1 Şubat 2020 Cumartesi

YÜZYILIN BARIŞ PLANI...




Trump ve Bibi, İsrael ile Araplar arasındaki yaklaşık 100 senelik gerilimi bitirmek amacıyla hazırlanan “YÜZYILIN ANLAŞMASI” adı altında hazırlanan barış projesini Beyaz Saray’da basına açıkladılar. Bu planın hayata geçmesi mümkün mü?

Bence mümkün değil. Bu ya da başka bir barış projesinin hayata geçebilmesi için Arapların düşünce tarzlarının  tepeden tırnağa değişmesi lazım. Başka ülkelerden aldıkları yardım (!) paraları ile teröristlere açık açık maaş bağlayan bir devlet olabilr mi? Böyle bir devletle barış yapılabilir mi?

Bugüne kadar İsrael ile Araplar arasında düşünülen barış projelerinde hiç bir zaman bir yaptırım maddesi yoktu. Bu sefer var. Bir yandan Avrupa Birliği “bizim sana verdiğimiz paralarla teröristlere maaş vermeye devam edersen bu yardımı keseriz” diyerek Arapları barış yapmaya zorlarken diğer taraftan ABD “kabul ederseniz 50 milyar dolar geliyor” diyerek ödül vaad ediyor.

Bu arada unutulmamalıdır ki Araplara yardım eden ülkeler bunlardan bıktı. Ver ver ver nereye kadar? Bu gün artık yüksek teknolojilerle ne zaman nerede ne olduğunu artık herkes görüp öğrenebiliyor. Yani yok artık “İsrael bana saldırdı” diye feryat figan ağlayıp şikayet etmek… Önce Abu Mazzen (Mahmut Abbas) oturduğu sarayı, 100 milyon dolarlık servetini açıklasın. Klasik Arap lideri… Bahşiş geçerlidir…

Araplar’ın ekonomisi berbat vaziyette. İhracatları 1.5 milyar dolarken ithalatları 6 milyar dolar, işsizlik ise  % 26. İnsanların gelir kaynağı TERÖRİZİM. Yahudilere karşı eylem yapanlara, yakalanıp hapse girenlere, yaralanlara, ölenlere maaş bağlanıyor. Hatta İsrael tarafından cezanlandırılarak evleri yıkılanlara yeni ev veriyorlar. İsrael böyle bir terörist devleti yanıbaşında istemiyor. Oslo sürecinde, barış için pek çok taviz veren İsrael bunun  çok zararını gördü. İsrael’in verdiği silahlarla İsraellileri öldürdüler. İsrael yanıbaşında bir terörist devlet daha istemiyor. Yeteri kadar “perro” (köpek) var. Savaşsa savaş, İsrael’I korkutmak kolay değil…

Yeruşalayim konusunu devamlı kaşıyarak İslam ülkelerinden destek arayan Filistin yönetimi, İsrael’in ebedi başkentine hiç bir zaman sahip olamıyacağını bildiği halde bu konuyu barış için birinci şart olarak ileri sürmesi, çözümsüzlüğü çözüm olarak görmelerinin ispatı.

Beklenildiği gibi  Filistinlilerden daha çok Türkiye “istemezük” diye bağırıyor.  Bre sana ne?

“Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir.”
Neden?
“Çünkü İslamın ilk kıblesidir”

Yalan, Mescid-i Aksa en uzak mescit olduğunu İslam ilahiyatçıları yıllardır haykırıyor. Yeruşalayim (Kudüs değil, Yeruşalayim) Kuran’da bir kere bile anılmazken Tevrat’ta 699 kere ismi geçer. Yahudiler sürgünde oldukları her gün namazlarında Yeruşalayim’I andılar. Her pesah bayramında binlerce yıl, “bu sene burada seneye Yeruşalayim’de” diye dua ettiler. İsrael’e gelin “İr şel David” (David’in –Kral Davud- şehri) hala mevcut kalıntılarını görün. Dünyada gelmiş geçmiş hiç bir millet, hiç bir ırk toprağına bu kadar bağlı kalmamıştır… Açıkça ifade edeyim, İran gibi, Türkiye gibi ülkeler, iç meseleri ile uğraşmak yerine halkın dikkatini  başka noktalara odaklamak için böylesi suni gündemler yaratıyorlar. Kudüs (!) mitinglerinde o alandaki halka sormak lazım, “Kudüs neresidir?” diye. Eğer % 20’si bilirse büyük başarı…

Bir diğer büyük problem de, bu güne kadar bütün barış projelerinde en büyük sorunlardan  biri olan mülteciler sorunu. Araplar, bugün İsrael sınırları içerisinde kalan taşınmazlarını geri istiyorlar ya da tazminat talep ediyorlar. Sanki, Araplar, Yahudilere sürüldükleri, terk etmeye zorlandıkları Arap ülkelerindeki trilyonlarca dolar tutarındaki taşınmazlarının bedellerini ödediler de şimdi İsrael’den bunu talep ediyorlar. 1948 de o zamanki adıyla Milletler Cemiyetinin (Birleşmiş Milletler) planını kabul edip gitmeseydiniz… Topraklarınızı satmasaydınız... Toplam nüfusu 800 bin kişi olan İsrael  milletini yok etmeye kalktınız. Mısır’ı da, Suriye’si de, Irak’ı da, Lübnan’ı  da hep beraber, kurulduktan 6 gün sonra saldırdınız… Ama başaramadınız. Şimdi bu yenilginizin tazminatını mı istiyorsunuz? Yok öyle şey… Savaşsa savaş… İsrael’I korkutacağınızı mı zannediyosunuz?

