İlk yayın tarihi 14 Şubat 2015
Sevgili kardeşlerim,
yeğenlerim ve dostlarım.
5 İyar 5708. Yani 14 Mayıs
1948. Ben Gurion bir kere daha masaya vurdu:
-Yahudi İsrail
devletini ilan ediyorum. İsrael devleti resmen doğmuştur dedi.
Oturuma katılanlar
Şehiyanu duaları arasında Hatikva'yı söylemeye başladılar. Toplantının
yapıldığı eski müze binasında bulunanlar çok sert insanlardı. Çok, ama çok
badirelerden geçmişlerdi. Pek çoğunun kolunda hala Avrupa'daki zulüm kamplarının
numaraları vardı. Ama bu sert insanlar şimdi ağlıyorlardı.
Tam 11 dakika sonra,
tamı tamına 11 dakika sonra ABD bu yeni ülkeyi ilk tanıyan devlet olacaktı...
İsrael devleti doğmuştu
doğmasına ama Yeruşalayim boğulmak üzere idi. Ve Ben Gurion Yeruşalayim’i kaybettikleri
takdirde bu bebek devletin yaşama şansının çok az olduğunu biliyordu. Yeruşalayim
kurtarılmalıydı. Neye mal olursa olsun KURTARILMALIYDI...
Nachson harekâtı
ile yol açılmıştı açılmasına,
ancak sadece 4 konvoy geçebilmişti. Elbette ki bir rahatlama
getirmişti. Fakat kuşatma altındaki 100 bin kişi için bu yeterli
değildi. Araplar kısa bir zaman sonra Bab el Ued geçidini büyük büyük
kayalarla tamamen kapatmışlar ve burayı tahkim ederek geçilmesi imkânsız bir
hale getirmişlerdi. Sahil ile Yeruşalayim'in arasındaki yol bir daha açılmamak
üzere kapanmıştı. Yeruşalayim’in kurtarılması için ancak bir mucize gerekli
idi ve o mucize gerçekleşecekti...
ALB.DAVİD MARCUS |
-Bu tepeleri yarıp
geçebilseydik Yeruşalayim’i kurtarmak için bir yolumuz olurdu dedi. Marcus
gülerek cevap verdi:
-Neden olmasın, biz
Kızıldeniz'i geçmedik mi?
Gülüştüler. Birden bire
uzaktan gelen bir motor homurtusu işittiler. Kulaklalar dikildi. Makineli tüfeklerini
kaptıkları gibi siper aldılar. Birden ters yönde gelen bir cipin üzerlerinde
bulundukları tepeye çıkmakta olduğunu fark ettiler. Siperlerine daha sıkı
sindiler. Gelen cip meydana çıktığı an Amos Cholev bir nara attı.
-Alan... Ma
şlomhem...
Cipin sürücüsü ile
yanındakini tanımıştı. Bunlar Palmach'ın Harel tugayında iki arkadaşı idi. Yeruşalayim’den
geliyorlardı. Çıplak Yehuda
tepelerinde bu iki Cipin karşılaşmalarının hesaplanamayacak kadar büyük
sonuçları olacaktı...
Yeruşalayim’den gelen
cipteki Levi, Tel-Aviv'e gelir gelmez Kırmızı Eve'e, Ben Gurion'a koştu.
-Şehir aç, cephanemiz
kalmadı, bitmek üzereyiz diye inledi nefes nefese.
Ben Gurion:
-Bir cipin geçtiği
yerden yirmi cipte geçer dedi ve komutan Ukraynalı bir
değirmencinin oğlu olan Joseph Avidar'a emirler yağdırdı. Askerler ve subaylar
Tel-Aviv'e dağıldılar. Ancak bu yeni araçlara el koyma işi şehirde
işitilmişti ve enteresan bir şekilde bir tek cip bile meydanda yoktu. Sanki yer
yarılmıştı ve cipler içine girmişti.
-Bari benimkini alın
dedi Ben Gurion.
İki cip ağzına kadar
silah ve cephane dolduruldu ve derhal Yeruşalayim’e doğru yola çıkıldı. İçleri
umut doluydu. Yorgunluktan gözleri kapanıyordu. Ama bir an evvel
geri dönmeliydiler. Onun için hiç oyalanmak istemiyorlardı.
Aynı saatlerde
Kırmızı Ev'de bir Rus, Joseph Adivar, ve bir Amerikalı, Davit
Marcus, yürüyerek Kızıldeniz'i geçen ve sürgünde çölleri aşan Yahudi Ulusunu
yeni bir serüvene sürüklemek için bu toplantıya
katılmışlardı. Yeruşalayim’e giden yolu silah zoruyla açmaları imkânsızdı
ama alın teri, teknik ustalık ve cesaretle kamyonların geçebileceği yeni
bir yol yapmaya çalışacaklardı.
Yeruşalayim, eyy
Yeruşalayim…
Davit Marcus'un
beklediği araç nihayet gelmişti. Solel Boneh inşaat şirketinin bir buldozeriydi
bu. Yol yapımı için terkedilmiş Arap köyü Beyt Jiz köprübaşı olarak
seçilmişti. Amerikalı Albay (Davit Ben Gurion tarafından generalliğe terfi
ettirilmişti. ) operatöre yolu gösterdi.
-Burası dedi. Buradan
başlayalım.
Yola bir isim
koymuşlardı. Amerikalıların Çin'de yaptıkları inanılmaz bir yolun ismini.
Birmanya Yolu... Buldozer metre metre yolu kazmaya ve düzeltmeye başladı.
Ağır ağır ama amansızca kazıyor, düzeltiyor deliyor ve ilerliyordu.
