30 Haziran 2018 Cumartesi

GERÇEK BU, GEÇMİŞ OLSUN…










Değerli okurlar,

Gerçekleri değiştirmemiz ne yazık ki olanaksızdır. Kabul etmemiz zor ama Türkiye, 24 Haziran 2018 seçimlerinde ne yazık ki yine Erdoğan’ı seçmiş ve ülkeyi ona teslim etmiştir.

Bunun sebeplerini, sonuçlarını, Türkiye’yi nasıl bir geleceğin beklediğini tartışabiliriz. Ama Türkiye’nin, önümüzdeki belki de on yıldan fazla bir süre için Erdoğan’ın insafına teslim edildiğini tartışamayız. Seçim oldu ve o kazandı. Bu iş bitti. Yeni yönetim şekli ve kazandığı seçim ile artık Erdoğan, Türkiye’nin cumhurbaşkanı veya başkanı, reisi, diktatörü, sultanı, padişahı, kralı ya da ismi ne ise tek adamıdır.

Şimdi artık gerçeklerin farkına varmanın zamanı. Efendim; ordu komutanı Muharrem İnce’yi aramış, tehdit etmiş, ortada silahlar varmış, iç savaş çıkacakmış. Yahu bu inanılacak bir şey mi? Bırakın Allah aşkına… Bu tip komplo teorilerine inanmak saçmalıktır, gerçekleri görmek istememektir. Boş verin bunlara, kabul etmek istemediğimiz gerçeklere kılıf bulmaya çalışmayalım.

Seçimi o kazandı, Türkiye onu seçti. Nasıl olduğu da çok çok önemli değil. Kabul etmek zorundayız, sonuç bu!

Erdoğan’ın “muasır medeniyetler” yolundaki Türkiye’ye verdiği zarar ne yazık ki kolay kolay düzeltilemez. Türkiye, batılılaşma yolunu terk edip giderek Araplaşmaktadır. Artık kabul etmeliyiz ki bu memleket İslamcı bir zihniyetle idare edilmektedir. Müslüman ülkeler arasındaki tek demokrasi kalesi Türkiye idi, şimdi o tek kale de düştü.

Cahil Türk halkı karanlık tarafı seçti. Geçmiş olsun.

Bundan sonra neler olacağını bu pencereden bakarsak daha net görürüz. Türkiye’nin ne eğitimi, ne adaleti, ne basını, ne ekonomisi ve ne de demokrasisi bundan sonra bizim anladığımız anlamda daha iyiye gitmeyecek. Bunu kafamıza soksak iyi olur. Diğer İslam ülkelerine bakın, Türkiye’nin geleceğini görün.

Cahil Türk halkı karanlık tarafı seçti. Geçmiş olsun.

Türk – İsrael ilişkilerine bu gerçekler ile baktığımızda ne yazık ki iyi bir şeyler ümit etmek mümkün değil. Erdoğan’ın Türk İsrael ilişkilerine verdiği zararı tamir etmek olanaksız boyutlarda. Bu iktidar gitse bile bu ilişki on yıllarca düzelmeyeceği gibi yalanlarla dolanlarla kandırılan Türk halkının İsrael’e ve Yahudiler’e olan düşmanlığı nesiller boyu düzeltilemez.

Türkiye’de yaşayan Türk Yahudileri de artık bu gerçekleri kabul etmeliler. Bu kardeşlerim bir okulda panoya asılan insanı kahreden insanlık dışı, ırkçı o yazılara da şaşırmasınlar. Yazılsa da yazılmasa da Türk halkının İsrael ve Yahudiler için düşündükleri bu. Gerçeği kabul etmenin zamanı sizce daha gelmedi mi? Hala bir “değişim”  ümidiniz mi var?

Türkiye dünyanın en Yahudi ve İsrael düşmanı ülkesidir. Ne yazık ki gerçek bu...