Son olarak şu kadarını söyliyeyim ki; İsrael’de sokaktaki halk bu planın başarıya ulaşacağına inanmıyor. Ben de inanmıyorum. Fakat bu sefer Araplar’a, belki İslam ülkelerinin bazıları da dahil, ABD ve Avrupa hayır demenin bedelini ödetecekler...

Esen kalın.

Aaron Baruch (Ankaralı)

Kaynakça:








25 Ocak 2020 Cumartesi

KÜÇÜK DEV ÜLKE…
















Bugüne kadar yapılan en büyük Holokost Anma Töreni 22-23 Ocak günlerinde İsrael’in başkenti Yeruşalayim’de gerçekleşti. Ev sahipliğini İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin ve dünya holocaust anma merkezi Yad Vashem’in ev sahipliği yaptığı törene dünyanın en önemli liderleri katıldı. Pek çok konuşmanın yapıldığı Auschwitz’in kurtarılışının 75.yılının da anıldığı görkemli törene abisinin sayesinde hayatta kalabilen ve 7 yaşında kamptan kurtarılan Yad Vaşem yöneticilerinden Rav Yisrael Meir Lau’nun konuşması foruma damgasını vurdu ve dünya liderleri tarafından ayakta alkışlandı.



“Auschwitz’den kurtarıldığımda yedi yaşında bir suçluydum ve sadece bir numaradan ibarettim. 107568.”

Ağlaya ağlaya izlediğim konuşması gerçekten çok etkileyiciydi.

Her şeyden evvel İsrael’in böylesine büyük bir forumu başarıyla düzenlemesi bütün dostların takdirini toplarken düşmanları kıskançlıktan çatlattı. Almanya cumhurbaşkanı kürsüden yaptığı konuşmayı İbranice olarak bitirdi.

“Şehiyanu, kıyemanu ve igiyanu…”

Çok önemli bir başka hususta dünyanın en önemli liderlerinin davete icabet ederek bu küçücük ülkeye gelmeleri. Bu etkileyici büyük başarının ardında ne yatıyor? Nasıl oluyor da 9 milyonluk bu küçücük ülke dünyanın merkezi olabiliyor?  Tek cevap var: BİLİM…

Time dergisi 2019 yılının en önemli 100 icadının 9’unun İsrael tarafından gerçekleştirildiğini yazdı. Dergi sitesinde dünyada yaşamı daha iyi, daha akıllı, belki de daha eğlenceli bir hale dönüştürecek İsrael’in buluşlarını açıkladı.

Havadan su üreten GENNY, evde sağlık testleri yapabilen TYTOHOME, görme engellilerin kullanarak artık görebilecekleri MYEYE2, sahiller ve deniz yaşamı için ECONCRETE, migren tedavisinde süper buluş NERİVİO MİGRA,  süper akıllı ev robotu TEMI, tamamen elektrikle çalışan uçak motoru EVİATİON AİRCRAFT.
Sadece bunlar mı? İsrael’li Sight Diagnostics 2 damla kan ile sadece 10 dakikada tam kan sayımı (CBC) testini 10 dakikada gerçekleştiren bir cihaz üretti ve bu cihaz FDA (U.S. Food and Drug Administration) onay aldı. Sweeper adlı robot, seralarda sıfır hata ile olgunlaşmış ürünleri topluyor. İsraelli doktorlar antibiyotiklere dayanıklı bakterilere karşı ilaç geliştirdiler. Benim bulmakla ya da yazmakla baş edemeyeceğim kadar çok buluş İsrael tarafından gerçekleştiriliyor ve bu da bilimin sayesinde, ülkeyi idare edenlerin ilime ve ilimle uğraşanlara destek vermesiyle olabiliyor.
İşte bu yüzden çok uluslu dev şirketlerin hemen hepsi gelişmeleri yakından takip edebilmek için İsrael’de ofisler açıyor, merkezler kuruyor.
Yahudiler, dünyanın nesrinde yaşıyorsanız yaşayın, 9 milyonluk bu küçük dev ülke dünyanın odağı olmaya devam edecek. Yahudiliğinizle gurur duyun. İsrael vatandaşı olup olmamanız önemli değil, hangi pasaportu ya da pasaportları taşıdığınızda da önemli değil, eğer Yahudi iseniz zaten İsrael sizi potansiyel vatandaşı olarak kabul etmektedir. Yahudiliğinize sıkı sıkı sarılın. Kıymetini bilin.
Küçük bir ülke olabiliriz, ama çooook büyük hayallerimiz var. Bilim bizleri A noktasından ancak B noktasına götürebilir. Hayallerimiz ise her yere...
İSRAEL, dünya seninle daha yaşanır bir yer oluyor, insanlık bir gün senin kıymetini anlayacak…
Esen kalın,
Aaron Baruch  (Ankaralı)


