26 Ekim 2018 Cuma

LİNET’İN KONSERİNE GİDENLER, BU YAZIM SİZLERE…












İkinci dünya savaşı sona erdiğinde Fransa’da işgal sırasında, Alman subayları ile düşüp kalkan kadınlar yakalandıkları yerde saçları kazınarak cezalandırıldılar…

Bu gün yaşadıkları vatanın aleyhinde davranışlarda bulunanlara, ülkesinin sırlarını satanlara, vatanı hakkında düşmanca beyanatta bulunanlara böyle bir ceza verilmiyor. Ancak “vatan haini” deniyor.

Şarkıcı Linet geçen hafta İsrael’de bir konser verdi. Bir sürü İsrael’li, çoğunlukla Türk asıllı olanlar o konsere gitti. “Eller havaya” yaptılar, coştular, eğlendiler, onunla beraber söylediler, yetmedi canlı yayın yaptılar…

ŞARKICI LİNET, SANATIN  VE DÜŞÜNCELERİN BENİ İLGİLENDİRMİYOR… AMA İSRAEL KARŞITI BİR MİTİNGDE, FİLİSTİN BAYRAKLARI İLE DOLU BİR ALANDA, KÜRSÜDEN “ULUSLARARASI SULARDA YAPILAN BU SALDIRIYI (MAVİ MARMARA)    ŞİDDETLE KINIYORUM” DERSEN SEN BİZDEN DEĞİLSİN.

Linet’in düşüncelerine karışamayız. Her kes istediği gibi düşünebilir. Demokrasi böyle bir şey…

Sözüm Linet’e değil… O konsere giden, kendini İsrael’li olarak tanımlayan kendini bilmezlere…

Yuh size be! Yazıklar olsun sizin İsrael vatandaşlığınıza… Yırtın cebinizdeki İsrael kimliklerini… Yıldız Tilbe’yi de çağırın, onun da konserine gidin, onunla da hoplayıp zıplayıp eğlenin…

Mavi Marmara olayına hiç girmeyeceğim. Sadece şu kadarını söyleyeyim ki, uluslararası pek çok kuruluşa taşınan bu olayda İsrael aleyhine hiçbir karar çıkmamıştır. İsrael mavi Marmara olayında haklıdır. Kendini korumaya hakkı vardır. Fazla uzatmayacağım. Konumuz bu değil.

Dediğim gibi sözüm o konsere gidenlere…

Bu kadının Türkiye’de sahnelere çıkabilmek uğruna, üç kuruş menfaati için, İsrael karşıtı bu mitingde boy gösterdiğini, Filistin bayrakları altında kürsüye çıktığını bilmiyor musunuz?

Cahilliğinizden gittiniz o konsere desem, bu devirde bu nasıl cahillik? Hiç mi okumadınız, hiç mi işitmediniz?

Geri zekâlılıktan desem geri zekâlılara hakaret olur.

Düşünemediniz desem, yok artık be, nasıl olur da bu kadının konserine gitmenin İsrael karşıtlığını desteklemek olduğunu düşünmezsiniz?

Sizdeki nasıl bir mide, nasıl bir vicdan, nasıl bir aidiyet duygusudur? O konsere nasıl gidersiniz? Bu kadınla aynı havayı nasıl solursunuz?

Sınırda evlerimizi korumak için bekleyen, çarpışan askerlerimizden de mi utanmıyorsunuz?

Güneyde roketler yüzünden hayatlarını sığınaklarda geçiren İsrael’li kardeşlerimin yüzüne nasıl bakacaksınız?

O konsere gidenler, çıkın benim sayfamdan, çıkın benim arkadaşlığımdan, benim için İsrael’li değilsiniz… Beni okumayın bile, selam da vermeyin… Gidin Gazze’ye, geçin karşı tarafa, lastik yakın, taş atın, yaralanırsanız Hamas’tan para alın, size ancak bu yakışır…

Bir de konserden canlı yayın ha… Yuh be… Yazıklar olsun…

Linet, işgal altındaki Fransa’da, bir Alman subayı ile aşk yaşayan ve “kalbim Fransız, kıçım uluslarası” diyen Fransız sanatçı Arletty ile kendi küçük sanatı ve yüreği dev “kaldırım serçesi” Edith Piaf’ın hayatlarını oku. Belki ne demek istediğimi anlarsın…

Aaron Baruch  (Ankaralı)

Linetin mitingdeki konuşması:

20 Ekim 2018 Cumartesi

İSRAEL ACABA KORKAK MI?










Gazze’de yaşayan ve kendilerine Filistinli diyen Araplar 30 Marttan beri her cuma günü yaptıkları gösterilere bu hafta da devam ettiler.

Yaptıkları gösterilere “büyük dönüş yürüyüşü” diye bir de isim takmışlar. Yalancı ve sahtekâr yandaş Türk basını da bu konudaki haberleri devamlı olarak “barışçı gösteri” diye veriyor.  Hayır efendim, bu gösteriler hiç ama hiç barışçı değil. Türk basınından bu olayları takip edenler, bir de benden okuyun, bakın bakalım barışçı mı? PKK ne kadar barışçı ise, Hamas da o kadar barışçı…

Hamas, Gazze’de yaşayan Araplar’ı her cuma günü otobüslerle sınıra taşıyor. Kimisine göre, gelenlere on dolar ücret ödüyor, yaralananlara ayrıca ödeme yapılıyor. Ölenlerin ailelerine de daha fazla para veriyorlar.

Gazze’de işsizlik dünya rekorlarını zorluyor. Bir yandan para için, diğer yandan Hamas’ın baskısı yüzünden zavallı kurban Araplar çoluk çocuk mecburi sınıra geliyorlar.  Henüz altına bez bağlanan küçücük çocukları bile getiriyorlar.

Bunlar hiç de barışçı gösteriler değil. Yapılan bu gösterilerde bugüne kadar binlerce oto lastiği yakıldı. Oluşan hava kirliliği insan sağlığını tehdit eder düzeyde. Uçan balonlara ve uçurtmalara bağladıkları yanıcı maddelerle İsrael tarafında binlerce hektar yeşil tabiat örtüsünü, sera ve tarlayı, ormanlık alanı içindeki canlılarla birlikte yaktılar. Tabiat örtüsü yok oldu. Milyarlarca dolarlık hasar var.

Kazdıkları tünellerden sınırdaki çitin altından veya üstünden, olmadı denizden İsrael tarafına geçip katliam yapmak istiyorlar. İsrael askerlerini ya da vatandaşlarını kaçırmak istiyorlar. Kaçırabilirlerse bunu İsrael’e karşı kullanacaklar. 2011 yılında, rehin tutulan İsrael askeri Gilat Şalit’in serbest bırakılması karışlığında İsrael hapishanelerindeki BİN YİRMİ YEDİ Arap terörist serbest bırakılmıştı. Adamlar her yıl bunu kutluyorlar. Dört gün evvel yine bu anlaşmanın yedinci yılını kutladılar. Bu serbest bırakılan teröristlerden pek çoğu tekrardan İsrael’e karşı eylemde bulundular, kimi ölüp gitti, kimisi tekrar hapishaneye döndü. Bugün hala Hamas’ın elinde, düşen iki  İsrael askerinin cesedi var. İki de sivil İsraelli rehin tutuluyor.

Barşçı (!) gösteri yapmaya gelen çoğu Hamas üyesi Araplar sınırdaki çitleri ve tel örgüleri zorlayıp aşmaya çalışıyorlar. Deli gibi bir güruh çılgıncasına çitlere tırmanıyor. Diğer tarafta evini ve topraklarını savunmaya çalışan İsrael askerleri sınırı koruyorlar ve geçmeye kalkanlara ateş açıyorlar. Mümkün olduğunca ayaklarından bacaklarından yaralayarak durdurmaya çalışıyorlar. Ama arada ölenler de oluyor. Bugüne kadar 200 kadar Arap öldü. Yirmi bine yakın yaralı var. Eğer öldürmek için ateş açılmış olsaydı acaba kaç ölü olurdu? Geçen hafta sınırı aşan beş Arap serserisi askerlerle burun buruna geldi. Araplardan biri İsrael askerinin silahını kapmaya kalktı. Anında otuz kurşun yiyip hurilerine kavuştu. Ötekiler ya kaçtılar ya yaralandılar ama def olup kendi taraflarına gittiler.

Şimdi Türk vatandaşlarına sesleniyorum. Yunanistan sınırında Yunan vatandaşları, Kapıkule sınır kapısından ellerinde bıçaklarla, satırlarla çılgınca Türk öldürmek ya da kaçırmak için sınırı geçmeye kalkarsa ne olur? Türk askeri vatandaşlarını korumak için ne yapar? 

İsrael Gazze sınırının çok yakınında İsrael çiftlikleri seraları tarlaları kibutzları var. Orada İsraelliler yaşıyorlar. Askerler de onları korumak için elinden geleni yapıyor.

Bu arada İsrael masum Araplar’ı öldürüyor diyerek vaveyla ediyorlar. Bu hafta Gazze’den atılan bir roket az kalsın bir faciaya sebep olacaktı. Demir Kubbe savunma sistemi roketi ıskaladı. Roket Ber Şeva’da üç çocuklu bir ailenin evine isabet etti. Çocukların annesi alarmı duyar duymaz gece yarısı olmasına rağmen hemen çocuklarını uyandırıp sığınağa soktu. Kapıyı kapatmalarından birkaç saniye, sadece birkaç saniye sonra roket tam çocukların odasına düştü. Ev cehenneme döndü. Neredeyse tamamen yıkıldı. Çok şükür yaralanan ya da ölen yok. O kahraman anneye Araplar çok şey borçlu. Gerçek bir wonder woman olan o anne çocukları kurtaramasaydı bu gün İsrael, Gazze’de taş üstünde taş bırakmazdı.  Bu mu barış isteyen Hamas?

Geçen hafta çalıştığı iş yerine elinde silahla gelen Arap, İsrael’li genç bir anneyi ve bir babayı ellerini ayaklarını bağladıktan sonra yakın mesafeden ateş ederek ikisini de öldürdü. Genç annenin küçücük bir bebeği, babanın ise üç çocuğu vardı. Katil henüz yakalanmadı. O genç kadının kocası bir haftadır karısının mezarının başında, veda edemiyor sevgili eşine, ayrılamıyor karısından. Bu mu barışçı? Allah belanızı versin.

Hamas bütün bunları neden yapıyor? Çünkü kanla yaşıyorlar. İsrael’i savaşa zorluyorlar. Niyetleri İsrael’in sabrını taşırmak. Ölen Araplar umurlarında değil.

Bu arada özellikle Gazze sınırına yakın İsrael vatandaşları da haklı olarak, Netanyahu hükümetine baskı yapıyor. Aylardır yangınlarla, öldürülme ya da kaçırılma korkusuyla, alarmlarla, sığınaklarda yaşıyorlar.  Ordunun Gazze’ye girip şer yuvalarını temizlemesini istiyorlar ve bu yönde hükümete baskı yapıyorlar.

Peki, İsrael neden Gazze’ye şöyle sıkı bir tokat atıp yere sermiyor?

Eğer İsrael 2014’deki gibi karadan, denizden havadan, Allah ne verdiyse Gazze’ye girerse bunun sonuçları ne olur diye düşünmek lazım. Dünya kamuoyunda yine Gazze’yi, mazlumları(!)  ezen katil İsrael imajı oluşacak.

Böyle bir savaşta elbette ki İsrael’in de kayıpları olacak. Bunu sivil, politikacı, asker kimse istemez.  

İsrael yine savaşı başlatan taraf olarak suçlanacak.

ABD başkanı Donald Trump İsraeli görülmemiş bir şekilde destekliyor. İsrael’in Gazze ile savaşa tutuşması tam da Amerika’da ara seçimler yapılması arifesinde onu zor durumda bırakabilir. Bu İsrael’in hiç işine gelmez. Trump bir dönem daha başkan kalmalı.

Unutmayın ki zaman bu sefer İsrael’den yana. Aylardır yapılan gösteriler bütün dünya televizyonlarından veriliyor. Gerçekleri herkes görüyor. Dünya, sonunda tabiatı yakan, havayı kirleten insanları kaçırmaya ya da öldürmeye kalkan bu güruhun maksadını da, ne yaptığını da öğrenecek.

Hamas’ın bu uğurda harcadığı ciddi bir para var. Sonunda para da onlar için sorun olacak. Bunlara para verenlerde bunlardan bıktı… Sonunda ya duracaklar, ya da dünya bunları durduracak.

Unutulmamalı ki zayıf bir anımızı bekleyen İran,  Hizbullah gibi düşmanlarımız var. Böylesi bir savaş Gazze ile sınırlı kalmayabilir. Suriye’deki durum ise hepinizin malumudur. Bir ateş çemberinde yaşıyoruz.

Öte yandan İsrael Eurovision ile mükemmel bir imaj yenileme fırsatı yakaladı. Altı yedi ay sonra Eurovision şarkı yarışması Tel Aviv’de yapılacak. Biletler şimdiden tükendi. Bu kendimizi tanıtma fırsatını savaş ile gölgelemek ya da tamamen kaçırmak hiç işimize gelmez.

İsrael topyekun bir savaşa girmek taraftarı değil. Çok mecbur kalmazsa bunu tercih etmeyecek gibi görünüyor...

İsrael, Gazze'nin suyunu kesecek, gazını kesecek, elektrik vermeyecek, sınır kapılarını kapatacak, denizde avlanma alanını daraltacak, bu şekilde hamas'ı durdurmaya çalışacak. Bu uygulamalardan bazı devreye konuldu bile...

Ne İsrael korkaktır ne de Netanyahu. Eski bir asker olan Netanyahu, Şimon Perez’in cumhurbaşkanlığı döneminde İran’a saldırma kararı almıştı. Onu son anda durduran Perez olmuştu. Netanyahu şimdi Gazze’den mi korkacak? Hem de İsrael’in gerek askeri gerek ekonomi olarak en güçlü olduğu dönemde… Şunu unutmayın ki gerçekten Netanyahu gelmiş geçmiş dünya liderlerinin en zekilerinden biridir. Politika akılla yapılır. Fevri hareketlerin sonuçları çok kötü olabilir. Savlanut (sabır) …

Esen kalın.

Aaron Baruch  (Ankaralı)



6 Ekim 2018 Cumartesi

ŞAPKA DEYİP GEÇME…











Atatürk, 25 Ağustos 1925’de Kastamonu’da halka yaptığı konuşmada bakın neler demiş:

 “Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal yoktur. Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli, milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu iktisap edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur, smokin gibi, İŞTE ŞAPKANIZ…”

Demesine demiş ama bakın kaç cana ve nelere mal olmuş bu şapka…

Türkiye Cumhuriyetine kılık kıyafet devrimi olarak geçen yenilikçi hareket bu söylev ile başladı.

Değerli dostlarım,

Şapka esasında dilimize Rusça’dan girmiştir. Kıyafet devrimin yapıldığı yıllarda Fransızca çok revaçtadır. Özellikle bu lisana vakıf olanlar şapkaya “chapeau républicain - cumhuriyet şapkası” ismini takmışlardır. Şapka dünyada başka hiçbir ülkede bu isimle anılmadı.

Türk halkı şapkayı kolay kabul etmedi. Çok seneler evvel Osmanlı’nın hayatına giren “FES” daha kolay kabul edilmişti.

II. Mahmut yenilikçi bir padişahtı.  Kapattığı yeniçeri ocağından geriye, kılık kıyafet dâhil hiçbir şey kalsın istemiyordu. O yıllarda Akdeniz’de seferde bulunan Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa Tunus’tan bir miktar fes alıp tayfalara giydirir. İstanbul’a geldiğinde de subayları ile birlikte başında fesle huzura çıkar. Fes yenilikçi padişahın hoşuna gider. Tunus’tan hemen elli bin fes getirtilir. İstanbul Eyüp Sultan’da “Feshane” kurulur. Çıkarılan bir kanunla fes resmi başlık olur. Hatta moda olur. Bir zaman kadınlar bile giyer…

Fese kolay uyum sağlanır. Fesle kolay namaz kılınabiliyordu. Bu yüzden Hristiyan kıyafeti olarak görülmüyordu. Ama şapkanın siperi vardı. Siperi secde edilmesine mani oluyordu. Üstelik Avrupa malıydı. Fakat esas mesele çıkarılan kılık kıyafet kanunu ile şapkayla birlikte cübbe giyilmesi de kavuk takılması da artık tarihe karışıyordu. Ulema denilen din âlimleri bu özelliklerinin ellerinden alınmasına karşıydı. Artık halka üstünlük taslayamayacaklardı. Şapka ve kıyafet kanunu esasında, halkı din etkisinden kurtarıp modernleştirmenin bir sembolü haline dönmüştü. Tıpkı türbanın siyasi bir ideoloji simgesine dönüştüğü gibi…

25 Kasım 1925’de meclis, şapka kanunu kabul eder. Bu kanuna muhalefet edenler üç aydan bir yıla kadar hapis ile cezalandırılacaklardır. Artık erkeklerin şapka dışında başka bir başlık giymeleri suçtur.

İnsanlar korkudan şapkaya benzer ne bulurlarsa başlarına geçiriyorlardı. Hatta Rum kadınların giydiği şapkalar bile bir süre üst tabaka erkekler tarafından kullanıldı. Şapkasından danteller, kırmızı tüyler fışkıran erkekleri görmek mümkündü, ya da kış günü beyaz hasır şapkalar erkekler tarafından kullanılmış bu yüzden trajik-komik görüntüler oluşmuştu.

Devlet memurlarına şapka alabilmeleri için “şapka avansı” verilir. Şapkanın 80 lira olduğu o yıllarda bir ekmek 5 kuruş idi. Yani bir şapka 1600 ekmek parası ediyordu. Haliyle devlet memurlarının şapka almaları çok güçtü. Bu yüzden memurlara “şapka avansı” verilmesi uygun görüldü.

Ülkenin pek çok yerinde şapka protesto edildi. Fakat protestolar hükümet tarafından “şeriat isyanı” şeklinde algılanır ve İstiklal Mahkemelerinin en önemli konusu haline gelir. Kılık kıyafet kanununa direndikleri gerekçesi ile Maraş’ta 7, Erzurum’da 4, Sivas’ta 3, İskilip’te 2, Menemen’de 28, Rize’de 8, toplam 78 kişi idam edilir. Erzurum’da idam edilenlerden biri kadındır. Muhalefet etti diye onu da asarlar.

