26 Mayıs 2023 Cuma

GEÇMİŞ OLSUN…

 




14 Mayıs 2023 seçimlerinde Cumhur ittifakı mecliste çoğunluğu rahat bir şekilde elde etti. Millet ittifakı ise nal topladı. Şimdi bırakın 2018 seçimlerine göre şu oy kaybetti, bu oyunu arttırdı gibi züğürt tesellisini… Değişen hiçbir şey yok. 22 senedir Türkiye’de AKP ve Tayyip Erdoğan’ın borusu ötüyor. Beş sene daha ötecek.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan henüz bu seçimlerde cumhurbaşkanlığını kazanmadı. Malumun ilanı için 28 Mayıs’taki seçimler bekleniyor. Elbette ki cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan kazanacak. Kimsenin şüphesi olmasın. Üstelik de fark atacak. Hoşunuza gitse de gitmese de büyük bir sürpriz olmazsa sonuç bu...

Türkiye’de ekonomi yerlerde sürünüyor. Halk aç, satın alma gücü verilen zamlara rağmen çok düştü. İnsanlar kiralarını ödeyemiyor, borçlarını kapatamıyor, bankalarda türlü çeşit cambazlık var, transferlerde sorun yaşanıyor, geçen hafta kartlar bile gerektiği gibi çalışmamış, hele hele deprem felaketi sınavında hükümet resmen sınıfta kaldı.

 Ama yine de seçimi kazandılar.

Yolsuzluk söylentilerinden geçilmiyor. Demokrasi ise rafa kalkmış. 6 yaşındaki kızlar tarikat şeyhlerine eş diye veriliyor, kadın cinayetlerinde dünya rekortmeniyiz. Küçücük erkek çocuklara bile tecavüz ediliyor. Göçmenler Türkiye’nin her yerine dağılmış.

Ama yine de seçimi kazandılar…

Muhalefet nerede yanlış yapıyor? Nerede mi yanlış yapıyor, ne yani, siz 100 kere seçim kaybetmiş olan liderlerden bu sefer kazanmasını mı beklediniz? Daha çok beklersiniz… Bu liderler iş başında kaldıkça hiçbir şey değişmez.

Geçmiş olsun…

Belki de AKP ve Erdoğan seçimi kazandı yerine acaba muhalefet mi kaybetti demek gerekli? Muhalefet Türk halkı için neyin iyi neyin kötü olduğunu anlatamadı. Anlatımlarında, can havliyle yaptıkları ortaklıklarda, terörizm konusunda, baş örtüsünde ve daha birçok hayati konuda büyük yanlışlıklar yaptılar.

Gönül bir deli lider arıyor, yolsuzlukların hesabını soracak, yeniden parlamenter sistemi getirecek, adaleti tesis edecek, sorumlulardan hesap soracak, hırsızların, yolsuzluk yapanların, devleti soyanların, hak yiyenlerin dizlerini titretecek bir deli lider arıyor gönül.  

Öyle bir deli lider ki o ve milletvekilleri maaşlarını bu devlete bağışlasınlar, cumhurbaşkanlığının 15 uçağı satılsın, 1300 odalı saraylar üniversiteye dönüşsün, devlet memurlarına peşkeş çekilen binlerce oto elden çıkartılsın, suçlular adli kontrol şartıyla diyerek öyle hemen ertesi gün salıverilmesin. Düşünce özgürlüğünde dünya şampiyonu olalım.

Kadın cinayetleri durdurmak için gerçekten caydırıcı önlemler alabilecek cesarette liderler arıyor gönül. Caydırıcı cezalarla istismarlar durdurulsun, erkekler kadınlara mallarıymış gibi davranamasın, mecliste yarı yarıya kadın milletvekili olsun. O kadınların başı açık kapalı fark etmez, başının içi açık fikirli olsun yeter.

Türkiye’nin bu günkü halinin sebebi Erdoğan değildir. Erdoğan sonuçtur. Sebep değildir. Bir toplumda idareden, idare edenler kadar edilenler de sorumludur. Böyle saraya böyle süpürge… Yani Erdoğan giderse Türk halkının onun yerine getireceği idareciler Türkiye’yi aynen bugünkü gibi idare edeceklerdir.  

Erdoğan’ı sevmeyenlere, hayaller kuranlara geçmiş olsun… Türkiye’ye bu hayalleri gerçekleştirecek bir ATATÜK lazım.

Geçmiş olsun…

Aaron Baruch (Ankaralı)

12 Şubat 2023 Pazar

SESİMİ DUYAN VAR MI?

 

 





 

İsrail’in Bat Yam şehrinde bulunan Türkiyeliler Birliği başkanının telefonu çaldığında saat gece 9.30 civarıydı. Arayan başkanın bir dernekten arkadaşıydı.

-Başkan, bir istek aldım, yardımına ihtiyaç var.

-Hayırdır?

-Dernekten bir arkadaşım beni aradı. Onu Türkiye’de depremzedelere yardım için giden İsrail kurtarma ekiplerinden bir yetkili aramış. Bir sıkıntı var.

-Nasıl bir sıkıntı?

-Sana yetkilinin telefonunu vereyim sen doğrudan konuş. Ama hemen konuş. Biliyorsun zamana karşı bir yarış var.

-Okey, ver.

Başkan 10 dakika sonra yetkili kişiye ulaşmıştı.

