27 Kasım 2020 Cuma

2000 YILDAN SONRA BİRKAÇ SAAT DAHA GEREKLİYDİ…

 





 

Guatemala delegesi ayağa kalktığında seyircilerin bulunduğu yerden tiz bir çığlık yükseldi. 2000 yıllık eski acıların çığlığıydı bu ve en az o kadar eski bir İbranice ile söylenmişti...

 

"Anu  HaSem  hoşia   na !  “Tanrım, kurtar bizi”

 

Filistin’de bir Yahudi devleti kurulup kurulmaması ile ilgili oylama 26 Kasım 1947 günü öğleden sonra yapılacaktı. Yani neredeyse tam 73 yıl evvel bugün. Ancak yapılmadı. Efsanevi Yahudiler o oylamayı engellediler. Çünkü sonucun Yahudilerin aleyhine çıkması pek muhtemeldi.

Bu muhteşem hikâyeyi daha evvel de yazdım. Ancak doğum günü sayılabilecek bugün tekrar yazmak istedim. O günü tekrar yaşayabilmek, hissedebilmek, penceremden Akdeniz’e bakıp “gördünüz mü neler yaptık” diye haykırmak istedim.  

Olur ya belki okumayanlar kalmıştır, belki çocuklarına gençlere okutmak isteyenler olabilir, en iyisi ben bir daha yazayım dedim kendi kendime…

İsrail’in inanılmaz başarısının başlangıç noktası diyebileceğimiz pek çok olay vardır. Bu da onlardan biridir işte…

 

1947 yılında Filistin’de İngiliz mandası sona ermek üzereydi. Bu topraklarda bir Yahudi devleti ile Araplar arasında paylaştırılması projesi vardı ve bu Birleşmiş Milletlerde oylanacaktı.

Filistin’in Yahudiler ve Araplar arasında paylaştırılması için en çok çaba gösteren Amerika'ydı. Dünyanın en önemli ve en etkili Yahudi cemaatinin oy baskısına kayıtsız kalamayan pek çok Amerikalı siyaset adamı Filistin’e Yahudi göçünün engellenmemesi ve bir Yahudi devleti kurulması için ateşli bir kampanya yürütmekteydi.

Öte yandan o Amerika 1946 yılında gaz odalarından kurtulan sadece 4767 Yahudi göçmeni kabul ederek iki yüzlülüğünü gösterecekti.  Yani Exodüs gemisindeki göçmenler kadar ve bu sayıyı arttırmaya hiç niyetleri yoktu.

Sonunda Yahudi sorumlular 26 Kasım 1947  Çarşamba günü oylamaya 6 saat kala çarpıcı gerçekle karşı karşıya kaldılar. Her olumsuz oya karşılık 2 “evet” oyu gerekliydi. Son sayım acı bir gerçeği ortaya çıkardı. Önceden kararlaştırıldığı gibi oylama  o gün öğleden sonra yapılırsa bir Yahudi devletinin kurulması kesinlikle tehlikeye düşüyordu.

Moshe Sharett (*)   arkadaşlarına “birkaç saate daha ihtiyacımız var” dedi. “Eğer bu saatleri kazanamazsak belki de bütün çabalarımız boşa gidecek.”

Moshe durumun pamuk ipliğine olduğunun farkındaydı.  Kesinlikle kritik   o birkaç oyu kurtarmak için zamana ihtiyaç vardı. 2000 yıldan sonra birkaç saat, sadece birkaç saat daha gerekliydi.

Yahudi ajansının üyeleri bunun için çok eski bir parlamento oyununa müracaat ettiler. Yahudi davasına yardım eden bütün delegelere koştular.

Birleşmiş Milletler yeni kurulmuştu (24 Ekim 1945) ve yalnızca 54 üyesi bulunmaktaydı. Toplantılar, New-York'ta eski bir patinaj salonunda yapılıyordu... İsrail için yardımcı olmak isteyen delegeler plan uyarınca oylama başlamadan hemen evvel teker teker söz almaya başladılar.

Oylamaya bir türlü geçilemiyordu. Arap delegeler durumu fark ettiklerinde iş işten geçmişti. Kürsü işgal edilmişti Arapların sert protestoları sonuçsuz kaldı. Bu ani söylev maratonu karşısında   başkan, mecburen oylamayı bir sonraki oturuma, yani ertesi güne bırakmak zorunda kaldı.

 Ama şu kadere bakın ki ertesi gün Amerikalıların büyük bayramlarından Thanksgiving Day’di, yani şu bizim bildiğimiz şükran günü. Amerika 2 gün boyunca kapalıydı. Oylama 29 Kasım Cumartesi gününe kalmıştı. Kadere bakın ki bir Yahudi devletinin kurulmasına bir Sahbbat günü karar verildi.

Moshe ve arkadaşları teker teker bütün ülkeler ve olasılıklar hesap ettiler ve olumsuz oy kullanma eğiliminde olan dört hedef ülke belirlendi. Bu olumsuz oylar muhakkak olumluya çevrilmesi gerekiyordu. 4 hedef ülke...