Not : Dileğim, aşağıda linklerini verdiğim buluşları internetten arayarak ne kadar önemli olduklarını görebilmenizdir.
EVDE SAĞLIK - TYTOCARE - https://www.tytocare.com/

17 Ocak 2020 Cuma





GEÇMİŞİ UNUTTURMAYANLAR…










Her ülkenin, her milletin tarihinde yakılacak sayfalar vardır pişmanlıklarla dolu. Ne yazık ki olan olmuş, yaşanan yaşanmıştır. Zamanı geri getirmek olanaksız. Ülkeler, milletler, geçmişlerinde yaşadıkları ile yüzleşmeli, yeni nesillere yaptıkları hataları, belki nedenleriyle, anlatarak tekrarının olmaması için tarih dersini ibretle ve önemle nakletmelidirler.

Araştırmacılar, tarihçiler bu görevi üstlenen insanlardır. Onlar belgelere dayanarak öğrendikleri hakikatleri halka anlatarak onları bilinçlendirirler. Geçmişi öğrenenler bunu kendilerine göre değerlendirirler. Kimisi, “bunlar yaşanmış ama o zamanki koşullarda mecburen yapıldı” diyebilir, bir başkası “yanlış politikalar yüzünden ne yazık ki bu bunlar olmuş” diye düşünebilir. Kimse kimseye karışamaz, kimse kendi yorumunu başkasına dayatamaz.

Ancak gerçekleri yazan tarihçilere, araştırmacılara, yazarlara yazdıklarından dolayı teşekkür edip minnetle çabalarını alkışlamak yerine onlara gerçekleri SAKLANDIKLARI YERDEN ÇIKARTIP HALKIN GÖZÜNE SOKTUKLARI İÇİN çamur atmak neyin nesidir, nasıl bir cahilliktir, nasıl bir aptallıktır, nasıl bir nankörlüktür?

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bilinen, bilinmeyen çok olumsuzluklar yaşandı. Yahudiler çok kötü şeyler yaşadılar. Ama yalnız Yahudiler mi, elbette değil, Türkiye Cumhuriyetinin sahipleri bütün gayrimüslimlere hatta kendi soydaşlarına dahi çok kötülükler yaptılar.
Kılık kıyafet devrimi yapılırken tam 78 kişiyi devrime muhalefet ediyor diye astılar. Evet, yanlış okumadınız astılar. Hatta asılanlardan birisi de kadın, nasıl bir hikmetse… Yetmedi, zamanın en büyük savaş gemisi olan Hamidiye’yi gönderip Rize’yi topa tuttular. Yanlış anlamayın sene 1925.

Yahudileri Almanların elinden Türk diplomatları kurtardı palavrasına inanmayın. Selahattin Ülkümen (kendisini minnet, hürmet ve şükranla anıyorum) hariç tümü palavra. Kurtarmak ne kelime bir de kapana kıstırdılar. Yahudilerin Avrupa’dan kaçabilmesi için tek yol karadan, Türkiye üzerinden transit olarak Filistin’e veya başka bir ülkeye gidebilmekti, fakat ne yazık ki Türkiye vize vermiyordu. (Deniz yolu Struma’dan sonra mümkün değildi) Avrupa’da kapan kapanmıştı. Uzun söze gerek yok. Türkiye “buradan geçemezsiniz” diyordu. 29 Ağustos 1938 tarihli 2/9498 sayılı mahrem  kararname Avrupa’da yaşayan Yahudilere Türkiye’nin kapılarını sıkı sıkıya kapatıyordu. Kararnameye bak!

“…Almanya, Macaristan, Romanya … Tabiiyetindeki Yahudilere katiyen vize verilmemesi…”