-Erev tov, (İyi akşamlar) Ben İsrail’deki Türkiyeliler Birliği’nden arıyorum. Yardıma ihtiyaç varmış, ne yapabilirim?

-Naim meod. (Çok memnun oldum) Ben burada 100 kişilik bir arama kurtarma ekibini idare ediyorum. 20 ya da 25 kişilik ekiplerle görev yapıyoruz. Ancak bize düzenli araç veremediler. Şu anda görevini bitiren bir grup 4 saattir boşu boşuna bekliyor, üstelik yorgunlar ve açlar, ayrıca çok da üşüdüler. Geri gelirlerse onları dinlendirdikten sonra hemen başka bir göçüğe yönlendireceğim. Yol uzak değil ama ekibin gece karanlığında yollarını bulmaları çok zor, kaybolmaları işten bile değil. Bize, buraları bilen şoförlü bir araç gerekli. Bu sorun hallolursa daha çok canlı insana ulaşabiliriz.

-Tamam, ne yapılabileceğini araştırıp size hemen geri döneceğim.

Başkan derhal İstanbul’dan bazı tanıdıklarını aramaya başladı. Demir ve çelik endüstrisinde çalışan birisi Kahramanmaraş’ta bir dostuna ulaştı. Adam fabrikasının servis minibüsünü ve şoförünü İsrail ekibinin emrine verebileceğini bildirince telefonlar yeniden çalışmaya başladı.

-Kahramanmaraş’ta bir şoförle ilişki kuruldu, konumunuzu paylaşın, sizi hemen bulacak. Sahada çalıştığınız müddetçe bu araç ve şoför sizin emrinizde…

-Toda raba… (Çok teşekkürler)

Bat Yam’da Türkiyeliler Birliği binasının ışıkları gece yarısı hala yanmaktaydı. Birliğin yürütme kurulu üyeleri ve başkan “Türkiye’ye yardım adına ne yapabiliriz” diye beyin fırtınası yapmaktaydılar. Pek çok olanak söz konusuydu ama ve sonuçta Türkiye Büyükelçiliğinden duyurulan yardım listelerine göre bir seçim yapmayı uygun gördüler. Türkiyeliler Birliği’nin elinde ihtiyaç olan malzemeleri gösteren altı sayfalık bir liste vardı. Listenin içinde ilaçlar da vardı ve epeyi fazlaydı. Acaba hangi ilaçları göndersek gerçekten ihtiyaç sahiplerine yararlı olur ve hayat kurtarabilir diye düşündüler. En iyisi bir doktorun fikrini almaktı.

Hangi doktor yardımcı olabilirdi? Bat Yam’da Türk asıllı tanıdık bir doktor vardı, ona sormaya karar verdiler.

Doktor listeyi inceledi ve “acil hayat kurtarabilecek ilaçları bir filtre edelim” dedi. Hastanelerde doktor nezaretinde kullanılabilecek ilaçlar tercih edilecekti.

Ancak oluşturulan liste için 40 bin şekele belki de daha fazla paraya ihtiyaç vardı.

Bu konuda fikrini almak için derneğin onursal başkanına müracaat ettiler.

Derneğin onursal başkanı fikri yalnız onaylamakla kalmadı, çok da parlak buldu ve destekledi. Elini ilk taşın altına koyan da bizzat kendisi oldu. “Para bulma işini bana bırakın, bakalım neler yapabileceğim” dedi

Nitekim ertesi gün hava karardığında masasındaki liste 30 bin şekeli geçmişti. Para neredeyse hazırdı ama önlerinde bir başka problem vardı. İlaç deposu reçete istiyordu. Onu da çözdüler, doktor listeyi imzalayınca ilaç deposu ilaçları vermeyi kabul etti.

Şimdi önlerindeki sorun bu 1,5 ton ağırlığındaki ilaçların Türkiye’de deprem bölgesine nasıl ulaştırılacağıydı. Türkiyeliler Birliği Başkanı gerekli kurumlarla temasa geçti gerek Türkiye Büyükelçiliği gerekse THY’ları bütün dünyadaki gibi gerekli desteği verdi. Bildiğim kadarıyla bu operasyon hafta sonuna doğru tamamlanmış olacak.

İlaç konusu da hallolmuştu. Ama telefonlar susmuyordu.

İsrail’de yaşayan 100 bin civarında Türk asıllı İsrail vatandaşı var. Bu insanlar az ya da çok bir yardım edebilmek için Türkiyeliler Birliği’ni arıyorlardı. Kimi doğrudan Türkiye’ye gidip yardım etmek, kimi ise tercümanlık gibi yardımlarda bulunmak istiyorlardı.

Birliğin yürütme kurulu ve başkanı, bu yardımları nasıl toplayacaklarını ve depremzedelerin yararına olacak şekilde nasıl ileteceklerini düşünürlerken bir haber hepsinin dikkatini çekti.

Gönüllülerden oluşan İhud Atsala kuruluşu 50 kişilik gönüllü paramadik ekiple yardım için Türkiye’ye gitmek üzereydi. Türkiyeliler Birliği derhal İhud Atsala ile temasa geçti. Acaba bir yardımda bulunulabilir miydi?

İhud Atsala kuruluşunun üyeleri bu çeşit faaliyetlerde sahada paraya ihtiyaç duyduklarını bildirdi. Mesela bir alet almaları veya benzine ihtiyaçları olduğunda nakit para gereksinimi vardı. İhud Atsala bankalardaki hesaplarında özel bir link açabileceğini, Türkiye’deki deprem için yardımda bulunacakların bu hesaba bağış yapabileceğini ve bu bağışların sadece Türkiye’de kullanacaklarını bildirince Türkiyeliler Birliği bunu medya kanallarından duyurdular. Böylece kulaktan kulağa da yayınlan bu bilgiyle bağışlar yağmaya başladı.

