2 Aralık 2022 Cuma

TARABYA’DA BİR DUBLE RAKI…

             




Akşam yemeği için erken sayılacak bir saatte Tarabya’daki Kıyı restorana eşimle girdiğimde cam önündeki masada oturanlar yeni yeni kalkıyorlardı. Garsona:

-Buraya oturabilir miyiz diye sordum.

-Tabi, buyurun dedi.

İçeride henüz erken olduğundan bir tek masa vardı. Kıyı restoran hatırladığım gibiydi. Neredeyse simalardan başka hiçbir şey değişmemişti. Bembeyaz masa örtüleri, pırıl pırıl bardaklar, tertemiz tabak çatal bıçak vs. Her şey, her taraf mis gibi… Cam kenarında olduğumuzdan dışarıyı seyrediyoruz. Yağmur yağıyor. Aklıma Cahit Sıtkı’nın yağmur şiiri geliyor. Sessizce içimden okuyorum.

 

Dışarda yağmur yağadursun
Ve içerdeyse bütün eşyan,
Esneyip senin gibi her an,
Pencerelerden bakadursun…

Birkaç dakika sonra beyaz gömlekli genç bir garson yanımıza sipariş almak için geldi.

-Lakerda var mı?

-Tabi efendim, olmaz mı?

-Tamam, bize lakerda getir, bir de patlıcan salatası.

-Başka ne alırdınız?

-Acele etme yavaş yavaş yiyeceğiz ki keyfini çıkartalım.

İçimden yavaş git oğlum, bu 12 senenin özlemi, tadını çıkara çıkara diye geçiriyorum.

-Ne içersiniz?

-Bana bir duble rakı getir, ama yeni bir rakı varmış, galiba adı göbek, ondan varsa getir.

-Var efendim.

-Eşim su içer. Ona oda sıcaklığında su getir lütfen.

-Siz rakıya su alır mıydınız?

-Evet, su ve buz lütfen.

Gitti. Biraz sonra su ve bir duble rakıyla geldi. Usulünce rakıya önce biraz su ilave etti, buz için pay bıraktı. Sonra iki parça buzu sıçratmadan bardağa koydu. Eşime de bir bardağa su koyup servis etti.

Biraz sonra lakerdayla patlıcan salatasını getirdi. Porsiyonlar cömertçe konulmuştu. Servis etmeye teşebbüs ettiyse de kendim yapacağımı söyleyip izin vermedim. İki büyük parça lakerdanın daha büyük olanını eşime, ötekini de kendime aldım.

-Hadi afiyet olsun canım.

Lakerdalardan birer parça ağzımıza attık. Kaymak… Tuzlu değil, soğuk, ağızda eriyor… Deniz kokusu mu desem, eski hatıraların özlemimi desem, derinden gelen bir haz içimizi kaplıyor.

Sonra patlıcan salatasından aldık. Köz kokuyor, müthiş lezzetli, tam özlediğim gibi, tam hatırladığım gibi.

Rakımdan küçük bir yudum alıyorum. Artık eskisi gibi içemediğimden bir kadehle iktifa etmek mecburiyetindeyim, yavaş gitmeliyim. Tadını çıkara çıkara…

-Sıhhatine canım, afiyet olsun…

Garson uzaktan beni kolluyor. İşaret ediyorum geliyor. Geldiğinde:

-Bir güzel salata istiyorum dedim. Şöyle rokalı filan. Bir de kroket getir bize.

Eşim güveçte karides istiyor.

-Tabi efendim, olur.

-Üzerine biraz da kaşer peyniri rendeleyin mümkünse…

-Tamamdır.

Siparişlerimiz 15 – 20 dakika sonra geldi. Kroketler çok sıcak. Yemek için biraz beklemek gerekli. Fakat karidesler muhteşem. Sosu, kaşeri, tuzu biberi, yıkılıyor. İçerisinde ince ince domatesler ve mantar da var. Çok lezzetli…

Salata ile oyalanıyoruz. Rakı da neredeyse yarıya geldi. Eskilerden konuşuyoruz eşimle, bazen hüzünleniyoruz, ama çoğu komik şeyler geliyor aklımıza, gülüyoruz.

Garsona balık siparişi verdim. “Bize barbun getir” dedim. Tava olsun, nar gibi kızarsın, altın rengi barbun yemeyeli çok oldu…

Çok geçmeden getirdi. Balıkları ben elimle yiyorum, eşim çatal bıçakla… Şahane bir balık, çok taze, belli. Barbunun o kendine has kokusu burnumuzun direğini, ciğerimizin nefesini bayram yerine çeviriyor. Salatanın geri kalanını, kroketleri bitiriyoruz. Arada rakı da dayanamıyor, o da bitiyor.

-Tatlı ne istersiniz efendim.

-Çok şey isteriz de neyse, boş ver, yediklerimize sayalım. Sen yavaştan hesabımızı getir aslanım.

Bu arada restoran hafiften yükünü almaya başlamıştı. Genelde gençler doldurmuştu mekânı. Ama belli ki hepsi çok seviyeli kişilerdi.

Hesap İsrail’de 3-4 kişinin bir fast food restoranında ödediği kadar bir paraydı. Kalktığımızda yağmur durmuştu, arabaya bindik evin yolunu tuttuk. Çok güzel hatıralarla dolu bir geceydi.

İstanbul, Tarabya, Kıyı Restoran, bir gece de böyle geçti…

 

Aaron Baruch (Ankaralı) 

5 Kasım 2022 Cumartesi

HAREDİLER Mİ, ARAPLAR MI?





İsrail’de seçimler bitti fakat tartışması henüz bitmedi. Yeni hükümet kurulana kadar da devam edeceği de meydanda…

Bundan evvelki seçimlerde seçmenler Rak Bibi (Yalnız Netanyahu) ile Rak lo Bibi (Netanyahu olmasın da kim olursa olsun) tercihleri arasında oylarını kullandılar. Yani seçmenler Netanyahu ile karşıtları arasında bir tercih yaptılar. Yapılan son 4 seçimde bu tercih net olarak belli olmadı ve sağlam bir hükümet kurulamadı. Kurulanlar da çok yaşamadı.  

Bu seçimde ise seçmenlerin önünde iki seçenek vardı.

1-    Sol blok. Eğer bu blok seçimi kazanırsa kesin olarak Arap partileriyle koalisyon yapmak durumdaydı. Sol blokun başka türlü mecliste çoğunluğu matematik olarak sağlaması mümkün değildi. Sol blok siyasetçileri Araplarla anlaşılabileceğini var sayıyorlar, bir gün barış yapabiliriz diye düşünüyorlar herhalde. Ancak hükümette Arap milletvekillerini görmek pek çok İsrailli için kabullenecek bir durum değildir. Kaldı ki bu Arap milletvekilleri koalisyona girmek için elbette pek çok şart ileri süreceklerdi. Örneğin Arapların yoğun yaşadığı yerlere pek çok yatırım isteyecekler ve bu yerleşim yerlerine deli gibi para harcanacaktı. Ayrıca siyasi olarak kim bilir nasıl tavizler verilecekti? Araplarla iç içe yaşayan Yahudiler bundan çok korkuyorlar. Arapların daha da şımaracağı ve cesaretleneceği varsayıyorlar, dolayısıyla şiddet hareketlerinin ve terörün artacağından ciddi olarak endişeliler. İsrail’de, Araplara pek çok tavizin verildiği Oslo anlaşmasından İsrail’in her zaman zararlı çıktığı kanısı hakimdir. Araplara ne verirsen ver doyuramazsın. Onlar hepsini, ama hepsini istiyorlar. Öyle iki devlet bir arada, barış, sulh, şalom değil onların derdi, onlar İsrail filan tanımıyorlar, külli (hepsi) Filistin diyorlar.

