29 Temmuz 2017 Cumartesi

SENİ UNUTURSAM EY YERUŞALAYİM...


 

 
 
SENİ UNUTURSAM EY YERUŞALAYİM,
SAĞ KOLUM HÜNERİNİ KAYBETSİN VE KURUSUN.
DİLİM DAMAĞIMA YAPIŞSIN...

Yeruşalayim’in Yahudiler ile ilgisi yok diyen UNESCO şarlatanı; beni iyi dinle…

2000 sene dünyanın çeşitli ülkelerinde istenmeyen misafir olduğumuz bunca zaman biz Yahudiler şöyle dua ettik:
 
“Bu sene burada, seneye Yaruşalayim’de”

Pesahda  (hamursuz bayramı) böyle dua ettik.

Tam 2000 sene…

Günde 3 defa topraklarımıza dönebilmemiz için Tanrı’ya böyle yalvardık.

Tam 2000 sene…

Yeruşalayim’in biz Yahudiler'le mi ilgisi yok öyle mi?

Şunu iyice bilin ki; bu topraklarda istilacılara karşı gelerek, sadece ve sadece kendi halinde yaşamak için yanan tapınağımızın ateşine kendimizi atan biziz.

New-York yok iken, Yeruşalayim vardı.

Londra, Paris bataklık iken, Yeruşalayim vardı.

Bet Hamigdash vardı. (Yeruşalayim tapınağı) )

Binlerce sene bu kavim, sadece bir kitabın,  TORA’nın (Yahudilerin kutsal kitabı-Tevrat) gölgesinde kaldı ve yok olmadı.

Biz ne baskılar gördük, ne zulümlerden geçtik…
Zorla dinimizi mi değiştirmediler?
Engizisyonlara mı tabi tutulmadık?
Ne işkenceler gördük…

Yılmadık !

İnsan yerine bile konulmadık.
Gömülme hakkımız bile yoktu zaman zaman.
Gettolarda kapalı kaldık.
İftiralara, pogromlara maruz kaldık.

Yılmadık !

Onlarca kere evlerimizi yurtlarımızı bırakıp sürüldük.
Tecavüzlere yağmalara uğradık.
Hem de, “sizi misafir ettik” diye böbürlenen ev sahiplerimiz tarafından…

Sırf Yahudi olduğumuz için aşağılandık.
Felaketlerin en büyüğünü, soy kırımı biz yaşadık.
6 Milyon Yahudi, sırf Yahudi olduğu için yok edildi.
Bir buçuk milyonu çocuktu.

Şimdi buradayız. Yılmadık, yıkılmadık…

“Zamanında bu topraklarda bizim hâkimiyetimiz vardı”   diyen sultanlık sevdalısı fitneciler, çekin elinizi David’in şehrinden, benim şehrimden, başkentimden. Kendi dertlerinizle uğraşın. Başa çıkamadığınız İsrael’i alt etmek için Müslüman Yahudi kargaşası mı çıkartmak istiyorsunuz?

Kuran’da Kudüs kelimesi kaç kere geçer biliyor musunuz?
Sıfır, efes, zero…
Tora’da Yeruşalayim 699 kere anılır. Ve adı YERUŞALAYİM’dir…

Siz kendi Kürtleriniz’le, Alevileriniz’le, Kıbrıs’ınızla uğraşın. Burada size ekmek yok…

1948de Birleşmiş Milletler kararına rağmen Yeruşalayim’i istila eden Araplar kaç tane sinagog yıkıp yaktılar, biliyor musunuz? Size sinagog yıkıntıları üzerinde ellerinde yırttıkları Toralar ile poz veren Araplar’ın resimlerini göndereyim mi?

1948 de kuşatma altında biz Yahudiler, Yeruşalayim’de neler yaşadık bileniniz var mı? Araplar, işgalleri altındaki Yeruşalayim’de bizi, elimizde kalan son taş parçalarına, duvarımıza  yanaştırmadılar bile. Onlarca sene. Üstelik orayı çöplüğe çevirdiler. O zamanlar nerelerdeydiniz?

Şimdi Yeruşalayim’de dalgalanan İsrael bayrağının altında MS 70 yılından beri herkes özgürce ibadetini yapabiliyor. 50 yıldan beri İsrael idaresindeki Yeruşalayim’de sadece geçtiğimiz hafta Aksa’da ibadete iki gün ara verildi.

Silahtan nefret ediyoruz.
Savaştan nefret ediyoruz.
Terörden nefret ediyoruz.
Ama kendimizi savunacağız, çocuklarımızı koruyacağız.

Bir daha asla !
Bir daha asla !
Bir daha asla !

Biz hiçbir yere gitmiyoruz.
Bu sene de, gelecek sene de, daha sonraki senelerde de buradayız.