Yahudiler size ne yaptı ki be… Sadece bıraksaydınız da kaçabilselerdi… Transit olarak geçmek istiyorlardı, hepsi bu… Filistin’e gitmek istiyorlardı… İsrael devletinin kurulabileceğine inanıyorlardı.  
Sene 1945. İkinci dünya savaşının son günleri. Stalin yönetimindeki Rusya demir perdeyi indirmeye başlamıştır. Balkanlar’da Rus Kızıl Ordusunun girdiği yerlerden çıkmaya niyeti yoktur. Polonya, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve hatta Baltık ülkeleri Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin parçası olma yolundadırlar. Rusya “Uluslar hapishanesi” olmaktadır. Kafkaslar’da ve Asya’da da durum farklı değildir. Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan aynı yolda ilerlemektedir…
Azerbaycan’da duruma muhalefet eden aydınlar teker teker yakalanıp Ruslar tarafından idam edilmeye başlanır. Azerbaycanlı 147 aydın (mühendis, doktor, öğretmen) kaçmaya karar verirler. Türkiye’ye sığınmak için yola çıkarlar. Durumu haber alan Ruslar, Azeri aydınları yakalamak için peşlerine bir Rus müfrezesi takar. Can havliyle kaçan Azeri aydınlar Aras nehrine varırlar. Nehrin üzerinde bir köprü vardır. Boraltan köprüsü… Köprünün bir tarafı Rusya, bir tarafı Türkiye’dir. Nihayet Rus müfrezesi onlara yetişemeden köprüyü geçip canlarını kurtarırlar ve Türkiye’ye sığınırlar.  Serhat karakolunda çok iyi karşılanırlar. Karakol komutanı misafirlere yiyecek içecek verir, ihtiyaçlarını karşılar. Azeri aydınlar siyasi sığınma talebinde bulunurlar. Durum derhâl Ankara’ya telgrafla bildirilir. Cevap beklenmeye başlanır.
Ne cevap geldi biliyor musunuz? Azeri aydınları geri gönderdiler, Ruslara teslim ettiler. Rus askerleri 147 Azeri aydını hemen orda sınırda, köprünün önünde  enselerine birer kurşun sıkıp infaz ettiler.
Mavi Alay ile ilgili yazıları okuyun. Onurlu Kırım Türklerinin Ruslara teslim olmamak için kendilerini nasıl Kızılçakçak baraj gölüne atıp çoluk çocuk intihar ettiklerini okuyun. Ölemeyen (!) Kırım Türklerini, Türkler sınırda Ruslara teslim ettiler, onlar da aynen Azeri aydınlara yaptıkları gibi hepsini kurşuna dizip öldürdüler. Yüzlerce Kırım Türkü oracıkta ölüverdi…
6-7 Eylülde yaşananları bir kere daha yazmayacağım. Türkiye Cumhuriyeti tarihine utançla yazılan sayfalar…
Türkiye Cumhuriyeti,  yakın tarihinde Yunan uyruklu, çok uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan Rumları 1964 yılında bir kararname ile 15 günde sınır dışı etti. Tam 12 bin Yunan uyruklu bundan etkilendi. İçlerinde Yahudiler de vardı. Yanlarına yalnız 20 kilo ve 20 dolar almalarına müsaade edildi. Bu mezalimin hikâyeleri hala anlatılır.
Maraş’ta, (1978 Mayıs ayı) Çorum’da Alevilere resmen pogrom uygulandı. Kimi öldü, kimi tecavüze uğradı. Can havliyle mallarını mülklerini bırakıp kaçtılar.  
Sivas’ta 1993 yılında “laiklere ölüm” sloganlarıyla 33 sanatçıyı yakarak öldürdüler. Polis, asker, itfaiye olaya müdahale dip o zavallıları kurtarmadı. Bu olay tarihe Madımak Katliamı olarak geçti.
İşte bütün bunları (ve elbette pek çok diğer olayları) o değerli araştırmacıların, yazarların kaleminden öğreniyoruz. Şimdi istersen merak edip geçmişin sayfalarını karıştırıp yaşananları öğrenirsin, istersen dönüp sırtını uykuna devam edersin. Kimse sana karışamaz. Demokrasi böyle bir şey. Ama o yazarlar yazacaklar ve öğrenmek isteyenler onlar sayesinde öğrenip kendilerine gerçekleri anlatan bu insanlara minnettar olacaklar. Siz uymak isteyenler de onlara karışamazsınız. Karışamadığınız gibi “tarihi hatırlatıp huzurumuzu kaçırmayın” da diyemezsiniz. Hoş demeye kalksanız da sizi dinlemeye kimsenin niyeti yok.
Yukarıda küçücük özetlerle anlattığım olayları daha detaylı kaynakçalarıyla, belgeleriyle, fotoğraflarıyla daha detaylı öğrenmek isteyenler aşağıdaki linklerden bunları öğrenebilirler. Palavra yok, hakikatler var…
Esen kalın…
Aaron Baruch (Ankaralı)


HOLOCAUST VE TÜRKİYE... http://ankarali-2001.blogspot.com/2018/02/holocaust-ve-turkiye.html

HOLOCAUST VE TÜRKİYE… (II. BÖLÜM) http://ankarali-2001.blogspot.com/2018/03/holocaust-ve-turkiye-ii-bolum.html

BORALTAN FACİASI http://ankarali-513.blogspot.com/

MAVİ ALAY… http://ankarali-2001.blogspot.com/2019/06/mavi-alay.html

20 KİLO,  20 DOLAR, HEPSİ BU,  HADİ YALLAH… http://ankarali-528.blogspot.com/

MARAŞ OLAYLARI... http://ankarali-2001.blogspot.com/2017/09/maras-olaylari_16.html

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN GURUR DOLU TARİHİ….(SİVAS- MADIMAK KATLİAMI) … http://ankarali-2001.blogspot.com/2017/06/turkiye-cumhuriyetinin-gurur-dolu-tarihi_17.html


13 Aralık 2019 Cuma

SU VE ISRAEL
















Bundan yıllar evvel bir İsrael’li bana “İsrael’in en büyük problemi ya da düşmanı Araplar değildir, sudur” demişti. Gerçekten de NASA’nın verilerine göre doğu Akdeniz, son 900 yılın en büyük kuraklığıyla karşı karşıya. İsrael devletinin, su işlerinden sorumlu bir müdürü; yıllar evvel verdiği bir röportajda  ülkenin herhangi bir yerindeki musluğu açıp suyun gelmediğini görmeye çok ama çok yaklaşmıştık” diyor.