2-    Sağ blok. Eğer bu blok seçimi kazanırsa Likud (Bibi’nin partisi) ile bütün dinci haredi partiler bir araya gelip koalisyonu kurması bekleniyordu. Nitekim de öyle oldu. 32 milletvekili çıkaran Likud partisi ile toplam 32 milletvekili çıkartan haredi partiler 120 sandalyeli İsrail meclisi Knesset’te çoğunluğu sağladılar. Başbakan Bibi (Netanyahu) başbakanlığında yeni sağlam bir hükümetin kurulacağı ve bunun 4 sene sonraki seçimlere kadar süreceği kesin gibi gözüküyor. Kurulması çok muhtemel bu hükümeti şimdiden eleştirenler dincilere çok taviz verileceğinden endişeliler. Dinci partilerin birinin başındaki milletvekili hapiste yatmış, Araplara düşman aşırı uçta bir kökten dinci. Başka sıkıntılar da var.  Örneğin bütçeden din okulları yeşivalara deli gibi paralar aktarılacağından korkuluyor. Ayrıca   ders programlarında matematik, İngilizce ve fen derslerini seçmeli ders olarak okutulacağı, onun yerine din ağırlıklı derslerin çok daha fazla olacağı konuşuluyor. (Şu anda zaten buna yakın bir durum var) Bu uzun vadede elbette İsrail için çok sıkıntı yaratır. Ayrıca dinci partiler her halde cumartesi günleri İsrail’de otobüslerin, trenlerin çalışmasına engel olacakları ve marketleri iş yerlerini kapatacakları beklentisi var. Yani ülkede dinciler etkilerini arttıracaklar gibi gözüküyor. Bu da seküler vatandaşları çok endişelendiriyor.

 

Neticede İsrailli seçmen Araplar mı, harediler mi daha az zararlıdır diye karar verme durumda kaldı ve çoğunluk Araplar yerine Haredileri seçti. Hayırlı olsun.

Bir başka konuya değinmeden bu haftaki yazımı bitirmeye niyetim yok. Seçimden evvel, hatta sonrasında kendi görüşü seçimi kazansın ya da kaybetsin, sosyal medyada karşı tarafa acımasızca ve terbiye sınırlarının ötesinde saldırılarda bulunmasını kabullenemiyorum.  Güya kültürlü bir toplumuz, sosyal medyada neler okuyorum, inanamıyorum. Bir Fransız lisesinden mezun yaşını başını almış İstanbullu bir hanım bir arkadaşının yeni kurulacak hükümet hakkında “hayırlı olsun” temennisine “hıyarlara hayırlı, bize değil diye yanıt veriyor…  Daha çok örnek var ama sadece bununla yetineceğim. Kendimize gelmemiz lazım. Hiç yakışmıyor…

İnşallah her şey güzel olacak… Sevgiyle kalın…

 

Aaron Baruch  (Ankaralı)

 

 

29 Ekim 2022 Cumartesi

TEŞEKKÜRLER NETANYAHU – TODA BİBİ




 

Bu hafta İsrail’de seçim var. 3 sene gibi bir zaman dilimimde 5’nci kez sandıklara gidiyoruz. Sanki bir şeyleri değiştirebilecekmişiz gibi. Daha seçim başlamadan sonuçlar belli. Bundan evvelki seçimlerde olduğu gibi koalisyon bıçak sırtında.  Bir tarafta sol blok, Bibi (Netanyahu) ve kökten dinciler, diğer tarafta Arap milletvekilleri dahil diğerleri, yani sağ blok.

Bibi anketlere göre koalisyonu kuramıyor. Çünkü Bibi ve kökten dincilerle sol blokun toplamı 58 oluyor, bazen 59, bilemedin 60. Bu sayı 120 milletvekilli İsrail meclisinde çoğunluğu sağlamaya yetmiyor. Durum böyle olunca sağ taraftaki bütün partiler Arap partileriyle birleşseler dahi onların da durumu da aynı.  Bu yüzden son üç senede 5’nci defa seçime gidiyoruz. Kâhin değilim, İsrail siyasetini de çok iyi bildiğim hiç söylenemez, ama görünen köy de kılavuz istemez. Durum yine aynı ve aynı kalacak.

Hükümetin kurulabilmesi için 2 alternatif var. Birincisi, bir mucize olup Bibi, yani Likud partisi beklenenden daha çok milletvekili kazanarak kökten dincilerle bir sol koalisyon hükümeti kuracak. İkinci olasılık yine bir mucize olacak Likud 27-28 milletvekilinde kalacak ve öteki partilerin tümü, Arap partileri dahil, birleşerek bir sağ koalisyonu kuracak. Esasında bu ikinci olasılık çok daha zor. Çünkü Arap birliği bozuldu. Yani Araplar blok halinde seçime girmiyorlar. Arap partilerinden biri bloktan ayrıldı ve koalisyona girmeye pek niyeti yok gibi…

Bugün başbakan olan Lapid’in partisi Yesh Atid’in mecliste 17 iskemlesi var. Gönül ister ki Lapid ve Bibi koalisyona gitsin ve güçlü bir hükümet kurulsun. Esasında Yair Lapid bir zamanlar Bibi hükümetinde bakandı, biri birilerine yabancı değiller. Ancak bu da mucizelere bağlı. Çünkü Bibi’nin koalisyon ortaklarına kazık atma gibi bir şöhreti var. 2 Mart 2020’de yapılan seçimlerde Bibi (Likud) 36 milletvekili çıkarmayı başarabilmişti. Bibi için büyük bir zaferdi.   Mavi Beyaz partisi ile Bibi koalisyonu kurmuştu. Dönüşümlü olarak Gantz ile başbakanlık yapacaklardı. Ancak Bibi kendi dönemi bitince başbakanlığı Gantz’a teslim edeceğine hükümeti bozdu ve seçime gitti.

Bugün için Likud’un 32 milletvekili çıkarması çok zor gözüküyor. Demek ki artık eskisi kadar güçlü değil. Bunun bir başka sebebi de partisinde sivrilen her siyasiyi harcaması. Bugün Knesset’te Likud’a ve Bibi’ye dargın pek çok siyasinin olduğuna inanıyorum.

Yazık olan 3 senede 5 seçim için harcanan para ve zaman. Bu zaman ve para pekâlâ ülkenin yararına harcanabilirdi.

Peki bu işin sonu nereye varacak, her 6 ayda bir seçime mi gideceğiz?

Öncelikle İsrail’de seçim kanununun belki değişmesi gerekli. Partilerin Knesset’e girebilmesi için baraj %3’ün biraz üstünde. Bu baraj yükselirse mecliste bu kadar çok parti olmaz ve koalisyon daha kolay kurulur. Ancak İsrail halkı her düşüncenin, her görüşün mecliste temsil edilmesini istiyor. Bunu demokrasinin gereği olarak görüyor. Bu kadar demokrasi çok fazla diye düşünülebilir. Ancak demokrasi demokrasidir. Demokrasi mükemmel bir yönetim tarzı değildir. Mevcut yönetimlerin en iyisidir.

Değişmesi gereken bir başka konu da başbakanlar en fazla 2 dönem için o makamda kalabilmeli. Öyle ilanihaye başbakanlık ülkeye fayda getirmiyor.  

Bibi iktidarda olduğu 15 seneye yakın bir süreçte İsrail ekonomik ve askeri bakımdan çok güçlendi. Bibi uluslararası alanda İsrail’e çok büyük prestij kazandırdı. Korona ile savaşta İsrail halkı bu beladan en az zararla kurtuldu. Onun zamanında İsrail dünyanın en güçlü ülkelerinden biri oldu.

Ancak Bibi iki senedir iktidarda değil. Ülkede yine de işler fena gitmiyor. Yani bu memleket Bibi olmadan da yönetilebiliyormuş. Bugün artık demokrasinin işleyebilmesi, ülkede güçlü hükümetler kurulabilmesi için yoları açmak gerekli. Şahsi egolardan sıyrılarak ülkenin yüksek menfaatleri uğruna demokrasinin yollarını tıkamamak lazım. Bu seçimlerden sonra alınacak neticelere göre Bibi “yola devam” ya da “tamam” kararı almalı.  Ülkenin Putin’i veya Erdoğan’ı olmamalı. Kendisine yakışanı yapıp efsane olmalı…

Oyum bu defa da Bibi’nin. Ancak “seçim sihirbazı” bu seçimden sonra güçlü bir hükümet kuramazsa bundan sonraki seçimlerde başka partilere şans tanıyabilirim.