Esasında “medeniyet”  ile  “irtica”  karşı karşıya gelmiştir. Atatürk fes ya da sarık yerine şapka takarak kafaların da içerisini de değiştirebileceğini düşündü. Ona göre bu başlık deği, baş davasıydı. (Falih Rıfkı Atay) Ama yapamadı. Onun kurduğu cumhuriyet 100’ncü senesine yaklaşırken ülkede hala “medeniyet” ile “irtica” kavgası devam etmekte. 2000’lerin Türkiye’sinde Atatürk’e saldırılar tavan yapmış durumda. Saldırı esasında Atatürk’e değil, onun şahsında medeniyetedir. Cahil olduğu için din bahanesiyle kolayca aldatılan ve yönetilebilen Türkiye katiline âşık olmuştur.  

Şapka isyanlarının en önemlisi Rize’de yaşanır.

25 Kasım’da Rize’de İmam Şaban ve Muhtar Yakup Ağa’nın elebaşı olduğu isyanda “devletin dinsizliğe doğru gittiği ve kadınların namusu kalmadığı” gerekçesiyle hükümet konağı ve Botaniye Jandarma Karakolu basılır. 6 jandarma eri esir alınır. İmam Şaban şehrin yağmalanmasını teklif eder, buna uymayanları öldüreceğini söyler. İsyancılar “bundan sonra vergi vermeyeceklerini” bildirirler.

Muhtar Yakup “Ankara’da akrabası Peçeli Mehmet’in ihtilal yaptığını, Mustafa Kemal’in üç yerinden vurulduğunu, İsmet Paşa’nın öldürüldüğünü, iktidarı dinci paşaların ele geçirdiklerini” söyleyerek halkı isyana teşvik eder.

İsyan giderek büyür. Köylere yayılır. Yağma başlar.

Hakimiyet-i Milliye gazetesinin yazdıklarına göre, Ankara hükümeti Rize’ye büyük bir askeri kuvvet gönderir. Bu arada zamanın en büyük harp gemisi Hamidiye Zırhlısı Rize önlerine gelir ve eski adı Potemya olan Recep Tayyip Erdoğan’ın memleketi Güneysu’yu topa tutar.

Rivayete göre asker ile halk arasında çatışmalar üç gün sürer.  Pek çok insan ölür. 143 kişi tutuklanır. Bölgeye İstiklal mahkemesi gelir. Mahkemenin yargıçları meşhur “3 Ali’lerdir.”  Tutuklanan 143 kişinin yargılanması bir günde bitirilir. 8 kişi idama, 14 kişi 15 yıla, 20 kişi 10 yıla, 19 kişi 5 yıla mahkûm edilir. Geriye kalanlar dayak ve para cezası gibi hafif cezalara çarptırılır. 80 kişi ise beraat eder.

İdama mahkûm olanlar isyanın başladığı Ulu Cami’nin önünde hemen o gün asılır.

Bütün bunlardan geriye bir türkü kalır.

Atma Hamidiye atma, atma, atma,
Din kardeşiyiz, bizi yakma,
Atma Hamidiye atma, atma, atma,
Taktılar serpuşi kafamıza…

Atma Hamidiye atma, atma, atma,
Vergimi vereceğum, bizi yakma,
Atma Hamidiye atma, atma, atma,
Sürgün etma, bizi yakma…

Rize olayları pek çok “yandaş” yazar tarafından “şapka giymeyi istemedikleri için Rizeliler topa tutuldu” şeklinde anlatılarak Atatürk devrimleri karalanmak istenmiştir. Bu ve bunun gibi söylemlerle, yazılarla cahil Türk halkı kandırılmakta ve kolayca yönetilmektedir. Oysa gerek Rize’de, gerekse Türkiye’nin muhtelif şehirlerinde şapka devrimine karşı yapılanlar, tıpkı Menemen-Kubilay vakası gibi bir irtica isyanıdır.  Devlet demir yumruğu ile o zaman meseleyi çözmüştür. Ya da çözdüğünü zannetmiştir. 

Çözülmemiş.

Kafaya ne takarsan tak, kafanın kendisini değiştirmedikçe bu mesele çözülmez…

Esen kalın.

Aaron Baruch  (Ankaralı)




Kaynakça ;