16 Nisan 2020 Perşembe

KUŞATMA GÜNLERİ (2)








5 İyar 5708 . Yani 14 Mayıs 1948, Saat 16.37 Ben Gurion  elini bir kere daha masaya vurdu:

“Yahudi İsrail devletini ilan ediyorum. İsrail devleti resmen doğmuştur” dedi. 

Oturuma katılanlar “Şehiyanu” duaları arasında “Hatikva'yı” (Hatikva-Umut – İsrael milli marşı) söylemeye başladılar.

Toplantının yapıldığı eski müze binasında bulunanlar çok sert insanlardı. Çok, ama çok badirelerden geçmişlerdi. Pek çoğunun kolunda hala Avrupa'daki zulüm kamplarının numaraları  vardı. Ama bu sert insanlar şimdi ağlıyorlardı. 3000 yıldan daha uzun süren bir bekleyiş artık bitiyordu, ve bizler ne kadar şanslı bir nesiliz ki buna şahitlik edebildik, bu muazzam görülmemiş başarıyı yaşayabildik.

Ben Gurion’un İsrael devletini ilan etmesinden tam 11 dakika sonra, ABD bu bebek ülkeyi ilk tanıyan devlet oldu.

İsrail devleti doğmuştu doğmasına ama Yerushalaim boğulmak üzere idi. Ve Ben Gurion Yerushalaim’i kaybettikleri takdirde bu bebek devletin yaşama şansının çok az olduğunu biliyordu. 

Yerushalaim kurtarılmalıydı. Neye mal olursa olsun KURTARILMALIYDI...

Nachson harekâtı   (kuşatma günleri -1-)   ile  açılan yol açılmıştı açılmasına ancak  sadece 4 konvoy  geçebilmişti. Elbette ki bir rahatlama getirmişti. Fakat kuşatma altındaki 100 bin kişi için bu yeterli değildi.  Araplar kısa bir zaman sonra Bab el Ued geçidini dev kayalarla tamamen kapatmışlar ve burayı tahkim ederek geçilmesi imkânsız bir hale getirmişlerdi. Sahil ile Kudüs'ün arasındaki yol bir daha açılmamak üzere  kapanmıştı. Kudüs'ün kurtarılması için ancak bir mucize gerekliydi ve  o mucize gerçekleşecekti...

*
Cip gıcırdıyor, inildiyor fakat inanılmaz akrobatik hareketler yaparak da olsa karanlıkta ilerliyordu. Sonunda takıldılar.  İçindeki Yahudilerden  ikisi araçtan indi. Cipi itmeye başladılar. Avrupa'da II . Dünya savaşında savaşarak 3 bin km. yol inşa eden (Birmanya yolu)  David Marcus ve Vivian Herzog böyle işkence çeken bir araç daha görmemişlerdi. Aracın şoförü genç bir Palmach subayı Amos Cholev direksiyona sıkı sıkı sarılmış, cipi çılgın bir nehirde sürüklenen kano gibi kullanıyordu.  Kullandıkları yol binlerce yıl evvel yapılmış antik Kudüs yolu idi.  Arkeolojik önemi olabilirdi ama bugün yol olmaktan çok uzakta idi. Bu yoldan Büyük İskender de geçmişti. Romalılar da... Aslan Yürekli Richard bu tepelerden Yerushalaim'e bakmıştı. 

Durdular. Biraz dinlenmek üzere yabani otların arasına toprağın üzerine  uzandılar. Amos Cholev yanındakilere:

“Bu tepeleri yarıp geçebilseydik Yerushalaim'i kurtarmak için bir yolumuz olurdu” dedi. Marcus gülerek cevap verdi:

“Neden olmasın, biz Kızıldeniz'i geçmedik mi?”

Gülüştüler. Birden bire uzaktan gelen bir motor homurtusu işittiler. Kulaklar dikildi.

Makinelilerini kaptıkları gibi siper aldılar. Birden ters yönde gelen bir cipin üzerlerinde bulundukları tepeye çıkmakta olduğunu fark ettiler. Siperlerine daha sıkı sindiler. Gelen cip meydana çıktığı an Amos Cholev bir nara  attı.

“Alan... Ma şlomhem...”

Cipin sürücüsü ile yanındakini tanımıştı. Bunlar Palmach'ın Harel tugayından iki arkadaşı idi. Yerushalaim'den geliyorlardı. Çıplak Yehuda tepelerinde bu iki Cipin karşılaşmalarının hesaplanamayacak kadar büyük sonuçları olacaktı....

Yerushalaim'den gelen cipteki Palmach subayı Levi, Tel-Aviv'e gelir gelmez Kırmızı Eve'e, Ben Gurion'a koştu.

“Şehir aç, cephanemiz kalmadı, bitmek üzereyiz” diye inledi nefes nefese.

Ben Gurion:

“Bir cipi geçtiği yerden yirmi cipte geçer” dedi ve  Ukraynalı bir değirmencinin oğlu olan komutan  Joseph Avidar'a emirler yağdırdı. 

Askerler ve subaylar Tel-Aviv'e dağıldılar.  Ancak araçlara el koyma işi şehirde işitilmişti ve enteresan bir şekilde bir tek cip bile meydanda yoktu. Sanki yer yarılmıştı ve cipler içine girmişti.

“Bari benimkini alın” dedi  Ben Gurion.

İki cip ağzına kadar silah ve cephane dolduruldu ve derhal Yerushalaim'e doğru yola çıkıldı. İçleri umut dolu,  yorgunluktan gözleri kapanan  iki  Palmach subayı  bir an evvel kuşatma altındaki Yerushalaim’e varmak için insan üstü bir çaba harcamaktaydılar...

Aynı saatlerde  Kırmızı Ev'de  Ukraynalı  Joseph Adivar,   Amerikalı Davit Marcus, çok önemli bir toplantıya katılmışlardı. Toplantının konusu antik Yerushalaim yolunu açarak kuşatmayı yarmak ve açlıktan inleyen 100 bin Yahudi’ye yardım ulaştırmaktı. Sahilden Yerushalaim’e giden yolu kullanmak imkânsızdı. Tek alternatif bu antik yolu açmaktı. Çok zordu ama ustalıkla, alın teriyle, cesaretle mümkün olabilirdi ve kamyonların geçebileceği yeni bir  yol yapmaya çalışacaklardı.  David Marcus’un dediği gibi “Yahudiler Kızıldenizi bile geçmişlerdi, bunu da yapabilirlerdi…” Toplantıdakiler en sonunda antik Yerushalaim  yolunun  yeniden kullanır hale getirilmesine ve böylece kuşatmanın kırılmasına karar verdiler...

YERUSHALAİM, EY YERUSHALAİM…

Davit Marcus'un beklediği araç nihayet gelmişti. Solel Boneh inşaat şirketinin bir buldozeriydi bu. Yol yapımı için terk edilmiş Arap köyü Beyt Jiz  köprübaşı olarak seçilmişti. Buradan başlıyacaklardı. Amerikalı albay (Davit Ben Gurion tarafından generalliğe terfi ettirilmişti. ) operatöre yolu gösterdi.

“Burası dedi. Buradan başlayalım.”

Yola bir isim koymuşlardı. Amerikalılar'ın Çin'de yaptıkları inanılmaz bir yolun ismini. “Birmanya Yolu...” 

Buldozer metre metre yolu kazmaya ve düzeltmeye başladı.  Ağır ağır ama amansızca kazıyor, düzeltiyor deliyor ve ilerliyordu.  Makinenin yetmediği, yetişemediği yerlerde insan emeği devre giriyor, taşçılar ameleler, kırıyorlar, dolduruyorlar karıncalar gibi çalışıyorlardı. Tel-Aviv'den, kibutzlardan gelen bu insanlar yolun açılması için bir adak gibi terlerini akıtıyorlardı. Gece gündüze karışmıştı. Geceleri sesler tepeden tepeye yankılanıyordu. Zamana karşı bir yarış vardı. Belki onlar yolu bitirmeden Yerushalaim bitecekti. 5 kilometre daha  yol yapılması  gerekiyordu Marcus Yerushalaim yönüne bakıp zaman zaman kendi kendine söyleniyordu..

“Dayan Yerushalaim, ne olursun ben gelene kadar dayan... Geliyorum... Dayan....”  Yerushalaim  dayanacaktı ama ne yazık ki o bunu göremeyecekti...

7 Haziranda Yerushalaim’in   üç günlük yiyecek stoku kalmıştı. Şehrin komutan Don Joseph 
"Kendimi, çocukları için yemek isteyen annelere boş depoları göstereceğim güne hazırlamalıyım" diye düşünüyordu. Durumu bütün açıklığıyla anlatan bir telgraf hazırladı ve emir subayına:

“Bunu acele Ben Gurion'a gönder" emrini verdi.

Telgrafın devamında "Şabat'a kadar elimize un geçmezse şehirde açlık başlayacak" deniyordu. Telgraf öyle açıktı ki "Birmanya Yolu"  bitmeden Yerushalaim’in teslim olacağı  hemen anlaşılıyordu.

Kırmızı Ev yine bir toplantıya daha ev sahipliği yapıyordu. Sonunda karar verdiler...