Bu ülke için yaptıklarından dolayı Teşekkürler Netanyahu, toda Bibi, bu ülke seni hiçbir zaman unutmayacak.  

 

Aaron Baruch (Ankaralı) 

22 Ekim 2022 Cumartesi

İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM






Son günlerde İsrail’de “iki devletli çözüm” ile ilgili yazılar yayınlanıyor, kıymetli insanlar fikirlerini beyan ediyorlar. Yani İsrail ve Filistin devletlerinden(!) bahsediliyor. Bir başka deyişle “Filistin devleti kurulsun, İsrail ve Filistin barış içinde yaşasın” tezi irdeleniyor. Peşinden İsrailli bazı düşünürler, “kurulsun ama, silahlanmasın” diye de ekliyorlar. Nasıl bir devlet kurulacaksa, silahlanıp silahlanmaması için başka bir devletten izin isteyecek.

İki devletli çözüme karşı çıkanlar “etrafımızda yeteri kadar düşman var, bir başka düşman devletin kurulmasına İsrail izin vermemeli” diyor.

Bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Filistinliler devlet kurmak için gerekli ve doğru adımları atarlarsa İsrail’in buna engel olabileceğini mi sanıyorsunuz? İsrail’in böyle bir politik gücü mü var? Hiç sanmıyorum.

Elbette İsrail’i destekleyen pek çok ülke var. Ama İsrail’i işgalci olarak niteleyen, her fırsatta İsrail karşıtı oy kullanan daha çok ülke var. Bağımsız bir Filistin devletini destekleyenler bence İsrail’i destekleyenlerden daha çok.

Peki madem uluslararası siyasi arenada bağımsız Filistin devletini destekleyen pek çok ülke var, neden Filistin devleti kurulmuyor, ya da kurulamıyor?

Kurulamıyor çünkü Filistinliler bir devlet kurmak becerisini gösteremiyor. 14 yıldır seçim yapılamayan bir Filistin’den bahsediyoruz.  İki başlı bir cahil güruhu bu. Yarısı Gazze’de (Hamas), yarısı Batı Şeria’da (FKÖ). Batı Şeria’da Filistin Kurtuluş Örgütü duruma hâkim gözüküyor. Ancak bu bölgede 14 senedir seçim yapılmıyor. Neden biliyor musunuz, çünkü yapılsa FKÖ seçimi büyük bir olasılıkla kaybedecek. Hamas desen ABD ve Avrupa bu örgütü terörist olarak kabul etti. Bu adamlar gerçekten de terörist.

Yani elimizde Filistin devletini kurma potansiyeli olan iki siyasi gurup var. Birisi FKÖ, anti demokratik, 14 senedir seçim yapmadan iktidarda oturan, kendi teröristlerini destekleyen bir idareci gurubu, diğeri ise Hamas denilen gerçekten terörist kendilerine oy vermeyenleri damlardan aşağı atan bir başka gurup.

Bunlar mı devlet kuracak?

Bunlar mı Batı Şeria ve Gazze’yi birleştirip, halkları için iyi bir şeyler yapacak?

İsrail’i tanımayan, hatta haz ve Şalom haz ve halila, İsrail’i haritadan silmeyi kafalarına koymuş bu guruplar mı devlet kuracaklar? Suyunu elektriğini petrolünü gazını İsrail’den alan, ekonomik olarak tamamen İsrail’e bağlı olan, roketten başka hiçbir şey üretmeyen Filistin’in İsrail olmadan yaşama şansı olmadığını hepimiz biliyoruz. Bağımsız devleti nasıl kuracaksın ve en önemlisi nasıl yaşatacaksın?

Filistinliler bugün devlet kurabilme becerisinden çok uzakta gözüküyorlar.

Öyleyse nasıl “iki devletli çözümden” bahsediyoruz? Orta yerdeki tek devlet İsrail. İkinci devlet nerede?

Filistinliler başlarındaki bu teröristlerden kurtulmadıkları ve demokrasiyi içlerini sindirip insan gibi yaşamayı beceremedikleri sürece devlet mevlet kuramazlar, ortada da iki devletli çözüm diye de bir şey olamaz. Yani sorun İsrail’in bir Filistin devleti kurulmasına izin verip vermemesi değildir, sorun İsrail’in iki devletli çözüme evet ya da hayır demesi de değildir, sorun Filistinlilerin devlet kurma becerisine sahip olamamasıdır.

Aynı durum Kürtler için de geçerli. Taa eski, tarihlerden beri, Kürt aşiretleri bir araya gelip devlet kurma becerisini gösteremediler, aşiret olarak kaldılar. Zaman zaman isyanlar çıkardılar, şimdilerde terörist üretip güya milliyetçilik yapıyorlar.

Uzun lafın kısası haklar verilmez, alınır. Sen sen olacaksın, devletini kuracaksın, bahane üretmeyeceksin. Engeller önünde durmak için değil, üstünden atlayıp gitmek için vardır. Filistin halkının en büyük engeli kendisidir.

 

Aaron Baruch  (Ankaralı) 

8 Ekim 2022 Cumartesi

AMBULANSLARIN UBER’İ

 

 





         Kudüs - 2 Haziran 1978 – Patlama o kadar şiddetliydi ki Eli Beer ve on bir yaşındaki ağabeyi uzun zaman hiçbir şey işitemediler. Etraftaki binaların camları tuzla buz olmuştu. Ölüler ve yaralılar yerlerde yatıyorlardı.  Teröristlerin koyduğu bomba patlamış ortalık cehenneme dönmüştü.

Bomba patladığında Eli Beer daha 5 yaşındaydı ama o günün travmasını hayatı boyunca üstünden atamadı. “Bir gün, hazır olduğumda, ihtiyacı olanların yardımına koşacağım” diyordu hayallerinde kendi kendine…

On beş yaşına geldiğinde ilk acil tıp teknisyenleri kursunu bitirdi ve Magen David Adom’a (İsrail’in Kızılay’ı- Kızıl Kalkan) katıldı. Çalışmaya başladığında çok kere geç kalındığını fark etti. Ambulanslar trafik yüzünden etkileniyor ve gideceği yere zamanında varamıyordu. Bir sorun daha vardı. Ambulans Arap yerleşim yerlerine yanlarında askeri eskort olmadan giremiyordu. Ambulansların taşlandığı hatta yakıldığı çok olay olmuştu. Birkaç dakika geç kalındığı için yaşamlarını kaybeden insanlar Eli Beer’i derinden etkiliyordu. “Daha hızlı olmalı” diye kendini yiyip bitiriyordu.

Yedi yaşında bir çocuk yediği sosis boğazına takılınca Eli’nin içinde bulunduğu ambulans bütün hızıyla yardıma koştu. Yirmi dakikada olay yerine vardılar. Çok geç kalmışlardı. Çocuk ne yazık ki ölmüştü. Birkaç dakika yüzünden gencecik bir çocuk hayatını kaybetmişti.

İsrail gibi bir terör ve savaş ülkesinde ihtiyacı olanlara yardım etmek için ilk çağrıdan olaya müdahale edene kadar geçen süre çok kritiktir. O kadar kritiktir ki buna tam anlamalıyla hayat memat meselesi diyebiliriz. Bu süre İsrail’de ortalama yirmi dakikadır. Oysa bir kalp krizi vakasında ilk müdahaleyi yapanların o insanın hayatını kurtarmak için sadece altı dakikaları vardır.

Eli Beer kendisi gibi düşünen 15 Acil Tıp Teknisyeniyle (ATT) bir araya getirerek yerel bir gurup oluşturmayı düşündü ve bu fikrini hayata geçirdi. Sonra ikinci adım olarak kendi bölgelerindeki ambulans şirketinin müdürüne gitti.

