Korona belasıyla evde kapalı kaldığımız bu
günlerde ister istemez yıllarca evvel yazdığım bu yazıyı hatırladım. Birinci
bölümünü bugün yayınlıyorum, ikinci bölümü yarın…
SENİ UNUTURSAM EY YERUSHALAYİM
SAĞ ELİM HÜNERİNİ UNUTSUN
EĞER SENİ ANMASSAM
EĞER YERUSHALAYİMİ BAŞ SEVİNCİMDEN ÜSTÜN TUTMASSAM
DİLİM DAMAĞIMA YAPIŞSIN
(Sürgüne giden İsraeloğullarının şarkısı - Mezmur 137)
1948 Martında Yerushalaim kuşatma altında
idi. 100 bin Yahudi soğuktan titriyordu. Yakacak hiç bir şey yoktu. Gaz yoktu, kadınlar yemek pişirmek için DDT
kullanıyorlardı. Yiyecek ve su neredeyse tükenme noktasında idi. Stoklarda
kalan un, ancak adam başına 300 gr. ekmek yapacak kadardı. Şehir, kurutulmuş sebze, ve konserve ile dayanmaya çalışıyordu. Taze et ve taze sebze
tükenmiş durumdaydı. Meyve süt yoktu, bir yumurta bugünün parasıyla 15 şekeldi... Askerlere, günde, üzerine şurubu andıran “cocozine”
adlı bir sıvı sürülmüş dört dilim ekmek, bir kâse çorba, bir kutu
sardalye ile iki patates verilebiliyordu. En iyi beslenen onlardı.
Sahil ile Yerushalaim arasındaki yol Araplar
tarafından kapatılmıştı. Yol üstündeki 12 köyde üslenen Araplar, gözcülerin
işareti ile yola iniyorlar ve gelen konvoyları vuruyorlardı. Tek bir
arabanın dahi geçmesi mümkün değildi. Son yarma
çabaları pek çok hayata mal olmuştu. Umutsuzluk her yanı
sarmıştı. Araplar Yerushalaim'i boğmak üzereydiler.
“Yerushalaim yolunu açmak için bir çare
bulmak üzere toplanmış bulunuyoruz” dedi Ben Gurion, ve devam etti:
“Üç Hayati merkezimiz var. Tel-Aviv, Hayfa
ve Yerushalaim. Bunlardan birini kaybedersek yaşamaya devam edebiliriz. Ancak bu
Kudüs olmamalı. Ne pahasına olursa olsun Kudüs yolunu açmak gerek.”
Bir plan yapıldı. Delicesine bir plan. Risk
çok çok büyüktü. Nachshon harekatı yolun iki tarafındaki Arap köylerinin işgal
edilerek bir koridorun sistemli bir şekilde açılmasını öngörüyordu.
Herkes üstüne düşeni yapmak için kolları
sıvadı. Harekâtın komutanlığına Givati Tugayı Komutanı Simon Avidan getirildi. Birliklerin
çoğunu oluşturan gençlere gelince, eğitimden yeni çıkıyorlardı. Binbaşı
İsak Shadmi onları ilk gördüğünde bir izci oymağı sandı. Küçük çıkınları ve
çantalarıyla romantik bir geziye gidiyor gibiydiler.
Binbaşı, on tüfek, dört makineli ve
bu çocuklarla Yerushalaim yolunu açmak için nasıl saldırıya geçeceğini düşününce
ürpermekten kendini alamadı...
Simon Avidar şehrin
beslenmesinden sorumlu olan kişileri topladı. Bütün gece çalıştılar. Yerushalaim'in ihtiyacı olan malzeme listesi korkunçtu. Üç bin ton malzemenin tedarik edilip
gönderilmesi gerekiyordu. Subaylar derhal Tel-Aviv'deki depolara
yöneldiler. Bütün kamu ve özel depolar mühürlendi. Simon Avidan
kesin emir verdi:
"Kudüs konvoyu hareket etmeden bu depolardan
bir gram mal bile çıkmayacak"
Bu erzakı taşımak için Simon
Avidan ihtiyaç bulunan 300 ağır kamyonu bulması için İngiliz
Ordusunun eski subaylarından Bar Shemer'i görevlendirdi. Bar, Tel-Aviv'deki
bütün nakliye şirketlerine başvurdu. Ancak 150 kamyon tedarik edebilmişti. Geri
kalan 150 kamyonu nasıl bulduğunu daha sonra sorduklarında Bar;
"Askerlerimi kavşaklara diktim.