Yunanistan, Liberya, Haiti ve Filipinler...

 Amerikalı Siyonistler bütün güçleriyle yardımcı oldular...Parlamento üyesi Emmanuel  başkan Truman'a bir telgraf çekip “Yunanistan gibi direnen ülkelerin yola getirilmesini”  istedi.

Yüksek mahkeme yargıçlarından ikisi, Filipinler başkanına çektikleri telgrafta, eğer olumsuz oy kullanırlarsa, ülkesinin, milyonlarca Amerikalı dost ve taraftarı kaybedeceğini bildirdiler.

Siyonist ajanlar Haiti   delegesini Harlem'de kovalamaya başladılar.  Buldular da hatta

ikna da ettiler. (Ama nasıl olduğunu kitap yazmıyor…)

 Harvey S. Fristone Jr.   Liberya Cumhuriyeti başkanına eğer tutumunu değiştirmeyip olumsuz oy kullandığı takdirde, ülkenin en büyük kauçuk firmasının, Filipinler’i boykota başlayacağını bildirdi. Liberya delegesi “çok yüksek ulusal çıkarlar” nedeniyle fikrini değiştirecekti.

Oylama 29 Kasım 1947 Cumartesi günü yapıldı. İlk oyu Guatemala delegesi kullandı...

Sonuç: 33 kabul, 10 ret, 10 çekimser. 1 üye, Siam oylamaya katılmadı. Çünkü ülkede darbe olmuştu ve askeri rejimin tercihi bilinmiyordu.

“Evet" diyenler: ABD, Avustralya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Belarus Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Kanada, Kosta Rika, Danimarka, Dominik Cumhuriyeti, Ekvator, Fransa, Guatemala, Haiti, İzlanda, Liberya, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda, Nikaragua, Norveç, Panama, Paraguay, Peru, Filipinler, Polonya Halk Cumhuriyeti, İsveç, Çekoslovakya, Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Güney Afrika Birliği, Sovyetler Birliği, Uruguay ve Venezüella.

“Hayır” diyenler: Afganistan, Suudi Arabistan, Küba, Mısır, Yunanistan, Hindistan, İran, Irak, Lübnan, Pakistan, Suriye, Yemen ve Türkiye.

Çekimser” kalanlar: Arjantin, Şili, Çin, Kolombiya, Salvador, Etiyopya, Honduras, Meksika, İngiltere, Yugoslavya.

Son oy kullanıldıktan sonra David Bengurion Kudüs'te balkondan kendisini dinleyenlere şöyle sesleniyordu:

 -Artık özgür bir ulusuz. ...Ancak Birleşmiş Milletler kararı hala bizi tehdit eden tehlikelere karşı korumuyor...Kendimizi aldatmayalım.

 Yanında mavi-beyaz üzerinde Magen Davit olan bir bayrak sallanıyordu ve halk hep bir ağızdan Hatikva'yı söylüyordu...

 Oylamadan 33 evet, 13 hayır ve 10 çekimser oy çıkmıştı.

 Daha oylama devam ederken genç Palmach aslanlarıyla dolu bir odada İzak Sade konuşmasını şu sözlerle sonlandırıyordu:

-Eğer oylama sonucu olumlu olursa Araplar bize savaş açacaklar, yok olumsuz olursa biz onlara savaş açacağız ve muhtemelen 5000 genç Yahudi ölecek... Odada bulunan Yigal Alon, İsak Rabin gibi kişilerin adlarını dünya 20 sene sonra duyacaktı... İsrail devleti kuruluşunu ilan ettikten 11 dakika sonra, Amerika Birleşik Devletleri, bu yeni devleti ilk tanıyan ülke olacaktı.

 18.12.2014 -  Akşam saatleri...

Televizyonlar alt yazı geçiyorlar... Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada, Filistinlilerin bir devlet kurmak için Birleşmiş Milletlere yaptığı başvuruya karşı olduklarını bildiriyorlar.

Cahilliğin bilgiye üstün tutulduğu toplumlar hakkettikleri gibi yaşarlar. Filistinliler, terörle bir devlet kurmaya çabalamışlar ve yine başaramamışlardı.  Ne yazık ki İsrail ile birlikte aynı zamanda ülkem olan Türkiye de karanlık çağa girdi ve bilgi, cehalet tarafından kovuluyor ve yuhalanıyor. Demokrasilerin olmazsa olmazı kuvvetler ayrılığı ilkesi artık yok. "Sandıktan çıktık” diyerek ülkeyi monarşi ile yöneten Sultan Erdoğan,  "şu anda demokrasi düşmanları ile uğraşıyoruz"  diyerek siyaseti hukuktan önde tutuyor... İktidar, cahil zümreleri idare etmek için din kavramının  etkin  olarak kullanmakta... Ülkem, giderek Avrupa Birliğinden uzaklaşmakta, ve hatta üstüne üstlük pandemi ile birlikte çok derin bir ekonomik  krize girme sürecindedir.

Yetiş doktor, ülkem ölüyor...