Ne diyeyim, herkesten Allah razı olsun, bir daha böyle acıları inşallah hiçbirimiz yaşamayız… Bu yazı yazıldığı saatlerde İsrail arama kurtarma ekibi 19 kişiyi göçüklerden canlı olarak kurtarmıştı ve depremden 120 saat sonra hala yıkıntılarda çalışıyorlar ve sesleniyorlardı.

 

-SESİMİ DUYAN VAR MI?

 

Aaron Baruch (Ankaralı)

2 Aralık 2022 Cuma

TARABYA’DA BİR DUBLE RAKI…

             




Akşam yemeği için erken sayılacak bir saatte Tarabya’daki Kıyı restorana eşimle girdiğimde cam önündeki masada oturanlar yeni yeni kalkıyorlardı. Garsona:

-Buraya oturabilir miyiz diye sordum.

-Tabi, buyurun dedi.

İçeride henüz erken olduğundan bir tek masa vardı. Kıyı restoran hatırladığım gibiydi. Neredeyse simalardan başka hiçbir şey değişmemişti. Bembeyaz masa örtüleri, pırıl pırıl bardaklar, tertemiz tabak çatal bıçak vs. Her şey, her taraf mis gibi… Cam kenarında olduğumuzdan dışarıyı seyrediyoruz. Yağmur yağıyor. Aklıma Cahit Sıtkı’nın yağmur şiiri geliyor. Sessizce içimden okuyorum.

 

Dışarda yağmur yağadursun
Ve içerdeyse bütün eşyan,
Esneyip senin gibi her an,
Pencerelerden bakadursun…

Birkaç dakika sonra beyaz gömlekli genç bir garson yanımıza sipariş almak için geldi.

-Lakerda var mı?

-Tabi efendim, olmaz mı?

-Tamam, bize lakerda getir, bir de patlıcan salatası.

-Başka ne alırdınız?

-Acele etme yavaş yavaş yiyeceğiz ki keyfini çıkartalım.

İçimden yavaş git oğlum, bu 12 senenin özlemi, tadını çıkara çıkara diye geçiriyorum.

-Ne içersiniz?

-Bana bir duble rakı getir, ama yeni bir rakı varmış, galiba adı göbek, ondan varsa getir.

-Var efendim.

-Eşim su içer. Ona oda sıcaklığında su getir lütfen.

-Siz rakıya su alır mıydınız?

-Evet, su ve buz lütfen.

Gitti. Biraz sonra su ve bir duble rakıyla geldi. Usulünce rakıya önce biraz su ilave etti, buz için pay bıraktı. Sonra iki parça buzu sıçratmadan bardağa koydu. Eşime de bir bardağa su koyup servis etti.

Biraz sonra lakerdayla patlıcan salatasını getirdi. Porsiyonlar cömertçe konulmuştu. Servis etmeye teşebbüs ettiyse de kendim yapacağımı söyleyip izin vermedim. İki büyük parça lakerdanın daha büyük olanını eşime, ötekini de kendime aldım.

-Hadi afiyet olsun canım.

Lakerdalardan birer parça ağzımıza attık. Kaymak… Tuzlu değil, soğuk, ağızda eriyor… Deniz kokusu mu desem, eski hatıraların özlemimi desem, derinden gelen bir haz içimizi kaplıyor.

Sonra patlıcan salatasından aldık. Köz kokuyor, müthiş lezzetli, tam özlediğim gibi, tam hatırladığım gibi.

Rakımdan küçük bir yudum alıyorum. Artık eskisi gibi içemediğimden bir kadehle iktifa etmek mecburiyetindeyim, yavaş gitmeliyim. Tadını çıkara çıkara…

-Sıhhatine canım, afiyet olsun…

Garson uzaktan beni kolluyor. İşaret ediyorum geliyor. Geldiğinde:

-Bir güzel salata istiyorum dedim. Şöyle rokalı filan. Bir de kroket getir bize.

Eşim güveçte karides istiyor.

-Tabi efendim, olur.

-Üzerine biraz da kaşer peyniri rendeleyin mümkünse…

-Tamamdır.

Siparişlerimiz 15 – 20 dakika sonra geldi. Kroketler çok sıcak. Yemek için biraz beklemek gerekli. Fakat karidesler muhteşem. Sosu, kaşeri, tuzu biberi, yıkılıyor. İçerisinde ince ince domatesler ve mantar da var. Çok lezzetli…

Salata ile oyalanıyoruz. Rakı da neredeyse yarıya geldi. Eskilerden konuşuyoruz eşimle, bazen hüzünleniyoruz, ama çoğu komik şeyler geliyor aklımıza, gülüyoruz.

Garsona balık siparişi verdim. “Bize barbun getir” dedim. Tava olsun, nar gibi kızarsın, altın rengi barbun yemeyeli çok oldu…

Çok geçmeden getirdi. Balıkları ben elimle yiyorum, eşim çatal bıçakla… Şahane bir balık, çok taze, belli. Barbunun o kendine has kokusu burnumuzun direğini, ciğerimizin nefesini bayram yerine çeviriyor. Salatanın geri kalanını, kroketleri bitiriyoruz. Arada rakı da dayanamıyor, o da bitiyor.