İşimize yarayacak her kamyonu çevirdik ve silah zoruyla onları toplanma yerine
sevk ettik" diyecekti.
20-25 kamyon toplandığında Bar Shemer
bunları derhal toplanma yeri olan eski İngiliz Kampı Kfar Blou'ya gönderiyordu.
Şoförler isyan halindeydiler. Bu işe
katılmak istemiyorlardı. Tel -Aviv'de rahatları yerinde idi. Kimisinin karısı
doğurmak üzereydi, başka işleri güçleri vardı, yolun ne kadar tehlikeli
olduğunu biliyorlardı. Ancak Allah'tan çoğu, kamyonların sahibiydi ve ekmek
teknelerini bırakmak istemiyorlardı.
Bu arada Kfar Blou'da şoför,
yardımcı ve makinist toplam 1000 kadar insan toplanmıştı ve bu da yeni
bir yiyecek sorunu yaratıyordu. Bar Shemer Tel-Aviv'in en iyi
lokantalarından birine koştu. İçeri dalar dalmaz lokantanın sahibi Yechezkel
Weinstein'e:
"Yahudi ulusunun size ihtiyacı
var" dedi.
O akşam saat beşte Weinstein 1000 kişiye
sıcak yemek dağıtıyordu.
HAREKÂT BAŞLIYOR…
İlk hedef yolun Yerushalaim önceki son
kilometrelerini denetleyen Arap köyü Castel idi. Komutan Uzi Narkis
köyün girişine ve çıkışına iki makineli bataryası yerleştirdi. Tam gece
yarısı saldırıyı başlattı. Araplar neye uğradıklarını şaşırdılar, beklemiyorlardı.
Haganah merkezideki vericiden bir saat sonra şu kelimeler döküldü:
"Haverim, Castel bizde"
Castel'i işgal eden müfrezenin görevi
basitti. Bir daha Araplara pusu kurmakta yataklık etmemesi için köyü
silip süpürüp yok edecekti.
Bu sırada Tel-Aviv limanında (şimdiki
Namal) Nora isimli şilepten iğrenç çürümüş soğan kokusu dağılmakta ve burunları
kırmaktaydı. İngiliz gümrükçüler fazla dayanamadılar. Gümrük müfettişi "boşaltın"
emrini verdi.
Bir sürü dok işçisi gemiye karıncalar
gibi tırmandı. Deli gibi çalışmaya başladılar. Soğan örtüsü
kalkınca Çekoslovakya'dan gelen silah ve mühimmat meydana
çıktı. Gemi tam zamanında yetişmişti. Nachson harekâtı ertesi akşam başlayacaktı.
Subay İshak Shadmi payına düşen
silahları saldırıya bir kaç saat kala alabildi. Ancak bir sorun
vardı. Silahlar yağ içerisinde idi ve ellerinde bunları temizleyecek hiç
bir şey yoktu. İsak Shadmi genç erkeklerden bir fedakârlık istedi. Bu
genç erkekler dava uğruna donlarını feda ettiler. Kızlar bu donlarla
silahların yağını temizlerlerken kendileri de tellerle namluları
temizleyeceklerdi. Fişekleri taşımak için de çoraplar kullanıldı.
Başka bir piyade bölüğüne komuta eden Hayim
Laskov'a MG 34 makinelileri verildi. Ancak bu silahı kimse tanımıyordu. Hayim
alel acele eski bir İngiliz askeri buldu. Eski asker silahı tanıyordu ve
kullanmayı gösterdi. Ancak silahlar arızalıydı ve kesik kesik ateş ediyordu.
Makinelilerin otomatiği işlemiyordu. Bölük saldırı emrini beklerken
Tel-Aviv'den gelen bir silah uzmanı makinelileri teker teker tamir etti.
Beşer yüz kişilik üç tabur halindeki Yahudi
güçleri 5 Nisan 1948 akşamı saat tam 9
da saldırıyı başlattılar. Yola çıkış noktasındaki Arap köylerini birinci tabur çabucak işgal etti. İkici Tabur yoldaki tepelerde bulunan Arap
köylerine saldırdılar. Bazı köylerde çok canlı direnişle karşılaşıldı. Bu
köyler alınamasa da yola müdahale etmemeleri için aradaki tepeler işgal edildi.