-Bir çağrı alındığınızda bizimle de temasa geçin. Belki biz daha çabuk yardıma koşabiliriz.

-Çocuk, okula git ve bir falafel (İsrail’de çok yenen nohut köftesi) büfesi aç. Senin yardım teklifinle ilgilenmiyorum.

-Canın cehenneme, senin yardımın olmadan da hayat kurtaracağım.  

-Hutsba. (İbranice saygısız demek)

Gurup ertesi gün yardım çağrılarını olanak veren iki adet telsiz cihazı satın aldılar. Eli Beer aynı gün telsizden araba çarpan yetmiş yaşında bir adam için acil çağrı yapıldığını duydu. Olay birkaç sokak ilerisindeydi. Deli gibi koşmaya başladı. Adamı bulduğunda boğazından kan fışkırdığını gördü. Beer’in tıbbi malzemesi yoktu ama kanı durduramazsa adamın kesin olarak öleceğini biliyordu. Başındaki kippayı (İnançlı Yahudilerin taktıkları başlık) adamın yarasını kuvvetle bastırıp kanı durdurmaya çalıştı. Beş dakika sonra ambülans geldiğinde adam kendinde değildi ama hala nefes alıyordu. Adamı ambulansa koyarlarken ihtiyarın kolundaki Auschwitz numarasını gördü.  İki gün sonra adamın oğlu Beer’i hastaneye gelmesi için davet etti. Babası ona hayatını kurtardığı için teşekkür etmek istiyordu. Artık Eli Beer hayat kurtaran bir örgüt kurmak konusunda kararını vermişti.

Bunun için ülkenin her yerinde çok iyi eğitilmiş insanlardan oluşan bir ağ kurması gerekiyordu. İkinci olarak da ihtiyacı olanlara yardım edecek bir sistem kurmalıydı.

Örgüte katılacak olanlar, sürücü ehliyetine sahip yirmi yaşından büyük ve temiz sicilli insanlar olmalıydılar. Hepsi 200 saatlik sıkı bir ilk yardım eğitim programından geçmeliydiler. Ancak örgüt genişledikçe hayal kırıklığı büyümeye başladı. Yeteri kadar çabuk değildiler. ATT’lerinin kullandıkları arabalar trafiğe takılıyor zamanında gitmeleri gereken yere varamıyorlardı. Sonunda buna bir çözüm üretti. Motosiklet kullanacaklardı.

Çok geçmeden motosikletler mini ambulans gibi donatılmaya başlandı. Her birinde bir travma çantası, bir oksijen tüpü, kan şekerini ölçen alet ve bir şok cihazı vardı. Onlar, ambulanslardaki paramediklerin yerini tutmuyorlar fakat acil yardım süresini kısaltıyorlardı.


                          

Başta Kudüs’te, sonra Bnei Brak’ta arkasından Hayfa ve Tel Aviv’de çabucak büyüdüler. Dindar Yahudi cemaatleri bu kuruluşa tam destek veriyorlardı.

2006 Lübnan savaşı yüzünden pek çok sağlık çalışanı ülkenin kuzeyine gittiler. Eli Beer kendi örgütüne benzer başka örgütlerin daha donanımlı olduklarını gördü. Birleşebilirlerse masraflar azaltılabilir ve daha çok hayat kurtarabilirlerdi. Hadera’da (İsrail’de, Tel Aviv’in kuzeyinde bir şehir) bir toplantı yapıldı ve ICHUD HATZALAH – BİRLEŞİK HATZALAH kuruldu. Eli Beere bu başarısını “doğru şeyi yeterince uzun süre yaparsanız sonunda insanlar bunu görmeye başlar” düşünce şekline bağlıyor. Onlar hastaları kendi anneleri ya da babaları gibi düşünüp onlara kendi oğullarıymış gibi koşuyorlar. Onları durduran tek bir şey var. Kahrolası Şiddet.

2006 yılında bir Arap olan Asli’nin babası kalp krizi geçirdi. Asker desteğini alıp ambulansın gelmesi bir saatten fazla sürdü. Adam öldü. Babasının ölümünden kısa bir süre sonra röntgen teknisyeni olarak çalıştığı Hadassah Üniversitesi’nde Asli, tesadüfen Eli Beer ile tanıştı. Eli Beer’den çok etkilenen Asli, Eli Beer gibi mahali bir ekip kurmak için kolları sıvadı. 2007’de o ve lisanslı bir hemşire olan arkadaşı Murad Alyan Eli Beer ile bunu konuşmak için bir araya geldiler. Eli Beer fikrin üstüne atladı:

-Çok fazla trajedi ver. Çok fazla nefret var. Konu Yahudileri kurtarmakla ilgili değil. Konu Müslümanları ya da Hristiyanları kurtarmakla da ilgili değil. Konu insanları kurtarmakla ilgili.

Araplar Birleşik Hatzalah’a üye olmaya başladılar. Örgüttekiler onlara ekipman ve neye ihtiyaçları varsa her şeyi vermeye başladılar. Bugün Tira, Kfar Kana, Kfar Qasim gibi Arap şehirlerinden birçok gönüllü örgütte çalışıyor. Gönüllüler İngilizce ve İbranice örgütün logosunu taşıyan yelekler giyiyorlar. Çok tehlikeli olan Batı Şeria’ya bile gidiyorlar. Eli Beer:

                   

-El ele başladık. Araplar Yahudileri kurtarıyor, Yahudiler Arapları. Özel bir şey gerçekleşiyor. İşe başladığımızda bize “meşuga” (İbranice çılgın) dediler. İnanılmaz bir durum. Hayat kurtarmak bütün dinler için önemlidir.

Siyahlar giymiş bir ultraortadoks Yahudi’nin Doğu Kudüs’te bir Arap mahallesine girdiğini düşünün. Ya da bir Arap’ın Yahudi ortadoksların kalbine, Mea Shearim’e yardım etmek için koşarak girdiğini hayal edin. Gerçekten inanılmaz…

2008 yılından itibaren bütün ATT’ler akıllı telefonlarına GPS uygulaması yüklediler. Ambülans çağırmak için gönderilen arama örgüt tarafından da alınır. Sistem bir olay yerinin çevresinde bir alan belirler ve en yakındaki beş gönüllüyü telefonlarına gönderdiği çok güçlü bir sinyalle uyarır. Ayrıca herkes yardım almak için ücretsiz 1221 hattını arayabilir.

Beer bütün bunları çok büyük bölümü İsrail’den ve Amerika’dan kişisel bağışlar yoluyla sağlanan 5 milyon dolar civarında bir bütçeyle sağladı. Bugün bu bütçenin nereler ulaştığını bilmiyorum. Ancak örgüt Amerika, Kanada, İngiltere ve Fransa’da da çalışıyor.  Bu arada şunu da belirteyim, sadece birkaç kişi hariç örgütte çalışanların tümü gönüllü olarak çalışırlar ve hiçbir ücret almazlar. Bugün bu örgüt 6200 gönüllüsü ile günde 1800 çağrıya 3 dakikadan daha çabuk yanıt veriyor.

GERÇEK SİYONİZİM İSRAİL’DE YAŞAYAN HERKESE EN İYİ ŞEKİLDE DAVRANMAKTIR.

Sözün bittiği yer…

 Aaron Baruch (Ankaralı)

 

 

Kaynak : Küçük Ülkenin Büyük Hayalcileri kitabı

               THOU SHALT

                INNOVATE

                AVI JORISCH

3 Ekim 2022 Pazartesi

YOSSELE NEREDE?


 



Değerli dostlarım,

Bu son derece ilginç MOSSAD operasyonunu yıllar evvel yazmıştım. Nasıl olduysa tozlu raflardan önüme çıktı, iyi bildiğim halde bu macerayı bir kere daha okumaktan kendimi almadım. Sonuçta bir kere yayınlamaya ve sizlerle paylaşmaya karar verdim.  