Makinenin yetmediği, yetişemediği yerlerde insan emeği devre giriyor, taşçılar
ameleler, kırıyorlar, dolduruyorlar karıncalar gibi çalışıyorlardı.
Tel-Aviv'den, kibutzlardan gelen bu insanlar yolun açılması için bir adak gibi
terlerini akıtıyorlardı. Gece gündüze karışmıştı. Geceleri sesler tepeden
tepeye yankılanıyordu. Zamana karşı bir yarış vardı. Belki onlar yolu
bitirmeden Yeruşalayim bitecekti. 5 kilometre daha yol yapılması
gerekiyordu Davit Marcus, Yeruşalayim yönüne bakıp zaman zaman kendi
kendine söyleniyordu..
-Dayan
Yeruşalayim, ne olursun ben gelene kadar dayan... Geliyorum... Dayan...
Yeruşalayim dayanacaktı
ama o bunu göremeyecekti...
7 Haziranda Yeruşalayim'in üç günlük yiyecek stoku kalmıştı. Komutan Don Joseph "kendimi,
çocukları için yemek isteyen annelere boş depoları göstereceğim güne
hazırlamalıyım" diye
düşünüyordu. Durumu bütün açıklığıyla anlatan bir telgraf hazırladı ve emir
subayına "bunu acele Ben
Gurion'a gönder" emrini verdi. Telgrafın devamında "Shabat’a
kadar elimize un geçmezse şehirde açlık başlayacak" deniyordu.
Telgraf öyle açıktı ki Birmanya
Yolu bitmeden Yeruşalayim teslim olacağı hemen anlaşılıyordu.
Kırmızı Ev, yine bir
toplantıya daha ev sahipliği yapıyordu. Sonunda karar verdiler... Altı yüz
Yahudi gerekliydi. Sırtlarında 20 kilo yükle 5 kilometre yürüyebilecek
600 Yahudi lazımdı. Yol açılıp ta yoğun yardım gelene kadar her gece bu 600
kişi sırtlarında taşıyacakları 20 kilo yükle Kudüs'ü birazcık olsun
besleyebilirdi ve zaman kazanabilirlerdi. İşçi konfederasyonları devreye
girdiler. Bankacılar, memurlar, işçiler, tüccarlar çok kısa ancak çok önemli bir görev yapmaları için nazikçe otobüslere davet
edildiler. Ünlü folklorcu Mordehay Zeira'da yolcular arasındaydı. Ne var ki bu
insanların çoğu emeklilik yaşına yakındılar ve şehir hayatı yüzünden yürüme
alışkanlıklarını yitirmişlerdi. Otobüsler onları Nachson harekâtının başladığı
yere, Kfar Blou'ya götürdü. Kibutzlardan gelen Yahudi kadınlar karıncalar gibi
çalışıyorlar torbalara koydukları un, pirinç, şeker, kuru sebze ve süt
tozlarını daha sonra sırt çantalarına yüklüyorlardı. Ukraynalı değirmencinin
oğlu komutan Joseph Avidar hamallara görevlerini açıkladı. Konuşması sürdükçe
yüzler asılıyor, bedenleri korku sarıyordu. Ortalığa umutsuz bir hava hâkim
olmuştu. Komutan sözlerini şöyle bitirdi:
-Her birinizin sırtında
100 Yahudi'yi bir gün daha hayatta tutacak yiyecek olacak, Yeruşalayim’li kardeşleriniz
bugün sadece dört dilim ekmek yiyebildiler... Yolunuz açık olsun.
Elini kaldırıp onları
uğurladı. Herkes donmuştu. Komutanın eli yoktu, daha evvel bir el bombasıyla
kopmuştu...
600 Yahudi birden
canlandı. En ağır çantayı kapabilmek için koşuşturmaya başladılar... Joseph
onları tekrar otobüslere doldurdu ve Birmanya yolunun açılan son
noktasına kadar getirdi. Bundan sonra Yehuda tepelerini yürüyerek aşmaları
gerekiyordu. Karanlıkta hamallar kaybolmamak için tek sıra halinde biri
birilerinin gömleklerini tutarak ilerlemeye başladılar. Dünyanın en geveze
ulusunun bireyleri hiç konuşmadan yürüyorlardı.
O yol açıldı.
Yeruşalayim açlığa yenilmedi. Ama ne yazık ki Judas Maccabee'den beri ilk
Yahudi generali Amerikan asıllı David Marcus ateşkes şerefine giydiği beyaz
elbisesi yüzünden Arap zannedilerek bir Yahudi nöbetçi tarafından vurularak
öldürülecekti... Marcus İbranice bilmediği için paraloyı anlayamamış ve cevap
verememişti.
KOTEL - YERUŞALAYİM |
11 Haziran günü 30
günlük ateşkes ilan edildi. Yahudiler bu süre içinde toparlandılar. Avrupa'dan
satın alınan pek çok silahı ülkelerine getirebildiler. Ateşkesten sonra her
cephede ilerlediler ve bugünkü İsrael'i kurdular.
Bir gün Yeruşalayim’i ziyaret ederseniz yürürken yerdeki taşlara daha yavaş, daha saygılı basın. Daha dikkatli bakın. Orada, biz bu topraklarda yaşayabilelim diye dökülen terlerin, kanların ve gözyaşlarının izlerini bulacaksınız.
Yahudiler Yeruşalayim’i
asla bırakmayacaklardır.
Bu günlükte bu kadar
sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım.
Hoşça kalın, sevgiyle
kalın,
Aron Baruch (Ankaralı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.