İsrael’in doğal su kaynakları kısıtlı. Kuzeyde Tiberya gölü ülkenin en büyük tatlı su kaynağı. İkinci olarak Ürdün nehri var. Ancak bu akarsuyu, İsrael komşularıyla paylaşmakta. 60’lı yıllarda Suriye ve Ürdün bu nehrin yatağını değiştirip İsrael’in sudan faydalanmasını önlemek istediler, İsrael’i (has ve şalom, has ve halila) kurutmak istediler.  İsrael gelmiş geçmiş dünyanın en büyük casuslarından biri olan ELİ COHEN’in sayesinde bu projeyi öğrendi ve 1967 Arap-İsrael savaşının en önemli nedenlerinden biri de buydu.

Bunlardan başka bir de yeraltı suları var. Ancak yer altı suları azalan yağmurlarla birlikte giderek kurumakta. Bir de son yıllarda toprağın denizden tuz emmeye başladığı ve yeraltı sularının tuzlanmaya başladığı tespit edildi. Zaman içerisinde giderek bütün doğal koşullar İsrael’in aleyhinde gelişmekteydi.

2009 yılına geldiğinde artık basında  “İsrael kuruyor” konulu yazılar çıkmaya başlamıştı. Durum son derecede ciddiydi.

Hükümet ilk önce su işlerinde ciddi bir düzenlemeye gitti ve bakanlıklar arası güçlü bir kurum olan “Su İşleri Müdürlüğünü-Water Authority” kurdu. Bu müdürlükten evvel su sorunundan birden fazla bakanlık sorumluydu. Bu bakanlıkların her birinin kendi çıkar ve lobileri vardı. Su İşleri Müdürlüğünün halkla ilişkiler temsilcisi El Feinerman bu konuyla ilgili bir yorumunda  “çok sayıda su politikası mevcuttu, ancak sağ elin yaptığını sol el bilmiyordu” demişti.

Su İşleri Müdürlüğü kurulur kurulmaz önlemler peş peşe gelmeye başladı. Halk bilinçlendirildi. Hortumla araba yıkamak yasaklandı. Evlerin bahçe çimlerinin ve bitkilerinin yalnız gece sulanmasına müsaade edildi. Pek çok bahçe sahibi çimleri söküp yerine yapay çim koydu. Halktan duş süresinin 2 dakika ile sınırlanması istendi. “Dişlerini fırçalarken suyu kapa” her kesin kesinlikle uyduğu bir kural oldu. Damlayan musluk veya benzeri bir kaçak anında tamir edildi.

Önceleri halktan su vergisi alınıyordu. Bu terkedildi. Kişi başına bir su kotası belirlendi. Kotasından daha fazla kullanana su, daha pahalıya satıldı. Bu, halkı zorunlu su tasarrufuna yöneltti.

Suyu ileten boruların yapılması ve denetimi özel şirketlere devredildi. Kaçaklar en üst seviyede önlenmiş oldu. Su İşleri Müdürlüğünün elemanları ev ev dolaşıp musluklara, duş başlıklarına ücretsiz bir cihaz takmaya başladılar. Bu cihaz suyu havayla karıştırıp tazyikli bir hale getiriyor ve üçte bir su tasarrufu sağlıyordu.

İstatistikler tutulmaya başlandı. Evlerde ve ortak alanlarda kullanılan suyun saatleri ayrıldı. Takip edilen istatistiklere göre, suda beklenilenden daha fazla bir harcama görüldüğünde, ev sahipleri depolarında çatlak vs. olabileceği hakkında uyarıldı.

Çiftçilerin kullandığı suya önemli oranda kısıtlama getirildi. Bu da çiftçileri suyu daha tasarruflu kullanmaya yöneltti. Vahşi sulama neredeyse tüm ülkede terk edildi. Damlama teknolojisi daha da gelişti ve zaten bu tekniğin mucidi ve dünyadaki lideri olan İsrael, tekniklerini daha da geliştirerek önemli bir ihracat imkânı yakaladı.  

Bütün bu önlemler sayesinde ciddi bir gelişme sağlandı ve su tüketiminde % 18lik bir tasarruf oranı yakalandı…

Ama bu sorunu çözmeye yetmiyordu.

En önemli gelişme atık sularda yaşandı. İsrael atık suları,  hatta evsel atık suları arıtarak tekrar kullanmada % 85 gibi bir oran yakaladı ve bu konuda açık ara dünya lideri oldu. Tarımda kullanılan suyun % 55i bu yoldan sağlandı.

Ama bu da sorunu çözmeye yetmedi.