Tarih'i tekerrür diye tarif ediyorlar, hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi? (Mehmet Akif Ersoy)

Esen kalın…

Aaron Baruch (Ankaralı)

 

Bu yazıyı hazırlamakta fikirlerinden ve yazılarından istifade ettiğim Cengiz Çandar'a,

Murat Yetkin'e, saygılarımı sunarım...

Tarihi bilgiler ise Kudüs Ey Kudüs kitabından alınmıştır.

 

(*) Moshe Sharett : 15 Ekim 1894 tarihinde Rusya’da doğdu. Mapai hükümetinde Dışişleri Bakanı (1955-56) olarak görev yapan Moshe Sharett,   David Ben-Gurion'un başbakanlık yaptığı iki dönem arasında da iki yıldan az bir süre başbakanlık yapmıştır ve İsrail'in ikinci başbakanıdır . 


23 Kasım 2020 Pazartesi

 









LIPIDOR HIKAYESININ DEVAMI…

Sevgili dostlar;

Lipidor isimli kolesterol ilaci ile yasadiklarimi 20 Kasim Cuma gunu LIPIDOR (KOLESTEROL ILACI) KULLANIYOR MUSUN? baslikli yazimla sizlerle paylasmistim. O yazimda rahatsizligimin 8’nci gununde, o gune kadar olanlari anlatmistim. Bu yazimda hikayenin gerisini sizlerle paylasmaya calisacagim.

8’nci gun...

Ambulans beni Tel Aviv’deki Ihilov hastenesine getirmisti. Hastanenin  acil kapisindan girdigimizde klasik korona kontrollerini yaptilar ve beni perdelerle biri birinden ayrilmis bolumlerden birine aldilar. Hemen uc stajyer ve bir doktor basima usustu. Birisi damar yolu aciyor birisi tansiyonuma bakiyor bu arada da doktor bana sorulari pespese siraliyordu. Bir sene evvel gecirdigim bel fitigi ameliyatini, bobreklerimde protein kacagi oldugunu, bir  haftadan beri ellerimde uyusukluk basladigini, ayaklarimda guc olmadigini, merdiven cikamadigimi, ayrica agzimin ve ellerimin soguk suya karsi asiri hassas oldugunu vs. vs. hepsini uzun uzun dilim dondugunce anlattim. Bu arada da keske soylemez olaydim, bir gun evvel aile doktoruna gittigimi ve onun da, rahatsizligim konusunda bana LITORVANIN (İsrael mali lipidor) YAN ETKISI oldugu teshisini koydugunu soyledim. Bu arada stajyerlerden birisi tahlil yapmak icin kan almaktaydi.

Derken baska bir doktor geldi, bacaklarimi kaldirdi indirdi, ayaklarima kan geliyor mu diye kontroller yapti, cigerlerimi dinledi ve gitti.

Bu arada kucuk kizim Jale yetisti ve hastanenin acil servisinde beni bulup yanima geldi, bir kac dakika sonra beni aldilar ve rontgene goturduler. Belimin cok agridigi sikayetinde bulundugum halde nedense cigerlerimin rontgenlerini cektiler.

Tabii yakaladigimiz stajyerlere ve doktorlara “ne oluyor, bir sey buldunuz mu” diye soruyoruz. “Kan tahlilinin ve rontgenin sonuclarini bekliyoruz, bir saate kadar gelir” diyorlar.

Sonunda bir doktor geldi ve “rahatsizligimin LITORVA kolesterol ilacinin yan etkisi oldugunu” soyledi. Bize “bu ilacin nadir vakalarda kaslari tahrip ettigini, agrilarimin bu yuzden oldugunu ve bu tahribatin CPK isimli bir testle tespit edilebildigini” anlatti. Elimize verdigi test sonuclarina baktigimizda normalde 40-170 araliginda olan normal degerin bende 275 oldugunu gorduk, bu arada kizim Jale doktora “hic bir norolojik test yapilmadigini, norolojik teste gerek olup olmadigini” sordugunda doktor, “hayir, gerek yok, sadec 10 gun sonra bir CPK testi daha yaptirin”  dedi. Acaba yaptilar da biz yaptiklarinin ne oldugunu anlamadik? Yinede teshisten emin olarak eve donduk. Oyle ya, aile doktorunun teshini kocaman hastanenin acil servisi yaptigi teste dayanarak onaylamisti. Ohh, cok sukur Yarabbi, LITORVA denilen bu ilaci kesecegim ve iyilesecegim. Ne guzel...

Ama kazin ayagi hic oyle degilmis... Adim adim felc olmaya hatta daha da kotusune yaklasiyormusum...

9’ncu, 10’ncu, 11’nci ve 12’nci gunler...

