5 İyar 5708 . Yani 14 Mayıs 1948, Saat
16.37 Ben Gurion elini bir kere daha masaya vurdu:
“Yahudi İsrail devletini ilan ediyorum.
İsrail devleti resmen doğmuştur” dedi.
Oturuma katılanlar “Şehiyanu” duaları arasında “Hatikva'yı” (Hatikva-Umut – İsrael milli marşı) söylemeye başladılar.
Oturuma katılanlar “Şehiyanu” duaları arasında “Hatikva'yı” (Hatikva-Umut – İsrael milli marşı) söylemeye başladılar.
Toplantının yapıldığı eski müze binasında
bulunanlar çok sert insanlardı. Çok, ama çok badirelerden geçmişlerdi. Pek
çoğunun kolunda hala Avrupa'daki zulüm kamplarının numaraları
vardı. Ama bu sert insanlar şimdi ağlıyorlardı. 3000 yıldan daha uzun
süren bir bekleyiş artık bitiyordu, ve bizler ne kadar şanslı bir nesiliz ki buna şahitlik
edebildik, bu muazzam görülmemiş başarıyı yaşayabildik.
Ben Gurion’un İsrael devletini ilan
etmesinden tam 11 dakika sonra, ABD bu bebek ülkeyi ilk tanıyan devlet oldu.
İsrail devleti doğmuştu doğmasına ama
Yerushalaim boğulmak üzere idi. Ve Ben Gurion Yerushalaim’i kaybettikleri takdirde
bu bebek devletin yaşama şansının çok az olduğunu biliyordu.
Yerushalaim kurtarılmalıydı. Neye mal
olursa olsun KURTARILMALIYDI...
Nachson harekâtı (kuşatma
günleri -1-) ile açılan yol açılmıştı
açılmasına ancak sadece 4 konvoy geçebilmişti. Elbette ki bir
rahatlama getirmişti. Fakat kuşatma altındaki 100 bin kişi için bu yeterli
değildi. Araplar kısa bir zaman sonra Bab el Ued geçidini dev kayalarla
tamamen kapatmışlar ve burayı tahkim ederek geçilmesi imkânsız bir hale
getirmişlerdi. Sahil ile Kudüs'ün arasındaki yol bir daha açılmamak üzere
kapanmıştı. Kudüs'ün kurtarılması için ancak bir mucize gerekliydi ve o
mucize gerçekleşecekti...
*
Cip gıcırdıyor, inildiyor fakat inanılmaz
akrobatik hareketler yaparak da olsa karanlıkta ilerliyordu. Sonunda
takıldılar. İçindeki Yahudilerden ikisi araçtan indi.
Cipi itmeye başladılar. Avrupa'da II . Dünya savaşında savaşarak 3 bin km. yol
inşa eden (Birmanya yolu) David Marcus ve Vivian Herzog böyle işkence
çeken bir araç daha görmemişlerdi. Aracın şoförü genç bir Palmach subayı Amos
Cholev direksiyona sıkı sıkı sarılmış, cipi çılgın bir nehirde sürüklenen kano
gibi kullanıyordu. Kullandıkları yol binlerce yıl evvel yapılmış
antik Kudüs yolu idi. Arkeolojik önemi olabilirdi ama bugün yol
olmaktan çok uzakta idi. Bu yoldan Büyük İskender de geçmişti. Romalılar da...
Aslan Yürekli Richard bu tepelerden Yerushalaim'e bakmıştı.
Durdular. Biraz dinlenmek üzere yabani
otların arasına toprağın üzerine uzandılar. Amos Cholev yanındakilere:
“Bu tepeleri yarıp geçebilseydik Yerushalaim'i kurtarmak için bir yolumuz olurdu” dedi. Marcus gülerek cevap verdi:
“Neden olmasın, biz Kızıldeniz'i geçmedik
mi?”
Gülüştüler. Birden bire uzaktan gelen bir
motor homurtusu işittiler. Kulaklar dikildi.
Makinelilerini kaptıkları gibi siper
aldılar. Birden ters yönde gelen bir cipin üzerlerinde bulundukları tepeye
çıkmakta olduğunu fark ettiler. Siperlerine daha sıkı sindiler. Gelen cip
meydana çıktığı an Amos Cholev bir nara attı.
“Alan... Ma şlomhem...”
Cipin sürücüsü ile yanındakini tanımıştı.
Bunlar Palmach'ın Harel tugayından iki arkadaşı idi. Yerushalaim'den geliyorlardı. Çıplak
Yehuda tepelerinde bu iki Cipin karşılaşmalarının hesaplanamayacak kadar büyük
sonuçları olacaktı....
Yerushalaim'den gelen cipteki Palmach subayı Levi,
Tel-Aviv'e gelir gelmez Kırmızı Eve'e, Ben Gurion'a koştu.
“Şehir aç, cephanemiz kalmadı, bitmek
üzereyiz” diye inledi nefes
nefese.
