Sevgili
kardeşlerim,
yeğenlerim ve dostlarım.
Peynirimi kim kaptı?
Dr.
Spencer Jhonson’un harika bir kitabı. Yeni değil. Ara ara
fırsat buldukça tekrar okurum. 100 sayfadan az. Okuması 1 saat bile sürmüyor.
Ama inanın bana bir ömür boyu yetecek dersler var içerisinde. Sizlerle
paylaşmak istedim. Son satırı
okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayacağınızdan eminim.
Size
kitabın çok kısa bir özetini ve benim anladığım kadarı ile vermek istediği
mesajları anlatmaya çalışacağım. Basit gibi gelebilir ama değil. Ben bu kitabı başucu
kitabı yapmışımdır. Bugün İsrael’de yaşıyorsam bu kitabın bunda payı var.
Kitap
çok uzak diyarlarda yaşayan iki küçük fare ile iki küçük insandan bahsetmekte. Sevimli
karakterlerimiz her sabah koşu ayakkabılarını giyerek yaşadıkları labirentte en
sevdikleri yiyecek olan peyniri aramaya çıkarlar. Labirent, bilinmeyenlerle
dolu, karışık ve zorludur. Yazar hayatı labirentle simgelemiştir. İki küçük
fare ise insanların basit yönlerini, küçük insancıklar ise insanların karmaşık
yönlerini sembolize etmektedir. Peynir ise insanların ihtiyaçlarını ve
hayallerini temsil etmekte.
Her
gün koşuya çıkan bu dört sevimli karakter bir gün çok büyük bir peynir deposu
keşfederler. Rüyaları hakikat olmuştur. Artık her sabah doğrudan depoya
gelmekte ve istedikleri kadar peynir yemektedirler. İnsancıkların rahatları
yerindedir. Artık sabah erken kalkmazlar. Koşu ayakkabılarını da
çıkarmışlardır. Depoya rahat rahat gelirler ve ihtiyaçları kadar peyniri
yerler. Hatta evlerini bile peynir deposunun yanına taşırlar. Fakat fareler her sabah yine erkenden gelmektedirler. Koşu ayakkabılarını
boyunlarına asmışlardır. Her sabah peynirleri ölçerler, bakarlar, analiz
ederler, tazeliğini kontrol ederler.
Bir
sabah sevimli karakterlerimiz müthiş bir sürpriz ile sarsılırlar. Depoya
geldiklerinde hiç peynirin kalmadığını görürler. Birisi peynirleri almıştır.
İnsancıklar ertesi gün geldiklerinde tekrar peyniri bulacaklarına
inanmaktadırlar. Fakat günler geçmesine rağmen kimse peyniri getirmez. Fareler
ise bir iki gün sonra tekrar koşu ayakkabılarını giyip labirente dalarlar.
Hisleri ve içgüdüleri onlara yol göstermektedir.
İnsancıklardan
birisi diğerine “biz de koşu
ayakkabılarımızı giyip labirente dalalım mı?” diye sormaya başlar. Fakat diğeri “kesinlikle
olmaz, labirent tehlikelerle dolu. Ben burada bekleyeceğim. Birisi
peynirlerimizi geri getirecek” demekte ve arkadaşının da cesaretini
kırmaktadır.
Yazarımız
mesajlarını bize, karakterlerin duvarlara yazdıkları yazılar yolu ile vermektedir.
Bu yazıların hepsini değil ama bence önemli olan bazılarını sizlere aktarmak
istiyorum.
“Sürekli
aynı şeyleri yapıp sonuçların değişeceğini beklemek saçma değil mi?”
Sonunda
insancıklardan daha müteşebbis olanı koşu ayakkabılarını giyer ve arkadaşını
boş peynir deposunda bırakarak labirente dalar.
“Değişimi
kabul et. O peynir düne aitti. Asla geri gelmeyecek. Yeni peynire ihtiyaç var.”
Karanlık
bir yolda ilerlerken bir çukura düşer. Zor bela çıkar. İlerlemeye devam eder.
Önüne bir çukur daha çıkar. Bu sefer çukuru fark eder ve düşmez. Kenarından dolaşır.
Bu arada peyniri aramanın da yemek kadar zevkli olduğunu fark eder.
Derken
bir peynir deposu bulur. Ne var ki içerisinde çok az peynir vardır. Fakat bu
depo ona cesaret ve güç verir. Bu arada içeride ne kadar peynir olduğunu ve tazeliklerini
dikkatle not eder.
“Değişiklik
bir anda olmaz. Öngörülebilen kısımları vardır.”
Bu
arada arkadaşını da unutmaz. Geri döner. Arkadaşı perişan bir vaziyettedir.
Duvarları kırmakta, yerleri kazmakta ve hala eski peynirleri aramaktadır. Ona başından
geçenleri anlatır. Ve kendisi ile gelmeye ikna etmeye çalışır. Fakat muvaffak
olamaz. Onun gelmeye hiç niyeti yoktur. Hala birisinin, bir gün peynirleri geri
getireceğini beklemektedir.
“Bir
şeyler değişir, bir daha asla eskisi gibi olmaz.”
Yeniden
yola çıkar. Bu sefer her köşeye, duvarlara işaretler koyar. Bir gün arkadaşının
da arkasından geleceğini ummaktadır. Bir iki depo daha bulur. Bunlarda da
peynir azdır. Her seferinde yeniden yola çıkar.
“Yaptığımız
işte mükemmel bile olsak, bazen fırsatların ve kârın azaldığını görebilmek
gerek.”
Sonunda
inanılmaz boyutta bir peynir deposu bulur. Depo göklere kadar peynir doludur.
İşin enteresan tarafı iki küçük fare buraya geleli çooook zaman olmuştur. Depoyu
bulan insancık umutla arkadaşını beklemektedir. Her seste “acaba o mu geldi”
diye dışarı koşmaktadır.
Peynirleri
keyifle tüketirken arada bazen düşünür.
“Korkmasaydım
kim bilir neler yapabilirdim?”
Yazarın
buradaki en önemli mesajı bence:
“Değişimi,
bir şeyin sonu değil, başı gibi kabul
etmek gerekir.
Eğer bu değişimi kabul etmezsen, bu her şeyin sonu olabilir. İlerlemeye
odaklanmış insanlar, değişimi bizzat kendileri yaratırlar.
Değişimi kabul ettiğinde değişiklik korkunç
bir olay olmaktan çıkar.
Korkuların üstüne gitmek seni özgür kılar.
Devamlı
güvenliği arayanlar ironik bir şekilde bunu kaybetmeye mahkûmdurlar.”
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
Peynir
1400lerde İspanya’da idi. Sonra Osmanlı’da bulduk peyniri. Derken Türkiye’de.
Şimdi
peynir bilin bakalım nerede? Haydi, giyin koşu ayakkabılarınızı.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu
haftalık da bu kadar sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım,
Sevgiyle
kalın, hoşça kalın…
Aaron
Baruch (Ankaralı)
Not
: Kitabın harika bir özeti 15 dakikalık bir çok sevimli bir VDO ile anlatılmış.
Merak
edenler için linki :
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.