Bu arada kamyonların yüklenmesi için
Haganah, Tel-Aviv'deki bütün dok işçilerini kamyonların başına yığmıştı. Bunlar
Selanik asıllı, kısa boylu güçlü kuvvetli insanlardı. Bu insanlara yemek
hazırlayan lokantacı Yechezkel Weinstein daha sonraları "otomatik
bir zincir gibiydiler. Her kamyon 5 dakikada dolduruluyordu. İki genç gitarcı çaldıkları
müzikle ruhlara su serpiyordu" diye anlatacaktı.
Konvoy inanılmazdı. Her renkten her
markadan kamyon vardı. Üç tonluk Bedford'lar, Dodge'lar, 10
tonluk kocaman Mack'lar küçük büyük her renkten ve her
cinsten taşıma aracı konvoyda vardı. Çoğu bir sabun markasının,
bebek mamasının, Hayfa'lı bir kasabın sattığı koşer etin, ya da Tel-Aviv'deki
bir ayakkabı fabrikasının reklamını yapan afişlerle kaplıydılar. Hepsi de arıza
ihtimaline karşı çekilebilmek için çelik tellerle donatılmışlardı.
Konvoy portakal ağaçlarının baygın
kokuları arasında yola çıktı ve ağır ağır ilerledi. 10 kilometre dümdüz
asfalt sorunsuz aşıldı. Nihayet en tehlikeli yere gelindi. Bab el Ued'e
doğru konvoy tırmanmaya başlayınca sesler kesildi. Sinirler keman teli gibi
gerilmişti. Fakat korkulan olmadı. Palmach birliklerinin ağından kaçabilen bir
kaç nişancı ateş açtıysa da önemli bir engelleme çıkmadı.
Lastikleri patlayan bazı araçlar kör topal yola devam etti. Bazı
kamyonların radyatörleri son nefesini vermişti ve kaynar sular
fışkırtıyorlardı.
Bir konvoyun gelmekte olduğu haberi Yerushalaim'e yayılmıştı. Sabahın erken saatlerinden beri halk Yafa kapısında toplanmaya
başlamıştı. İnsanlar balkonlara pencerelere dolmuşlar saygı ve şükranla
bekliyorlardı. Havada elle tutulur bir umut vardı. İnsanlar açlıklarını
unutmuşlar önlerindeki vadiye bakıyorlardı...(Yerushalayim Yahudileri o hafta adam başına 10 gr
margarin iki yüz elli gr patates biraz da kurutulmuş et
yiyebilmişlerdi.)
Önce kamyonların homurtuları işitildi.
Sonra bir tırtıl gibi ilerleyen konvoy yavaş yavaş seçilmeye başladı. En
önde mavi bir Ford kamyon geliyordu. Güneşte kaportası parlamaktaydı.
Allah'ım bu nasıl bir güzellikti. İnsanlar
donmuş, kıpırdamadan kamyonların yaklaşmasını bekliyordu...
En sonunda konvoy alkışlar, haykırışlar
ağlama sesleri arasında teker teker Yafa kapısından girmeye başladı. Yaşlı
bir kadın Sefarad imareti önünde kim bilir kaç konvoya katılmış
Yehuda Lash'ı yakaladı ve ona sıkı sıkı sarıldı.
Patateslerin üzerinde Isak Shadmi Ben
Gurion'un "güçlü olduğumuz gün ulus olacağız" lafını
hatırladı. "Tamam" dedi, "işte o
gün, bu gündür..." Bar Shmer'in kaçırdığı şoförler bile
allak bullak olmuşlardı.
Dua sesleri semaya yükseliyordu. Herkes
ağlıyordu. 1948 yılının bu güneşli Nisan sabahı belleklerde bir anı
çakılıp kalacaktı. Şehre ilk giren mavi Ford kamyonun çamurluğunda şunlar
yazılıydı.
SENİ UNUTURSAM EY YERUSHALAYİM...
Ne sizi, ne de Kudüs'ü unutmadık, unutmayacağız, ve unutturmayacağız....
Hiç biriniz boşa ölmediniz, bu ulus size minnettardır....
Esen kalın,
Aaron Baruch
Kudüs, Ey Kudüs kitabından….
tek kelime ile super elinize emeginize saglik hag sameah
YanıtlaSilNe kadar zorluklarla kazanildi bu vatan. Erol kalemine ellerine saglik. Tesekkur ederiz.
YanıtlaSilelbet o topraklar asıl sahiplerine kavuşacak....
YanıtlaSil