-Tatlı ne istersiniz efendim.

-Çok şey isteriz de neyse, boş ver, yediklerimize sayalım. Sen yavaştan hesabımızı getir aslanım.

Bu arada restoran hafiften yükünü almaya başlamıştı. Genelde gençler doldurmuştu mekânı. Ama belli ki hepsi çok seviyeli kişilerdi.

Hesap İsrail’de 3-4 kişinin bir fast food restoranında ödediği kadar bir paraydı. Kalktığımızda yağmur durmuştu, arabaya bindik evin yolunu tuttuk. Çok güzel hatıralarla dolu bir geceydi.

İstanbul, Tarabya, Kıyı Restoran, bir gece de böyle geçti…

 

Aaron Baruch (Ankaralı) 

5 Kasım 2022 Cumartesi

HAREDİLER Mİ, ARAPLAR MI?





İsrail’de seçimler bitti fakat tartışması henüz bitmedi. Yeni hükümet kurulana kadar da devam edeceği de meydanda…

Bundan evvelki seçimlerde seçmenler Rak Bibi (Yalnız Netanyahu) ile Rak lo Bibi (Netanyahu olmasın da kim olursa olsun) tercihleri arasında oylarını kullandılar. Yani seçmenler Netanyahu ile karşıtları arasında bir tercih yaptılar. Yapılan son 4 seçimde bu tercih net olarak belli olmadı ve sağlam bir hükümet kurulamadı. Kurulanlar da çok yaşamadı.  

Bu seçimde ise seçmenlerin önünde iki seçenek vardı.

1-    Sol blok. Eğer bu blok seçimi kazanırsa kesin olarak Arap partileriyle koalisyon yapmak durumdaydı. Sol blokun başka türlü mecliste çoğunluğu matematik olarak sağlaması mümkün değildi. Sol blok siyasetçileri Araplarla anlaşılabileceğini var sayıyorlar, bir gün barış yapabiliriz diye düşünüyorlar herhalde. Ancak hükümette Arap milletvekillerini görmek pek çok İsrailli için kabullenecek bir durum değildir. Kaldı ki bu Arap milletvekilleri koalisyona girmek için elbette pek çok şart ileri süreceklerdi. Örneğin Arapların yoğun yaşadığı yerlere pek çok yatırım isteyecekler ve bu yerleşim yerlerine deli gibi para harcanacaktı. Ayrıca siyasi olarak kim bilir nasıl tavizler verilecekti? Araplarla iç içe yaşayan Yahudiler bundan çok korkuyorlar. Arapların daha da şımaracağı ve cesaretleneceği varsayıyorlar, dolayısıyla şiddet hareketlerinin ve terörün artacağından ciddi olarak endişeliler. İsrail’de, Araplara pek çok tavizin verildiği Oslo anlaşmasından İsrail’in her zaman zararlı çıktığı kanısı hakimdir. Araplara ne verirsen ver doyuramazsın. Onlar hepsini, ama hepsini istiyorlar. Öyle iki devlet bir arada, barış, sulh, şalom değil onların derdi, onlar İsrail filan tanımıyorlar, külli (hepsi) Filistin diyorlar.

2-    Sağ blok. Eğer bu blok seçimi kazanırsa Likud (Bibi’nin partisi) ile bütün dinci haredi partiler bir araya gelip koalisyonu kurması bekleniyordu. Nitekim de öyle oldu. 32 milletvekili çıkaran Likud partisi ile toplam 32 milletvekili çıkartan haredi partiler 120 sandalyeli İsrail meclisi Knesset’te çoğunluğu sağladılar. Başbakan Bibi (Netanyahu) başbakanlığında yeni sağlam bir hükümetin kurulacağı ve bunun 4 sene sonraki seçimlere kadar süreceği kesin gibi gözüküyor. Kurulması çok muhtemel bu hükümeti şimdiden eleştirenler dincilere çok taviz verileceğinden endişeliler. Dinci partilerin birinin başındaki milletvekili hapiste yatmış, Araplara düşman aşırı uçta bir kökten dinci. Başka sıkıntılar da var.  Örneğin bütçeden din okulları yeşivalara deli gibi paralar aktarılacağından korkuluyor. Ayrıca   ders programlarında matematik, İngilizce ve fen derslerini seçmeli ders olarak okutulacağı, onun yerine din ağırlıklı derslerin çok daha fazla olacağı konuşuluyor. (Şu anda zaten buna yakın bir durum var) Bu uzun vadede elbette İsrail için çok sıkıntı yaratır. Ayrıca dinci partiler her halde cumartesi günleri İsrail’de otobüslerin, trenlerin çalışmasına engel olacakları ve marketleri iş yerlerini kapatacakları beklentisi var. Yani ülkede dinciler etkilerini arttıracaklar gibi gözüküyor. Bu da seküler vatandaşları çok endişelendiriyor.

 

Neticede İsrailli seçmen Araplar mı, harediler mi daha az zararlıdır diye karar verme durumda kaldı ve çoğunluk Araplar yerine Haredileri seçti. Hayırlı olsun.