Sonraki gunler ise gitmedim, daha dogrusu gidemedim.. Her sabah “bugun iyilesirim artik” diyerek uyaniyorum ama bir degisiklik yok. Ellerimde ve ayaklarimda uyusmalar, ayaklarimda guc kayibi, bir basamak dahi merdiven cikamama devam ediyor. Agzim ve ellerim hala soguga karsi asiri hassas. Belki de yatmaktan bilemiyorum ama sirtim ve belim cok agriyor. Uyumak mumkun degil. Kac gundur kisa araliklar disinda uyuyamadigimi artik hatirlamiyorum. Moralimi saglam tutmak istiyorum ama  bu isin savunulacak bir tarafi kalkmadi. Cuma gunune gelmistik, LITORVA denilen ilaci keseli 4 gun olmasina ragmen   gelisme yoktu.  Cok kotuyum, artik psikolojimde de yikilmaya basladi. Baz en gizli gizli agliyorum,Tanrim yardim et...

Etti, hem de ne yardim...Bir mucize yasadim.

Shabat aksami buyuk kizim damadim ve torunum bana moral vermek icin yemege geldiler.  Diger torunum da geldi. Ben ayakta durup kidusu  okuyamadim, torunum okudu sag olsun. Yemege basladik. Saat 20 sulariydi  her halde, telefonum cizirdadi, baktim, messenger’dan bir mesaj gelmisti.

“Gecmis olsun, telefon numaranizi bir yazar misiniz, konusalim”

Mesaji ceken Meir Hastanesinin acil servis sefi hemserimiz Dr. Yosef Rodrik”di. Hic dusunmeden o gune kadar hic karsilasmadigim,ama  Meir hastanesi acilservisi sefi oldugunu bildigim  doktora telefon numarami gonderdim. Bir dakika gecti gecmedi beni aradi. Hastaligim ile ilgili aradigini soyleyip sordu:

-Son bir  kac hafta icerisinde atesli bir hastalik gecirdin mi?

-Evet, uc hafta evvel siddetli bir  ishal gecirdim ve epeyi atesim oldu.

-Tamam taslar yerine oturuyor. Aaron, bana kimlik numarani ver, hemen, ama hemen Meir hastanesine git, ben gerekli talimatlari  veriyorum, acilde seni karsilayacaklar,  hemen git” dedi.

Ikiletmedim. Anlasilan doktor benim LIPIDOR yazimi okumus ve birseylerden suphelenmisti ve o suphe her ne ise zaman kaybedilemiyecek kadar onemliydi. Damadim Alfred  durumu ogrenir ogrenmez “hadi” dedi. Esim bir iki dakika icinde bir canta hazirladi ve yola ciktik. Hastaneye geldigimizde beklenildigimizi hemen anladik. Kisa keseyim islemler  alisilmadik bir suratte yapildi,  stajyer bir  norolog beni siki bir norolojik teste tabii tuttu. O gece orada olan ve ismini Dr.Yosef’in bildirdigi nobetci norolog  Dr.Paska muayene sonuclarini aldi, talimatlari verdi, beni noroloji servisine  cikarttilar ve yatirdilar. Butun islemler 30 bilemedin 35 dakika surmustu. Alfred bana iyi sanslar dileyip  gerisin geriye dondu.

Ertesi gun Shabbat  olmasina ragmen bir ekip  tarafindan cok siki sekilde muayene edildim. CT cekildi, ama en onemlisi bel kemigimden su aldilar.Sabah beni telefonla arayan Dr.Yosef ogleden sonra bir daha aradi ve dedi ki:

-Aaron, aradigimiz delilleri bulduk, hastaligin kesinlikle GBS (Gullien Barr Sendromu)

-Hocam o da ne ola ki?

-Sana bir link atiyorum,oradan oku... Tedavine hemen baslanacak.

Anladigim kadari ile atesli bir hastaliktan sonra vucudun urettigi antikorlar sinir sistemine saldiriyor ve sinirlerin ustundeki kiliflari parcaliyor. Bir cesit otoimun hastaligi gibi...Vucudun ordusu dost birlikleri bombaliyor... Yuzbinde 1 veya 2 kiside goruluyormus. Ne piyango ama...

Tedavi olarak immunoglobolin serum olarak verilmeye baslandi. Vucudumun tedaviye verecegi tepkiye gore her halde 5 veya 10 gun daha buralardayim. Bakalim kalici bir hasar olmadan bu hastliga calim atabilecek miyim? Dr. Yosef “merak etme, iyileseceksin, hatta iyilestin bile” diyor. Agzin bal yesin doktorum. Benim hayatimi kurtardin. Cunku bu hastalikta tedavide gec kalinirsa yutkunmada, nefes almada, kalpte sorunlar cikiyor ve isin sonu kotu, cok kotu... Bu arada noroloji sefi de kaslarimda hasar olmadigini, iyilesme sansimin cok yuksek oldugunu soylemekte. Senin de agzin bal yesin aslan doktorum...

Bu noktada, bana yanlis teshis koyan aile doktoruma kizmaya belki de hakkim yok. Cunku o bana “git bir de MG testi yaptir deyip gerekli evraklari verdi. Hic ilgisi de olmayabilir ama ben bu testi yaptirmadim. Fakat bana hic bir norolojik test yapmadan, beni yanlis teshisle kapiya koyup hayatimla oynayan Ihilov Hastanesinin acil servisi, her halde birilerindan siki bir uyari alacak. 