Bugün size MOSSAD’ın çok az bilinen bir operasyonunu anlatmaya çalışacağım. Bu öyle bir konu ki neredeyse İsrail’i ikiye bölecekti. MOSSAD bu operasyonda düşmanla, ya da başka haber alma örgütleriyle değil, doğrudan İsrail vatandaşları ile mücadele edecek ve ülkeyi belki de parçalanmaktan kurtaracaktı.

Olayın başkahramanlarından biri olan yaşlı Nahman (Shtarkes) sakallı, sıska, gözlüklü, acayip inatçı, sert bir adamdı ve fanatik bir hassid’ti. Ne KGB ne de Sibirya’daki Sovyet toplama kampları, bir gözünü ve buz ısırığından üç ayak parmağını kaybetmesine rağmen onun direncini kıramamıştı. İhtiyarın bir oğlu, eşkıyalar tarafından öldürülünce, geriye kalan iki oğlu, Shalom, Ovadia ve kızı İda ile teselli bulmaya çalışıyordu. İda bir terzi olan Alter ile evliydi.

İda ve kocası Alter, maddi imkânsızlıklar yüzünden bir müddet Nahman’ın evinde yaşadılar. 1953 yılında kızları Zina’dan sonra ikinci bir çocukları oldu. Bu mavi gözlü, sarı saçlı, beyaz tenli süper güzel bir bebekti. Adını YOSSELE koydular.

Dört yıl sonra önce ihtiyar Nahman ile oğlu Shalom, birkaç ay sonrada İda ve kocası Alter İsrael’e Aliya (göç) yaptılar. Nahman, Yeruşalayim’in ultra- Ortodoks kesimi olan Mea Shearim’deki Breslau Hassidim tarikatına bağlıydı. Burası uzun siyah paltolu ya da ipek kaftanlı, siyah kürk şapkalı, favorileri uzun ve lüleli erklerle, başları perukla ya da başörtüsüyle kapatılmış kadınların yaşadığı bambaşka bir dünyaydı.  Yeşiva’ların, (Yahudi din okulu) sinagogların, ünlü hahamların hüküm sürdüğü bir dünya…

İda ve terzi kocası Alter bir müddet sonra bir ev satın alarak Nahman’ların evinden ayrıldılar, fakat borç altında ezilmekteydiler. Kızları Zina’yı bir din kuruluşuna, oğulları Yossele’i de Nahman’lara emanet ettiler. Buna rağmen İda ile Alter’in iki yakası bir araya gelemiyordu. Nahman, tesadüfen genç çiftin Rusya’daki eski arkadaşlarına yazdıkları mektuplardan bazıları okumuş ve kızı ile damadının Rusya’ya geri dönmek niyetinde olduğu anlamını çıkartmıştı. Nahman son derece sinirlenmiş ve Yossele’i annesi ile babasına geri vermemeyi kafasına koymuştu.

Ne var ki İda ve terzi kocası Alter 1959 yılında sorunlarını çözdüler ve oğullarını büyükbabadan geri almaya karar verdiler. Aralık ayında İda oğlunu almak için babasının evine gitti. Fakat Nahman ve Yossele evde değildi. İda’nın Annesi ona “sen şimdi git, ağabeyin Shalom Yossel’i sana yarın getirir” dedi.  Ertesi gün Shalom İda’nın evine yalnız geldi ve babası Nahman’ın çocuğu geri vermeyeceğini söyledi.

Bunun üzerine İda kocası ile Yeruşalayim’e babasının evine koştular. Yossele evdeydi. Alter ve İda oğullarını alıp geri dönmek istediler. Gece geç vakit olmuştu ve çocuk uyuya kalmıştı. İda’nın annesi, “evinize gidin, onu yarın size kendi ellerimle getireceğim” dedi. Anne ve baba razı oldular, çocuklarını öptüler ve gittiler. Ancak bir daha çocukları Yossel’i öpebilmeleri için yıllar geçecektir.

Ertesi gün çocukları gelmez. Yossel’in annesi ve babası tekrar, tekrar büyükbaba Nahman’ın evine giderler. Çocuk artık evde değildir. Nahman, çocuğun yerini söylemeyeceğini ve onu geri vermeyeceğini söyler. İda ve kocası sonunda polise gider. Artık hukuki süreç başlar.

Mahkemeler, tutuklamalar başlar. Nahman ne mahkemeye boyun eğer ne de polise. Hapse atılır. Nuh der peygamber demez. Aylarca hapis yatar. Salıverilir sonra bir üst mahkeme tarafından yeniden tutuklanır. Ancak inatçı ihtiyar çözülmez. Bu arada polis her yerden eli boş dönmektedir. Sonunda polis mahkemeden aramalara son verilmesi için izin ister. Mahkeme kabul etmez. Polis tam bir çıkmaza girmiş, adalet tıkanmış, olay ülke boyutlarında kargaşaya dönmüştür. Devlet çocuğu bulamamaktadır.

1960 Mayıs’ında konu Knesset’e geldi. Dinci milletvekilleri bu çocuğun kaçırılmasının İsrail’de bir din savaşı başlatabileceğini ön görmekteydi. Basın da olayı devamlı kurcalıyordu, polis de alay konusu haline gelmişti. Yoldan geçen yeşiva öğrencileri laik gençler tarafından dövülmeye başlanmıştı. Laik gençler Ortodoks Yahudileri her yerde sıkıştırmakta ve “Yossele nerede” diye bağırmaktaydılar. Ülke laik kesim ile dinciler arasında bölünmek üzereydi. İsrail tam da bu durumdayken başka çaresi kalmayan başbakan Bengurion,  ramsad  (MOSSAD başkanlarına ramsad denir) Isser’i aradı.

Bengurion ve Isser buluştuklarında bir müddet havadan ve sudan konuştular. Sonra Bengurion birden konuyu açtı:

-Çocuğu bulabilir misin Isser, söyle bana?

-Benden istediğin buysa, dedi Isser, bulmaya çalışırım.

Isser ofisine dönünce yeni bir dosya açtı ve adını “kaplan yavrusu operasyonu” koydu. Hayatının en karmaşık harekâtlarının birini başlattığından haberi yoktu.

Isser ve arkadaşları yaklaşık kırk kişiden oluşan bir görev timi kurdular. Timde en iyi Şabak (İsrail iç istihbarat servisi) dedektiflerinden, gönüllülerden, din ajanlarından insanlar vardı. Ajanlar beceriksizce ultra Ortodoksların kalelerine girmeye çalıştılar, her seferinde tam bir başarısızlıkla geri döndüler. Sonradan ajanlardan biri, girmeye çalıştıkları dünyayı, “sanki marstaki yeşil adamların içinde göze batmamaya çalışıyordum” diye tarif edecekti.

Tekrar tekrar dosyaları inceleyen Isser mayıs ayında İsviçreli bir gurubun ölen ve Yeruşalayim’e gömülecek hahamlarının tabutuna eşlik etmek için İsrael’e geldiklerini fark etti. Şüphelendi. Bu tören çocuğun kaçırılması için yapılan düzmece bir tören miydi acaba? Gelenleri izlemek üzere bir ekip kuruldu ve İsviçre’ye gönderildi. Günlerce aylarca takip sonuçsuz kaldı. Çocuk ortalıkta yoktu.

Isser kafaya koymuştu. Çocuğu bulacaktı. Karargâhını Avrupa’ya, Paris’e taşıdı. Adamlarını dünyanın dört bir tarafına, İtalya, Belçika, İngiltere, Güney Amerika’ya gönderdi. Yeruşalayim’den gelen ajanlar Ortodoksların ünlü Yeşivalar’ına katıldılar. Hatta Eichmann’ın kaçırılmasında görev yapan ajanlar bile çocuğu arıyorlardı. Çıt çıkmıyordu. En ufak bir iz bile yoktu

Isser gece gündüz çalışıyordu. Arkadaşları ona bir yatak getirmişlerdi. Yatağa “Yosse’in yatağı” ismini takmışlardı. Yorulduğunda orada kestiriyordu. Bütün çalışmalar neticesiz kalıyordu. Sonunda en yakın destekçileri bile artık aramayı bırakmasını tavsiye etmeye başladılar.

Derken bir Nisan sabahı ilginç bir bilgi geldi. Mossad ajanı Meir, Antwerp’te yaşayan yaşlı bir hahamın elmas tüccarı yandaşları arasına sızmayı başarmıştı. Haham çok saygındı, hatta iş dünyasındaki anlaşmazlıkları ki çoğu zaman bunlar milyon dolarlık davalar oluyordu, mahkemeler yerine hahamın önüne geliyor ve onun sözü kanun sayılıyordu. Elmas tüccarları Meir’e, sarışın mavi gözlü Katolik bir Fransız kadından bahsetmişlerdi. Bu kadın savaş sırasında aralarına katılmış ve pek çok Yahudi’yi kurtarmıştı. Yaşlı haham Itsıkel’den çok etkilenmiş ve din değiştirip Yahudi olmuştu. İlk evliliğinden olan oğlu da din değiştirmiş, o da Yahudi olmuştu ve Yeruşalayim’de bir Talmud okulundaydı. Fransız pasaportu, doğal zekâsı, iradesi her kapıyı açan sihirli bir formüldü sanki. Şu anda topluluk için paha biçilmez değerdeydi. Gizli örgütte geçirdiği yıllarda kadın çok şey öğrenmişti. Akıllıydı, cesurdu, kılık değiştirme konusunda neredeyse bir uzmandı. İzini kapatmayı biliyor, güzelliğini, çekiciliğini silah olarak gayet iyi kullanabiliyordu. Antwerp’li Yahudiler, ajan Meir’e bu kadın için “o kutsaldır” bile demişlerdi. Ancak Madeleine isimli bu kadının yerini kimse bilmiyordu. Haham Itsıkel bile…

Isser’in içgüdüleri “kadını takip et” diyordu. Görünüşte yakından uzaktan hiçbir bağ yoktu. Ancak Isser’in nazarında bu kadın sınırsız potansiyele sahip bin bir suratlı bir kişilikti. Ortodokslar Yossel’i kaçırmak için bundan iyisini bulamazlardı. Kadının oğlu bildiği kadarı ile Yeruşalayim’deydi ve ismi Ariel’di. Isser ajanlarına “Ariel’i bulun” diye emir verdi.

Birkaç gün sonra İsrail’den cevap geldi. Madeleine’nin oğlu Ariel gerçekten İsrail’deydi ama o da annesinin yerini bilmiyordu. Kayıtlar incelenmeye başlandı. Son senelerde Madeleine’nin İsrail’e birkaç kez geldiğini buldular. Son sefer geldiğinde pasaportuna kızı olarak işlettiği küçük bir kız çocuğuyla Alitalia uçağına binerek Zürich’e doğru yola çıktığını tespit ettiler. Kimdi bu kız? Madeleine’nin kızı yoktu. “Bulun bu kadını” dedi Isser adamlarına. “Ve çabuk olun.”

Sonunda Madeline’nin oğluna yazdığı mektupları ele geçiren Mossad izi buldu. Hatta mektuplarda Yoselle ile ilgili imalı ifadelere bile rastlandı. Şaşırtıcı bir şekilde Fransız gizli servisinin de yardımıyla kadının Fransa’da bulunan evini satışa çıkarttığı ve bazı alıcılar ile temasta olduğu öğrenildi. Belirtilen posta kutusuna Mossad ajanları çok iyi bir fiyata ev alabileceğini bildirdiler. Paris’te büyük otellerden birisinde 1962 Haziran’ında randevu verildi. Randevuya gelen kadını ajanlar güya avukatın bürosuna gidileceği gibi bir gerekçe ile kandırıp arabaya aldılar ve sorgu için evvelden hazırlanmış bir eve götürdüler.

Kadın eve girince bir tuhaflık olduğunu anlamıştı.

-Neler oluyor burada?

Mossad ajanı Yaakov Caroz son derece kibar bir şekilde:

-Madame, sizinle Yossel hakında konuşmak istiyoruz.

-Beni tuzağa düşürdünüz.

-Madame, Israel istihbarat teşkilatı MOSSAD’ın elindesiniz ve tamamen emniyettesiniz. Bize yardımcı olacağınızı umuyoruz.

Aynı anda Yeruşalayim’de Ariel’de gözaltına alınır. Çapraz sorgu başlar. Ariel bütün bildiklerini anlatır. Fakat buna rağmen ne yaparlarsa yapsınlar kadın çözülmez. Günler geçmektedir. Evin kadının bulunduğu bölümüne erkekler girmez. Yahudi bir kadın ajan Madeleine’ye koşer yemekler pişirir ve ihtiyaçlarını görmekte yardımcı olur.

Isser kadının entelektüel, çok zeki ve bilgili bir kadın olduğunun farkındaydı. Onunla başka şekilde konuşulmalıydı. Sorgu tıkanmıştı. Kadın direniyordu ve tehditlere pabuç bırakacak biri değildi. Feleğin çemberinden yüz kere geçmişti.

Sonunda Isser sorguya kendisinin girmesinin iyi olacağına karar verdi. Ve düşündüğünü yaptı. Sorguya MOSSAD başkanı bizzat girdi. Bu hiç görülmemiş bir şeydi

-Madame, sizin karşınızda şu anda İsrael devletini temsil ediyorum. Ben İsrael gizli teşkilatını başkanı Isser Harel’im. Oğlun bize bilmemiz gereken her şeyi anlattı ve senin hakkında neredeyse her şeyi biliyoruz. Yahudi dinine geçtin ve İsrail olmadan Yahudiliğin ayakta kalması mümkün değil. Kaçırılmasında rol oynadığın çocuk İsrail’de laik kesimle dinciler arasında bir savaşa sebep olmak üzere. Lütfen bize yardımcı ol ve çocuğun yerini söyle. Sen de bir kadınsın, bir annesin, birisinin sırf çocuğunu yetiştirme tarzını beğenmediği için senden alıp kaçırırsa ne hissedersin? Seni temin ederim ki ne senin ne oğlunun ne de bu olaya karışan herhangi birisinin hakkında dava açılmayacak.

Odadaki tek eşya olan masa ve iki iskemlede Madeleine ve Isser Harel karşılıklı oturmaktaydılar. Isser’in arkasında iki ajan ayakta kıpırdamadan duruyorlardı ve Isser’in kişiliğini açıklaması dolayısıyla hayretten dillerini yutmak üzereydiler. Sorgunun en kritik yerine gelinmişti. Sessizce beklediler. Kadının yüzünde yaşamakta olduğu içsel çatışma ayan beyan okunuyordu.

Sonunda ilk konuşan Madeleine oldu:

-Söylediğin kişi olduğuna neden inanayım?

Isser cebinden hakiki pasaportunu çıkartıp kadına verdi. Kadın pasaportu bir uzman gibi inceledi. Defalarca Isser’in resmine ve Israel devletinin mührüne baktı, sonunda:

-Tamam, daha fazla dayanamayacağım, Yossele, Gartner ailesinin yanında, 126 Pen Sokağı Broklyn, New York. Adı Yankele olarak değiştirildi. 

Yossel’in Amerika’dan alınıp İsrael’e getirilmesi hiç kolay olmadı. FBI çocuğu vermek istemedi. Sonunda olay Amerika adalet bakanı Robert Kenndy’nin önüne geldi ve ancak o zaman çözülebildi.

Yossele’i taşıyan uçak 4 Temmuz 1962 günü Lod havaalanına indi ve ailesine teslim edildi.  İsrael’de gazeteler uzun uzun bu hikâyeyi yazdılar. Halk devletin gizli teşkilatı olan MOSSAD’a bir kere daha hayran oldu.

Size çocuğun kaçırılmasının detaylarını uzun uzun ahlatmayacağım. Sadece ihtiyar Nahman haham Itzıkel’den yardım istemişti. Haham da Madeleine’yi çağırmış ve onu görevlendirmişti. Bu noktada Ultra-Ortodoks Yahudilerin dünyasının ne kadar karmaşık ve kapalı olduğunu söylemekle yetineceğim. O kadar ki MOSSAD bile bu dünyaya sızması son derece zor olabilmiştir.

Operasyondan sonra Paris’teki karargâhta küçük bir kutlama yapıldı. Bütün ajanlar Yossel’in yatağını da alıp İsrail’e döndüler. Isser Madeleine’ye MOSSAD’da çalışmasını önerdi ama kadın kabul etmedi. Daha sonra fanatik Naturei-Karta tarikatını hahamı Amram Bloy ile evlendi.

Isser Harel ve Yossel dokuz yıl sonra bir partide tanıştılar. Yossele o sırada bir tank birliğinde aslan gibi bir askerdi ve Isser’e “sayende buradayım, sen olmasaydın burada olamazdım” diyerek teşekkür etti.

Bu müthiş olayla ilgili detayları merak edenler varsa bana yazabilirler, elimden geldiğince cevaplarım…

Hatima tova

Aaron Baruch   (Ankaralı)

 

Kaynak : MOSSAD – Mıchael Bar-Zohar  Nıssim Mishal

 

 

 

 

 

 

24 Eylül 2022 Cumartesi

KRALİÇE




            Birleşik Krallığın kraliçesi II. Elizabeth, (Elizabeth Alexandra Mary Windsor- 21 Nisan 1926 – 8 Eylül 2022) aralarında Kanada, Avustralya ve Yani Zelanda’nın da bulunduğu İngiliz Milletler Topluluğu 14 ülkenin, tahta çıktığı 1952 yılından 2022 yılındaki ölümüne kadar kraliçesiydi.  Aynı zamanda İngiliz Milletler Topluluğu başkanı, İngiltere kilisesi Yüksek Valisi olarak da görev yaptı. 70 yıl 214 gün süren saltanatı ile kraliçe Victoria’yı geride bırakarak Birleşik krallığın en uzun süre tahtta kalan kraliçesi, Fransa Kralı XIV.Louis’ten sonra dünyanın en uzun süre tahtta kalan hükümdarı ve tarihte en uzun süre tacını koruyan kadın unvanını aldı.

Kraliçe II.Elizabeth’in kişisel serveti uzun yıllar spekülasyon konusu oldu. 1971’de, özel sekreteri Kraliçenin servetini 2 milyon sterlin (2021'de yaklaşık 30 milyon sterline eşdeğer) olarak tahmin etti. 2002 yılında, annesinden tahmini 70 milyon sterlin değerinde bir mülk miras aldı. Sunday Times, 2020 yılında Kraliçenin kişisel servetini 350 milyon £ olabileceğini öne sürdü. Bu Kraliçeyi, Birleşik Krallık’taki en zengin 372’nci kişi yaptı.

Binlerce tarihi sanat eserini ve Kraliyet Mücevherlerini içeren Kraliyet Koleksiyonu kişisel olarak sahiplenilmiyor, Buckingham Sarayı ve Windsor Kalesi gibi resmi konutları ise emanet olarak tanımlanıyor.

Gelelim esas yazmak istediğim cenaze konusuna. Bilindiği gibi Kraliçenin cenazesi defnedilmek için 10 gün bekletildi. Balmoral’da vefat eden kraliçenin tabutu Edinburgh'a taşındı ve oradan Londra'ya geriye nakledildi. Bütün bu organizasyona “tek boynuzlu at” operasyonu adı verildi. Beş gün boyunca Kraliçe'nin cesedi Buckingham Sarayı'ndaydı. Bundan sonra bir törenle Westminster Manastırı'na taşındı ve burada halk üç gün boyunca Kraliçe'nin tabutunu ziyaret edebildi. Onuncu gün, kraliyet cenaze töreni Westminster'da yapıldı ve cenaze günü öğle saatlerinde onun anısına iki dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Daha sonra Kraliçe'nin tabutu Windsor Kalesi'ne taşındı ve St. George Şapeli’ne gömüldü.

Peki bu süre zarfında ceset çürüyüp kokmadı mı? Genel olarak, ölümden sonra vücut iki ya da en geç üç gün içinde çürür ve inanılmaz şekilde kokmaya başlar. Bunu önlemek için Kraliçenin cesedi geçici olarak mumyalandı.  “Research Gate”  tarafından yayınlanan bir araştırmaya göre, bu “geçici mumyalama,” cesetleri kısa bir süre için korumak için kullanılan tekniktir. Bu teknik ölen kişinin vücuduna belirli kimyasallar enjekte etmeye dayanır. Health Valuetips web sitesine göre Kraliçenin vücudu, atardamarlara ve kan damarlarına mumyalama sıvısı enjekte edilerek korundu. Bir grup kimyasal, vücudun ana arterlerine enjekte edildi. Mumyalama sıvılarının ölen kişinin vücuduna eşit olarak dağılmasını sağlamak için doktorlar, bu maddelerin kan damarlarına girmesine yardımcı olmak için özel bir mumyalama cihazı çalıştırdılar. 

Ondan önceki Prenses Diana ve Prens Philip gibi, Kraliçe'nin tabutu kurşunla kaplıydı. Aslında, tabut zaten 30 yıl evvel hazırlanmıştı. Kraliyet ailelerini (ölümlerinden sonra) kurşunla kaplı tabutlara koyma uygulaması yüzlerce yıl önce başladı. Krallar, kraliçeler, prensler ve prensesler bedenlerini daha iyi korumak için kurşun tabutlara yerleştirilirler. Kurşun kaplı tabutlar, nemi tabuttan uzak tutarak vücudun ayrışma sürecini yavaşlatır. Kurşun çürümez ve bu nedenle sızdırmaz kalır, ayrışmayı önler ve ayrıca herhangi bir koku veya gazın salınmasını engeller. Mumyalama geleneği ise 1869 yılında başladı. Bunun nedeni 1087 yılında 59 yaşında ölen İngiltere’nin ilk Norman kralı William'ın başına gelenlere benzer bir şeyi önlemektir. William savaş sırasında karnından yaralandı ve bağırsakları parçalandı ve öldü. Savaşta olan oğlu da dahil olmak üzere ileri gelenler ve yakınları cenazeyi üstlenmediler. Ceset bir taş levha üzerinde çürümeye bırakıldı. Sonunda, bir şövalye cesedi gömmek üzere 112 kilometre uzaktaki Caen şehrine taşıdı. Bu süre zarfında vücut çürümeye ve içinde gaz biriktirmeye başladı. Caen’e varıldığında olay yerinde çıkan yangın vücudu biraz daha ısıttı ve ceset aşırı şekilde şişmeye başladı.   Cenaze günü, kralın vücudu lahdin içine sığmayacak kadar şişmişti.  Cenaze levazımatçıları, onu yine de lahte tıkmaya çalıştılar. Benediktin keşişi ve tarihçi Ordrake Vitalis'e göre, o anda ceset patladı, şişmiş bağırsaklar inanılmaz kötü bir koku ile her yere saçıldı ve cenaze töreninde bulunan herkesin üzerine sıçradı. Törendekilerin hepsi ölmüş bir kralın suyu ile yıkandılar.      

Sonraki yüzyıllarda ölen kral ve kraliçeler, mumyalama ve kurşun tabutta gömülme yöntemi sayesinde daha onurlu bir sona kavuştular. 

Ne kadar korkunç bir son,  insan yazarken bile ürperiyor.

Hayırlı yıllar sağlık mutluluk huzur bereket ve barış diliyorum.

Esen kalın.

Aaron Baruch (Ankaralı)

 

Kaynakça :

SÖZCÜ COM - https://www.sozcu.com.tr/2016/gunun-icinden/olumun-ardindan-insan-vucudunda-neler-oluyor-iste-cevabi-1408178/

VIKIPEDIA - https://tr.wikipedia.org/wiki/II._Elizabeth

YNET haber sitesi 

16 Eylül 2022 Cuma

MUTLU MUSUN?


 





 

Birleşmiş Milletler dünya mutluluk raporunu yayınladı. Hangi ülkenin insanları (ortalama) ne kadar mutlu? Bilmek ister misiniz?

Önce bu rapor hazırlanırken hangi kıstaslara göre hazırlandığını bilmekte fayda var. Bu rapor öyle ülkelerde birkaç yüz kişiye “mutlu musunuz” diye sorarak oluşturulan bir anketle hazırlanmıyor. Çok kapsamlı bir araştırma sonunda meydana çıkıyor. Mutluluk raporu bir yerde ülkeler iyi yaşam karnesi gibi bir şey…

Dünyanın en mutlu ülkesini belirlemek için araştırmacılar, 149 ülkede kapsamlı Gallup anket verilerini analiz etmişler ve özellikle altı belirli kategorideki performansı izlemişler. Bu altı kategori şunlar:

1.      Kişi başına düşen gayri safi hâsıla,

2.      Sosyal destek,

3.      Sağlıklı yaşam beklentisi,

4.      Kendi yaşam seçimlerinizi yapma özgürlüğü,

5.      Genel nüfusun cömertliği

6.      İç ve dış yolsuzluk düzeylerine ilişkin algılar.

Her ülkenin verilerini düzgün bir şekilde karşılaştırmak için araştırmacılar, “dünyanın en mutsuz insanlarıyla” dolu “Distopya” adlı kurgusal bir ülke yarattılar. Daha sonra Distopya'yı altı kategorinin her birinde en alt değer olarak belirlediler ve gerçek dünya ülkelerinin bu değere karşı puanlarını ölçtüler. Altı değişkenin tümü daha sonra her ülke için tek bir birleşik puan oluşturmak üzere harmanlandı. 2022 yılı sıralamasında ilk 10 ülke ve puanları şöyle:

 Finlandiya (7.821) 2. Danimarka (7.636) 3. İzlanda (7.557) 4. İsveç (7.512) 5. Hollanda (7.415) 6. Lüksenburg (7.404) 7. İsviçre (7.384) 8. Norveç (7.365) 9. İsrail (7.364) 10. Yeni Zelanda (7.200)

Finlandiya 5’nci kez dünyanın en mutlu ülkesi oluyor. Kuzey Avrupa ülkeleri genelde son 10 yıldır hep ilk 10 da yer almakta.

Belki son on ülkeyi merak edersiniz diye onu da yazayım dedim.

136. Hindistan (3.777) 137. Zambiya (3.760) 138. Malawi (3.750) 139. Tanzanya (3.702) 140. Sierra Leone (3.574) 141. Lesotho (3.512) 142. Botsvana (3.471) 143. Ruanda (3.268) 144. Zimbabwe (2.995) 145. Lübnan (2.955) 146. Afganistan (2.404)

Raporun tümünü pek çok açıklayıcı bilgiyle aşağıda verdiğim linkten görebilirsiniz.

İsrail bu sıralamada 7364 puanla 9’ncu sırada yer aldı. İsrail 2021 yılında 7157 puanla 12’nci sırada yer alıyordu. Türkiye ise 4744 puanla 112’nci sırada bulunuyor. 2021 yılında Türkiye 4948 puanla 102’nci sıradaydı.

Burada özellikle anketteki sağlıklı yaşam beklentisi hakkında birkaç bilgi vermek isterim. Oxford Üniversitesi destekli Global Change Data Laboratuvarı bir çalışma yapmış. Bu ön çalışmada 1970 yılından başlayarak hangi ülkede insanların sağlıkları için ne kadar para harcadıkları ve o ülkede ortalama yaşamın kaç yıl olduğunu araştırmışlar. Çok çarpıcı sonuçlara ulaşmışlar. Örneğin en uzun yaşam ortalaması Japonya’da tespit edilmiş. 1970 yılında Japonya’da ortalama yaşam süresi 71.95 yılmış. Yani neredeyse 72 yıl. Japonlar 1970 yılında sağlıkları için yılda ortalama 623 dolar harcamaktaymışlar. (Küsurları yazmadım) 2015 yılında ise Japonya’da ortalama ömür 83.79 olmuş. Yani neredeyse 84 yıl. 2015 yılında Japonlar sağlıkları için ortalama kişi başına 3.930 dolar harcamışlar.

İsrail’de 1970 yılında ortalama yaşam süresi 72 yılmış. O yıllarda İsrailliler sağlıkları için ortalama yılda 675 dolar harcıyorlarmış. 2015 yılında ise İsrail’de ortalama yaşam süresi 82 yıl. 2015 senesinde İsrailliler sağlıkları için yılda ortalama 2.292 dolar harcamışlar. Bu verilerle ilgili 5 ülkeyi araştırdım ve bakın nasıl bir tablo meydana geldi:

 

                                    ORT.ÖMÜR             SAĞLIK İÇİN ORT. HARCAMA

İngiltere 1970                    72                                  656 $

               2015                   81                               3.775 $ (5,7 misli artmış)

Kanada   1970                    73                              1.295 $

                2015                   82                              4.289 $ (3,3 misli artmış)

ABD       1970                    71                              1.452 $

                2015                    79                              8.714 $ (6,0 misli artmış)

Norveç    1970                    75                                 847 $

                2015                    82                              5.926 $ (6,7 misli artmış)

İsrail       1970                     72                                675 $

               2015                     82                              2.292 $ (3,4 misli artmış)

 

Bu araştırmanın İsrail için çarpıcı sonucu şöyle:

İsrail halkı sağlık sisteminden çok şikâyet ediyor. Bilgi çok fazla, belki sağlık için yapılan keşifler İsrail’i ülkeler arasında şampiyon bile yapar. Ancak halk bu müthiş başarıdan faydalanamıyor. Halkın şikayetlerinin neler olduğu başka bir yazı konusu. Fazla irdeleyeceğim. Şunu gözden kaçırmamalıyız. Neticede sağlık da parayla. Örneğin Amerikalılar yılda sağlıkları için yaklaşık 6 bin dolar harcarken İsrailliler sadece yılda yaklaşık 2.300 dolar harcıyorlar. Ve buna karşılık ABD’de ortalama ömür 79 yılken İsrail’de 82 yıl. İsrail halkı sağlığı için dünyada en az para harcayan ülkelerden birisi.

Bir başka araştırma konusu ise gayrı safi milli hasıla. Yani ülkelerin gelirlerinin kişi başına ne kadar olduğu. Liste şöyle:

Lüksemburg     3’ncü sırada       131.302  $ kişi başına GSMH

İsviçre              5’ci sırada            93.515  $ kişi başına GSMH

ABD                7’ci sırada             69.375  $ kişi başına GSMH

Kanada            17’ci sırada           52.791  $ kişi başına GSMH

İsrail                21’ci sırada           49.840  $ kişi başına GSMH

(Bu veriler Uluslararası Para Fonunun 2021 yıl tahmin verileridir.)

İsrail GSMH kategorisinde İngiltere’yi Japonya’yı Fransa’yı Birleşik Arap Emirlikleri’ni sollamış durumda. Neredeyse Almanya’yı yakalamak üzere.

Yani ülkelerin mutluk sıralaması öyle sıradan bir şey değil. Ülkelerin dünya üstündeki yerini belirliyor. Ne diyelim, İspanyolcada bir laf vardır “de mijor a mijor” yani “iyiden en iyiye” diye tercüme edebiliriz. İnşallah…

Sağlıkla kalın…

Aaron Baruch



Kaynakça :

 

WERIO  WORLD HAPPINESS RAPORT 2022 https://happiness-report.s3.amazonaws.com/2022/WHR+22.pdf

 

https://worldpopulationreview.com/country-rankings/happiest-countries-in-the-world - https://ourworldindata.org/grapher/life-expectancy-vs-health-expenditure

 

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ki%C5%9Fi_ba%C5%9F%C4%B1na_nominal_GSY%C4%B0H_de%C4%9Ferlerine_g%C3%B6re_%C3%BClkeler_listesi