Asur, Babil, Makedonya şimdi neredeler?
Roma, Bizans, Haçlılar şimdi neredeler?
Emeviler, Eyyubiler, Memlükler şimdi neredeler?

Atalarımızın bize emanetini koruyacağız. Çocuklarımız için.
Ve diasporadaki bütün Yahudi çocukları, merak etmeyin, biz buradayız, istediğiniz zaman gelin. Siz gelene kadar nöbet bizde…

Yurdunuz, yurdumuz burada, Yeruşalayim’de, İsrael’de…

(Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım.

Stanley Goldfoot, sonraki adıyla Eliezer Ben Yisrael 1969 yılında kurduğu gazetenin ilk sayısında, yukarıda alıntılar yaptığım makalesini “Yeruşalayim’den dünyaya mektup” başlığı ile yayınladı. Ne kadar enteresandır ki bugün sanki dün yazılmış gibi güncelliğini koruyor. Her ne kadar bu yazımı  2014 yılında yazmışsam da, bu gün daha iyisini yazamayacağımdan güncelleyerek bir daha ilginize  sunuyorum.)

Diaspora Yahudileri, kardeşleriniz burada, biz buradayız, korkmayın,  bekleriz, ne zaman isterseniz…

Hoşça kalın, sevgiyle kalın…

Aaron Baruch  (Ankaralı) 

22 Temmuz 2017 Cumartesi

TÜRKİYE, ÇEK ELİNİ YERUŞALAYİM’DEN…


 

 
 
 
Başkan Erdoğan, 3-5 sene evvel, “Suriye ile aranızı bulayım” dedi, olmadı.

“Gelin, başka bir iyilik yapayım size, Gilad Şalit’in eve dönmesine yardımcı olayım” dedi, yine olmadı.

Hamas’a verdi gazı, verdi gazı, sonunda Gazze’de 2014de savaş çıktı. Yine o hemen koştu. “Ara bulucu olayım” dedi. Yine olamadı. Elleri boş geri döndü.

Şimdi Yeruşalayim’i oynuyor. Yok Tika derneği imiş, yok Mirasımız derneği imiş, bir sürü saçma sapan paravan kuruluşlarla Yeruşalayim’deki Araplar’a milyonlarca dolar aktarıyor. Paraların bir kısmı da Hamas’ın tünellerine gidiyor. Tika yöneticisi İsrael’de hapiste.

Türkiye’de konuşmalar yapıyor demeçler veriyor. “Müslümanlar, Kudüs’e gidin, Mescid-i Aksa’ya gidin” diye çağrılar yapıyor. Türkiye’den gelen sözde turistler Yeruşalayim sokaklarında “Tekbiiir, Allahu Ekber” diye bağırıyorlar.

Sonunda olan oldu. Bakın, benzerlikleri görebiliyor musunuz? 2014de Gazze’de çıkan savaştan evvel 3 yeşiva öğrencisi kaçırıldı ve öldürüldü. Peşinden olaylar hızla tırmandı. Çocukların kaçırılma emrini veren, Türkiye’de mukim Hamas liderlerinden biriydi. İsrael sorumluların peşine düştü ve tutuklamalar başladı. Hamas cevap olarak Gazze’den İsrael’e roketler, füzeler gönderdi. İsrael, havadan hedefleri vurmaya başladı. Hamas hepten kudurdu. İsrael’e binlerce roket attılar.  Sivil hedeflere. Ashdod’a, Ashkelon’a, Tel Aviv’e… İsrael halkını koruyan demir kubbeyi (kipat barzel) yanıltmak için 10 tane, 15 tane birden bir arada fırlatıyorlardı. Sonunda kara harekâtı başladı. İsrael karadan havadan denizden Allah ne verdiyse Gazze’ye girdi. (Sert Kaya operasyonu) Tünelleri buldu, yok etti. Rampaları yok etti.  Neticede 70 civarında İsrael askeri ve 5 sivil İsrael’li ile 2 binden fazla Gazze’li öldü.

Gazze savaşı başladı, hooop, Erdoğan hemen devrede, “ara bulucu olayım.” Olma kardeşim. Olma. Sen git, Türkiye’de referandum, yap, atını al, Üsküdar’ı geç. İsrael sana bir numara büyük gelir.

Şimdi aynı filim yeniden oynamaya başladı. “Kudüs bizim mirasımız” deyip milyonlarca doları Filistin’e aktarıyor, o karıştırıyor, suları bulandıran o, niyeti Filistin İsrael savaşı çıkartmak ve hemen devreye girmek. “Ara bulucu olayım.”

Sonunda olan oldu. Üç  Arap terörist, üstelik de İsrael vatandaşı, iki polisi sırtlarından vurup öldürdü. İsrael önlemler almaya başladı. Mescid-i Aksa 2 gün ibadete kapatıldı. (1967den beri ilk defa) Yahudi, Müslüman ayırmaksızın bölgeye bütün herkesin girmesi yasaklandı.