Artık Türk Yahudileri bazen sırf Yahudi oldukları için işe alınmayacaklar. Okullarda ve geniş toplumda, yazılı ve görsel basında her fırsatta İsrael ve Yahudiler aşağılanacak. Sokaklara ve reklam panolarına Yahudi ve İsrael düşmanlığı içeren panolar asılacak. Mahkemelerde zaten olmayan adaleti aramaktan hepten korkacaklar. Yahudi olduklarını gizlemek zorunda kalacaklar ve isimlerini hepten Türkleştirecekler. Ticaret hayatında geri bırakılacaklar. Türk halkı Yahudiler ile giderek daha az alış veriş yapacak. Türk İsrael ilişkilerinde çıkan her problem sonucunda hedef gösterilecekler.

Bütün bunlar zaten olmakta. Bütün bunları ve hatta daha fazlasını görmek istemeyen, görmemezlikten gelenler için artık kabul etme zamanı.

Gerçek bu. Geçmiş olsun.

Aaron Baruch   (Ankaralı)

21 Haziran 2018 Perşembe

ALİYA 2018










Değerli yazar Ralf Arditi bu haftaki yazısında Türkiye’den aliya yapanların acaba bu günleri evvelden görerek mi bu kararı aldıklarını sorguluyor…

Elbette doğrudur. Çarşambanın geleceği salıdan bellidir. Türkiye’deki Yahudiler doğdukları, büyüdükleri, yaşadıkları ülkenin nereden nereye geldiğini görmüyorlar mı? Elbette görüyorlar. Bu yüzden aliya yaptılar (göç etmek) ve yapmaya devam ediyorlar.  

Peki diğerleri neden kıpırdamıyorlar? Onlar durumun farkında değiller mi?

Elbette onlar da her şeyin farkındalar, ama… Aması var işte…

2017 yılında Türkiye’den İsrael’e göçte rekor kırıldı. 450 kişi (yaklaşık) göç etti ve İsrael’de yaşamaya başladı.

2018 yılında farklı bir tablo ile karşı karşıyayız. Şu ana kadar Türkiye’den aliya yapanların sayısı yetmiş kişi civarında. Bu yaz yüz kişinin daha gelmesi bekleniyor. Oldu sana yüz yetmiş  kişi. Yani taş patlasa bu sene Türkiye’den gelecek göçmenler iki yüz kişi olur. Peki, ne oldu da bu sene geçen senenin yarısına bile ulaşamıyoruz? Göç neden azaldı? Bu yazımda elimden geldiği kadar bu konuyu irdeleyeceğim.

(Bu sayıları kafadan filan da atmıyorum. Türkiyeliler birliğinin yetkilileri ile konuştum. İsteyen sorabilir.)   

Daha evvelki yazılarımda da üstüne basa basa belirttim. Özellikle 2010 yılından sonra Türkiye’den İsrael’e göçün ana nedeni çocukların eğitim problemidir. Türk Yahudi aileleri çocuklarını alışıla geldiği gibi özel liselere, yabancı okullara artık gönderemiyorlar. Çünkü çok çok pahalı. En ucuzu 30 bin 40 bin lira civarında. Çok daha pahalıları da var. Üstelik bir de bunun servisi, yemeğini filan da cabası. İki çocuk okutan bir aileyi düşünün. Kim bu masrafın altından kalkabilir?

Devletin okulları ise bir alternatif değil. Arzu edilen eğitimi vermekten çok uzak. Bir de birden bire velilere “efendim, bizim okulumuz umumi arzu üzerine imam hatip lisesi oldu” deyiveriyorlar. Hadi bakalım ayıkla pirincin taşını…

Üniversiteler ise tam bir felaket. Zaten az sayıdaki değerli profesörler, ya kendileri ayrıldılar, ya devlet tarafından açığa alındılar, bazıları Fetöcü diye suçlandılar, kimileri sürüldü, yani doğru dürüst hoca kalmadı. Türk üniversiteleri dünya sıralamasında çok çok gerilerde... Bu üniversitelerden mezun olanlar ise diplomalı işsizler ordusuna katılıyor. Çünkü aldıkları eğitim bir işe yaramıyor.

