30 Eylül 2018 Pazar

BİR CEMAATİN HAZİN SONU… IRAK YAHUDİLERİ VE AL FARHUD...










Değerli dostlarım;

İlk tapınağın ve Yaruşalayim’in yıkılmasından sonra Babil asırlarca Yahudiliğin merkezi haline gelmişti. MÖ.586 yılında gerçekleşen Babil sürgünü belgelenmiştir. Babil’de iki Yahudi akademisi kurulmuştu. Çift liderli Babil Akademileri uzun yıllar boyunca uyum içerisinde var olması Babil Yahudiliğini şekillendirmiştir. Babil Talmudu bu dönemde yazıldı. Düzenlenmesi 250 sene boyunca devam etti.

Irak Yahudileri bu uzun zaman içerisinde iyi günleri olduğu gibi zaman zaman da zor günler yaşadılar. Osmanlı 1638 de Irak’ı Perslerin elinden aldı. O günü Yahudiler  “yom nes” yani “mucize günü” adıyla bayram olarak kutlandılar. Bazı kaynaklar Irak’ın fethi sırasında Osmanlı Ordusunun % 10'unu Yahudilerin oluştuğunu yazar. 1900’lü yıllarda Bağdat’ın nüfusu 200.000 kişi idi ve bunun 50.000’i Yahudi’ydi.

Birinci dünya savaşının ardından orta doğu İngiliz Mandasının yönetimine girmişti. O yıllarda Irakta Yahudi karşıtlığı yoktu. Yahudiler kendilerini Yahudi dinine bağlı Iraklılar olarak görüyorlardı. Hatta bu yüzden Avrupa’da esen Siyon rüzgârları o topraklarda hiç rağbet görmemekteydi. Filistin’deki Arap-Yahudi kavgası, ya da bağımsız Yahudi devleti kurma çabaları Iraklı Yahudileri pek ilgilendirmiyordu.

1932 de Irak’ın bağımsızlığa kavuşmasında Yahudiler önemli roller üstlenmişlerdi. Hukuk ve posta sistemini kurdular. Finans ve ticaretin temellerini attılar. Irak’ın ilk maliye bakanı Yahudi Sassoon Eskell idi. O yıllarda çoğu Bağdat’ta olmak üzere Irak’ta 120.000'den fazla Yahudi yaşamaktaydı ve mutlu bir hayat sürüyorlardı. Bağdat’ta 28 Yahudi eğitim Enstitüsü vardı. Bunların 16’sı cemaate bağlıyken geriye kalanları özel kuruluşlardı. Bu okullara giden öğrencilerin sayısı 12.000 civarındaydı. Diğer öğrenciler ise yabancı veya devlet okullarında eğitim görüyorlardı. Yaklaşık 400 öğrenci tıp, hukuk, ekonomi eczacılık veya mühendislik okuyordu. Yahudilerin körlere hizmet veren bir okulu vardı ve bu okul Bağdat’ta türünün tek örneğiydi. Yahudilerin Bağdat’ta iki hastanesi vardı, fakirler bedava tedavi ediliyordu. Başka hayır kurumları da vardı. 1950’de çoğu Bağdat'ta  60 sinagog vardı ve bunlardan ancak 7 tanesi 1970'i gördü. Bu gün belki onlarda tarih olmuşlardır. Ya hükümet tarafından komik paralarla satın alındılar ya da el konuldular.

Yahudiler için zor günler Nazilerin Almanya’da iktidarı ele geçirmesi ile başladı. Bütün dünyada Nasyonal Sosyalizm yükseliyordu. Buna paralel olarak Irakta da Yahudi düşmanlığı hızla artıyordu.

Bu arada İkinci Dünya savaşı başlamış,  İngilizler ile Almanlar Irak’ta, petrol yüzünden kıyasıya savaşıyorlardı.

KALLEŞ İNGİLİZLER

1941 yılına gelindiğinde savaş İngilizler için iyi gitmiyordu. Tam bu dönemde İngilizler beklenmedik bir çıkış yaptılar. Filistin’de kendilerine karşı mücadele eden Yahudi  İrgun gurubuna yanaştılar. Hapiste tuttukları sabotaj konularında uzman İrgun liderlerinden biri olan Raziel’den, Irak petrol altyapısını yok etmesini istediler. Almanların Petrolden yararlanmaması gerekiyordu.  Raziel bir şart karşılığında teklifi kabul etti. Bu operasyon karşılığında İngilizler,  Irak’ta bulunan Nazi’den fazla Nazi yanlısı, azılı Yahudi düşmanı Müftü Emin El -Hüseyni’yi Filistin’de Yahudilere teslim edeceklerdi. Anlaşma olmuştu.

17 Mayıs 1941de Raziel üç arkadaşıyla paraşütle Irak’a indirildi. Ancak yolda İngilizlerin planı değişmişti. Almanlar kara savaşını kaybetmeye başlamışlardı. Geri çekiliyorlardı. İngilizler fikir değiştirdiler. Petrol ve alt yapısı sağlam kalmalıydı, çünkü İngilizlerin buna ihtiyacı vardı. Raziel üç arkadaşı ile birlikte İngilizler ’in verdiği bir araçla Bağdat yolunda ilerlerken nereden geldiği belli olmayan bir uçak arabayı vurdu. Raziel ve arkadaşları kurtulamadı.

SAVAŞI İNGİLİZLER KAZANIYOR

30 Mayıs 1941’de İngilizler Bağdat kapılarına gelmişler, Almanlar Irak’ta savaşı kaybetmişlerdi. Ertesi gün savaş sırasında Irak’tan kaçan eki Irak kralı, Bağdat’a doğru yola çıktı. Yahudiler sevinç içindeydiler. Almanlar gitmişti ve kral geri geliyordu. Her şey yoluna giriyordu.

Ne yazık ki durum gerçekte hiç de öyle değildi. Müftü Emin El-Hüseyni bir haftadan beri Iraklıları kışkırtıyor, her kötülüğün arkasında Yahudilerin olduğunu etrafa yayıyor ve katledilmeleri gerektiğini söylüyordu. Iraklılar içerindeki kıskançlığı harekete geçiren bu adama inanıyor ve katliama hazırlanıyorlardı.