Ben Gurion:
“Bir cipi geçtiği yerden yirmi cipte geçer” dedi ve Ukraynalı bir değirmencinin
oğlu olan komutan Joseph Avidar'a emirler yağdırdı.
Askerler ve
subaylar Tel-Aviv'e dağıldılar. Ancak araçlara el koyma işi
şehirde işitilmişti ve enteresan bir şekilde bir tek cip bile meydanda yoktu.
Sanki yer yarılmıştı ve cipler içine girmişti.
“Bari benimkini alın” dedi Ben Gurion.
İki cip ağzına kadar silah ve cephane
dolduruldu ve derhal Yerushalaim'e doğru yola çıkıldı. İçleri umut
dolu, yorgunluktan gözleri kapanan iki Palmach subayı
bir an evvel kuşatma altındaki Yerushalaim’e varmak için insan üstü bir
çaba harcamaktaydılar...
Aynı saatlerde Kırmızı Ev'de Ukraynalı Joseph Adivar, Amerikalı Davit Marcus, çok
önemli bir toplantıya katılmışlardı. Toplantının konusu antik Yerushalaim
yolunu açarak kuşatmayı yarmak ve açlıktan inleyen 100 bin Yahudi’ye yardım
ulaştırmaktı. Sahilden Yerushalaim’e giden yolu kullanmak imkânsızdı. Tek
alternatif bu antik yolu açmaktı. Çok zordu ama ustalıkla, alın teriyle,
cesaretle mümkün olabilirdi ve kamyonların geçebileceği yeni bir yol
yapmaya çalışacaklardı. David Marcus’un
dediği gibi “Yahudiler Kızıldenizi bile geçmişlerdi, bunu da
yapabilirlerdi…” Toplantıdakiler en sonunda antik Yerushalaim yolunun
yeniden kullanır hale getirilmesine ve böylece kuşatmanın kırılmasına
karar verdiler...
YERUSHALAİM, EY YERUSHALAİM…
Davit Marcus'un beklediği araç nihayet
gelmişti. Solel Boneh inşaat şirketinin bir buldozeriydi bu. Yol yapımı için
terk edilmiş Arap köyü Beyt Jiz köprübaşı olarak seçilmişti. Buradan başlıyacaklardı.
Amerikalı albay (Davit Ben Gurion tarafından generalliğe terfi ettirilmişti. )
operatöre yolu gösterdi.
“Burası dedi. Buradan başlayalım.”
Yola bir isim koymuşlardı. Amerikalılar'ın
Çin'de yaptıkları inanılmaz bir yolun ismini. “Birmanya Yolu...”
Buldozer
metre metre yolu kazmaya ve düzeltmeye başladı. Ağır ağır ama amansızca
kazıyor, düzeltiyor deliyor ve ilerliyordu. Makinenin yetmediği,
yetişemediği yerlerde insan emeği devre giriyor, taşçılar ameleler, kırıyorlar,
dolduruyorlar karıncalar gibi çalışıyorlardı. Tel-Aviv'den, kibutzlardan gelen
bu insanlar yolun açılması için bir adak gibi terlerini akıtıyorlardı. Gece
gündüze karışmıştı. Geceleri sesler tepeden tepeye yankılanıyordu. Zamana karşı
bir yarış vardı. Belki onlar yolu bitirmeden Yerushalaim bitecekti. 5 kilometre
daha yol yapılması gerekiyordu Marcus Yerushalaim yönüne bakıp
zaman zaman kendi kendine söyleniyordu..
“Dayan Yerushalaim, ne olursun ben gelene kadar
dayan... Geliyorum... Dayan....” Yerushalaim dayanacaktı ama ne yazık ki o bunu
göremeyecekti...
7 Haziranda Yerushalaim’in üç günlük
yiyecek stoku kalmıştı. Şehrin komutan Don Joseph
"Kendimi, çocukları için yemek isteyen
annelere boş depoları göstereceğim güne hazırlamalıyım" diye düşünüyordu. Durumu bütün açıklığıyla
anlatan bir telgraf hazırladı ve emir subayına:
“Bunu acele Ben Gurion'a gönder" emrini verdi.
Telgrafın devamında "Şabat'a
kadar elimize un geçmezse şehirde açlık başlayacak" deniyordu. Telgraf
öyle açıktı ki "Birmanya Yolu" bitmeden
Yerushalaim’in teslim olacağı hemen anlaşılıyordu.
Kırmızı Ev yine bir toplantıya daha ev
sahipliği yapıyordu. Sonunda karar verdiler...
Altı yüz Yahudi gerekliydi. Sırtlarında 20
kilo yükle 5 kilometre yürüyebilecek 600 Yahudi lazımdı. Yol açılıp ta
yoğun yardım gelene kadar her gece bu 600 Yahudi sırtlarında taşıyacakları 20 kilo yükle Yerushalaim'i birazcık olsun besleyebilirdi ve
zaman kazanılabilirdi.