Eğitim problemini dışında duyarlı aileler çocuklarının istikbalini de düşünmekteler. Elbette ki Yahudi, Müslüman, kim olursa olsun çocuğuna kendi dininden, kendi kültüründen birisi ile evlendirmek ister. Ama Türk Yahudi cemaati o kadar küçüldü ki artık gençler biri birilerini bulamıyorlar. Karışık evlilikler aldı başını gitti. Bu da göç etmenin bir başka nedeni.

Elbette hayata yeni atılacak gençler için Türkiye’nin ekonomisi de önemli. Ülke battı batıyor. Dolar 5 liraya dayanmış. 2018 yılı kayıplar % 20. Parayla para kazanma devri çoktan bitti. Perakendecilik ölmüş. Kapalıçarşı’da Beyoğlu’nda dükkânlar kapanıyor. Büyük şirketler teker teker bankalardan borçlarını yeniden yapılandırmasını istiyorlar. Ekonomistler uyarıyorlar, Türkiye ekonomisi intihara gidiyor diyorlar.

Yahu artık Türkiye öyle bir duruma gelmiş ki, Erdoğan’ın ve Ak Partinin seçimi kazanmasının daha hayırlı olacağı görüşünde olan Türk Yahudileri bile var… Yani, pes diyorum başka bir şey de demiyorum… Durum o kadar çaresiz yani…

Türkiye’nin adaletinden, basınından kadın cinayetlerinden çocuk istismarlarından filan hiç bahsetmiyorum bile… Hele İsrael ve Yahudi düşmanlığına hiç değinmek istemiyorum.

Eeee, daha ne bekliyorsunuz, kıpırdasanıza…

İşte zurnanın zırt dediği yer burası. O iş öyle kolay değil.

Gelebilenler geldi, bir kısmı hala sayı azalsa da geliyor. Azalarak da olsa daha da gelecekler.

Gelmeyenler niye gelmiyorlar? Ya da gelemiyorlar?

Adam lisan bilmiyorsa, iyi derecede bilgisayar kullanamıyorsa, mühendis doktor gibi geçerli bir mesleği yoksa, çalışmadan evde oturarak bu pahalı ülkede yaşamaya yetecek kadar para sahibi değilse nasıl gelecek?

Gelemiyor, korkuyor işte...

Gelecek de İsrael’de nasıl hayatını sürdürecek?  Adam telefonunu bile kullanmaktan aciz, ben orada ne yaparım diye düşünüyor, lisan bilmiyor, mesleği yok, zor, çok zor yani…(Eklemekte mahzur görmüyorum, ben de geldiğimde pazarcılık bile yaptım)

Gelemiyor, tırsıyor işte...

Yada, tamam gelecekte, bütün varlığı Türkiye'de. Evini şimdilerde satamıyor, değerinin çok altında, işini kapatamıyor, kapatsa bütün varlığı uçacak, ya da yaşlı büyükleri var, onları götürse götüremiyor, bıraksa bırakamıyor, veya kendi gidecek de çocukları torunları gidecek durumda değil. Gitmek de istemiyor. gelin ayak diriyor, torun genç kız olmuş, ben arkadaşlarımı bırakıp gitmem diyor. Başa çıkmak imkansız. 

Gelmek istiyor ama gelemiyor...Gelemez de...

Amaaaa, eğer henüz çocuk büyütüyorsan ve çocuğunu düşünüyorsan, onu seviyorsan atacaksın kendini uçağa, geleceksin arkadaş. Bir nesil kendini harcayacak. Çocuğunu burada büyüteceksin. O İbraniceyi de İngilizceyi de burada öğrenecek. Dünyanın en iyi üniversitelerine gidecek. İcabında garsonluk yapıp okul parasını çıkartacak. Korkmayın. İsrael’in çocukları kendilerini kurtarır. Size de hiçbir şey olmaz, her kes becerdi, siz de becerirsiniz, korkmayın… Analarımız, babalarımız çok çok daha zor şartlarda, çadırlarda yaşayarak icabında savaşarak bu ülkede tutundular, bu gün şartlar elbette çok daha kolay…

Son çare sen gelemiyorsan onları göndereceksin. Burada o gençlere yardım etmek için çırpınan insanlar çok... Burada, orada olduğundan çok daha emniyette olacaktır, kendine bakmayı da öğrenecektir, korkma...