Sonunda İsrael deniz suyundan tatlı su elde edecek tesisler kurmaya karar verdi. Büyük yatırım gerekiyordu. Üstelik suyun maliyeti de bir hayli pahalıydı. Yetmezmiş gibi bir de çok büyük enerji lazımdı ve bu bir yandan da karbon salınımını arttıracağından hayli önemli bir çevre problemi oluşturuyordu. Fakat ne çare, susuz bir hayat yok ki…

·      Kollar sıvandı ve iş başı yapıldı. Çalışıldı, çok çalışıldı. Neticede bu güne gelindiğinde elde edilen sonuç çok muhteşem oldu. Dünyanın en büyük reverse osmosis-ters osmos” tuzdan arındırma tesisleri kuruldu.  Hadera, Palmahim, Ashkelon, ve Sorek tesislerinde yılda 600 milyon metre küp tatlı su üretilmekte. Hedef 2020 yılında 750 milyon metre küp. Sorek tesisleri, saatte 26 bin metre küp tatlı suyu sisteme pompalıyor.

Yeni teknikler de geliştirildi ve elde edilen suyun maliyeti 0.40 doların altına düşürüldü. Bu katlanılabilir bir maliyetti. Diğer yandan elde edilen bu teknikler ihracat şansı yarattı. Şimdilerde bir İsrael firması Kaliforniya’da 1 milyar dolarlık tuzdan arındırma tesisi kurmakta…

Ve en önemlisi, artık İsrael’in su sorunu kalmadı. David Goliat’ı yere serdi. İsrael en büyük düşmanını yendi… Kol hakavod  İsrael…   (Aferin İsrael)

Bir yıldan kısa bir süre evvel yeni bir proje hayata geçirildi. Deniz seviyesinden 300 metre aşağıda bulunan Tuz Gölü (ya da Ölü Deniz) susuzluktan dolayı kuruyarak ölmekte. Kızıldeniz’den, 180 km.lik altı boru hattı ile deniz suyu, Ölü Deniz’e akıtılacak. Böylece Ölü Deniz yeniden hayata dönecek. Üstelik bu deniz suyu, akışı sırasında elektrik türbinlerini çalıştıracak ve elde edilen enerji ile tatlı su elde etmekte kullanılacak. Yani derenin taşı ile derenin kuşu vurulacak.  Elde edilecek suyu İsrael Filistin ve Ürdün ile paylaşacak. Bunun elbette İsrael’in en büyük ümitlerinden biri olan barışa fayda sağlaması düşünülmekte… Bu projenin maliyeti bir milyar dolar civarında ve dünya bankası, ABD ve bazı Avrupa ülkeleri tarafından finanse edilmekte…

Bu arada İsrael’li bir start-up firmasının havadaki su buharından temiz su elde etmeyi başardığını bildireyim. Bu çoktan beri bilinen bir şeydi. Buradaki yenilik suyun çok çok temiz ve kaliteli oluşunun yanı sıra gayet az bir enerji ile çalışabilmesi.  Hatta bu enerji küçük bir güneş enerjisi panelinden sağlanabiliyor. Bu su bataryalarının afet bölgelerinde ne kadar faydalı olabileceğini düşünebiliyor musunuz?  Nitekim birkaç hafta evvel meydana gelen Arnavutluk depremine İsrael, önce inanılmaz sahra hastaneleri (ve elbette enkaz çalışmalarına yardımcı olacak ekipler) ile yardıma koştu ve bu su bataryaları ile halka temiz su sağladı…

Eylül 2017 de İsrael Watec Uluslararası su teknolojileri ve çevre kontrolü fuarında 10 binden fazla ziyaretçiyi ağıladı. 160’a yakın firma ürünlerini sergiledi. Bu fuar neden İsrael’de derseniz, dünyanın en büyük “ters osmosis” suyu tuzdan arındırma tesisi İsrael’de, en gelişmiş sulama (damlama)  sistemi İsrael’de, atık suyu geri kazanmada ( % 85)  dünya lideri İsrael, ulusal su yönetim sistemi en gelişmiş ülke İsrael...

Bir dostumun katkılarıyla (Avi Beto) aşağıdaki bölümü ilave etmeden yapamadım. 


1994 yılında İsrael-Türkiye ilişkilerinde sıcak günler yaşanırken zamanın İsrael dış işleri bakanı Şimon Peres  Türkiye'yi ziyaret eder. TC Cumhur Başkanı Süleyman Demirel ve başbakan Tansu çiller  Manavgat şelalesini ziyaret ederler. Peres:

-Bu sular nereye akıyor?
-Denize
-Yani balıklara
-Evet
-Balıklar para veriyor mu?
-Hayır.
-Peki, biz bu suyu satın alalım.
-Nasıl taşınacak?
-Biz hallederiz.
-Komşu Arap ülkeleri de kurak
-Onlara da veririz.

Yahudi kafası çalışıyor. Sistem bulunuyor. Çok büyük su depoları (dev balonlar) imal edilecek, bunlar tatlı suyla doldurulunca deniz suyundan hafif olduğu için denizde batmayacak. Sabit nakil hatları imal edilinceye kadar römorklarla İsrael'e çekilecek.

Suya karşılık Türkiye’nin tank, uçak ve helikopterleri İsrael'de yenilenecek.


