü Türkiye’de bu eğitimi verecek hiçbir kurum yok. Türkiye’nin 175 üniversitesinden hiç biri dünyanın en iyileri sıralamasında ilk beş yüze giremediler.  CWUR eğitim kalitesi sıralamasında Boğaziçi Üniversitesi 300’ncü sırada, İstanbul Üniversitesi 498’nci sırada yer aldı.

Uluslararası eğitim değerlendirme PİSA testi 35’i OECD ülkesi olan 72 ülke ve ekonomik bölgede, 15 yaşındaki 540 bin öğrenci arasında yapılıyor. Türkiye 2018 yılında yapılan testte 50’nci sırada yer alırken önceki testlere göre performansı geriledi. Türk halkı okumuyor, okuduğunu da anlamıyor.
Davos’u bilirsiniz. Dünya ekonomik forumu. Son yıllarda 144 ülkenin eğitim seviyelerini ölçüp yayınlıyorlar. İşte Türkiye’nin durumu:
2008 – 2009 ….. 77’nci sırada
2014 – 2015 ….. 89’ncu sırada
2015 – 2016 ….. 92’nci sırada
2016 – 2017 …..104’ncü sırada
Gittikçe batıyor…
Türkiye’deki hocaların, profesörlerin neredeyse yarısı bu Atatürk’çü, bu Feto’cu diye eğitim kurumlarından uzaklaştırılırsa,  eğitim programları her eğitim bakanı geldiğinde değişirse, üniversitelerde eğitim seviyeleri yükseltileceğine her ilde bir üniversite açılırsa, yani türbinlere oynanırsa olacak olan budur. Bol bol işsiz, beyaz yakalı mutsuz, geleceklerinden endişe eden gençler yaratırsınız.
Basit bir karşılaştırma; Kore’de bilgisayar teknolojisinde alt yapının olmazsa olmazı fiber optik kablo kilometre kareye ortalama 6000 metre kullanılırken bu oran Türkiye’de 300 metre.
Türkiye’de eğitim hiçbir işe yaramaz seviyededir. Üzgünüm, ama eğitiminizi Türkiye’de yapmak istiyorsanız bu kararınızı bir kere daha gözden geçirin.
Müthiş bir BİLİM TSUNAMİSİ geliyor. Bildiğiniz dünyayı yıkacak, her şey yeniden şekillenecek. Bu yeni dünyaya ayak uydurmak için eğitimin yüksek olduğu yerlere gidin, ya da çocuklarınızı torunlarınızı oralara gönderin. Egoistlik yapıp bu çocukları kanatlarınızın altında tutmaya çalışmayın. Onların geleceğini düşünüyorsanız gönderin. Yoksa bu dalga hepsini yutar…
Esen Kalın…
Aaron Baruch  (Ankaralı)

Kaynakça :
Emin Çapa – Sizi öldürmeye gelecekler.
https://www.youtube.com/watch?v=2q2a6hGVeuo&t=203s
BBC - NEWS
Türkiye Gazetesi
Haber vitrini:
http://www.habervitrini.com/egitim/turkiyede-kac-universite-var-338817