Bir başka konuya değinmeden bu haftaki yazımı bitirmeye niyetim yok. Seçimden evvel, hatta sonrasında kendi görüşü seçimi kazansın ya da kaybetsin, sosyal medyada karşı tarafa acımasızca ve terbiye sınırlarının ötesinde saldırılarda bulunmasını kabullenemiyorum.  Güya kültürlü bir toplumuz, sosyal medyada neler okuyorum, inanamıyorum. Bir Fransız lisesinden mezun yaşını başını almış İstanbullu bir hanım bir arkadaşının yeni kurulacak hükümet hakkında “hayırlı olsun” temennisine “hıyarlara hayırlı, bize değil diye yanıt veriyor…  Daha çok örnek var ama sadece bununla yetineceğim. Kendimize gelmemiz lazım. Hiç yakışmıyor…

İnşallah her şey güzel olacak… Sevgiyle kalın…

 

Aaron Baruch  (Ankaralı)

 

 

29 Ekim 2022 Cumartesi

TEŞEKKÜRLER NETANYAHU – TODA BİBİ




 

Bu hafta İsrail’de seçim var. 3 sene gibi bir zaman dilimimde 5’nci kez sandıklara gidiyoruz. Sanki bir şeyleri değiştirebilecekmişiz gibi. Daha seçim başlamadan sonuçlar belli. Bundan evvelki seçimlerde olduğu gibi koalisyon bıçak sırtında.  Bir tarafta sol blok, Bibi (Netanyahu) ve kökten dinciler, diğer tarafta Arap milletvekilleri dahil diğerleri, yani sağ blok.

Bibi anketlere göre koalisyonu kuramıyor. Çünkü Bibi ve kökten dincilerle sol blokun toplamı 58 oluyor, bazen 59, bilemedin 60. Bu sayı 120 milletvekilli İsrail meclisinde çoğunluğu sağlamaya yetmiyor. Durum böyle olunca sağ taraftaki bütün partiler Arap partileriyle birleşseler dahi onların da durumu da aynı.  Bu yüzden son üç senede 5’nci defa seçime gidiyoruz. Kâhin değilim, İsrail siyasetini de çok iyi bildiğim hiç söylenemez, ama görünen köy de kılavuz istemez. Durum yine aynı ve aynı kalacak.

Hükümetin kurulabilmesi için 2 alternatif var. Birincisi, bir mucize olup Bibi, yani Likud partisi beklenenden daha çok milletvekili kazanarak kökten dincilerle bir sol koalisyon hükümeti kuracak. İkinci olasılık yine bir mucize olacak Likud 27-28 milletvekilinde kalacak ve öteki partilerin tümü, Arap partileri dahil, birleşerek bir sağ koalisyonu kuracak. Esasında bu ikinci olasılık çok daha zor. Çünkü Arap birliği bozuldu. Yani Araplar blok halinde seçime girmiyorlar. Arap partilerinden biri bloktan ayrıldı ve koalisyona girmeye pek niyeti yok gibi…

Bugün başbakan olan Lapid’in partisi Yesh Atid’in mecliste 17 iskemlesi var. Gönül ister ki Lapid ve Bibi koalisyona gitsin ve güçlü bir hükümet kurulsun. Esasında Yair Lapid bir zamanlar Bibi hükümetinde bakandı, biri birilerine yabancı değiller. Ancak bu da mucizelere bağlı. Çünkü Bibi’nin koalisyon ortaklarına kazık atma gibi bir şöhreti var. 2 Mart 2020’de yapılan seçimlerde Bibi (Likud) 36 milletvekili çıkarmayı başarabilmişti. Bibi için büyük bir zaferdi.   Mavi Beyaz partisi ile Bibi koalisyonu kurmuştu. Dönüşümlü olarak Gantz ile başbakanlık yapacaklardı. Ancak Bibi kendi dönemi bitince başbakanlığı Gantz’a teslim edeceğine hükümeti bozdu ve seçime gitti.

Bugün için Likud’un 32 milletvekili çıkarması çok zor gözüküyor. Demek ki artık eskisi kadar güçlü değil. Bunun bir başka sebebi de partisinde sivrilen her siyasiyi harcaması. Bugün Knesset’te Likud’a ve Bibi’ye dargın pek çok siyasinin olduğuna inanıyorum.

Yazık olan 3 senede 5 seçim için harcanan para ve zaman. Bu zaman ve para pekâlâ ülkenin yararına harcanabilirdi.

Peki bu işin sonu nereye varacak, her 6 ayda bir seçime mi gideceğiz?

Öncelikle İsrail’de seçim kanununun belki değişmesi gerekli. Partilerin Knesset’e girebilmesi için baraj %3’ün biraz üstünde. Bu baraj yükselirse mecliste bu kadar çok parti olmaz ve koalisyon daha kolay kurulur. Ancak İsrail halkı her düşüncenin, her görüşün mecliste temsil edilmesini istiyor. Bunu demokrasinin gereği olarak görüyor. Bu kadar demokrasi çok fazla diye düşünülebilir. Ancak demokrasi demokrasidir. Demokrasi mükemmel bir yönetim tarzı değildir. Mevcut yönetimlerin en iyisidir.

Değişmesi gereken bir başka konu da başbakanlar en fazla 2 dönem için o makamda kalabilmeli. Öyle ilanihaye başbakanlık ülkeye fayda getirmiyor.  

Bibi iktidarda olduğu 15 seneye yakın bir süreçte İsrail ekonomik ve askeri bakımdan çok güçlendi. Bibi uluslararası alanda İsrail’e çok büyük prestij kazandırdı. Korona ile savaşta İsrail halkı bu beladan en az zararla kurtuldu. Onun zamanında İsrail dünyanın en güçlü ülkelerinden biri oldu.