Anlaşma imzalanıyor. (6 Nisan 2006) Türk Muhalefeti CHP, her zamanki gibi itiraz ediyor ve kıyamet kopuyor, proje iptal ediliyor. İyi ki de öyle oluyor, kötü mal sahibi insani ev sahibi yapar.


Bu proje hayata geçseydi Erdoğan ilk fırsatta musluğu kapamaz mıydı?

Bilim adamları, dünyanın tatlı su kaynaklarının, değişen iklim koşulları ve kirlenen doğa yüzünden azaldığını bildirmekteler. İsrael teknolojileri sayesinde artık çocuklarımız için bu konuda endişe etmemize gerek kalmadı.

İsraeloğulları; bir gün insanlık sana dünyayı daha yaşanır bir hale getirdiğin için umarım teşekkür edecektir. Allah’tan ümit kesilmez ama benim bunu görmem zannederim çok zor, fakat çocuklarımın veya torunlarımın bu gururu yaşayacağından çok ümitliyim.

Esen kalın.

Aaron Baruch  (Ankaralı)

Kaynakça : İsrael Su Teknolojisinin Gelişimi – Krizden Liderliğe…
Denizin Yardımıyla İsrail Eski Bir Düşmanı Yendi: Kuraklık – New York Times
DERGİSİ 
- Dünyada tatlı su kaynakları tükeniyor mu?  Tim Smedley BBC Future

Su ve İsrail – Londra Gazete
Kızıldeniz’i Ölü denize bağlayacak anlaşma ihaleye çıktı – Dünya Haber Bülteni

http://www.mfa.gov.tr/bn_3---6-nisan-2006_-manavgat...
https://books.google.co.il/books?id=F9EtAQAAIAAJ...






7 Aralık 2019 Cumartesi

NE ŞAM’IN ŞEKERİ, NE ARAB’IN YÜZÜ (MÜ)?







TEL AVİV - 1909



Kiracılar çok mutluydular. Esasen varlıklı insanlardı bu mahallede yaşayanlar. Komşuları her ne kadar başka kültürlerden olsa da birlikte yaşamakta hiçbir problem yaşanmıyordu. Uzun uzun yıllar hayat bu güzelliklerle akıp gitti. Taa ki bir gün mahalledeki binaların sahibi evleninceye kadar. Yeni gelin bu kiracıları artık evinde istemiyordu. “Ya gidin, ya da biat edin” diyordu.

Kimi yalancıktan yeni gelinin suyuna gitti, yalancıktan biat eder gibi yaptı, kimi kaçtı, kimi inat etti, ben dönmem dedi ve sonu kötü oldu, sizin anlayacağınız mahallede huzur kaçtı. Mekân değiştirmek gerekiyordu. Artık burada peynir kalmamıştı.

( Sevgili okur; peynir teşbihinin tam olarak ne anlama geldiğini öğrenmek istiyorsanız ve eğer okumadıysanız bu çok önemli yazıyı –hatta kitabı- okumanızı öneririm. Peynirimi kim kaptı… -  http://ankarali-2001.blogspot.com/2018/01/peynirimi-kim-kapti.html )

Çok zorlu geçen bir süreç sonunda yeni bir ev sahibi buldular. Hatta bu yeni patron onları davet etmekle kalmadı bizzat gelmeleri için vasıta bile gönderdi. Yavaş yavaş evsiz ve açıkta kalanlar minnetle bu yeni patronun evlerinin bulunduğu mahalleye taşınmaya başladılar.

Yeni patron çok memnundu bu yeni kiracılarından. Bu insanlar kiralarını zamanında ve eksiksiz ödüyorlardı. Evlere de çok çok iyi bakıyorlardı. Koruyorlar, asla zarar vermiyorlardı. Bütün mahalle ile iyi geçiniyorlar, kavgalara karışmıyorlar, hiç suç işlemiyorlar, hatta mal sahibi için dualar bile ediyorlardı. Ayrıca bilgili okumuş kişilerdi ve yeni mahallelerine yıllarca biriktirdikleri o gün için çok kıymetli olan kültürleriyle, yeniliklerle, zenginlikleriyle gelmişlerdi. Mahalle kalkınıyor,  yeni kiracıların etkisiyle yeni parklar ve binalar inşa ediliyordu. Mahalle büyüyor güçleniyordu.  Kiracılar da memnundu,  peyniri yeniden bulmuşlardı.

Yeni mahallenin suyu ayrı, havası ayrı güzeldi. Denizleri, ormanları, dağları, vadileri, bereketli toprakları ile bu mahalle o kadar güzeldi ki insanın inanası gelmiyordu. Hele buranın yemekleri belki de dünyanın en iyisiydi. Kiracıların çok uzaklardan getirdikleri yemek kültürleri yeni komşularınınkilerle birleşmiş ve müthiş lezzetler ortaya çıkmıştı.