Hooop Türkiye hemen devrede. “Müslümanlar’ın ibadetine İsrael mani oluyor.”

Yahu, anlasana bu güvenlik için. Caminin girişine metal dedektörleri konuldu. Düşünebiliyor musunuz, Yahudi, Müslüman fark etmez, bu karışıklıkta fanatiğin birisi camiye bir bomba koysa neler olur? Bütün dünya İsrael’i suçlar. İsrael esasında camiyi koruyor.

Müftü çıktı, “dedektörlerden  geçmeyiniz, namazın kabul olmaz” diye fetva veriverdi. Be Allah’ın kulu, Mekke’de hac sırasında o dedektörlerden geçip hacı oluyorsun da şimdi bu namazın mı geçersiz oluyor,  bu ne mantık be?

Erdoğan hemen Netanyahu’yu arıyor. Cevap alamıyor. Bunun üzerine cumhurbaşkanı Rivlin’i arıyor. Netanyahu Rivlin’e “sakın görüşme” diyorsa da görüşme gerçekleşiyor ve bu ikisinin arasında ciddi bir tartışmaya sebep oluyor. Görüşmede Erdoğan “ara bulucu olayım” diyecek, fakat Rivlin ustaca bir manevra ile konuyu açmasına fırsat vermiyor ve Erdoğan “bana ihtiyacınız olursa buradayım” diyerek görüşmeyi sonlandırıyor. Terörü kınama filan yok. Oysa Türkiye’de terör olduğu zaman İsrael bayraklarını yarıya indirdi, Rivlin Erdoğan’ı arayıp taziyelerini sundu. Ürdün kralı son terör olayını kınadı, hatta Filistin lideri Mahmut Abbas bile kınadı, Erdoğan oralı değil. Tık yok.

Çek elini benim şehrim Yeruşalayim’den sayın Erdoğan, karıştırma, insanlar ölüyor. Sen mi kurtaracaksın Yeruşalayim’i… Kudüs fatihi mi olacaksın? Türkiye’de dizilerle, derneklerle, belediyelerle, 81 ilde kızgınlık mitingleriyle ne yapmak istediğini anlamıyor muyuz zannediyorsun? Normalin çok üstünde zekâya sahip Netanyahu ile İsrael ile başa çıkabileceğini mi zannediyorsun? İç politikadaki başarısızlığını, Türkiye’deki kötü gündemi 15 Temmuz kutlamaları ile filan örtmeye bak. Yeruşalayim sana bir numara büyük gelir sayın başkanım… Bak Almanlar ile başın dertte, Avrupa seni kapıya koyuyor, gümrük birliği bile tehlikede… Sen git,  onlarla uğraş. Ne İsrael ne de Yeruşalayim senin arka bahçen değil. Yedirmeyiz…

Dün 18 yaşında bir terörist Arap Shabbat yemeği yemekte olan bir  ailenin evine daldı. Masada 10 kişi vardı. Evin genç kızı, çocukları yan odaya kaçırdı ve polisi arayarak yardım istedi. Terörist babayı oğlunu ve anneyi bıçakladı. Üçü de öldü. Yan evdeki Tshal askeri silahını kapıp koştu. Teröristi vurdu. Yaralanan terörist şu anda hastanede..

Yeruşalayim’deki taşkınlıklarda 3 Arap öldü. Yaralılar da var. Filistin yönetimi İsrael ile her türlü ilişkiyi kestik dedi. Sonra bir yetkili güvenlik koordinsyonu devam ediyor diye açıklama yaptı.

Ben çok üzgünüm, yastayım. Kötü günler…

Allah hepimizin yardımcısı olsun.

Aaron Baruch  (Ankaralı)

 

Açıklama:

Bu yazımı yazarken Rafael Sadi’nin makalesinden alıntılar yaptım. Teşekkürler Rafel…

15 Temmuz 2017 Cumartesi

FİLİSTİNLİ KATİLLER YİNE İŞ BAŞINDAYDILAR…


 
 
 
 
 
Sevgili kardeşlerim, dostlarım ve yeğenlerim...
Dün İsrael’de yine terör saldırısı vardı. İki Dürzi İsrael askeri öldü.

Teröristler İsrael’in Arap şehri Um El Fahem’de yaşıyorlarmış. Silahları ile sabahleyin Yeruşalayim’e geldiler. Mescidi Aksa’ya gidip namaz kıldılar. Otomatik silah ve bıçakla dışarı çıkıp Dürzü İsrael askerlerine arkadan saldırdılar.  (Acaba silahlar içeride hazır onları mı bekliyordu?)  Ağır yaralanan iki Dürzü İsrael askeri kurtarılamadı ve öldü.

Hadaş Malka, gönüllü İsrael askeri, 23 yaşındaydı. Bir ay evvel otomatik silahla taranarak öldürüldü. Bir ayda üç oldu. Birisinin acısını daha içimize sindiremeden iki gencecik askerimizi daha toprağa veriyoruz.

Yine hüzün, yine kan. Yok mu bu gecenin sabahı?..

Bu ölümlerin kime faydası var? Kime hizmet ediyor? Ne işe yarıyor? Üç terörist de öldü. Hayatlarının baharında ölen bu insanlara yazık değil mi?

İsrael devleti, uluslararası hukuka uygun olarak yasal olarak kuruldu. Tarihsel boyutlarından hiç bahsetmiyorum. Bu toprakların neresini kazsan 3000 yıllık Yahudi tarihi fışkırır. Hakkına razı olmayan, İsrael’e yaşam hakkı tanımayan Araplar’dır. Başından beri arıza çıkaran onlardır. Oysa bu topraklarda birlikte barış içinde yaşayabilirdik. Hepimize yeterdi. Ne yazık ki, yıllar içerisinde öyle acılar yaşandı,  nefret ve kin her iki toplumun içine öyle yerleşti ki; artık bu hayale inanmak her gün daha da zorlaşıyor.

Ölen Dürzü askerlerimizden birisinin altı aylık bebeği vardı. Yardıma gelen sağlıkçı ağır yaralanan askere kalp masajı yaparken o da vuruldu. Neyse ki, onun yarası ağır değil. Yetişen kuvvetler üç teröristi tesirsiz hale getirdiler.

Vurulan teröristlerden birisi yerde yatarken birden tekrar ayağa kalkıp askerlere yeniden saldırdı. Ancak uyanık davranan askerler zarar görmedi. Terörist vurularak imha edildi. Yakın geçmişte yerde yatan teröristi vurduğu için (ve emre uymadığı için) yargılanan İsrael askerinin ne kadar haklı olduğu konusu şimdi İsrael’de yeniden tartışılmaya başlandı.

Mescidi Aksa ve Yeruşalayim’in eski şehir bölgesi Yahudi, Müslüman herkese kapatıldı. Uzun yıllardan beri ilk defa Mescidi Aksa’da cuma namazı kılınmadı. İslam dünyasından tepkiler çığ gibi yükseldi.

Mescidi Aksa Ürdün’e bağlı İslami Vakıf tarafından yönetiliyor. Bu yetki onlara, 1967 Haziranında, bölge İsrael devletinin eline geçtiği gün, zamanın İsrael savunma bakanı Moşe Dayan tarafından verildi. Soruşturmaya başlayan İsrael, Vakıf yöneticilerini de sorguya aldı. Olaydan haberleri olup olmadığı araştırılıyor. Silahlar acaba daha önceden mi içeriye sokulmuştu? Ayrıca silahlı teröristlerin camiye nasıl girdikleri ve namaz kıldıkları da inceleme konusu. Yeruşalayim müftüsü tutuklandı.

Ürdün İsrael’i kınadı. Mescidi Aksa’nın derhal ibadete açılmasını istedi. İsrael “Ürdün, terör olayını kınayacağına, olayı soruşturmak için  bölgeyi herkese kapatan İsrael’i mi kınıyor?” diyerek karşılık verdi ve bu tutumundan dolayı Ürdün’ü kınadı.

İnsanlar balık hafızalı derler de inanmazdım. İsrael’i kınayan Ürdün, Yeruşalayim ellerinde iken, yıllarca Yahudileri kutsal mekânlarına yaklaştırmadı bile.

Mescidi Aksa’da ibadet durdurulmadı. İsrael, İkisi asker, toplam 5 kişinin öldüğü insanların yaralandığı bu olayı soruşturmak için bölgeyi geçici olarak herkese kapattı.

İsrael askerlerinin vurulduğu VDOları yayınlamaz. Ancak İslam dünyasının tepkilerine cevap olarak bu sefer yayınladı. VDOda teröristlerin silahlı olarak arkadan koşarak gelip askeri sırtından nasıl vurduğu açıkça gözüküyor.


Türk CNN ve El Cezire televizyonları olayı “İsrael askerleri üç Filistinli’yi öldürdü” diyerek duyurdu. Bu haberi yapan da, yayınlayan da en azından Allah katında günahkâr. Yalancı! Öldürülen teröristlerin aşağılık katiller olduklarından, askerleri sırtlarından vurarak öldürdüklerinden hiç bahis yok. Bilinmelidir ki bu teröre arka çıkan haberler, teröristleri korumaktadır. Bu teröristle, Çukurca’da Türk askerini şehit eden, Paris’te, Londra’da masum insanları, çocukları katleden terörist aynı terörist. Bu katillerin eline silah veren kadar, bu haberi yapanların farkı yok, hepiniz aynı derecede suçlusunuz.