Ancak Bibi iki senedir iktidarda değil. Ülkede yine de işler fena gitmiyor. Yani bu memleket Bibi olmadan da yönetilebiliyormuş. Bugün artık demokrasinin işleyebilmesi, ülkede güçlü hükümetler kurulabilmesi için yoları açmak gerekli. Şahsi egolardan sıyrılarak ülkenin yüksek menfaatleri uğruna demokrasinin yollarını tıkamamak lazım. Bu seçimlerden sonra alınacak neticelere göre Bibi “yola devam” ya da “tamam” kararı almalı.  Ülkenin Putin’i veya Erdoğan’ı olmamalı. Kendisine yakışanı yapıp efsane olmalı…

Oyum bu defa da Bibi’nin. Ancak “seçim sihirbazı” bu seçimden sonra güçlü bir hükümet kuramazsa bundan sonraki seçimlerde başka partilere şans tanıyabilirim.

Bu ülke için yaptıklarından dolayı Teşekkürler Netanyahu, toda Bibi, bu ülke seni hiçbir zaman unutmayacak.  

 

Aaron Baruch (Ankaralı) 

22 Ekim 2022 Cumartesi

İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM






Son günlerde İsrail’de “iki devletli çözüm” ile ilgili yazılar yayınlanıyor, kıymetli insanlar fikirlerini beyan ediyorlar. Yani İsrail ve Filistin devletlerinden(!) bahsediliyor. Bir başka deyişle “Filistin devleti kurulsun, İsrail ve Filistin barış içinde yaşasın” tezi irdeleniyor. Peşinden İsrailli bazı düşünürler, “kurulsun ama, silahlanmasın” diye de ekliyorlar. Nasıl bir devlet kurulacaksa, silahlanıp silahlanmaması için başka bir devletten izin isteyecek.

İki devletli çözüme karşı çıkanlar “etrafımızda yeteri kadar düşman var, bir başka düşman devletin kurulmasına İsrail izin vermemeli” diyor.

Bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Filistinliler devlet kurmak için gerekli ve doğru adımları atarlarsa İsrail’in buna engel olabileceğini mi sanıyorsunuz? İsrail’in böyle bir politik gücü mü var? Hiç sanmıyorum.

Elbette İsrail’i destekleyen pek çok ülke var. Ama İsrail’i işgalci olarak niteleyen, her fırsatta İsrail karşıtı oy kullanan daha çok ülke var. Bağımsız bir Filistin devletini destekleyenler bence İsrail’i destekleyenlerden daha çok.

Peki madem uluslararası siyasi arenada bağımsız Filistin devletini destekleyen pek çok ülke var, neden Filistin devleti kurulmuyor, ya da kurulamıyor?

Kurulamıyor çünkü Filistinliler bir devlet kurmak becerisini gösteremiyor. 14 yıldır seçim yapılamayan bir Filistin’den bahsediyoruz.  İki başlı bir cahil güruhu bu. Yarısı Gazze’de (Hamas), yarısı Batı Şeria’da (FKÖ). Batı Şeria’da Filistin Kurtuluş Örgütü duruma hâkim gözüküyor. Ancak bu bölgede 14 senedir seçim yapılmıyor. Neden biliyor musunuz, çünkü yapılsa FKÖ seçimi büyük bir olasılıkla kaybedecek. Hamas desen ABD ve Avrupa bu örgütü terörist olarak kabul etti. Bu adamlar gerçekten de terörist.

Yani elimizde Filistin devletini kurma potansiyeli olan iki siyasi gurup var. Birisi FKÖ, anti demokratik, 14 senedir seçim yapmadan iktidarda oturan, kendi teröristlerini destekleyen bir idareci gurubu, diğeri ise Hamas denilen gerçekten terörist kendilerine oy vermeyenleri damlardan aşağı atan bir başka gurup.

Bunlar mı devlet kuracak?

Bunlar mı Batı Şeria ve Gazze’yi birleştirip, halkları için iyi bir şeyler yapacak?

İsrail’i tanımayan, hatta haz ve Şalom haz ve halila, İsrail’i haritadan silmeyi kafalarına koymuş bu guruplar mı devlet kuracaklar? Suyunu elektriğini petrolünü gazını İsrail’den alan, ekonomik olarak tamamen İsrail’e bağlı olan, roketten başka hiçbir şey üretmeyen Filistin’in İsrail olmadan yaşama şansı olmadığını hepimiz biliyoruz. Bağımsız devleti nasıl kuracaksın ve en önemlisi nasıl yaşatacaksın?

Filistinliler bugün devlet kurabilme becerisinden çok uzakta gözüküyorlar.

Öyleyse nasıl “iki devletli çözümden” bahsediyoruz? Orta yerdeki tek devlet İsrail. İkinci devlet nerede?

Filistinliler başlarındaki bu teröristlerden kurtulmadıkları ve demokrasiyi içlerini sindirip insan gibi yaşamayı beceremedikleri sürece devlet mevlet kuramazlar, ortada da iki devletli çözüm diye de bir şey olamaz. Yani sorun İsrail’in bir Filistin devleti kurulmasına izin verip vermemesi değildir, sorun İsrail’in iki devletli çözüme evet ya da hayır demesi de değildir, sorun Filistinlilerin devlet kurma becerisine sahip olamamasıdır.