Komşularla hiçbir tartışmaya girmeyen, etliye sütlüye karışmayan, mal sahibinin kurallarına tam olarak uyan kiracılar yıllarca mutlu bir şekilde yaşadılar. Taa ki bir gün mal sahibi ölünceye kadar. Mahallenin yönetimi artık mirasçılardaydı…

Mirasçılar başlangıçta çok güzel şeyler söylemeye başladılar. Artık mahallede eski yeni ayrılmayacak her kes eşit olacaktı. Ne güzel… Ama öyle olmadı.

Önce mahallenin kuzey batısında, Trakya denilen bir yerde  kavga çıktı. Uzun yıllar hiçbir münakaşaya dahi karışmayan kiracılar evlerini bırakıp kaçmak zorunda kaldılar. Sonra birden yeni mirasçı mal sahipleri mahallenin erkeklerini zoraki göreve aldı. Neymiş efendim, yeni yollar yapılacakmış. Bu görevden tam dönmüşlerdi ki çok daha kötü bir şey oldu. Mahalleyi güzelleştirme derneği kiracılardan zorla paralarını almaya başladı. Vergi gerekliymiş.  Vermek istemeyenleri de uzaklarda bir yere sürgüne gönderdiler. Kimileri geri gelemedi, orada öldü… Bir de tuhaf bir olay oldu, birden uzak semtlerden gelen bir sürü çapulcu yağmaya ve tecavüze başladı. Olaylar iki gün sürdü. Sonra her şey duruldu. Uzun sayılacak bir müddet kiracıları kimse rahatsız etmedi. Ama onlara hala bu kadar yıldan sonra kiracı ya da misafir muamelesi yapmaya devam ettiler. Kiracılarda bu mahallede kiracı ve misafir” olduklarını anlamışlardı ve bunu hiç akıllarından çıkarmadılar.  

Bütün bu olaylar olurken uzaklarda çok sıcak ve tamamı çöl olan bir yerde yeni bir mahalle kurulmaya başlanmıştı. Kimileri artık peynirin orada olduğunu düşünüp oralara göç ediyordu. Bütün güzellikleri bırakıp bu yeni mahalleye gidenler çok mutluydular çünkü bu yeni mahallenin yöneticileri görülmemiş bir şekilde kiracıları mal sahibi yapıyordu. Evet,  kiracılar çok zor şartlarda yaşıyorlardı ama yüzyıllardan beri ilk defa artık ne kiracı ne de misafir muamelesi görüyorlardı. Buranın peyniri de çok az ve kuruydu, hem de biraz kokuyordu, ama artık mal sahibinin kahrını çekmiyorlardı, artık kendileri mal sahibiydiler… Her şeye razıydılar ve daha çok peynir bulmak, mahalleyi güzelleştirmek için çok çalışıyorlardı.  Tabi bu hiç de kolay olmadı, “bu evler bizim” diyen çapulcularla bir sürü kavgalar yaşadılar.

Bu arada eski mahallelerinde uzunca bir süre süren sessizlik ve huzur devam etmekteydi. Taa ki mirasçılar yaşlanıp yeni genç nesil binaların yönetimini ele alıncaya kadar… Yeni kurulan mahalle ile atışmaya giren genç nesil apartman yöneticileri hala eski evlerinde yaşamakta olan kiracıları çok tedirgin etmeye başlamışlardı. Komşular da eskisi gibi değildi. Düşmanlık yapıyorlar ve kiracıları rahatsız ediyorlardı. Sizin anlayacağınız mahallede huzur kaçmıştı. Kimi kiracılar artık “burada da peynir bitti, gidip yeni mahallede peyniri aramak lazım” diye düşünmekteydiler ve hatta çoğu düşündüğünü gerçekleştirip gitmişti bile…

Yeni mahallede mal sahibi olan eski kiracılar elbette ki o eski evlerini, güzellikleri zaman zaman özlüyorlardı. Unutmak ne mümkün, ne kadar güzel yıllardı. Yaşadıkları yıllar için de minnet duyguları beslemekteydiler ama huzur ve gelecek kiracılar için bitmişti.  

Bu arada çalışkan insanlar yeni kurdukları mahallelerini zenginleştirmişler ve çok güzel bir yer haline getirmişlerdi. İnsanlar çok çalışıyorlar ve mahallelerindeki çöllerde tarım yapıyorlar, denizlerden doğal gaz çıkartılıyorlardı.   Üstelik dünyadaki tüm icatların % 8’i burada keşfediliyor ve en gelişmiş mahalleler sıralamasında 8’nci sıraya yerleşiyorlardı.








Yeni mahalledeki eski kiracılara sorulduğunda “elbette ki eski evlerimizi çok özlüyoruz, çok ama çok güzel bir mahalleydi, müthiş yemekler vardı, yıllarca o mahallede huzur içinde yaşadık ama anlaşılan o ki bizim için peynir orada bitti, bunu kabul etmek lazım.”  diyorlardı.  
SENE 1914 –YALNIZ İSTANBUL'DA YAŞAYAN YAHUDİLERİN SAYISI   72.962 – TÜM ÜLKEDE 127.000 DEN FAZLA… FAZLA SÖZE GEREK YOK…

Esen kalın…

Aaron Baruch (Ankaralı)