İşçi konfederasyonları devreye
girdiler. Bankacılar, memurlar, işçiler, tüccarlar çok kısa, ancak
çok önemli bir görev yapmaları için nazikçe otobüslere davet
edildiler. Ünlü folklorcu Mordehay Zeira'da yolcular arasındaydı. Ne var ki bu
insanların çoğu emeklilik yaşına yakındılar ve şehir hayatı yüzünden yürüme
alışkanlıklarını yitirmişlerdi.
Otobüsler onları Nachson harekatının
başladığı yere, Kfar Blou'ya götürdü. Kibutzlardan gelen Yahudi kadınlar
karıncalar gibi çalışıyorlar torbalara koydukları un, pirinç, şeker, kuru
sebze ve süt tozlarını daha sonra sırt çantalarına yüklüyorlardı.
Ukraynalı değirmencinin oğlu komutan Joseph
Avidar yüksekçe bir yere çıkıp 600 Yahudi’ye yapacakları görevi anlattı. Konuşması
sürdükçe yüzler asılıyor, bedenleri korku sarıyordu. Sözlerini şöyle bitirdi:
“Her birinizin sırtında 100 Yahudi'yi bir
gün daha hayatta tutacak yiyecek olacak, Yerushalaim’deki kardeşleriniz bugün sadece dört dilim
ekmek yiyebildiler...Yolunuz açık olsun."
Sonra onları uğurlamak için elini kaldırıp selam verdi. Herkes donmuştu. Komutanın eli yoktu, daha evvel bir el bombasıyla kopmuştu...
Sonra onları uğurlamak için elini kaldırıp selam verdi. Herkes donmuştu. Komutanın eli yoktu, daha evvel bir el bombasıyla kopmuştu...
600 Yahudi birden canlandı. En ağır çantayı
kapabilmek için koşuşturmaya başladılar... Joseph onları tekrar otobüslere
doldurdu ve Birmanya yolunun açılan son noktasına kadar getirdi. Bundan
sonra Yehuda tepelerini yürüyerek aşmaları gerekiyordu. Karanlıkta hamallar
kaybolmamak için tek sıra halinde biri birilerinin gömleklerini tutarak
ilerlemeye başladılar. Dünyanın en geveze ulusu hiç konuşmadan yürüyorlardı.
O yol açıldı. Yerushalaim açlığa yenilmedi. Ama
ne yazık ki Judas Maccabee'den beri ilk Yahudi generali Amerikan asıllı David
Marcus İbranice bilmediği için nöbetçinin sorduğu poralaya cevap
veremeyecek ve ateşkes şerefine giydiği beyaz elbisesi yüzünden Arap
zannedilerek bir Yahudi Nöbetçi tarafından vurularak öldürülecekti...
1948 kuruluş ya da kurtuluş savaşında
İsrael Yerushalaim’in batı kesimini Araplar’dan kurtarabildi. Fakat kutsal
Ağlama duvarının da bulunduğu “antik kent” Arapların elinde
kaldı. Burada yaşayan Yahudiler evlerini terk ettiler. Pek çok sinagog tahrip
edildi, yıkıldı, yakıldı, toralarımız parçalandı, ateşe verildi. Kutsal ağlama
duvarımızın bulunduğu küçük meydan çöplük yapıldı… Taa ki 6 Haziran 1967 de Uzi
Narkis’in paraşütçüleri oraya gelene ve Ordunun hahamı Goren Şofarını üfleyene kadar…
1948’e dönecek olursak, 11 Haziran 1948 günü 30 günlük ateşkes ilan edildi. Yahudiler bu süre içinde toparlandılar. Avrupa'dan satın alınan pek çok silahı kutsal topraklara getirebildiler. Ateşkesten sonra her cephede ilerlediler ve bugünkü İsrael'i kurdular.
Bir gün Yerushalaim’i ziyaret
ederseniz yürürken yerdeki taşlara daha dikkatli bakın. Orada biz bu
topraklarda yaşayabilelim diye dökülen kanların ve gözyaşlarının izlerini
bulacaksınız.
SENİ UNUTURSAM EY YERUSHALAİM…
Aaron Baruch (Ankaralı)
Kudüs, ey Kudüs kitabından.....
Yarın 3'ncü bölüm, "HAR HaBAYİT BE YADENU… (TAPINAK DAĞI BİZİM ELİMİZDE!)"
Kudüs, ey Kudüs kitabından.....
Yarın 3'ncü bölüm, "HAR HaBAYİT BE YADENU… (TAPINAK DAĞI BİZİM ELİMİZDE!)"
Bu, savaş bu kadar güzel ve dokunaklı anlatılabilirdi.
YanıtlaSilAaron Baruh. Tüm yazılarını okuyorum. Hepsi bir birinden güzel.
Bravo, bravo, bravo.