Aynı durum Kürtler için de geçerli. Taa eski, tarihlerden beri, Kürt aşiretleri bir araya gelip devlet kurma becerisini gösteremediler, aşiret olarak kaldılar. Zaman zaman isyanlar çıkardılar, şimdilerde terörist üretip güya milliyetçilik yapıyorlar.

Uzun lafın kısası haklar verilmez, alınır. Sen sen olacaksın, devletini kuracaksın, bahane üretmeyeceksin. Engeller önünde durmak için değil, üstünden atlayıp gitmek için vardır. Filistin halkının en büyük engeli kendisidir.

 

Aaron Baruch  (Ankaralı) 

8 Ekim 2022 Cumartesi

AMBULANSLARIN UBER’İ

 

 





         Kudüs - 2 Haziran 1978 – Patlama o kadar şiddetliydi ki Eli Beer ve on bir yaşındaki ağabeyi uzun zaman hiçbir şey işitemediler. Etraftaki binaların camları tuzla buz olmuştu. Ölüler ve yaralılar yerlerde yatıyorlardı.  Teröristlerin koyduğu bomba patlamış ortalık cehenneme dönmüştü.

Bomba patladığında Eli Beer daha 5 yaşındaydı ama o günün travmasını hayatı boyunca üstünden atamadı. “Bir gün, hazır olduğumda, ihtiyacı olanların yardımına koşacağım” diyordu hayallerinde kendi kendine…

On beş yaşına geldiğinde ilk acil tıp teknisyenleri kursunu bitirdi ve Magen David Adom’a (İsrail’in Kızılay’ı- Kızıl Kalkan) katıldı. Çalışmaya başladığında çok kere geç kalındığını fark etti. Ambulanslar trafik yüzünden etkileniyor ve gideceği yere zamanında varamıyordu. Bir sorun daha vardı. Ambulans Arap yerleşim yerlerine yanlarında askeri eskort olmadan giremiyordu. Ambulansların taşlandığı hatta yakıldığı çok olay olmuştu. Birkaç dakika geç kalındığı için yaşamlarını kaybeden insanlar Eli Beer’i derinden etkiliyordu. “Daha hızlı olmalı” diye kendini yiyip bitiriyordu.

Yedi yaşında bir çocuk yediği sosis boğazına takılınca Eli’nin içinde bulunduğu ambulans bütün hızıyla yardıma koştu. Yirmi dakikada olay yerine vardılar. Çok geç kalmışlardı. Çocuk ne yazık ki ölmüştü. Birkaç dakika yüzünden gencecik bir çocuk hayatını kaybetmişti.

İsrail gibi bir terör ve savaş ülkesinde ihtiyacı olanlara yardım etmek için ilk çağrıdan olaya müdahale edene kadar geçen süre çok kritiktir. O kadar kritiktir ki buna tam anlamalıyla hayat memat meselesi diyebiliriz. Bu süre İsrail’de ortalama yirmi dakikadır. Oysa bir kalp krizi vakasında ilk müdahaleyi yapanların o insanın hayatını kurtarmak için sadece altı dakikaları vardır.

Eli Beer kendisi gibi düşünen 15 Acil Tıp Teknisyeniyle (ATT) bir araya getirerek yerel bir gurup oluşturmayı düşündü ve bu fikrini hayata geçirdi. Sonra ikinci adım olarak kendi bölgelerindeki ambulans şirketinin müdürüne gitti.

-Bir çağrı alındığınızda bizimle de temasa geçin. Belki biz daha çabuk yardıma koşabiliriz.

-Çocuk, okula git ve bir falafel (İsrail’de çok yenen nohut köftesi) büfesi aç. Senin yardım teklifinle ilgilenmiyorum.

-Canın cehenneme, senin yardımın olmadan da hayat kurtaracağım.  

-Hutsba. (İbranice saygısız demek)

Gurup ertesi gün yardım çağrılarını olanak veren iki adet telsiz cihazı satın aldılar. Eli Beer aynı gün telsizden araba çarpan yetmiş yaşında bir adam için acil çağrı yapıldığını duydu. Olay birkaç sokak ilerisindeydi. Deli gibi koşmaya başladı. Adamı bulduğunda boğazından kan fışkırdığını gördü. Beer’in tıbbi malzemesi yoktu ama kanı durduramazsa adamın kesin olarak öleceğini biliyordu. Başındaki kippayı (İnançlı Yahudilerin taktıkları başlık) adamın yarasını kuvvetle bastırıp kanı durdurmaya çalıştı. Beş dakika sonra ambülans geldiğinde adam kendinde değildi ama hala nefes alıyordu. Adamı ambulansa koyarlarken ihtiyarın kolundaki Auschwitz numarasını gördü.  İki gün sonra adamın oğlu Beer’i hastaneye gelmesi için davet etti. Babası ona hayatını kurtardığı için teşekkür etmek istiyordu. Artık Eli Beer hayat kurtaran bir örgüt kurmak konusunda kararını vermişti.

Bunun için ülkenin her yerinde çok iyi eğitilmiş insanlardan oluşan bir ağ kurması gerekiyordu. İkinci olarak da ihtiyacı olanlara yardım edecek bir sistem kurmalıydı.