Altı yüz Yahudi gerekliydi. Sırtlarında 20 kilo yükle  5 kilometre yürüyebilecek 600 Yahudi lazımdı. Yol açılıp ta yoğun yardım gelene kadar her gece bu 600 Yahudi sırtlarında taşıyacakları 20 kilo yükle Yerushalaim'i birazcık olsun besleyebilirdi ve zaman kazanılabilirdi.

İşçi konfederasyonları devreye girdiler.  Bankacılar, memurlar, işçiler, tüccarlar çok kısa, ancak  çok önemli bir görev yapmaları için nazikçe  otobüslere davet edildiler. Ünlü folklorcu Mordehay Zeira'da yolcular arasındaydı. Ne var ki bu insanların çoğu emeklilik yaşına yakındılar ve şehir hayatı yüzünden yürüme alışkanlıklarını yitirmişlerdi.

Otobüsler onları Nachson harekatının başladığı yere, Kfar Blou'ya götürdü. Kibutzlardan gelen Yahudi kadınlar karıncalar gibi çalışıyorlar torbalara koydukları  un, pirinç, şeker, kuru sebze ve süt tozlarını daha sonra sırt çantalarına yüklüyorlardı.

Ukraynalı değirmencinin oğlu komutan Joseph Avidar yüksekçe bir yere çıkıp 600 Yahudi’ye yapacakları görevi anlattı. Konuşması sürdükçe yüzler asılıyor, bedenleri korku sarıyordu. Sözlerini şöyle bitirdi:

“Her birinizin sırtında 100 Yahudi'yi bir gün daha hayatta tutacak yiyecek olacak, Yerushalaim’deki  kardeşleriniz  bugün sadece dört dilim ekmek yiyebildiler...Yolunuz açık olsun." 

Sonra onları uğurlamak için elini kaldırıp selam verdi. Herkes donmuştu. Komutanın eli yoktu, daha evvel bir el bombasıyla kopmuştu...

600 Yahudi birden canlandı. En ağır çantayı kapabilmek için koşuşturmaya başladılar... Joseph onları tekrar otobüslere doldurdu ve Birmanya yolunun  açılan son noktasına kadar getirdi. Bundan sonra Yehuda tepelerini yürüyerek aşmaları gerekiyordu. Karanlıkta hamallar kaybolmamak için  tek sıra halinde biri birilerinin gömleklerini tutarak ilerlemeye başladılar. Dünyanın en geveze ulusu hiç konuşmadan yürüyorlardı.

O yol açıldı. Yerushalaim açlığa yenilmedi. Ama ne yazık ki Judas Maccabee'den beri ilk Yahudi generali Amerikan asıllı David Marcus İbranice bilmediği için nöbetçinin  sorduğu poralaya  cevap veremeyecek ve ateşkes şerefine giydiği beyaz elbisesi yüzünden Arap zannedilerek bir Yahudi Nöbetçi tarafından vurularak öldürülecekti...

1948 kuruluş ya da kurtuluş savaşında İsrael Yerushalaim’in batı kesimini Araplar’dan kurtarabildi. Fakat kutsal Ağlama duvarının da bulunduğu “antik kent” Arapların elinde kaldı. Burada yaşayan Yahudiler evlerini terk ettiler. Pek çok sinagog tahrip edildi, yıkıldı, yakıldı, toralarımız parçalandı, ateşe verildi. Kutsal ağlama duvarımızın bulunduğu küçük meydan çöplük yapıldı… Taa ki 6 Haziran 1967 de Uzi Narkis’in paraşütçüleri oraya gelene ve Ordunun hahamı  Goren Şofarını üfleyene kadar…















1948’e dönecek olursak, 11 Haziran 1948 günü 30 günlük ateşkes ilan edildi. Yahudiler bu süre içinde toparlandılar. Avrupa'dan satın alınan pek çok silahı kutsal topraklara getirebildiler. Ateşkesten sonra her cephede  ilerlediler ve bugünkü İsrael'i kurdular.

Bir gün Yerushalaim’i ziyaret ederseniz  yürürken yerdeki taşlara daha dikkatli bakın. Orada biz bu topraklarda yaşayabilelim diye dökülen kanların ve gözyaşlarının izlerini bulacaksınız.



SENİ UNUTURSAM EY YERUSHALAİM…


Aaron Baruch  (Ankaralı)

Kudüs, ey Kudüs kitabından.....

Yarın 3'ncü bölüm, "HAR HaBAYİT  BE YADENU… (TAPINAK DAĞI BİZİM ELİMİZDE!)"





















1 yorum:

  1. Bu, savaş bu kadar güzel ve dokunaklı anlatılabilirdi.
    Aaron Baruh. Tüm yazılarını okuyorum. Hepsi bir birinden güzel.
    Bravo, bravo, bravo.

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.