Ve dostlar, inanın ki değer. Her türlü zorluğa değer. Bir kaç senede her şey yoluna giriyor. 62 yaşında çok sınırlı imkânlarla geldiğim bu ülkede ilk birkaç seneden sonra iyi ki gelmişim demediğim bir gün yok. 

Medeniyet, yaşadığın ülke ile her gün gurur duyacağın bir olay, gece yarısı sokağa çıkıp avazın çıktığı kadar OHHHH BEEE diye bağırasın geliyor.

Hele hele kendi memleketinde yaşamanın ve  özgülüğün tarifi mümkün değil. İnanın her şeye değer. 



Aaron Baruch  (Ankaralı)




16 Haziran 2018 Cumartesi

YERUŞALAYİM














Yıl 1947.Günlerden yirmi dört Mayıs cumartesi.  Yer Yeruşalayim’in surlar içerisinde kalan eski şehirdeki (old city)  Ermeni Manastırı.

Ürdün’lü Araplar’la çarpışan Yahudiler, kuşatma altındaki Yeruşalayim’in,  içinde dua tepesinin ve Kotel’in de (Ağlama duvarının olduğu alan)   bulunduğu bu bölgesini sonuna kadar savunmakta kararlıydılar. Ama sona gelinmişti.

Bir sedyede yatan İngiliz kızı Esther Cailingold can çekişiyordu. Korkunç acılarını hafifletecek morfin de kalmamıştı. Yanında yatan yaralı, bir ihtiyarın gelerek, kızın üzerine eğilip elindeki tek uyuşturucuyu -bir sigara- kıza verdiğini gördü. Esther sigarayı almak üzere elini uzattı. Ama sonra indirdi kolunu.

-Hayır diye mırıldandı, bugün shabbat.

Bunlar genç kızın son sözleri oldu. Birkaç dakika sonra komaya girdi. Eski mahalledeki savaş sırasında başına bir şey gelebileceğini düşünerek beş gün önce annesiyle babasına yazdığı mektup yastığının altındaydı. Genç İngiliz kızının bıraktığı vasiyetname idi bu.

Sevgili anneciğim ve babacığım,
Benden gelebilecek bütün haberleri dilediğim serinkanlılıkla kabullenmenizi rica etmek üzere size yazıyorum. Zor bir savaş sürdürüyoruz. Cehennemi tanıdım, ama savaşın sonunda umutlarımızın gerçekleşeceğini göreceğimizden emin olduğum için, bu zahmete değiyor. Hayatımı doludizgin yaşadım, burada topraklarımızın üzerinde yaşamak bana çok tatlı geldi.
Yakında bir gün, hepinizin buraya geleceğinizi ve mücadelemizin ürünlerini tadacağınızı umuyorum. Mutlu olun ve beni sadece sevinçle hatırlayın.
Şalom,
Esther.

Genç kızın yanında uzanmış yatan kızıl sakallı dev, kızın soluğu gitgide hafiflemeye başladığında hıçkıra hıçkıra ağlamaya koyuldu. Dışarıda Esther’in uğruna can verdiği mahalleyi kasıp kavuran alevler, geceyi kızartıyor ve karanlığa kıvılcım kümeleri fırlatıyordu.

Karanlıkta sedyede kan revan içerisinde yatmakla olan kızıl sakallı dev Yeshuva Cohen, çocukken sık sık okuduğu Tora’nın (Yahudiler ’in kutsal kitabı) bir ayetini hatırlıyordu. Önce hafiften, sonra gitgide daha da yüksek perdeden, bas ve derinden  gelen sesiyle ve olanca gücüyle, ortalığı çınlatana dek bu ayeti okumaya koyuldu. Karanlıkta yatan çevresindeki öteki yaralılar da ona katıldılar. Yüksek kubbelerin altında az sonra bir gurur şarkısı, bir meydan okuma yükseldi.