Yazık, çok yazık, en azından insanlık için yazık.

Yine bize hüzün düştü, yine kan, yine ölüm. Durun artık, yeter…

Acısız barış dolu günler inşallah…

Hoşça kalın, esen kalın…

Aaron Baruch (Ankaralı)

 

8 Temmuz 2017 Cumartesi

DEVLERİN BULUŞMASI







Asya'nın devi Hindistan ile teknolojinin devi İsrael buluştular...

Hindistan. Dünyanın en kalabalık ülkelerinden biri.  Ülkede 1 milyar 300 milyondan fazla insan yaşıyor. Neredeyse Çin’le aynı. Bu nüfusun yaklaşık 160 milyonu Müslüman. Endonezya ve Pakistan’dan sonra dünyada en çok Müslüman’ın yaşadığı üçüncü ülke. Dünyanın en hızlı kalkınan ülkesi. Bu konuda Çin’i bile geride bıraktılar.  Zenginleri çok zengin.  Ama çoook zengin. Fakirleri ise çok fakir. Günde 2 dolar ile yetiniyorlar. Oysa dünyanın en büyük 9ncu ekonomisi.

Muhakkak ki çok ilginç bir ülke. 1947 de Hindistan bağımsızlığına kavuşunca kardeşi Pakistan, Hindistan’dan ayrılarak kendi özerkliğini ilan etmiş. İki ülkenin sınırı, Londra’da oturan bir lord tarafından aptalca çizilince tarihin görüp görebileceği en büyük nüfus mübadelesi yaşanmış. Hindistan’da kalan Müslümanlar Pakistan’a, Pakistan’da kalan Hindu’lar Hindistan’a geçmişler. 10 milyondan fazla insan yerlerinden yurtlarından olmuş.

Ülkede bugün hala çok az da olsa “Sati” geleneğine göre ölen Hintli kocanın karısı, sadakatini ispat etmek için kendini diri diri yakıyor ya da toprağa gömülüyor. Sömürgecilik zamanında İngilizler,  bu geleneği yasaklamak için çok uğraşmışlar. Hintliler ise bu bir gelenek olduğu için vaz geçmek istememişler. İngiliz vali geleneği yasaklamış. Bir Hintli heyet İngiliz Valiye gidip “yapmayın, etmeyin, bu bizim geleneğimizdir, yasaklamayın” demiş. İngiliz vali,  buna karşılık “iyi güzel de bizim de bir geleneğimiz var, insanları canlı canlı yakanları asarız” demiş. O günden sonra bu adet yasaklanmış. Ancak az da olsa bu gelenek hala uygulanıyor.

2008 yılında 10 radikal Müslüman terörist Pakistan’dan hareket ederek Bombay’a sızmışlar. Gruplara ayrılıp bir dizi terör eylemi gerçekleştirmişler. 173 kişi ölmüş. 300 den fazla kişi yaralanmış. Yahudilere ait bir misafirhane de teröristlerin hedeflerindeymiş. Teröristler burada Rabbi ve 6 aylık eşi ile birlikte 6 kişiyi öldürmüşler. O günden sonra Hindistan ve İsrael müşterek bir düşmanları olduğu bilincinde.  

Hindistan nükleer bir güç.  Anlaşamadığı komşusu Pakistan ile devamlı nükleer bir yarışta. Uzay çalışmalarında da rekortmen bir ülke. Tek bir roketle uzaya 104 uydu fırlatarak dünya rekoru kırdılar. Kendine ait uydular ile GPS sistemlerini kullanan dünyadaki 3 ya da 5 ülkeden birisi Hindistan. Asya kıtasının böylesine dev ülkesi Hindistan ile teknoloji ülkesi İsrael arasında ilişki aldı yürüdü. Hatta koptu gidiyor…

Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım…

Hindistan başbakanı Nerendra Modi İsrael’i ziyarete geldi. Bu iki ülkenin tarihinde bir ilk. İsrael kurulduktan sonra Hindistan  İsrael’i tanımakta hiç acele etmemiş. Ancak 1950 de tanımış. Bunda ülkede yaşayan çok sayıda Müslüman’ın etkili olduğu kesin. “Onların duygularını incitmek istememişler.” Sonraki yıllarda da Hindistan Rusya kulübüne üyeymiş. Dolayısıyla Amerika’ya çok yakın olan İsrael ile hiç araları hiç olmamış. Ancak Sovyetler birliğinin dağılmasıyla iki ülke arasında ilişkiler ısınmaya başlamış. Bunda Hindistan’ın yıllardır süren Pakistan probleminde Araplardan hiç destek görmemesi de etkili olmuş. Arap baharından sonra İsrael Hindistan ilişkilerinin ısınmasında da bu konunun önemli rol oynadığı açık.

(Laf çarpıyor gibi olmasın ama Türkiye de Kıbrıs meselesinde, Araplardan yıllardır en küçük bir destek bile görmez. Fakat hala onları destekler. Bir gün Türkiye’nin de akılının başına geleceğini umalım.)

Hindistan başkanı Modi,  İsrael’i ziyaretinde Hayfa’da bulunan Hintlilere ait bir mezarlığı da ziyaret etti. Bu mezarlıkta 48 Hintlinin mezarı var. Bunlar Birinci Dünya Savaşında İngilizler ile birlikte Osmanlı’ya karşı savaşan ve ölen Hintlilere ait.  

Modi  İsrael’de çok sıcak karşılandı. Modi bekâr. 13 yaşında onu nişanlamışlar. kabul etmemiş, karşı gelmiş. 18 yaşında da evden kaçmış. Hiç evlenmemiş ve çocuğu yok. Hindistan başbakanı İsrael Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin ile de görüştü. Modi “kendimi evimde hissediyorum” dedi ve Netanyahu’yu Hindistan’a davet etti.  Bibi, İsrael Hindistan ilişkilerinin sınırını “gökler kadar” diye tanımladı. Gerçekten de öyle. Bu dev ülkeye İsrael neler veremez ki? Tarım teknolojileri zaten verilmeye başlandı. Hindistan’ın inanılmaz temiz su ihtiyacı var. Ülkenin yarısı devamlı ishal. Şimdilerde İsrael bu ülkeye denizden su arıtma teknolojileri ihraç etmek üzere. Modi ve Bibi birlikte paçalarını sıvayıp deniz kıyısında yürüdüler. Daha sonra su arındırma tesisinde incelemelerde bulundular. İki başbakan şampanya bardaklarından su içerek basın mensuplarına poz verdiler.

İlişkiler sadece temiz su teknolojisi ile sınırlı değil. Şimdiden 7 anlaşma imzalandı. Kapalı kapılar arkasında kim bilir daha neler neler konuşuluyor? İsrael ile Hindistan arasında çok büyük silah satış anlaşmaları yapıldı. Olasıdır ki İsrael, Hindistan’a nükleer konularda da teknoloji transferi yapmayı taahhüt etmiştir. Bildiğimden söylemiyorum ama akla çok yakın geliyor. Olasılık dahilinde sanki… Bir gün haberimiz olur inşallah…

Bu arada belirtmek gerekir ki, orta doğuya gelen bütün devlet adamları, hatta büyük din adamları, İsrael’i ziyaret ettikten sonra dengeleri bozmamak adına Filistin yetkilileri ile de görüşürler. Modi Filistin’i ziyaret etmedi. Yani açıkça dedi ki “Hindistan’ın menfaatleri İsrael ile paralel.”  Tavrını açıkça ortaya koydu.

Asya’da kendine müttefikler arayan İsrael için müthiş bir başarı. Asya’nın bu dev ülkesi ile İsrael arasındaki yakınlaşma çok çok önemli. Hindistan İsrael için dev bir pazar. Kol Hakovod İsrael (Aferin İsrael)

Bu hafta da bu kadar sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım.
Hoşça kalın, sevgiyle kalın.


Aaron Baruch  (Ankaralı) 

1 Temmuz 2017 Cumartesi

BİR ÇÖL HİKÂYESİ...









1867de Mark Twain Filistin’i ziyaret eder. İzlenimlerini yazar. O zamanlar bölgede bir ağaca bile rastlamak zordur. Bölge çöldür. Ya da kayalıktır. Her taraf taşlarla kaplıdır. Sahiller ise bataklık halindedir. Yabani otlar bölgeyi ele geçirmişlerdir. Hayat olmayan bir yer. Filistin küllerin üstünde oturuyordu.

İlk Siyonistler 1900lerin başlarında Filistin’e geldiklerinde “süt ve bal” ülkesinin durumu buydu. Onlar İsrael’in en önemli yapı taşları olan kolektif köyleri, kibutzları ve moşavları kurdular. Modern İsrael kibutzlarda doğmuştur. Eşit ve kolektif.  

Elbette ki bu köylerde tarım yapılacaktı. Kurulması hayal edilen ülkenin en hayati konularından biri tarımdı. Tarım yapılmayan bir ülke olabilir miydi? Ancak nasıl? Dünyanın pek çok ülkesinde zoraki misafir olan Yahudiler’in toprak sahibi olması ya da tarımla uğraşması yasaktı. Yahudiler topraktan, tarımdan anlamazdı. Ancak Rusya’da az miktarda çiftçiler vardı. Geldiler. Yavaş yavaş “vaat edilen topraklarına” döndüler. Yürüyerek bile gelenler vardı. Ne yazık ki geldiklerinde bal ve süt bulamadılar.


Gelenler, İsrael daha kurulmadan evvel, belki de kurulmasına mani olabilecek müthiş bir düşmanla karşılaştı. Sivrisinek. Malarya mikrobu taşıyan sivrisinekler. O dönemde tüm İsrael’de yaşayan Yahudiler’in üçte bir malaryaya yakalandı.

Sivrisineklerden kurtulmaları için bataklıkları kurutmaları lazımdı. Neredeyse tüm sahil kesimi bataklıktı. Bataklıkları kurutmak için su kanalları açtılar. Akıntıların yönünü değiştirdiler. Bünyesinde çok su tutabilen okaliptüs ağaçları ektiler. Senelerce uğraştılar. Sonunda kuruttular. Sivrisineklerden kurtuldular.

Taşlık arazilerde tek tek taşları topladılar. Büyük taşları kırdılar. Arazileri kayalardan yabani otlardan temizlediler. Elleriyle… Tarım alanları açtılar.

Bataklıklar, taşlı araziler yeşermeye başlamıştı. Her yerde portakal ağaçları boy veriyordu. Negev çölü üzüm bağları ile rengârenkti. Özellikle Ürdün vadisi ekmek teknesi olmuştu. Boydan boya yemyeşil tarlalarla dolmuştu. Her yerde çiçekler açıyordu. Bir ülke doğuyordu. Bugün kendi ihtiyacının % 95ini üretebilen, milyarlarca dolarlık tarım ürünü ihraç edebilen bir ülke. Tarım teknolojisinde dünya lideri olan bir ülke.

İsrael devleti kuruluşunun ilk yirmi yılında bunu başarmıştı. Müthiş bir başarı idi. Ve gelişerek devam etti. İsrael’li çiftçiler ilk yıllardan sonra bu başarılarla hayat standartlarını ikiye katladılar. Dış ülkelerden nasıl yapıldığını yerinde görüp öğrenmek isteyen insanlar geliyorlardı.

1970lerde İsrael bugün tarım teknolojisinin en büyük buluşu olan damlama sistemini yarattı. Vahşi sulama yerine her bitkini kökünün damla damla sulandığı %70 su tasarrufunun sağlandığı teknoloji. Zamanla geliştirildi. Artık toprağın sıcaklığı bu sayede kontrol edilebiliyor her bitkinin ihtiyacı olan besinler bilgisayarlarla denetlenerek bitkinin köküne damla damla verilebiliyordu. 12 ay sürekli ürün alınmaya başlandı.




İsrael ihtiyacı olan ülkelere yardım etmeye başlamıştı. Negev Ben-Gurion Üniversitesi, Bostwana üniversitesi ile işbirliği yaptı. Bu sayede damla sulama teknolojisi Afrika’ya yayılmaya başlamıştı.

Özellikle Arava bölgesi sebze endüstrisinin merkezi olmuştu. Bölge deniz seviyesinin 150 metre altında. Tamamen çöl. Arava’da, yazın sıcaklık 40 dereceye varır. Kış aylarında gündüzler 25 derece geceler ise 0 derece olur. Bu yüzden yazın seralarda klimalar çalıştırılıyor. Kışın geceleri ısıtılıyor. Yer altı suları tuzlu. Tarıma elverişli değil. Ancak güneş enerjisi ile sular damıtılıyor ve kullanışlı hale getiriliyor. Bu seraların bir metrekaresi 10 bin dolara mal oluyor. Burada 30 bin dönüm arazide 7 çiftlik kurulmuş. İsrael’in sebze meyve ihtiyacının % 66sı burada üretiliyor. Ayrıca çiçekçilik de yapılıyor. Yılda bir metrekare seradan 350 gül alınabiliyor ve Avrupa’ya ihraç ediliyor. 

Moşavlardan birisinde ise okyanus ortamı hazırlanmış. Akvaryumlarda mercanlar yetiştiriliyor. Kemik tedavisinde 10 kat hızlı tedavi sağlayacak ilaç geliştiriyor.

Hurma bahçeleri ise 5 bin dönüm arazi üzerine kurulmuş. Hurma yer altındaki tuzlu suyla sulanabilen tek bitki. Yılda tam 4 kere hasat yapılabiliyor. Avrupa’ya ve 3ncü kişiler üzerinden Müslüman Arap ülkelerine de ihracat yapılabiliyor.

Suyu 2-3 kere kullanabilecek yöntemler yaratmışlar. Su büyük çapta deniz suyunun arıtılmasından elde ediliyor. Ayrıca Negev çölünün altında bulunan jeotermal sularla sulanan bitkilerin daha tatlı olduğu tespit edilmiş. Şimdilerde İsrael bunları ”tatlı çöl sebzeleri” olarak pazarlıyor.

1970lerde İsrael “Chery (kiraz) domatesi” buldu. Bu domates zararlılardan daha az etkileniyordu ve raf ömrü daha uzundu.

İsrael’li çiftçiler bir başka patates türü olan “batata” üretmeyi başardı. Normal patates şeker ihtiva eder. Batata daha tatlı olmasına rağmen şeker ihtiva etmez. Tuzlu su ile sulanabilir ve kuru çöl ikliminde üretilebilir. Bugün batata, Mısır’da, Fas’ta, Ürdün’de büyük miktarda üretiliyor.

İsrael’li çiftçiler çekirdeksiz karpuz üretmeyi başardılar.

Dünya bundan 10-12 sene evvel “organik tarım” ile tanışmaya başladığında İsrael’de 40 senedir organik tarım yapılıyordu. 

Neydi bu organik tarım?

Bitkilerin bir sürü zararlıları vardır. Böcekler. Sebzelerin yapraklarını yiyen böcekler çok büyük zarar verirler. Bu zararlılarla uğraşmanın yolu tarım ilaçlarıdır. Ama bu da zararlıdır. Resmen zehirdir. Vatandaşı olmaktan gurur duyduğum İsrael, bakın buna nasıl bir çözüm bulmuş?  Önce zararlı böcekleri optik cihazlarla çok yakından incelemeye başlamışlar.  O böcekleri yok eden başka böcekler üretmişler. Sonra çiftçilere gidip “böcek ister misiniz?” diye sormuşlar. Adamlar “dalga mı geçiyorsunuz” demişler. Ancak sonunda ikna olup zararlıları yiyen böcekleri kullanmışlar. İkna olan yalnız onlar değilmiş. 32 başka ülkenin çiftçileri de ikna olmuşlar. Sonuç harika olmuş. Bir başka tip böceği yok etmek için akıllara zarar bir yöntem bulmuşlar. Böceklerden çiftleşemesin diye ses dalgaları göndermişler. Böcek nüfusu yok olmuş. Bir de Akdeniz meyve kurdu var ki, işte belanın büyüğü oymuş. Onu da durdurmak için erkek böcekleri hadım etmişler. Sorun çözülmüş.

Tarla fareleri ile uğraşmışlar. Eskiden bir fare yuvası bulunduğunda oraya bir zehir bırakırlarmış. Fare de onu yiyip ölürmüş. Ancak yağmur suları ile zehir toprağa da karışırmış. Ve doğa kirlenirmiş. Fare yiyen bir çeşit baykuşu bölgede konuşlandırmışlar. Sonuç harika. Ama bir problem çıkmış. Baykuşlar Ürdün’e doğru uçtuklarında Ürdün’lüler baykuşları vuruyormuş. Çünkü baykuş Ürdün’de uğursuz kabul ediliyor. Bunun üzerine Ürdün’e gidip oralı çiftçileri davet etmişler, “gelin bakın biz burada neler yapıyoruz?” demişler. Gelmişler. Görmüşler ve ikna olmuşlar. Şimdi neredeyse yok olma tehlikesi olan baykuş yuvaları 2600 den fazla. Daha da artıyor.  Sonra Filistinli Arap çiftçileri de ikna etmişler. Şimdilerde diyorlar ki “Orta Doğu’ya barış bir gün gelirse güvercin ile değil, baykuşla gelecek.”

Seralarda rüzgâr olmadığı için doğal tozlaşma olamaz. Bunun yerine arıları kullanmışlar. Hiçbir çiçeği atlamayan arılar “arı gibi” çalışmışlar ve ürün % 25 artmış. Bu gün Kaliforniya çilek üretiminin % 60ı bu yolla yapılıyor.

Yapılan buluşlar sayesinde zararlılardan daha az etkilenen, bitkisel hastalıklara daha dayanıklı, raf ömrü daha uzun ürünler elde edildi. Tohumların saklanabilmesi de bir problemdi. Onu da çözdüler. Son derece basit bir şekilde depolamayı başardılar. Bunu başka ülkelerle de paylaştılar, mesela Afrika ülkeleri ile. Pakistan’la İsrael’in arasında hiçbir diplomatik ilişki yoktur ancak bu yöntem orada da kullanılır.

Mucize gibi bir hikâye değil mi?. Esasen İsrael bir mucize değil mi?

Bu hafta da bu kadar sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım.
Sevgiyle kalın, hoşça kalın…


Aaron Baruch  (Ankaralı) 


Kaynakça:
BİTKİLERİN LÜKS OTEL ODASI : http://www.ulusaltarim.com/2099/israil%E2%80%A6colde-yaratilan-tarim-mucizesi 

İSRAEL2DE TARIM – WWW.ZİRAATÇİYİZ BİZ - YouTube : https://www.youtube.com/watch?v=glEqFzUQCjY