AL FARHUD

1941 yılının Şavuot bayramı 1 Haziran gününe denk geliyordu. Kralı karşılamaya giden Yahudi heyeti geri dönerken Al Kuhr köprüsüne geldiklerinde çeteler arabaları durdurdular. Yahudileri araçlardan indirdiler ve dövmeye başladılar. Peşinden çoğunu vahşice linç ederek öldürdüler. Saldırılar kısa sürede tüm Bağdat’a yayıldı. Gözü dönmüş saldırganlar ele geçirdikleri Yahudileri Sokak ortasında öldürüyorlardı. Bütün şehir “muat al Yahud – Yahudilere ölüm” çığlıklarıyla inliyordu. Yahudiler ’in evleri sembolik “hamsa” figürü ile işaretlendi. Peşinden saldırganlar evlere girmeye başladılar. Kızlara ve kadınlara tecavüz ve yağma başladı. Ellerinde kılıç, hançer, satır ve balta ile saldırıyorlardı. Ailelerini korumak isteyenler vahşice öldürülüyorlardı. Ufak çocuklar ailelerinin gözleri önlerinde katledildi. Yahudileri işkence ile öldürüyorlar, sonra da cesetleri parçalıyorlardı. Bazı Müslüman Iraklı Araplar Yahudi komşularını korumak için hayatlarını bile tehlikeye atıyorlardı. İçlerinden ölenler oldu.



Evlerden sonra, Şavuot bayramı dolayısıyla kapalı olan Yahudilerin iş yerleri yağma edilmeye başlandı. Sinagoglara girildi. Toralar parçalandı ve yakıldı. Cinayetler, ateşe vermeler bütün gün ve gece devam etti. Olaylar başka kentlere de yayıldı.

Tarihçi Tony Rocca, Anılar – Off Eden kitabında İngiltere’nin Bağdat Büyükelçisi Sir Kinahan Cornwallis’in sırf kendi nedenleri ile Sir Winston Chuchill’den gelen “kenti ele geçirme ve güvenliği sağlama” emirleri bekleterek Yahudilerin katledilmesine seyirci kaldığını, o gece mum ışığında yemek yiyip daha sonra da briç onadığını yazmıştır.

Ertesi gün katliam aynen devam ediyordu. Nihayet öğleden sonra İngilizler kente girdi ve saldırganlara ateş açmaya başladılar. Bazı Yahudiler İngilizlere sıktıkları her mermi için para ödemeye başladı. Saat 17.00 de sokağa çıkma yasağı konuldu. Saat 19.00’a doğru olayların önü alınmıştı. Iraklı Yahudiler için geri dönüşü olmaya bir süreç başlamıştı.

Bu olay aynen Almanya’daki Crystal Night gibiydi ve tarihe Al Farhud adıyla geçti. Resmi kayıtlara göre 180 ya da 200 Yahudi öldürülmüş 2000’den fazlası yaralanmıştı. Yüzlerce kıza ya da kadına tecavüz edilmişti. Iraklı Yahudilere göre ölü sayısı 1000’den fazlaydı. Yahudilere ait binlerce bina yağmalanmış,  yakılmış ve tahrip edilmişti. Bu olaydan sonra Yahudiler bir daha asla rahat yüzü görmediler. Her fırsatta saldırıya uğradılar, aşağılandılar ya da boykot edildiler. 125.000 kişilik Irak Yahudi cemaati için Irak’ta hayat bitmişti. Kurtulmalıydılar ama nasıl?

IRAKLI YAHUDİLERİN ZOR GÜNLERİ

1948 yılında İsrael’in kurulmasından sonra Irak çıkardığı kanunlarla Yahudilerin hayatı zorlaştırılırken diğer Arap ülkeleri gibi İsrael’in güçlenmesini önlemek için Yahudi göçünü yasakladı. Eylül ayında her türlü Siyonist faaliyet yasaklandı. Ülkenin Yahudi ileri gelen zenginleri tutuklandı ve varlıklarına el kondu. Bunların arasında Şefik Ades’de vardı ve ilginç olarak kendisi Siyonizim karşıtlığı ile tanınıyordu. Ades tutuklandıktan kısa bir süre sonra idam edildi. Yahudiler şoktaydılar.

1948 yılında Yahudilerin bankacılık ve döviz işlemleri yapmaları ve finans sektöründe çalışmaları yasaklandı. Posta işleri demiryollarında ve kamuda çalışmaları engellendi. Yahudi okullarında tora dersi ve İbranice yasaklandı. Yahudi iş yerlerine boykotlar başladı. 1930’larda Almanya’da Hitler iktidara geldiğinde ne olduysa Irak’ta da aynısı olmaya başlanmıştı. Ancak bir fark vardı. Artık İsrael kurulmuştu

KAÇIYORLAR

1949 yılında Iraklı Yahudiler İsrael’in gönderdiği ajanların yardımıyla örgütlenmeye başladılar. Hillel bu örgütlenmeyi organize ediyordu. (Daha sonraları İsrael’de çok önemli bir siyasetçi olacak ve Irakta yaşadıklarını kitaplaştıracaktı) 1000 kadar Yahudi’yi İsrael’e kaçırmayı başardılar. Irak hükümeti Yahudilerin mal varlıklarının kaçırılmasını önlemek için 1 yıllık geçici bir kanun çıkarttı. Irak vatandaşlığından çıkma ve mal varlığını bırakma karşılığında göç etmelerine izin verildi.

Ancak Iraklı Yahudiler hala kararsızdılar. Gitsinler mi, kalsınlar mı? 1950 Nisanında Pesah bayramının son gününde Masuda Şemtov sinagoguna bir bomba konuldu. Üç kişi (bazı kaynaklara göre beş)   öldü. Daha sonra cemaate ait yerlere başka bombalar da konuldu. Bu olay tarihe Bağdat Bombalamaları diye geçti. Bombalar, göçü kuvvetlendirmek için korku yaratmak amacıyla Siyonistler tarafından mı konuldu,  yoksa Yahudi karşıtı Iraklı Araplar mı koydu, bu gün hala tam olarak aydınlatılmış değildir.

Sonuçta göç yasası çıkınca kayıtlar başladı. Iraklı yetkililer ilk etapta sekiz bin kişinin kayıt edileceğini düşünüyorlardı. Ancak 50.000 kişi kayıt oldu. Bağdat bombalamalarının peşinden kayıt olanların sayısı 80.000 e çıktı. Bu arada Siyonistler:  

eyy Siyon,  Babil’in kızından kaç,  İsrael sizi çağırıyor, Babil’den çıkın”  

yazılı bildiriler dağıtıyorlardı. 



İsrael de şoktaydı. Yüz binden fazla Yahudi’nin bir anda ülkeye gelmesi söz konusuydu. Üstelik İsrael Kuzey Afrika’da sıkışmış Yahudiler ile Avrupa’da soykırımdan kurtulan soydaşlarını vatana getirmek için elinden geleni yapmaktaydı. Daha kurulalı bir iki yıl olmuştu. Kaynaklar çok kısıtlıydı.  Fakat şoku kısa zamanda üzerlerinden attılar.

Ma baa, baruh aba (kim geliyorsa hoş geldi.) Anne çocuklarını bekliyordu. Evvel Allah hepsini doyururdu…

Ve operasyon başlatıldı. Hava köprüsü kuruldu.

EZRA VE NEHEMİAH OPERASYONLARI.

1950 ile 1951 yılları arasında 121.623 Yahudi Irak’ı terk etti. Kurulan hava köprüsü ile önceleri Kıbrıs üzerinden, daha sonra doğrudan Lod hava alanına getirildiler. (Ezra ve Nehemiah operasyonları) Arkalarında 2500 yıllık bir tarih ve muazzam bir servet bıraktılar.  15.000 Yahudi Irak’ta kalmayı seçti. 1952 de yeniden göç yasaklandı. Yahudilerin üzerindeki baskı her geçen gün artarak devam etti. 1970 de uluslararası baskıya dayanamayan Irak yeniden göçe izin verdi. Bu gün Irak’ta 10 kişiden az sayıda Yahudi yaşamaktadır.

İsrael, dünya Yahudilerinin anasıdır ve bu topraklarda her Yahudi’ye yer vardır.

Esen kalın.

Aaron Baruch  (Ankaralı)

Kaynakça : Değerli Facebook arkadaşım Sarp Obay’ın FARHAD yazısı. 
(Teşekkürlerimle)
Değerli grup arkadaşım M.Gormezin temin ettiği Philippe Boukara’nın yazısı. (Teşekkürlerimle)
Vikipedia
Şalom gazetesi Arşivleri Dellevi – Almaleh yazısı






28 Eylül 2018 Cuma

İNANILMAZ BİR MOSSAD OPERASYONU…








Değerli dostlarım;

Bu hafta sizlere tartışmasız dünyanın en güçlü istihbarat örgütlerinin başında gelen İsrael gizli servisi MOSSAD’ın inanılmaz operasyonlarından çok bilinmeyen birisini anlatacağım. Yani dilim döndüğü kadar…

13 Aralık 1949’da Ben Gurion, Reuven Shiloach’a devlet istihbarat kurumlarını koordine edecek bir “teşkilat”  oluşturması talimatını verdi. O teşkilat kuruldu. İsmine de İbranice teşkilat dendi. “MOSSAD”

Mossad’ı benzersiz kılan ne adıydı ne de düsturu. Reuven Shiloach bu teşkilata istisnai bir vasıf katmaya kararlıydı. Mossad yalnız İsrael’in değil, bütün Yahudi halkının, dünyanın neresinde olursa olsun, yardımına koşmaya hazır bir teşkilat olacaktı.

Ramsad   “Mossad başkanı”   kurduğu teşkilatın ilk personel toplantısında tarihe geçen konuşmasını şöyle bitirdi:

“Gizli teşkilatımızın bütün diğer işlevlerinin yanı sıra önemli bir görevi daha var; dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, Yahudileri korumak ve onların İsrael’e göçlerini organize etmek…”

Değerli Yahudi kardeşlerim, dünyanın neresinde yaşıyorsanız yaşayın, arkanıza baktığınızda birisinin sizi kolladığından emin olun, İsrael var oldukça korkmayın, yeter ki Yahudi olduğunuzu unutmayın…

Ellili yıllarda, Ortadoğu’daki Arap ülkelerinden ve Fas’tan tehdit altındaki on binlerce Yahudi’yi İsrael’e taşıyan Mossad olmuştu.

Yıllar sonra seksenlerde Humeyni’nin İran’ında kapana kısılan Yahudileri Mossad kurtarmıştı.

Etiyopya’daki Yahudiler’in kitleler halinde kaçırılmasını da Mossad organize etmişti.

Irakta da Mossad iş başındaydı. Ancak bu sefer işler yolunda gitmedi. İşte size bu hikâyeyi anlatacağım.

Bağdat’ın en görkemli semtlerimden biri olan Rashid Caddesi’ndeki büyük Ouruzdi Bek alış veriş mağazasında kravat reyonuna Esad adında bir genç bakmaktaydı. Esad’ın evi esasında Acre (Akko) şehrindeydi. Ancak İsrael ordusu burayı ele geçirince evini terk edip Bağdat’a yerleşmişti.

Esad İsrael’i terk etmeden evvel Acre’de bir kafede çalışmıştı. Kafe İsrael subaylarının sıklıkla gelip gittiği bir yerdi. Burada gördüğü genç İsrael subaylarının bazıları hafızasında yer etmişti.

Bağdat’ta çalıştığı kravat reyonunda o gün de, (22 Mayıs 1951) mağazaya giren müşterilere bakarken aralarında tanıdık bir yüz gördü. Bu adamı tanıyordu. Adam bir İsrael subayı idi. Bağdat’ın ortasında bir İsrael subayı imkânsız gibi görünüyordu. Fakat Acre’de onu defalarca çalıştığı kafede İsrael subay üniformasıyla görmüştü. Esad bu adamın İsrael subayı olduğundan emindi. Derhal polise gitti ve durumu anlattı.

Polis hemen harekete geçti ve Avrupai görünüşlü bu adamı ve yanındaki Iraklıyı yakalayıp merkeze götürdü.

İsrael’li subay olduğu iddia edilen adam, adının İsmail Salhun olduğunu iddia ediyordu. İran vatandaşı olduğunu tekrarlayıp duruyordu. Oysa bir kelime bile farsça bilmiyordu. İşkence başladı. Adam çözülmüyordu. En sonunda onu Esad ile yüzleştirdiler. Sonradan “Esad’ı gördüğüm zaman kanım dondu” diye anlatacaktı. Daha fazla inkâr edemedi. Çözüldü. Evet, İsrael ordusuna mensup bir subaydı, adı Yehuda Taggar idi. Yüzbaşıydı. Dedektifler Yahuda’nın evini didik didik aradılar ve masasının altına yapıştırdığı evraklarını buldular. Yalnız Yehuda Taggar değil bütün Irak Yahudi Cemaati’ni etkileyen kâbus böylece başlamış oldu.

Bağdat’ta birkaç Yahudi ve İsraelli teşkilat faaliyet göstermekteydi. Bağdat civarında silah ve belgelerin saklandığı depolar vardı. Bu şebekeler birbirlerinden ayrılmamıştı. Birisi çökerse diğerlerini de peşinden sürükleyebilirdi. Iraklı Yahudiler barut fıçısının üzerinde oturuyorlardı. Yehuda Taggar, bu birimleri birbirinden ayırmak ve güvenli bir hale getirmek üzere görevlendirilmişti.

Yahuda’nın yanında yakalanan adam ise Irak Yahudilerinin esrarlı genel komutanı Zaki Haviv idi. Nissim Moshe adında bir kimlik taşıyordu. Irak doğumluydu. İsrael’in kurtuluş savaşına katılmıştı. Kendisinden Bağdat’a dönmesi istendiğinde bunu hiç istememişti. Orduda tanıdığı bir kıza çılgınca âşıktı ve onunla evlenmek istiyordu. Polise verdiği ifadede Yahuda Taggart ile bir iki gün evvel konserde tanıştığını söylemişti. Ona mağazaları filan gösteriyordu. Iraklılar Nissim Moshe’yi acımasız bir sorguya tabi tuttular. Ellerinden sonra, ayaklarından astılar. Öldürmekle tehdit ettiler. Bir sürü işkence yaptılar ama Nissim Moshe çözülmedi ve baştaki hikâyesine sadık kaldı. Sonunda bu adamın bir şey bilmediğini düşünen Irak polisi onu serbest bıraktı.

Yahuda Taggart ve Zaki Haviv’in tutuklanmasının ardından bütün gizli teşkilat darmadağın oldu. Çok sayıda Yahudi tutuklandı. Bazıları işkencede çözüldü. Silah depoları ve belgeler ele geçti. (*)

Irak polisi sorgular sırasında sık sık aynı isme rastlıyordu. Zaki Haviv. Kimdi bu Zaki Haviv? Sonunda anladılar. Zaki Haviv, Irak’lı Yahudileri organize eden liderdi ve serbest bıraktıkları Nissim Moshe’den başkası olamazdı. Derhal evine baskına gittiler. Fakat Moshe Nissim ya da nam-ı diğer Zaki Haviv ortalarda yoktu.

Şehirde tam bir av başladı. Polis, asker her yeri darmadağın ediyor Zaki Haviv’i arıyordu. Zaki sanki yer yarılmış içine girmişti. Her yere bakmışlardı. Tek bir yer hariç. Hapishane…

Zaki Haviv serbest bırakıldıktan iki gün sonra gece vakti kapının gümbür gümbür çalınmasıyla uyandı.

-Açın kapıyı, polis.

Zaki buraya kadarmış diye düşündü. Arka çıkış filan yoktu. Mecburi neredeyse kırılacak olan kapıyı açtı. Kapının önünde iki polis memuru vardı.

-Tutuklusunuz dedi polislerden biri.
-Suçum ne?
-Önemli değil. Araba kazası yalnızca. Lütfen çabuk giyinin ve bizimle gelin.

Zaki Haviv kulaklarına inanamıyordu. Bir iki hafta evvel yaptığı bir trafik kazası yüzünden gelen celpleri ciddiye almamıştı. Şimdi Irak adaleti onu mahkemeye çıkartıyordu. Bir saat süren mahkemeden sonra iki hafta hapis cezasına çarptırıldı.

İki hafta sonra salıverilmeden önce merkeze gidip parmak izi alınması ve fotoğrafının çekilmesi gerekiyordu. Zaki arpacı kumrusu gibi ne yapacağını düşünüyordu. Merkezde her şey anlaşılacak ve idama kadar gidecek olan süreç başlayacaktı. Kurtulmalıydı ama nasıl?

İki polisin arasında merkeze götürülürken doğru anı bekleyen Zaki birden polisleri itip pazar kalabalığının içine daldı. Deli gibi koşuyor izini kaybettirmeye çalışıyordu. Polisler arkasından koşmadılar bile. Zaten adam bir saat sonra serbest bırakılacaktı.

Polisler hadiseyi rapor edince yer yerinden oynadı. Gazeteler kıyameti koparıyor, muhalefet iktidara yüklendikçe yükleniyordu. Polis, avucunun içindeki Zaki Haviv’i  elinden kaçırmıştı. Gazeteler kendi kendilerine soruyorlar, kendi kendilerine cevap veriyorlardı.

-Zaki Haviv nerede?
-Zaki Haviv Tel Aviv’de…

Tel Aviv’deki Mossad karargâhı devamlı toplantı halindeydi. Zaki’yi Bağdat’tan çıkartmalıydılar. Ama nasıl? Sonunda çok cüretkâr bir planı devreye koydular.

O günlerde Irak’ta yaşayan yüz bine yakın Yahudi cemaati neredeyse her akşam havalanan uçaklarla Irak’ı terk ediyordu. O gece de (12 Haziran 1951) yine böyle bir büyük uçak Kıbrıs üzerinden İsrael’e gitmek üzere havalanacaktı.

O gece arkadaşının evinde saklanan Zaki Haviv en güzel kıyafetlerini giyip bir taksi çağırdı. Arkadaşları üstünü başını arak   (rakı)   ile ıslattılar. Sarhoş taklidi yapan ve leş gibi alkol kokan Zaki Haviv, zar zor bindiği taksinin arka koltuğunda güya sızdı. Taksi şoförü sarhoş zannettiği müşterisini Bağdat Havaalanı’na yakın bir arka sokakta arabadan inmesine yardım edip uzaklaştı. Zaki tek başına kalınca alanın tel örgülerine doğru koşmaya başladı. Tel örgülerin hangi noktada kesildiğini biliyordu. O noktayı kolaylıkla bulup alanın içine süzüldü. O sırada pistteki dev bir uçak göçmenleri yüklemeyi yeni bitirmiş ve hareket etmişti. Uçak birden bire garip bir manevra ile ışıklarını kuleye yönlendirdi. Hava kontrolörleri geçici bir süre kör oldular. Uçak bu arada pistte hızlanmaya başlamıştı. Birden yerden üç metre yüksekte uçağın arka kapısı açıldı ve bir halat dışarı uzatıldı. Karanlığın içinden çıkan Zaki uçağa doğru fırladı ve halatı yakaladı, aynı anda uçağın içine çekildi ve uçak tam gaz vererek havalandı. Ne yolcular, ne yerdeki görevliler,  aksiyon filmlerindekine benzer kaçışı fark etmemişlerdi. Uçak, şehrin üzerinden geçerken ışıklarını üç defa kapatıp açtı. Havaalanı civarında bir evin çatısında üç arkadaş sevinçten birbirilerine sarılarak hora tepmeye başladılar…  Arkadaşları Tel Aviv’e doğru yola çıkmıştı. Gerçek adı Ben-Porat olan İsraelli Mossad ajanı güvendeydi…

Birkaç saat sonra Tel Aviv’e varan Ben-Porat sevdiği kadınla evlendi. İlerleyen yıllarda politikaya atıldı. Meclis üyesi hatta bakan oldu. Alıntılar yaptığım bu kitabın yazıldığı yıllarda İsrael’deki Irak Yahudi cemaatinin saygın bir lideriydi.

Geride kalanlar Ben-Porat kadar şanslı değildiler. Yehhuda Tagar ve çok sayıda Yahudi tutuklandı. Dövüldü. Ağır işkencelerden geçtiler. Bağdatlı iki ünlü Yahudi Salamon Slach ve Joseph Batzri patlayıcı madde ve silah bulundurmak suçuyla yargılandılar ve idam edildiler.

Yehuda Taggar mahkemesine az bir süre kala gece yarısı hücresine dolan polisler tarafından uyandırıldı.

-Kalk çabuk, bu gece asılarak idam edileceksin.
-Beni yargılamadan idam edemezsiniz.
-Öyle mi, hakkında her şeyi biliyoruz. İsraelli bir casussun. Başka bir şey bilmemize gerek yok.

Sakallı bir haham hücreye girerek Taggar’a Tora okumaya başladı. Ardından Taggar’ın saatini yüzüklerini çıkarttılar.  Taggar’a son arzusu soruldu. Taggar cesedinin İsrael’e gönderilmesini istedi. Cellat tarafından kapağın üstüne çıkartıldı. Kafasına siyah bir kukuleta geçirmek istediler. Taggar kabul etmedi. Boynuna halatı geçirirlerken doğduğu Yeruşalayim’i, ailesini düşündü. Cellat kapağı açarak kolu kavradı. Subaya bakıyordu. Birden subaylar odadan çıktı. Cellat yavaş yavaş boynundan halatı çıkarttı. Ayaklarına bağlanan kum torbalarını çözdü. Taggar anlamıştı. Bütün hepsi onu konuşturmak için bir oyundu. Onu en azından bu gece öldürmeyeceklerdi.

Daha sonradan mahkeme tarafından yargılanan Taggar idama mahkûm edildi fakat cezası müebbet hapse çevrildi. Sadist gardiyanlar arasında uzun yıllar hapis yattı ama inancını kaybetmedi. İsrael onu oradan kurtaracaktı. Emindi. Ama bunun için tam dokuz yıl beklemesi gerekti.

1958 senesinde General Abdül Kerim Kassem, Irak’ta başbakanı ve kraliyet ailesini öldürerek iktidarı ele geçirdi. Ancak bundan iki sene sonra yardımcıları onu öldürmek için bir plan yaptılar. Esasında mükemmel bir plandı. Fakat tek kusurları Mossad’ı hesaba katmamışlardı.

Planı öğrenen Mossad derhal General Abdül Kerim yandaşlarıyla temasa geçti. Mossad komplocuları ve planı bildirecek karşılığında da Taggar’ı alacaktı. Taggar’ı Bağdat’a saraya götürdüler. Giydirdiler ve ilk uçakla Tel Aviv’e gönderdiler.

Arkadaşları hava alanında yıkılmış bir Taggar bekliyorlardı. Oysa uçaktan gülümseyen aslan gibi bir adam indi. “Akıl sağlığını umudunu yitirmemeyi nasıl başardın?” diye sorduklarında Taggar   beni kurtaracağınızdan emindim” diye cevap verdi.

İsrael devleti vatandaşının ölüsünü de dirisini de geride bırakmaz. Yurduna, topraklarına getirir.

Esen kalın dostlar.

Aaron Baruch  (Ankaralı)

Kaynakça : MOSSAD  -  Michael Bar-Zohar  -  Nissim Mishal

(*) Irak’lı Yahudiler Mossad’ın yardımlarıyla örgütleniyorlardı. Çünkü 1941 yılında korkunç bir pogrom yaşanmıştı. 179 Yahudi bıçaklarla satırlarla doğranarak öldürülmüş, 2118 Yahudi yaralanmıştı. Yüzlerce kıza, kadına tecavüz edilmişti. Onun için her zaman kendilerini savunmak için hazırlıklı olmak zorundaydılar. 1941 yılında yaşanan bu pogroma AL FARHUD dendi.


22 Eylül 2018 Cumartesi

MESELE KUYRUKTADIR…











Değerli dostlarım, 

Hitler 1933 yılında Almanya’da iktidarı ele geçirir geçirmez daha üç ay dolmadan 1 Nisan 1933 tarihinde “Yahudileri Boykot Günü” ilan etmişti. 

Bir hafta sonra, 7 Nisan’da bir yasa ile Yahudi asıllı akademik personelin mesleklerini devam etmeleri engellenir. Bütün Yahudi hocalar eğitim kurumlarından kovulurlar.

İşsiz kalan ve tehlikeyi sezen Yahudiler kaçacak yer arıyorlardı. O günlerde Profesör Dr. Philipp Schwartz’ın önderliğinde, Zürich’te, Alman bilim adamları için yeni iş sahaları bulabilmek amacıyla bir dayanışma bürosu kuruldu.

Türkiye’de cumhuriyet kurulduğu zaman, ülkede sadece medrese anlayışıyla öğretim yapan Darülfünun adlı bir imparatorluk üniversitesi vardı. Bu eski kafalı okul, modern eğitim bir yana Atatürk reformlarına bile karşı çıkmakta, Ankara hükümetine köstek olmaktaydı. Darülfünunun kapatılmasına ve yerine İstanbul Üniversitesinin açılmasına karar verildi, ilgili kanunlar çıkartıldı. Ancak hazırlanan raporlardan, büyük bir bilim adamı açığı olduğu anlaşılıyordu.

Tam da o sırada Profesör Albert Einstein Atatürk’e bir mektup yazarak, işlerinden kovulan Alman asıllı Yahudi bilim adamlarının Türkiye’de çalışabilmeleri için izin verilmesini rica eder. Türkiye’de ilgili makamlar Zürich’teki dayanışma bürosu ile temasa geçerler.





Türk hükümetinin, kendisinin kovduğu kişilerle temas kurduğunu öğrenen Hitler “benim ortadan kaldırmak istediğim bu Yahudi alayını Mustafa Kemal koruyamaz, buna müsaade vermem”  diye tehditte bulunur ve Atatürk’e “bu komünist profesörleri ülkenize sokmayın” diye mesaj gönderir.

Atatürk “bir onbaşı beni cinayetlerine alet edemez” diyerek işlemlerin hızlandırılması talimatını verir. Bu anlaşmanın gizli bir maddesi de, profesörler ve aileleri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sayılması idi. Her biri bir filme konu olacak maceralarla Türkiye’ye getirilirler.

Bir başka engel de o yıllarda Türk profesörler 150 lira aylık alırken Alman asıllı Yahudi profesörlere 400 ya da 500 lira aylık verilmesi olmuştu.

Kırktan fazla Alman asıllı Yahudi bilim adamı, akademisyen bugünkü Türk üniversitelerinin temellerini atarlar. Türk üniversitelerinde görev yapan ve kalıcı eserler bırakan bu yabancı hocaların girişimiyle tıptan mühendisliğe, tarımdan edebiyata, müzikten güzel sanatlara kadar hemen hemen her dalda öğretim geliştirilmiş ve günümüzde halen hayatta olan bir sonraki kuşak bilim adamları yetiştirilmiştir.

(Türk bilim ve eğitim kurumlarında görev almış Alman Yahudi bilim adamlarının listesini yazımın sonunda bulabilirsiniz)

Savaş bitince bu kıymetli bilim adamlarının çoğu ülkelerine geri döndüler. Ancak bazıları kaldı. Bunlardan birisi de fizik profesörü Karl Zuber idi.

60’lı yıllarda İstanbul Üniversitesinde tıp, fizik, kimya, zooloji ve biyoloji fakültelerinin öğrencileri fizik, kimya ve biyoloji (FKB) derslerini hep beraber bir arada fen fakültesinin balkonlu büyük salonunda görürlerdi.  Genellikle salon yarı yarıya boş olurdu, ancak balkonu ile beraber 1000 kişilik salon, cumartesi sabahları tıklım tıklım dolardı. Sebebi de bütün hafta teorik olarak anlatılan fizik dersi deneylerinin konferans salonunun sahnesinde yapılmasıydı. Profesor Karl Zuber ve asistanları bu deneyleri çok ilginç hale getirirlerdi.

Profesor Karl Zuber bir gün derste,  kedilerin nasıl olup da her zaman dört ayağının üstüne düşebildiğini bir deneyle anlatır.  Deneyin yapıldığı gün profesör, konferans salonunun ışıklarını kapattırır, perdeler örtülür salon bayağı karanlık olmuştur. Profesör kucağında bir kedi ile 10 metre yükseklikteki balkona çıkar. Bir ışıldak, kürsünün bulunduğu sahnenin arkasındaki beyaz duvara doğru yönlendirilir. Profesör Zuber balkonun kenarından kediyi birden aşağıya atıverir. Kedi havada kuyruğunu spiral bir şekilde çevirerek dört ayağının üzerine dengeli bir vaziyette gayet güzel bir şekilde düşüşünü tamamlar, sapa sağlam yere varınca da kaçar gider. Bütün olay da arkadan vuran ışıldağın ışığı sayesinde, duvarda gölge olarak açıkça izlenmektedir.

Kediler, yüksekten düşerken kuyruklarını doğal refleksleriyle spiral bir şekilde çevirerek yere dört ayak üzerine düşerler. Yani işin sırrı kuyruktadır.   

Şanslı insanlar için hani "hep dört ayağının üstüne düşer" diye bir deyim vardır ya, mesele kuyruktadır. Kuyruk, bilgi, deneyim ve aklı temsil etmektedir. Zekâyı temsil etmektedir. O şanslı diye nitelendirilen insanlar kedinin kuyruğunu kullandığı gibi bilgilerini, akıllarını, deneyimlerini ve zekâlarını kullanarak problemlerini bu sayede çözmekte ve olaylardan zarar görmeden kurtulmaktadırlar. Yani işin sırrı kuyruktadır.

Bugün İsrael’e bakın!

Tarımda dünyayı değiştirmektedir. Mucidi olduğu damlama teknolojisiyle vahşi sulamaya nazaran % 75 su tasarrufu ile tarım yapılmasını sağlamıştır. Hatta şimdilerde topraksız tarım tekniklerini geliştirmekte ve bunu bütün dünya ile paylaşmaktadır.  Bir çöl ülkesi İsrael, tarımı dünyaya öğretiyor.

Tıpta yaratılan gelişmeler bütün dünyada izlenmektedir. Daha bu hafta omurga gibi çok hassas noktalarda sıfır hata ile ameliyat yapabilen bir robotu üreten İsraelli şirket yabancılar tarafından satın alındı. Keserya’daki bir başka şirket kardiyoloji konusunda bir teknolojiyi Philips’e sattı. İsrael, insan sağlığı konusunda dünya liderlerinden biridir.

Siber güvenlik konusunda İsrael teknolojileri liderdir.  Pek çok havaalanı, pek çok şirket, korunması gereken pek çok alan, İsrael siber güvenlik teknolojileri ile korunmaktalar. İsrael teknolojisi dünyada bu alanda kullanılan tüm güvenlik önlemlerinin yaklaşık  % 20’sini üretmektedir.

Dünyadaki otomotiv sanayine bakın. Bu konuda İsrael dünyanın direksiyonundadır. Mobileye,  Waze   Gett   bugün bütün dünyanın kullandığı teknolojileri üretmektedir. Bütün büyük otomotiv şirketlerinin Ar-Ge’leri İsrael’dedir.

Ve bunun gibi pek çok şey. İsrael dokuz milyonluk bir ülke. Dünya nüfusunun çok küçük bir yüzdesi. Ancak Asya’dan Afrika’ya Amerika’dan Avustralya’ya kadar bütün dünyada etkili. Dünyayı değiştiriyor. Bütün bunları bilim sayesinde yapıyor.

2006 yılında İsrael’de mukim beş enerji şirketine mukabil bir yazılım şirketi vardı. Microsoft. On sene sonraki duruma bir göz atın. 2016’da bir enerji şirketine mukabil beş yazılım şirketi var. Apple, Google, Microsoft, Facebook ve Amazon… Bu bize İsrael’in ürettiği teknolojilerin büyüklüğünü göstermektedir.

İsrael bilime yatırım yapıyor.

Ve bütün dünyanın dev şirketleri kredi derecelendirme kurumları tarafından en yüksek puanla ödüllendirilen İsrael’e geliyor. Çünkü İsrael’de demokrasi var, hukuk var, bilim var, gelişen ekonomi var.

İsrael çocuklarına yatırım yapıyor. Onların yarınlarına yatırım yapıyor. Ülkenin yarınlarına yatırım yapıyor.

Yani mesele kuyrukta…

Esen kalın…

Aaron Baruch  (Ankaralı)

Not : Ben elbette bütün bunları ülkenin başbakanı ve müthiş bir hatip olan Bibi Netanyahu gibi anlatamam. En iyisi siz onu dinleyin.

Netanyahu’nun 6 Mart 2018 tarihinde yayınlanan AIPAC konuşması: (Gerçekten müthiş)


Türk bilim kurumlarında eğitim veren Alman Yahudi’si bilim adamlarının listesi:

Licco Amar, Macar viyolinist Ankara Devlet Konservatuarı'nda müzik öğretmenliği yaptı, ardından Almanya'ya döndü.
Fritz Arndtkimyager, 1935'ten itibaren İstanbul'da sığınmacıydı (daha önce 1915-1918 senelerinde İstanbul'da bulundu), Türkçe ve Almanca birçok yayınları bulunmaktadır. 1955'te Hamburg'a geri döndü.
Erich Auerbachromanist, 1936-1947 İstanbul.
Fritz Baade, iktisatçı ve politikacı, 1935-1946 Ankara.
Rudolf Belling, ressam, 1937-1966 İstanbul.
Clemens Bosch, eski tarih ve nümismatik uzmanı, 1935-1955 İstanbul.
Hugo Braunhijyen uzmanı ve bakteriyolog, 1934-1949 İstanbul.
Leo Brauner (1898-1974), botanik uzmanı, 1933-1955 İstanbul
Friedrich L. Breusch (1903-1974), kimyager, 1937-1971 İstanbul.
Ernst Wolfgang Casparigenetik uzmanı ve zoolog, 1935'ten sonra İstanbul.
Friedrich Dessauerbiyofizik uzmanı ve radyolog, 1934-1938 Türkiye'de profesör, İstanbul Üniversitesi Fizik Fakültesi kurucusu, 1937'e kadar İstanbul Üniversitesi Radyoloji Bölümü başkanı,
Herbert Dieckmann * 1906 Duisburg † 16. Aralık 1986 Ithaca NY; romanist, 1934-1938 Türkiye, ardından ABD
Liselotte Dieckmann, edebiyat bilimcisi ve germanist, 1934-1938 Türkiye, ardından ABD
Josef Dobretsberger, Avusturyalı politikacı ve hukukçu, 1938-1945 İstanbul ve Kahire.
Wolfram EberhardKaliforniya, 1937-1948 Ankara Üniversitesi'nde sinolog, ardından ABD
Carl Ebertaktöryönetmen ve tiyatro yöneticisi, 1933-1939 İngiltere, 1939-1948 Ankara, Devlet Konservatuarı ve Devlet Tiyatrosu, ardından ABD.
Albert Ecksteinpediatri uzmanı, 1935-1949, Ankara Üniversitesi Çocuk Kliniği başkanlığı, taşraya çocuk sağlığının geliştirilmesi için çok sayıda yolculuklar, Türkiye'deki köy yaşamı fotoğrafçısı olarak ünlü.
Herbert Ecksteinürolog ve çocuk cerrahı, çocukluğunda ve 1958-1961 Türkiye; Albert Eckstein'ın oğlu.
Erich Frank, doktor, 1933'ten vefat edene kadar İstanbul'da aktif profesör. Devlet töreniyle defnedildi.
Erwin Freundlichastrofizik uzmanı, İstanbul Üniversitesi Astronomi Bölümü kurucusu, 1933-1937 İstanbul, ardından Prag ve ABD.
Traugott Fuchs, germanist ve ressam, 1934-1997 İstanbul.
Hans Gustav Güterbockhetitolog, 1935-1948 Ankara.
Felix Michael Haurowitz, 1939-1948 profesör ve İstanbul Üniversitesi Biyokimya Enstitüsü başkanı.
Paul Hindemithviyolist ve modern komponist, Ankara Devlet Konservatoryumu'nun kurucusu, 1935-1938 Türkiye, ardından İsviçre.
Ernst Eduard Hirsch, hukukçu, Türk Ticaret Hukuku kitabını yazdı ve Türkiye'de telif hakkı sistemini kurdu, 1933'ten itibaren İstanbul, 1943'ten sonra Ankara.
Clemens Holzmeister, mimar, sığınmacı, 1940-1950 eğitmen, 1954'ten itibaren tekrar Türkiye'de ikamet etti. Ankara'da çok sayıda devlet binalarının planlarını yaptı, ki bunların arasında TBMM binası da bulunmaktadır. 2008 senesinde adı bir caddeye verildi.
Alfred Isaac (1886-1956) ekonomist, Röpke ile İstanbul Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nün kurucusu.
Gerhard Kessler, sosyolog ve iktisatçı, 1933-1951 sığınmacı, bir TÜrk meslektaşıyla beraber ülkede ilk sendikayı kurdu.
Curt Kosswigbiyolog, 1937'den itibaren İstanbul. Devlet töreniyle defnedildi. (Sıkça adı "Kurt" olarak yazılır.)
Walther Kranzklasik filolog ve filizof, 1943-1950 İstanbul.
Benno Landsbergerasurolog, 1935-1948 Ankara, ardından Şikogo.
Marianne Laqueurinformatik uzmanı, 1935'ten itibaren sığınmacı.
Kurt Laqueur, 1936-1952 Kırşehir ve İstanbul, ardından diplomat oldu.
Wilhelm LiepmannBerlinli jinekolog, *1878, †1939 Türkiye.
Richard von Misesmatematik uzmanı, 1933-1939 Türkiye, ardından ABD.
Fritz Neumark, finans uzmanı, Gelir Vergisi Kanunu'nu düzenledi. 1933 Eylülden 1950'ye kadar İstanbul.
Rudolf Nissen, cerrah, 1933-1939 İstanbul Üniversitesi, ardından ABD. (Otobiyograsinde İstanbul'da geçirdiği yıllar bütün ayrıntılarıyla anlatmıştır, Türkiye'deki diğer sığınmacılarla bağlantı kurmak mümkündür.)
Gustav Oelsner, mimar, şehir planlamacısı ve inşaat görevlisi memur, 1939-1949 Türkiye.
Wilhelm Peters, önce İngiltere, 1937-1952 emekliye aydılana dek İstanbul. İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü kurucusu.
Paul Pulewkafarmakolog ve toksikolog, 1935-1946 Sağlık Bakanlığı, 1954'e kadar Ankara Üniversitesi.
Hans Reichenbach, fizik bilim insanı ve filozof, 1933-1938 İstanbul, ardından ABD
Margarethe Reininger, *1896 Viyana †1959 Maryland, Avusturyalı, İstanbul Üniversitesi Radyoloji Bölümünde röntgen hemşiresi.
Walter Reininger (eşi) *1899 Wien †1968, 1938-1945 İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji ve Biyofizik Enstitüsü'nde mühendis, ardından ABD.
Ernst Reuter, Berlin belediye başkanı oldu, 1935-1946 Türkiye.
Edzard Reuter (oğlu), Daimler-Benz AG'nin yönetim kurulu başkanı oldu, 1935-1946 çocukluğu Türkiye'de.
Rosa Maria Rössler , *1901 Wien †1954 Türkiye, patoloji uzmanı, 1934'te Türkiye'ye geldi, 1937 İstanbul Üniversitesi Patolojik Anatomi Bölümü, 1947 Erich Frank ile beraber II. Dahiliye Kliniği İstanbul.
Wilhelm Röpke, neo-liberal ekonomist, 1933'ten itibaren İstanbul Üniversitesi'nde ders verdi, 1937/38 kışından itibaren Cenevre.
Georg Rohde, 1935-1949 Ankara Üniversitesi Eski Filoloji Bölümü profesörü.
Walter Ruben, 1935-1948 hindolog, Ankara ve Kırşehir, ardından Şili.
Alexander Rüstow, neoliberal sosyolog ve ekonomist, 1933-1949 İstanbul Üniversitesi.
Margarete Schütte-Lihotzky, mimar, 1938-1941 İstanbul, ardından Viyana'da tutuklandı, kocası Wilhelm Schütte'nin sahte mektubu sayesinde Halk Mahkemesi'nde (Almanca: Volksgerichtshof) görülen vatan hainliği davasından kurtuldu, Türkiye'de bakanlık görevlisi.
Phillipp Schwartz, tıp uzmanı, 1933-1953 Türkiye, ardından ABD.
Maz Sgalitzer, *1884 Prag †1973 Princeton/ABD, doktor, 1938-1943 Dessauer'in peşinden İstanbul Üniversitesi Rodyoloji Bölümü başkanı, ardından USA. Reiniger ve Weisglass çiftine de bakınız.
Leo Spitzer, romanist, 1933-1936 Türkiye, ardından ABD.
Bruno Taut, mimar, 1936'dan vefat edene dek İstanbul.
Andreas Tietze,*1914 †2003 Viyana, türkolog, 1937-1958 İstanbul, yabancı dil öğretmenliği, ardından UCLA, sonrasında Viyana Üniversitesi.
Martin Wagner, 1935'te itibaren Türkiye, ardından İngiltere ve ABD.
Edith Weigertpsikolog ve psikoanaliz uzmanı, 1935-1938 Ankara'da psikoanaliz uzmanlığı, ardından Vaşington DC, orada da aktif psikoanaliz uzmanlığı ve psikoanalizin enstitüleşmesine katkı ve de eğitmenlik.
Oscar Weigert, (eşi) idari hukukçusu ve iş hukuku uzmanı, 1935-1938 Türkiye Ticaret Bakanlığı'nda devlet danışmanı, ardından Vaşington DC American University'de yüksekokul eğitmeni ve de Amerikan Çalışma Bakanlığı Bureau of Labor Statistics'de memur.
Carl Weisglass *1898 Viyana, Dr. mühendis, Avustuyalı Musaevi, 1939-1948 İstanbul Üniversitesi Rodyoloji Bölümü atölyesi başkanı, ardından ABD.
Hans Wilbrandt, tarım uzmanı, 1934-1952 Ankara, Türkiye'de kooperatif sisteminin kurucusu.
Hans Wintersteinfizyolog, 1933'ten itibaren İstanbul, İstanbul Üniversitesi Fizyoloji Bölümü kurucusu.
Eduard Zuckmayer, müzisyen ve müzik eğitmeni, 1936-1972 Ankara, önce Musiki Muallim Mektebi, ardından Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü Başkanı.