-Yehuda kan ve alev içinde yok olacak, kan ve alevden doğacak yine…

Yahudiler Yeruşalayim’in bu en eski mahallesini savunmaya muvaffak olamamışlardı. Sonunda sağ kalan otuz bir Haganah askeri Kızılhaç’ın aracılığıyla teslim oldu. Sıra Yahudilerin, Yeruşalayim’in bu kutsal bölgesini terk etmesine gelmişti. 
.
Çağdaş Yahudi tarihinin en kısa ve acı sürgünü güneş batmadan az önce başladı. Yahudi mahallesinde oturanlar, Sion kapısını Yeni Şehir’den ayıran beş yüz metrelik yolu geçmek için yürümeye başladılar. Yeruşalayim’in eski surları içerisinde iki bin yıl neredeyse kesintisiz süren Yahudi varlığı sona eriyordu.

Atalarının alınlarını sürerek parlattıkları kutsal duvarlarının, öteki kalıntılarla birlikte yok edilmesinden korkuyorlardı.

Sürgünler Sion kapısından geçmeye başladıklarında yağmacılarla başıbozukların çıkardığı yangınlar Yahudi mahallesindeki evlerini yakmaya başlamıştı bile…

En acınacak görüntüyü ihtiyarlar meydana getiriyorlardı. Belleri bükülmüş, sakalları pis, takkeleri yağlı, arkalarında, öğrenmekle geçen bütün bir hayatı bırakıyorlardı. Bir talih sonucu evlerinin önünden geçenler kafileden ayrılarak, kapılarındaki mezuzaları (Her Yahudi’nin evinin kapısında bulunan içinde Tora’dan pasajlar bulunan kutucuk) öpüyorlardı.
Sion kapısına varırlarken, yaşlı bir haham aniden sıradan çıktı. Ve Antione Albine adlı Hristiyan Arap’ın  kollarına koca bir paket bıraktı.

-Sinagogun kutsal bir eşyası dedi. Size emanet ediyorum. Koruyun bunu.

Otuz üç metre uzunluğundaki ceylan derisinden parşömene elle yazılmış yedi yüz yıllık bir Tora’ydı bu.

Albine bunu on bir yıl sakladı. Sonra Yeruşalayim’in Arap mahallesini ziyarete gelebilen ilk hahama teslim etti. Seçkin bir bilgin olan ve Siyonizm’e karşı görüşleriyle tanınan haham Eimer Berger, Tora’yı bir New York sinagoguna armağan etti.

1967 Haziranında altı günlük savaşta İsrael, zamanın Ürdün kralı Hüseyin’den iki kere Yeruşalayim’e yönelttiği top ateşini kesmesini istedi. Ürdün ateşe devam etti.  Sonunda İsrael paraşütçüleri kırk sekiz saat süren çarpışmalardan sonra on dokuz yıl evvel terk ettikleri eski şehri geri aldılar. Bu zaferin ardından allak bullak olan kalabalık, kutsal Ağlama Duvarına koştu. Paraşütçüler, kendilerinden geçen hahamlar, bakanlar, kadınlar, çocuklar şükran dualarıyla hıçkırıklarla duvarlarına kavuştular. Kalabalığın arasında 1948 yılında burayı savunmak için canlarını vermeye hazır iki komutan da vardı. Dov Joseph ve David Saltiel…

Yahudiler’i, kendileri için kutsal Ağalama Duvarına, bölgenin Ürdün hâkimiyetinde olduğu on dokuz yıl boyunca yaklaştırılmadılar, ziyaretlerine izin verilmedi.

1967 yılında bölge İsrael hâkimiyetine geçtiği günden beri her inanıştan insana ibadet serbesttir. Müslümanlar için kutsal Kubbetüs Sahra ve Mescid-i Aksa Ürdün’e bağlı İslami vakıf tarafından yönetilmektedir. 

İslami Vakıf, bu mekâna Yahudilerin girmesini yasaklamıştır. Bu gün hala bu yasak sürmektedir.