Peki LIPIDOR’a ne oldu? Bu ilac tamamen masum mu, iftira mi attik bu dunyanin en cok satilan ve sahibine inanilmaz  paralar kazandiran ilacina?

Yine yazi cok uzadi. Bu arada hastanede bir sehpanin ustunde hic alisik olmadigim bir diz ustu bilgisayarda hic alisik olmadigim bir klavyede yazmaktayim. Yazida olabilecek imla yanlislarim icin afffiniza siginiyorum.

LIPIDOR ilaci ile ilgili arastirmami bir sonraki yazimda yayinliyacagim...Bakalim ilginc bulabilecek misiniz? “Ben 15 senedir aliyorum, hic bir problem yasamadim” diyorsan dogrudur, insallah hic bir zaman hic bir sorun yasmazsin... Ancak unutma ki her ilacin muhakkak bir yan tesiri vardir, bazen insani 100 binde 1 de olsa piyango yakaliyor iste...

Bu arada rahatsiligimin  isitilmesinden sonra bana sosyal medya kanaliyla ya da telefonla ilettiginiz iyi dilekleriniz icin sonsuz tesekkurler, hakkinizi helal edin, sagolun varolun...

Esen kalin...

 

Aaron Baruch (Ankarali)

 

 

 

-

 

 

 


20 Kasım 2020 Cuma

LİPİDOR (KOLESTEROL İLACI) KULLANIYOR MUSUN?

 



·         1’nci gün…

Her zamanki gibi saat tam yedide Tel Aviv’deki iş yerime geldim. Telefonumdaki aplikasyondan mağazanın ve depoların alarmlarını kapattım. Arabamdan indim. Dükkânın kapısındaki kilitleri açtım, içeri girdim, ışıkları yaktım, çalışma saatine çipimi okuttuktan sonra bilgisayarları çalıştırdım ve dükkânı tekrar kilitledim. Çalışanlar saat sekizde iş başı yaptıklarında her şeyi hazır bulacaklardı.

Arabama tekrar bindim. Eksi 1 katındaki depo ve oto parka geldim. Arabamı park edip deponun kilitlerini açtım. Depoya bir göz attım, yerine konulması gereken birkaç kutu vardı. İçimden “sonra yaparım” dedim ve deponun içindeki giriş katına çıkan dahili merdivene yöneldim. Önce bir kahve içelim hele, kolaydır, her şeyi yaparım sonra. Birinci basamağa ayağımı koydum ve birden oppsss, öteki ayağım merdivenin basamağına takıldı, neredeyse düşecektim. Korkuluğa zor tutundum, neyse toparladım ve basamakları çıkmak için tekrar davrandım. Çıkamıyorum, ayaklarımda merdiveni çıkacak güç yok, hayırdır inşallah… Merdivenin korkuluğundan tutunarak, daha doğrusu kendimi yukarı doğru çekerek 13 basamaklı merdiveni zar zor çıkabildim. Kendimi ofis koltuğuma zor attım. Ne oluyor be…

Yaklaşık bir sene evvel belimden ameliyat olmuştum. Acaba rahatsızlığım yeniden mi nüksetti diye korkular içerisinde düşünmeye başladım. Ama sonra fark ettim ki güç kaybı iki ayağımda da var. Oysa bel problemi yaşayan herkes bilir, bel fıtığı rahatsızlığında ağrı ve güç kaybı ya sağ tarafta olur ya da sol tarafta. Ben de güç kaybı iki tarafta da aynen vardı. Acaba yanlış mı biliyorum?

Neyse, kahvemi yaptım, bilgisayarı açıp evrak işlerine başladım. Her şey normal gibi gidiyor. Saat sekiz oldu, çalışanlar teker teker geldiler, boker tov, (günaydın), maşlom ha (nasılsın), filan işe başladık. Bir parça bulmak için merdivenlerden depoya indim, geri dönerken daha dikkatliyim, yok çıkamıyorum, ayaklarımda ciddi güç eksikliği var. Bütün günüm kafamdaki sorulara cevap aramakla geçti. Aklıma mantıklı hiçbir şey gelmiyor.

·         2’nci gün…

Ayaklarımdaki güç kaybı devam ediyor. Üstüne yeni bir şey daha fark ettim. Dizlerimin altını pek hissetmiyorum. Yani iğne batırsan hissederim de ama yine de his eksikliği var, normal değil, neler oluyor, korkmaya başladım. Ben o depoya günde otuz kere iner çıkarım. Yapamıyorum. İşim aksayacak. Birlikte çalıştığım genç dostum açığımı kapatıyor. Genelde işler aksamıyor ama bu böyle devam edemez. Neyim var benim?

·         3’ncü gün…

Gece iyi uyuyamadım. Sırtımda iki kürek kemiğinin arasında ağrı başladı. Beni uyutmadı. Zaten endişeliyim bir de bu üstüne geldi. Sabah yine erken işime gittim ama çok sinirliyim ve korkuyorum. Araba kullanmakta sorun yaşamıyorum ama yine de reflekslerim yerinde mi diye endişeliyim. Acaba frene basarken ayaklarımdaki güç kaybı bana bir problem açar mı?

Öğlene doğru başka bir şey başladı. Ayaklarım karıncalanıyor, ciddi ciddi uyuşuyor. Tamam buraya kadar, doktora gitmeliyim. Ama hangi doktora, ortopedist mi, nörolog mu, hangisi, üstelikte bu pandemi döneminde hiç hastanelere giresim yok, koronadan da korkuyorum. Kim korkmuyor ki?

·         4’ncü gün…

Artık hiç uyuyamıyorum. Sırtımın ağrısı yetmiyormuş gibi belim de ağrımaya başladı. Konuştuğum insanların hepsi doktor sanki, daha ne hissettiğimi bile anlatmadan hemen teşhisi koyuyorlar:

-Bu belinden anacım belli…

-Ağır bir şey kaldırdın mı? Sen adam olmazsın zaten…

-Bu kesin amud sidra (bel kemiği) rahatsızlığı, benim babamda da var…

-Korkma, bir-iki gün işe gelme, evde istirahat et geçer…

Kimisi de kas gevşetici ilaçlar almamı tavsiye ediyor. Alamam ki, böbreklerim de protein kaçağı var, kas gevşetici ilaçlar bana olmaz, böbreklerim için çok zararlı…Yetmiyor sıkıntılarım, ağrılarım, endişelerim, bir de herkese dert anlat… Çok sinirliyim, duvarları kırmak istiyorum…

·         5’nci gün…

Artık hiç merdiven çıkamıyorum. Bitti, olmuyor… Şimdi yeni bir problem daha başladı, ellerim de uyuşuyor ve karıncalanıyor. Hem sağ hem de sol elim. Ayaklarımdaki his ve güç kaybı giderek artıyor. Akşam eve geldiğimde saat yedide açılan mokede (nöbetçi poliklinik) gitmeyi düşünüyorum. Yarın Cuma, her yer öğlene kadar… Öbürü gün cumartesi, Şabat… Bir sağlık kuruluşu bulmak çok zor. İyi değilim.

Yine de hiçbir yere gitmedim, kısmen tembellik, kısmen itimatsızlık, kısmen korku, bilemiyorum. Aptallar gibi evde oturup rahatsızlığımın kendi kendine geçmesini bekliyorum.

·         6’ncı gün…

Problemler artmaya devam ediyor. Ellerimdeki uyuşukluk arttı. Parmaklarım öylesine karıncalanıyor ki, elimden çatal düşüyor, bilgisayarın tuşlarına istediğim gibi basamıyorum, farenin sağ tuşuna bastığımda, basabilip basamadığı anlayamıyorum, hissedemiyorum. Sırtımdaki ve belimdeki ağrılar daha da arttı. Şimdi ayak baldırlarımda da ciddi ağrılar başladı. Ağrılar artık yedi şiddetinde. Geceleri saat bire kadar ancak uyuyabiliyorum. Sonra kâh koltuk, kâh televizyon, sabahı zor ediyorum.

Bir ara Ramat HaŞaron’da oturan büyük kızımın yanına gittim. O zaman fark ettim ki yürümekte de problemler başladı. Ayaklarımdaki güç kaybı yüzünden yalpalıyorum, dengemi kaybediyorum. Arabama binerken bile zorlanmaya başladım.

·         7’nci gün…

Akşamı feci bir şekilde geçirdim. 10 dakika dahi uyuyamadım. Bütün gece sırtım, belim ve baldırlarım müthiş ağrıdılar. Ağrı çok şiddetli, ellerim ayaklarım devamlı karıncalanıyor ve uyuşuk. Ayaklarımda güç yok, yürümekte zorlanıyorum.

Sabah olunca eşim:

-Yürü dedi. Gidiyoruz…

-Nereye…

-Rofe mişpahaya (aile doktoru).

-Randevumuz yok.

-Durumun acile vardı, sen merak etme, ben halledeceğim, yürü gidelim…

Kimseye karşı gelecek gücüm kalmadı. Çaresiz giyindim. Çok yakında olan doktora gittik. Eşim güzellikle ama ısrarla ve vaz geçmeyen bir tutumla randevumuz olmadığı halde beni doktorun yanına soktu. Doktor Marina hemen sordu:

-Neyin var Aaron, ne oldu, arada kartını ver…

-Böyle böyle Marina, çok kötüyüm ve çok korkuyorum.

Marina’nın kulağı bende, gözü ekranda. Ben hala anlatıyorum, yok belim yok sırtım, ayaklarım…

-Tamam tamam Aaron anladım, sen LİTORVA (LİPİDOR-İSRAEL’DE LİTORVA) kullanıyorsun değil mi, 10 mg…

-Evet.

-Tamam suçlu o, anlattıkların bu ilacın yan etkileridir. Bazen olabiliyor.

-Marina, sen ne diyorsun, ben bu ilacı on beş senedir kullanıyorum.

-Tamam Aaron, biliyorum, ama endişelenme, ilacı kes, on gün sonra bana gel... Hadi iyi günler, korkma…

Çıktık. Moralim bir anda düzelmişti. Demek ki ciddi bir şey yoktu. İlacı kullanmayacaktım ve ortalama 10 gün sonra iyileşecektim. Hafta başı olmasına rağmen işe gitmedim. Bütün günü neredeyse bilgisayar başında geçirdim. Gerek LİPİDOR’u gerekse bütün bu gurup ilaçları (kolesterol ilaçları – statinler) ile ilgili ne varsa okumaya başladım. Marina haklıydı, evet bütün belirtiler bana uyuyordu. Kahrol LİPİDOR…

·         8’nci gün…

Gece tam bir kâbus oldu. Ağrılar dokuz şiddetine çıktı. Resmen kıvranıyorum. Ellerim ve ağzımın içi soğuk suya karşı hassasiyet göstermeye başladı. Soğuk suyla, yani normal musluk suyu, ellerimi yıkayamıyorum, soğuk su içemiyorum, bütün gece adale ağrılarından ne oturabildim ne kalkabildim ne yürüyebildim, ağrı kesici olarak 50 damla OPTALGİNE alıyorum, bana mısın demiyor.

Bin bir güçlükle sabah oldu. Saat 7 de eşim kızlarımı aradı, babanız bu durumda diye, küçük damat (Saar) hemen Maccabi (sağlık sigorta şirketi) doktorunu genel santralden aradı ve ulaştı. Anlattı, dinledi ve doktorla olan telefonu kapattı, bana “hazırlan, ben hemen geliyorum, ambülans yolda” dedi.

Kontrol benden çıkmıştı. Artık sadece denilenleri uygulamaktaydım. Giyindim, eşim ufak bir çanta ayarladı ve ambülans geldi. Saar’da yetişti, aslanım benim Allah kızlarımın, torunlarımın, damatlarımın eksiklerini göstermesin, ambulans ekibi iki genç kız ve bir delikanlı, tansiyon, ateş gibi ölçümlerimi yaptılar, ben tekerlekli bir iskemleye koyarak ambulansa götürdüler. Yarım saatlik yol boyunca kızlar neredeyse ayakkabı numarama kadar her şeyi sordular ve ellerindeki tablete not ettiler.

Tel Aviv’deki İhilov hastanesine gelmiştik.

Bu yazıyı burada kesiyorum sevgili dostlar. Çünkü her şeyi çok detaylı anlatmak istediğim için uzadı da uzadı. Ancak bilmenizi isterim ki neredeyse benim yaşımda herkesin kullandığı bu ilaç hakkında sizleri bilgilendirmek istedim. Daha anlatacağım çok şeyler var, araştırmalarım sırasında neler öğrendim neler, yarına inşallah… Araştırıp bütün öğrendiklerimi sizlerle paylaşacağım.

Esen kalın…

Aaron Baruch (Ankaralı)


7 Kasım 2020 Cumartesi

PANDEMİNİN BOZDUĞU AYARLAR…

 




Ne yazık ki bu kahrolası pandemi dünyada ve ülkemde pek çok cana mal olmasının yanında birçok dengeyi de bozdu. Ekonomiden siyasete, sosyal yaşamdan psikolojimize kadar her şeyi alt üst etti.

Bir de akılları karıştırdı. İsrail’de okuyan Türkiyeli Yahudi gençler var. Bunlar ülkenin çeşitli üniversitelerinde eğitim görüyorlar. Esasında bu konuda pandemiden evvel de bir sıkıntı vardı. Bazıları ole hadaş (*) olan bu gençler İsrail’in göçmenlere tanıdığı bütün haklardan yararlanıyorlar. İsrail vatandaşları devlet üniversitelerinde okumak için para öderken (yıllık 11.000 şekel civarında) göçmen haklarından yararlanan bu gençler bedava okuyorlar. İsrail’deki Türkiyeliler Derneği de elinden geldiğince, karınca kararınca bu gençlere maddi yardım yapıyor, gerektiğinde de pek çok sorunlarına da çözüm buluyor. Üç yıllık eğitimden sonra bu gençlerin bazıları, dünyada ilk 500’e ya da ilk 1000’e giren bu kıymetli okullarını bitirince kalkıp Türkiye’ye geriye dönüyorlar.

İşte bu kanıma dokunuyor.

İsrail’in sana tanıdığı bütün olanakları sonuna kadar kullan, yararlan, okulun bitince diplomayı kap, askerlik de yapmadan kaç git. Olmadı arkadaşım. Kararını keşke baştan verseydin. Devletin göçmenlere tanıdığı pek çok maddi ve sosyal hakkı cebe indirmek için mi ole hadaş oldun?   Bana bu hırsızlık gibi geliyor. Benim ödediğim vergiyi çalıyorlar. Çocuklarımın çalışarak kazandıkları paradan ödedikleri vergileri çalıyorlar. Torunlarımın hakkını çalıyorlar. Yetmedi, Türkiyeliler Birliğinin bin bir güçlükle topladığı ve Türkiyeli öğrencilere verdiği destek paralarını ceplerine indiriyorlar. Keşke kararınızı baştan verseydiniz… Dönecekseniz ne diye ole hadaş oldunuz, sırf olanakları cebe indirmek için mi?