Örgüte katılacak olanlar, sürücü ehliyetine sahip yirmi yaşından büyük ve temiz sicilli insanlar olmalıydılar. Hepsi 200 saatlik sıkı bir ilk yardım eğitim programından geçmeliydiler. Ancak örgüt genişledikçe hayal kırıklığı büyümeye başladı. Yeteri kadar çabuk değildiler. ATT’lerinin kullandıkları arabalar trafiğe takılıyor zamanında gitmeleri gereken yere varamıyorlardı. Sonunda buna bir çözüm üretti. Motosiklet kullanacaklardı.

Çok geçmeden motosikletler mini ambulans gibi donatılmaya başlandı. Her birinde bir travma çantası, bir oksijen tüpü, kan şekerini ölçen alet ve bir şok cihazı vardı. Onlar, ambulanslardaki paramediklerin yerini tutmuyorlar fakat acil yardım süresini kısaltıyorlardı.


                          

Başta Kudüs’te, sonra Bnei Brak’ta arkasından Hayfa ve Tel Aviv’de çabucak büyüdüler. Dindar Yahudi cemaatleri bu kuruluşa tam destek veriyorlardı.

2006 Lübnan savaşı yüzünden pek çok sağlık çalışanı ülkenin kuzeyine gittiler. Eli Beer kendi örgütüne benzer başka örgütlerin daha donanımlı olduklarını gördü. Birleşebilirlerse masraflar azaltılabilir ve daha çok hayat kurtarabilirlerdi. Hadera’da (İsrail’de, Tel Aviv’in kuzeyinde bir şehir) bir toplantı yapıldı ve ICHUD HATZALAH – BİRLEŞİK HATZALAH kuruldu. Eli Beere bu başarısını “doğru şeyi yeterince uzun süre yaparsanız sonunda insanlar bunu görmeye başlar” düşünce şekline bağlıyor. Onlar hastaları kendi anneleri ya da babaları gibi düşünüp onlara kendi oğullarıymış gibi koşuyorlar. Onları durduran tek bir şey var. Kahrolası Şiddet.

2006 yılında bir Arap olan Asli’nin babası kalp krizi geçirdi. Asker desteğini alıp ambulansın gelmesi bir saatten fazla sürdü. Adam öldü. Babasının ölümünden kısa bir süre sonra röntgen teknisyeni olarak çalıştığı Hadassah Üniversitesi’nde Asli, tesadüfen Eli Beer ile tanıştı. Eli Beer’den çok etkilenen Asli, Eli Beer gibi mahali bir ekip kurmak için kolları sıvadı. 2007’de o ve lisanslı bir hemşire olan arkadaşı Murad Alyan Eli Beer ile bunu konuşmak için bir araya geldiler. Eli Beer fikrin üstüne atladı:

-Çok fazla trajedi ver. Çok fazla nefret var. Konu Yahudileri kurtarmakla ilgili değil. Konu Müslümanları ya da Hristiyanları kurtarmakla da ilgili değil. Konu insanları kurtarmakla ilgili.

Araplar Birleşik Hatzalah’a üye olmaya başladılar. Örgüttekiler onlara ekipman ve neye ihtiyaçları varsa her şeyi vermeye başladılar. Bugün Tira, Kfar Kana, Kfar Qasim gibi Arap şehirlerinden birçok gönüllü örgütte çalışıyor. Gönüllüler İngilizce ve İbranice örgütün logosunu taşıyan yelekler giyiyorlar. Çok tehlikeli olan Batı Şeria’ya bile gidiyorlar. Eli Beer:

                   

-El ele başladık. Araplar Yahudileri kurtarıyor, Yahudiler Arapları. Özel bir şey gerçekleşiyor. İşe başladığımızda bize “meşuga” (İbranice çılgın) dediler. İnanılmaz bir durum. Hayat kurtarmak bütün dinler için önemlidir.

Siyahlar giymiş bir ultraortadoks Yahudi’nin Doğu Kudüs’te bir Arap mahallesine girdiğini düşünün. Ya da bir Arap’ın Yahudi ortadoksların kalbine, Mea Shearim’e yardım etmek için koşarak girdiğini hayal edin. Gerçekten inanılmaz…

2008 yılından itibaren bütün ATT’ler akıllı telefonlarına GPS uygulaması yüklediler. Ambülans çağırmak için gönderilen arama örgüt tarafından da alınır. Sistem bir olay yerinin çevresinde bir alan belirler ve en yakındaki beş gönüllüyü telefonlarına gönderdiği çok güçlü bir sinyalle uyarır. Ayrıca herkes yardım almak için ücretsiz 1221 hattını arayabilir.

Beer bütün bunları çok büyük bölümü İsrail’den ve Amerika’dan kişisel bağışlar yoluyla sağlanan 5 milyon dolar civarında bir bütçeyle sağladı. Bugün bu bütçenin nereler ulaştığını bilmiyorum. Ancak örgüt Amerika, Kanada, İngiltere ve Fransa’da da çalışıyor.  Bu arada şunu da belirteyim, sadece birkaç kişi hariç örgütte çalışanların tümü gönüllü olarak çalışırlar ve hiçbir ücret almazlar. Bugün bu örgüt 6200 gönüllüsü ile günde 1800 çağrıya 3 dakikadan daha çabuk yanıt veriyor.

GERÇEK SİYONİZİM İSRAİL’DE YAŞAYAN HERKESE EN İYİ ŞEKİLDE DAVRANMAKTIR.

Sözün bittiği yer…

 Aaron Baruch (Ankaralı)

 

 

Kaynak : Küçük Ülkenin Büyük Hayalcileri kitabı

               THOU SHALT

                INNOVATE

                AVI JORISCH