Oysa İsrael, mekânın yönetimini İslami Vakıf’a kendi elleriyle teslim etmiştir. Hem de bölge İsrael’in eline geçtiğinin ertesi günü… Ne kafa be!

Bir gün Yeruşalayim’e gelirseniz Kotel’e geldiğinizde, bizlerin burayı ziyaret edebilmemiz için kanlarını canlarını veren insanların ruhlarına  bir kadiş (Yahudiler’in ölünün arkasından okuduğu dua) okuyun ve onların aziz hatıralarını bir kez daha anın. Bastığınız o taşların her birinde, o kahramanların kanları olduğunu unutmayın.

Aaron Baruch   (Ankaralı)

Kaynakça : Nerdeyse yazımın tümünü  Kudüs ey Kudüs   - (Dominique Lapierre / Larry Colins) kitabından aldım. İsrael ve Yeruşalayim hakkında bilgi edinebilmek için bu günlerde yeni bir baskısı da yapılan bu kitabı şiddetle tavsiye ederim.

1 Haziran 2018 Cuma

ERDOĞAN GİDERSE BU ÜLKE KURTULUR MU?














Türkiye’de iktidar, daha evvelki söylemlerinin tam aksine, durup dururken niye birdenbire erken seçim kararı aldı? Hatta bırakın erken seçimi  baskın”  seçime gidiyor?

Çünkü Türk ekonomisi çöküyor. Bırak çökmeyi, Türkiye batıyor…

Gelmekte olan ekonomik kriz o kadar büyük ki tsunami gibi, önüne ne katarsa alıp götürecek. İşte bu bahsettiğim kriz patlamadan, bir an evvel bir seçim yapıp koltuğa sıkı sıkı yapışma peşindeler.

Hatta bana kalırsa korkuları o kadar büyük ki, eğer olur da hile ile dahi seçimi kaybederlerse, belki de yargılanacaklarından korkuyorlar. Durum o kadar kötü yani…

2018 yılında dolardaki kayıp % 20. Türk halkı beş ayda varlığının beşte birini kaybetti. Dövizin müdahalelerle filan ateşi söndü diye sakın aldanmayın. Doların değeri bu gün beş liranın çok üstünde.  

Merkez bankasının müdahaleleri hikâye… Faizler olması gereken yerin çok altında. Üstelikte sarayın emrindeki merkez bankası,  faiz silahını çekmekte çok geç kaldı. Artık bir işe yaramaz. Onlar da biliyorlar bunu, “işte seçime kadar idare etsin yeter” kafasındalar. Patlayan yerlere yama yapıyorlar yani… Geçende merkez bankası piyasalara bir müdahale etti, fatura 12 milyar dolar… Ne işe yaradı, hiç…  

Türk milletinin parası bu…  Günahtır be ! Yazıktır bu millete…

Sonra da  “dış güçler, komplo teorileri”  hikâyeleri. Güya dış güçler doları indiriyorlarmış, çıkartıyorlarmış filan. Boş versene.  

Eyyy Türk milleti, yeme artık bu palavraları… Uyan, bu giden senin paran…

Türkiye artık şaibeli merkezlerden yüzde 16, yüzde 17 tefeci faizi ile borçlanıyor. Yahu, millet % 1’ler ile, % 2’ler ile borçlanırken siz niye böyle? Çünkü Türkiye artık çok riskli bir ülke. Ancak böyle para bulabiliyor.

Üstelik alınan paraları çok daha ucuza yandaş inşaat firmalarına kredi diye veriyorlar. Aradaki farkı devlet ödüyor.

Yani sen ödüyorsun eyyy Türk milleti… Bu senin paran…

Üstelik para hiçbir getirisi olmayan çimentoya, inşaata gömülüyor, yani ziyan olup gidiyor…

Ekonomi bakanı Ali Babacan,
Merkez bankası başkanı Süreyya Serdengeçti,
Merkez bankası başkanı Erdem Başçı,
Şimdiki Ekonomi bakanı Mehmet Şimşek,

Bunların hepsi sarayı dinlemedikleri için vatan haini ilan edildiler…

Reza Zarab olayına hiç girmeyeceğim bile…

Devlet bankalarının verdiği kredilerle, yandaş firmalar tarafından yapılan bütün bu köprüler, yollar, hava alanları hastaneler var ya, bunların hepsine geçiş garantileri, yolcu garantileri hatta hasta garantileri verildi. Adamlar derenin taşıyla derenin kuşunu vurdular, kârlarını aldılar gittiler. Türk milleti de birkaç nesil boyu, geçmediği köprünün, kullanmadığı yolun parasını ödeyecek.