Bu pandemiden evvel de var olan bir sıkıntıydı ve özellikle Turkanozlar (*) bu durumdan rahatsız oluyorlardı.

Şimdi gelelim pandeminin yarattığı kafa karşılıklılığına. Bilindiği gibi mart ayında uçak seferleri iptal oldu. Ülkeler bütünüyle kapandı. Kimse pandeminin bugünkü boyutlara ulaşabileceğini öngörmedi. Birkaç ay sonra açılırız diye düşünüyorduk.

Ama öyle olmadı. Eğitim online’a döndü. Bu arada İsrail’de okuyan Türkiyeli öğrenciler İsrail’de kapalı kalmaktansa Türkiye’ye dönüp ailelerinin yanında bu dönemi atlatmayı düşündüler.

Bu gençlerin kurulu bir düzeni vardı. Neredeyse hepsinin arkadaşlarıyla ortak kullandıkları bir evleri vardı. Eşyaları vardı. Çabucak geri döneceklerini ve eski düzene kaldıkları yerden devam edeceklerini düşünmüşlerdi. Ama öyle olamadı. Geri dönemediler ve İsrail’de ikinci dalga başladı ve korona aşırı yükseldi. Bulaştırmada dünyanın en tehlikeli ülkesi oldu. Ülke yeniden kapandı. Bu arada oldukça yüksek olan kiralar işliyor elbette. Bu gençler İsrail’de kalan arkadaşlarından, akrabalarından yardım istediler. Evler boşaltıldı, eşyalar bu toplanma sırasında kısmen ziyan oldu, kısmen kutulara konup ve bir yerler kaldırıldı. Şimdilik durum bu merkezde, bu gençler ne zaman geri dönüp eğitimlerini bitirecekler veya diplomalarını da online mı alacaklar belli değil. Geri dönerlerse yeniden ev mi kuracaklar, yeniden eksilen eşyalarını satın mı alacaklar, kimilerinin çok az bir eğitimi kaldı, bu kısa süre için bu paralar harcamaya değer mi, cevabı olmayan sorular.

Ancak ortaya beklenmedik başka bir durum çıktı. Özellikle yaz aylarında İsrail’deki sıkı çalışmanın arkasından Bodrum, Alaçatı, Çeşme’deki dolçe vita gençlerin ayarını bozdu. İsrail ile kıyaslandığında inanılmaz bir hayat standardı farkı var. Burada çok zorlanan gençler oralarda arkadaşlarının yaşadıkları hayatı görünce kafaları karıştı.  İsrail’e nazaran oldukça ucuz olan ve Türkiye’de bir de artan döviz kurları yüzünden hayat neredeyse bedava noktalara geldi. Lüks daha kolay satın alınır oldu.  

Şimdi bu gençler pandemiden sonra İsrail’e dönmekte kararsızlar. Bu gençlerin bazılarının cebinde İspanya ya da Portekiz pasaportu bulunuyor. Kimileri bu pasaportların verdiği Avrupa olanaklarını kullanmayı, kimi ise Amerika belki de başka yerleri düşünüyor. İsrail hedefleri sislerin gerisine itildi.

Zaten UÖML’nden mezun olan gençlerin İsrail tercihi çok kuvvetli oranda değil. Bu okuldan mezun olanların %65’i yurt içinde, %35’i yurt dışında eğitim planlıyor ve bunların %82’si Avrupa’yı, %9’u Amerika’yı tercih ediyor. Yurt dışında eğitim almayı planlayan UÖML öğrencilerinden ancak %9’u İsrail’i tercih ediyor.  Bir başka deyişle mezun olan gençlerin sadece %3’ü İsrail’i düşünüyor. Sizin anlayacağınız mezun olan bu gençler İsrail’i eğitim almak için ve hayata başlamak için pek tercih etmiyorlar. Türkiye’den bakıldığında İsrail ne yazık ki, kuru fasulyenin olmadığı, boğazda balık yenilip rakı içilmediği bir sığınak ülkesi konumunda. Yazık.

Kimseye tavsiyede bulunmak gibi bir hata yapmayacağım. İsrail, İsrail’i sevenlerin ülkesidir. Başkalarına ait saraylarda yaşayacağıma kendi küçük evimde yaşarım. Kumuna da sıcağına da sığınağına da razıyım. 60 sene kirada yaşadım. Şimdi evimdeyim. Allah eksikliğini göstermesin.

Aaron Baruch (Ankaralı)

(*) Ole hadaş:. İsrail’e göç edenler ole hadaş denir.

(*) Turkanoz: İsrail’de yaşayan Türk asıllılar.