Yazıktır bu millete be, günahtır…

Şimdi, bu günkü bu iktidar giderse ne olacak işler düzelecek mi? Keşke evet diyebilseydim. Hayır düzelmez.

Erdoğan sebep değil, bir sürecin sonucudur. Onun gitmesi sorunu çözmez.

Sorun onu iktidara getiren, defalarca seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallerine rağmen körü körüne peşinden giden halkın bir bölümüdür. Bu halk yığınının, Anadolu gelenek görenek ve ahlakla, haram helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur.

Köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan, yalandan pay kapmaya çalışan “ben de isterem” çığlıklarıyla ve saldırganlığıyla öne çıkan topluluktur bu…

Şehirler kaçak mahallelerle, üzerinde demir filizler bırakılmış sıvasız çirkin yapılarla doldu. Suç oranı, kadına karşı şiddet, çocuklara cinsel taciz akıl almaz oranda büyüdü.

Bu kesimin hayatta en çok nefret ettiği model, uygarlaşma, kültür, temizlik ve eğitimdir. Kimse kendini aldatmasın. Bu kesim hangi yolsuzluk yapılırsa yapılsın, hangi skandal patlarsa patlasın liderinin arkasından gitmeye devam edecektir.

Adam çıkıyor meydana, “kredi kartı borçlarını satın alacağız, ikramiye vereceğiz, asgari ücret şu kadar olacak…”

“Yaşa, var ol, şak şak şak şak  …”

Yahu, hangi parayla satın alıyorsun, kimin parasından bunları ödüyorsun, soran yok, sorgulayan yok.

Devletin bütçesi yoktur, o bütçe halkındır, devletin bütçesi açık vermez, halkın bütçesi açık verir, bu paralar halkındır.

Halk bunları sorgulamadıkça, daha doğrusu sorgulayacak eğitim ve bilgi seviyesine gelmedikçe Türkiye bu krizlerden daha çoook yaşar…

Eğer bir gün Erdoğan’ın siyasi hayatı bitse bile, bu halk kendisine aynı onun gibi bir lider bulacaktır, ya da onu da kendisine benzetecektir.   Onun için Türkiye her on, bilemedin on beş senede bir böyle siyasi ve ekonomik krizler yaşamaya mahkûmdur.

Erdoğan bu sürecin bir sonucudur, bu olanların sebebi değildir.

Türkiye’de kafası çalışan, çalışkan iyi eğitim almış insanlar mühendis, bilim adamı olurlar.

Daha az eğitim alanlar ise ekonomi okurlar ve bu mühendislerin çalıştığı şirketleri idare ederler.

Eğitim seviyesi daha aşağıda olanlar ise siyasetçi olurlar, işte şirketleri parayı pulu yöneten onlardır.

Daha aşağıda eğitimi olanlardan askerler polisler çıkar. Siyasileri korkuturlar ve istediklerini yaptırırlar.

En az eğitim alanlar ise din adamlarıdır. Yukarıda bahsettiğim her kesime sözlerini geçirirler.

Bu döngüyü kıran ülkelerde işler iyi gider, kıramayan ülkeler de ise …

Esen kalın…

Aaron Baruch (Ankaralı)


Bu yazımdaki ekonomik verileri Prf. Dr. Elvan Karataş hocamın yayınlanan
söyleşilerinden aldım. Teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum.
Sosyal tespitler için ise eski milletvekili, müzisyen, düşünür yazar Sayın Zülfü Livaneli’nin “Erdoğan sebep midir, sonuç mu?” yazısından alıntılar yaptım.
Teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum.