29 Nisan 2020 Çarşamba

KUŞATMA ALTINDA (3)








 Koronalı günlerde yayınladığım KUŞATMA ALTINDA (1) ve KUŞATMA ALTINDA (2) yazılarımda 1948 özgürlük savaşında Yarushalayim’in kurtarılması için yapılan savaşları ve fedakârlıkları yazmıştım.

Yarın çalışmaya başlıyorum. Söz verdiğim gibi KUŞATMA ALTINDA yazı serisinin 3’ncüsünü yayınlamak bugüne kısmet oldu…

 HAR HaBAYİT BE YADENU...  (TAPINAK DAĞI BİZİM ELİMİZDE!)

Son bir hücum gerçekleştireceklerdi. İsrael devletinin kuruluş savaşının sonuna gelinmişti ve ateşkes 1948 yılının 17 Temmuz Cumartesi günü sabah saat 05.00 de başlayacaktı. 1 Mayıs günü takviye gelmediği için yorgunluktan biten adamlarını geri çekmek zorunda kalan Uzi Narkiss’in terk ettiği surlar o günden beri Ürdünlü Arapların elindeydi. Eski Şehri  (ağlama duvarının –Kotel ve Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Dua tepesi-Har HaBayit  de denilen kutsal alanın bulunduğu antik şehir)  almak için bu son şanstı. Yeruşalayim bölgesinin komutanı David Shaltiel askerlerine şöyle dedi:

Yeruşalayim’i kendi kuşağımıza ve gelecek kuşaklara armağan etmek bizim için en büyük zafer olur” dedi ve planı açıkladı.
Bu plan gerçekten bir kumardı fakat vakit yoktu. Eski Şehir’i çevreleyen surları üç noktadan deleceklerdi.   Bunların her birine ayrı bir isim verilmişti. İrgun’un yüz elli adamı Notre – Dam de France binasından “PARİS” adı verilen Yeni Kapıya saldıracaktı. Stern gurubunun birlikleri “MOSKOVA”  adı verilen Yafa kapısına karşı saldırıya geçeceklerdi.
Her iyi kumarbaz gibi David Shaltiel’in de bir kozu vardı Konik şeklindeki yapısı itibarıyla “KONÜS” adı verilen, bir fizikçinin yaptığı 350 kilo patlayıcı ile dolu olan dev bir mermi. Bu mermi surlara büyük bir delik açacaktı. Buraya da “BERLİN” adı verilmişti.  “BERLİN” adı verilen bu gedikten yeni kurulmuş olan beş yüz kişilik tabur Sion tepelerinden Eski Şehir’e akacak ve Yahudiler iki bin yıl sonra şehri ele geçirecekti. Saldırı 16 Temmuz gece yarısından biraz evvel başlayacaktı.  

Askerlerden biri David’e sordu: . 
“Ömer Camii’nin önüne geldiğimizde ne yapacağız?”
“Pabuçlarınızı çıkartıp savaşa devam edersiniz.”
Saldırı başlamadan biraz evvel acı bir sorunla karşılaştılar. Yahudiler her şeyi düşünmüşlerdi ama bir tek Yeruşalayim’in yüreğine varmalarını sağlayacak aracı yapmanın telaşı ile “KONÜS’ü” surlara kadar nasıl taşıyacaklarını düşünmemişlerdi. Üç yüz elli kiloluk mermi demir çubuklar üzerine kondu ve insan gücüyle taşınmaya başlandı. Elleri ayakları kan içinde kalan taşıyıcılar ateş altında koca mermiyi elleri ile taşıyorlardı.
Bu arada İrgun askerleri Yeni kapıya saldırıya geçti. “PARİS” adı verilen Yeni Kapı Yahudiler’in eline geçti. Komutan Zvi Sinai   “KONÜS’Ü” bekliyordu. Gedik açılır açılmaz “BERLİN’DEN” şehrin kalbine doğru saldırıya geçecekti.
Ne yazık ki, planladıkları gibi olmadı. “KONÜS” tam zamanında tam da istenilen yerde patlatıldı ama surları yıkamadı. Plan başarısız olmuştu. Hayallerine kavuşmak için Yahudiler 19 yıl daha beklemeleri gerekecekti.
1967 yılın Haziran ayında başlayan 6 günlük savaşın üçüncü günü İsrael Kuvvetleri Eski Şehri aldılar.  Şimdi okuyacaklarınız bu inanılmaz anları naklen anlatan radyo yayınıdır. Bu kayıt Avi Yaffe kayıt stüdyolarında bulunmaktadır.
7 HAZİRAN 1967 – SABAH SAATLERİ:
Albay Mordechai Gur (Motta): (Hoparlörde) Tüm birlik komutanları, şu anda sırtta (Sion tepeleri) bekliyoruz. Kısacası birazdan tüm kuşakların hayalini kurduğu Eski Şehre gireceğiz. İlk giren biz olacağız. Eitan’ın tankları solda ilerleyecek ve Aslanlı kapıdan girecekler. Son buluşma yukarıdaki açık alanda (Tapınak Dağı) olacak.
Askerler: Alkış sesleri
Spiker Yossi Ronen: Şimdi ana caddelerin birinde yürüyoruz. Kuvvetlerin öncüleri Eski Şehre girmek üzere…
Silah sesleri…
Spiker Yossi Ronen: Hala her yönden üstümüze ateş ediliyor. Girişe doğru ilerliyoruz.
Silah sesleri ve askerlerin ayak sesleri…
Komutan : Aralarda 5 metre mesafeyi koruyun. Buralarda dolaşmak hala çok tehlikeli, etrafta keskin nişancılar var…
Silah sesleri…
Spiker Yossi Ronen: Hepimize durması söylendi, solumuzda Zeytin Dağı, biz şu anda Eski Şehir’de Rus Kilisesinin karşısındayız. Aşağıya bakıyorum. Dağın yanında koşuyoruz. Taş duvarları görebiliyoruz. Hala bize ateş ediyorlar. İsrael tankları Aslanlı kapıda ve biz önde gidiyoruz. İçeri giren ilk birimin yanındayım. Yanımda bir Ürdün otobüsü var, tamamen yanmış. Girmek üzereyiz. Aslanlı geçidin altında duruyoruz. Geçit çökmek üzere, muhtemelen önceki bombalama yüzünden. Askerler palmiye ağaçlarını siper alıyorlar. Ben de ağaçlardan birinin altına çöküyorum. Şehre daha yaklaştık.
Silah sesleri…
Albay Mordechai (Motta) Gur ordu hoparlöründen: HAR HaBAYİT  BE YADENU… Tekrar ediyorum, HAR HaBAYİT  BE YADENU… (TAPINAK DAĞI BİZİM ELİMİZDE! Tekrar ediyorum, TAPINAK DAĞI BİZİM ELİMİZDE!
David Operasyon Odası : Tüm birimler, ateş etmeyi kesin, tekrar ediyorum, ateş etmeyi kesin.
Uzi Narkiss : Motta, senin gibi biri yok. Ömer Cami'nin yanındasın…
Spiker Yossi Ronen: Aslanlı kapıdan geçtim, hızla ilerliyorum. Eski Şehir…
Ordu hoparlöründen: Alanı arayın, ateş kaynağını bulun. Her binayı koruyun. Özellikle kutsal yerlerde hiçbir yere dokunmayın.
Ta ta ta taaaaa, ta ta ta taaaaaa   (Şofar seleri…)
Spiker Yossi Ronen: Askerler ağlıyorlar… Askerler şarkılar söylüyorlar, Yeruşalayim şel zaav…. (Yeruşalayim altından)



General Uzi Narkiss: Söyle, Batı Duvarı (Kotel-Ağlama duvarı) nerede? Oraya nasıl gidilir?
Spiker Yossi Ronen: Şu anda Batı Duvarına doğru ilerliyorum. Ben dindar bir adam değilim, hiç olamadım, ama şu anda Batı Duvarının taşlarına dokunuyorum.
Askerler : Şehiyanu ve kiyemanu…
Haham Sholomo : Dualar…
Askerler : Amen!
Bir gün olurda Yeruşalayim’in sokaklarında yürürseniz iki bin yıl bu şansı yakalayamayan soydaşlarınızı düşünün, ne kadar şanslı olduğunuzu düşünün, siz orada yürüyebilmeniz için akıtılan kanları düşünün
SENİ UNUTURSAM YERUŞALAYİM…
Aaron Baruch (Ankaralı)



25 Nisan 2020 Cumartesi

YAHUDİ PAPAĞAN…






Korona, tarih, siyaset yazmaktan bıktım. Bugün değişik…


Efendim, Teksas'da yaşayan Albert adlı bir Yahudi varmış. Kendi halinde çiftçilik yaparmış. Bir gün,  ciddi görünümlü insanlar kapısını çalmışlar Albert'in. İçlerinden birisi:

“Bu topraklar sizin mi Mr.Albert” diye sormuş.
“Evet.”
“Güzel. Sizinle bir anlaşma yapmak istiyoruz. Çünkü bu topraklarda zengin petrol yatakları olduğunu düşünmekteyiz”
demiş.

İşte hikâye böyle başlamış. Albert çok kısa zamanda acayip zengin olmuş. Artık her kes onu
Mr.Albert, ya da “big boss”  diye çağırıyormuş  ve devamlı bir yerlere davet ediyorlarmış...

Albert bir gün gittiği bir davette bir papağan görmüş. Papağan gelenlere "hoş geldin"  gidenlere "güle güle" diyor, güzel bayanlara laf atıyor, milleti acayip  eğlendiriyormuş.  Albert bayılmış bu işe. "Bende bir papağan alacağım, ama müthiş bir şey olacak, dünyada eşi olmayan bir papağan bulacağım" demiş kendi kendine.

Sonraki günlerde araştırmış, araştırmış ve öğrenmiş ki dünyanın en ilginç papağanları Guatemala'da bulunmaktadır. Hemen atlamış gitmiş Guatemala'ya... Pek çok papağan  satan mağazayı gezmiş ama  aradığı gibi bir şey yok. Derken birisi ona demiş ki:

“Bakın  Mr.Albert, öyle özel bir papağan arıyorsanız buralarda bulamazsınız. Siz ülkenin kuzeyinde bir yer var, oraya gidin, ancak orada bulabilirsiniz.” 

Albert derhal ülkenin kuzeyine gidip bulmuş o papağan satılan yeri. İçeri girmiş ve çok çok özel bir papağan istediğini anlatmış. Demişler ki:

“Buyurun sizi birinci kata alalım.”

Çıkmışlar birinci katta, hakikaten kuyruklarında muazzam renkler olan, görülmemiş derecede güzel papağanlar varmış. Albert:

“Nedir bu hayvanların özellikleri” diye sormuş.
“Efendim şu renklere bakın şu kuyruklara bakın daha ne olsun?”
“Yok yok ben daha özellikleri olan bir şey arıyorum.”
“Hay hay efendim,  o zaman sizi ikinci kata alalım, yalnız  ikinci kattaki papağanların fiyatı 20.000 dolardan başlar.”
“Önemli değil…”

Çıkmışlar ikinci kata. Papağanlar yine göz alıcı renklerde fiyakalı fiyakalı ortalarda dolaşmaktaymış. Albert sormuş:

“Bunların özelliği ne?”
“Efendim bu papağanlar Ömer Hayyam'ın şiirlerini okurlar...”
“Yok yav?...”
“İsterseniz bir test yapalım.”
“Yok yok istemez, bir üst katta ne var?”
“Orada 40.000 dolarlık papağanlar var.”
“Onların özelliği ne?”
“Onlar hem şiir okuyor hem de şarkı söylüyorlar.”
“Vay anasını...”
“Eğer inanmıyorsanız bir test...”
“Yok yok sen bana söyle. En üst katta ne var?”
“Bir tek papağan var.”
“Öyle mi, onun fiyatı ne?”
“250.000 dolar...”
“Neeee?”
“Evet efendim.”
“Peki özelliği ne?”
“O papağan Yahudidir efendim...”
“Nasıl yani?”
“Bayağı. İsterseniz bir bakın.”
“Tamam” demiş Albert,  Asansöre binip en üst kata çıkmışlar... Bir sürü güvenlik önlemi filan... Neyse, içeri girmişler. Albert bir de ne görsün, kafasında kipa  ile son derece sıradan renkleri olan bir kuş. Ancak kuş fark edilecek kadar etrafına tepeden bakmaktadır.

“Bu mu 250.000 bin dolar?”
“Evet efendim. Çünkü bu kuş Yahudi'dir. İsterseniz bir test edin.”      
“Hadi be...”

Tabii ki inanmamış Albert, ama merakını da yenememiş. Sonunda  kuşa yavaş yavaş fakat  şüpheyle yaklaşmış ve:

“Şalom…” demiş.
Kuş Albert'e şöyle tepeden bir bakmış ve:
“U vraha” demiş.
Albert acayip şaşırmış. Cebinden kipasını  çıkartıp başına koyduktan sonra kuşa yavaşça:
“Yitgadal ve yitgadaş” demiş...
Kuş tavrını hiç bozmadan:
“Şeme raba”  diye cevap vermiş.
Albert şaşkınlıktan  küçük dilini yutmak üzereymiş. Bu sefer makamlı bir şekilde:
“Yom Aşişi” demiş.
Kuş yine tavrını bozmadan-
“Yayhulu aşamayim” demiş ve bütün kiduşu müthiş bir aksanla bir çırpıda okuyuvermiş.
Albert bağırmaya başlamış:
“Budur be, budur işte. Alıyorum,  alıyorum. Tamamdır. Hemen alıyorum.”

Kuşuyla Teksas'a dönen Albert, artık  gece gündüz onunla vakit geçiriyor hatta birlikte peraşa çalışıyorlarmış. Derken Roş-Aşana gelmiş. Albert papağını için  yeni yaptırdığı talleti onun omuzlarına koymuş. Ünlü bir kuyumcuda yaptırdığı kıymetli taşlarla süslenmiş altından, üzerinde altı köşeli yıldız bulunan kolyeyi de  kuşun boynuna takmış.  Son olarak yeni yaptırdığı üstü altın işlemeli kipayı da papağanın başına yerleştirdikten sonra kuşun kanat altlarına biraz da parfüm sıkıp papağanı ile birlikte sinagoga  yollanmış.
Geldiklerinde tam içeri girecekken sammaz yollarını  kesmiş:

“Mr.Albert bu kuşla buraya giremezsiniz.”
“Tamam da bu papağan Yahudi...”
“Ne?”
“Duydun işte... Yahudi...”
“Ne diyorsunuz siz Mr.Albert, olmaz,  buraya  böyle  hayvanla giremezsiniz, ahır mı burası?”

Tartışma sürerken millet de toplanmaya başlamış. Derken Haham gelmiş. Meseleyi ona da anlatmışlar. Haham:

“Tamam, ben imtihan edeceğim ve karar vereceğim,” demiş.

Bu arada iddiaya girmeler başlamış. Albert herkesin iddialarını tek başına karşılıyormuş.  Sonunda haham papağana dönüp:

“Bize  Şema'yı  oku” demiş.

Kuş havalara bakıyor oralı olmuyormuş. Albert hayretler içerisinde... Biraz beklemişler sonra  haham  yeniden sormuş:

“Pekii öyleyse bize bir kiduş oku bakalım” demiş.
Kuş yine oralı değil. Albert ise çıldırma noktasında…
“Geri çekilin, kuş bunaldı, hava alsın biraz” filan demeye başlamış...
Haham son olarak  demiş ki:
“Peki öyleyse bize Tora'dan her hangi bir şey oku.”
Kuşta tık yok.

Albert yıkılmış bir vaziyette mecburen iddiaya girdiği her kese paraları ödemiş. Canı müthiş sıkılmış olarak kuşunu da alıp  eve geri dönmüş. Kuşu karşısına almış ve  başlamış  bağırmaya:

“Ulan rezil kuş,  söyle şimdi ben seni nasıl öldüreyim?  Beni rezil ettin. Senin kafanı mı kopartayım, tüylerini mi yolayım, kuşbaşı mı yapayım? Söyle ben seni ne yapayım?”

Derken kuş birden konuşmaya başlamış ve demiş ki:

“Yahu Albert ben senin gibi aptal bir Yahudi görmedim.”          
“Ne? Ulan rezil kuş, senin yüzünden bir saat evvel iddia kaybettim. Dünyanın parasını ödedim. Niye konuşmadın?  Duaları neden okumadın?”

Kuş kendinden emin kibirli kibirli demiş ki:

“Aptal Alberto, sen nasıl bir Yahudi'sin be! Kafan çalışmıyor mu senin?  Bu hafta Roş-Aşana'ydı, haftaya Kipur, sinagog misli misli insanla dolacak. Ben konuşamıyorum diye işitilecek elbette, millet deli gibi iddiaya girecek. Bak malı nasıl götüreceğiz... Annadin mi? No te merekiyez...

Yahudi değil mi, kuş beyinli bile olsa bakın kafası nereye çalışıyor...

Sizleri şöyle bir kaç dakikalığına bile olsa eğlendirebildiysem ne mutlu bana...

Her şey gönlünüzce olsun…Sağlıklı günlere inşallah...

Esen kalın...

Aaron Baruch (Ankaralı)

22 Nisan 2020 Çarşamba

RAKKAMLARLA İSRAEL KORONA






İsrael'de koronayı sayıları incelediğimizde şöyle bir tablo ile karşı karşıya kalıyoruz.

                    YENİ HASTA        YENİ  İYİLEŞEN HASTA      LEHTE FARK
17 NİSAN            264                             343                                   79
18 NİSAN            252                             280                                   28
19 NİSAN            255                             317                                   62
20 NİSAN            292                             308                                   16
21 NİSAN            229                             481                                  252
22 NİSAN            443                             608                                  165

Her gün iyileşen hasta sayımız, yeni hasta sayısından daha fazla ve bu fark lehimize giderek artmakta. Bu demektir ki korona virüsün belini kırıyoruz…
İsrael ile benzer ülkelerdeki ölüm sayılarını karşılaştırırsak durum şöyle:

22.04.2020 tarihi itibarıyla:

ÜLKE                              NÜFUS            KORONADAN ÖLÜM

Belçika                          11.450.000               5.998

İsviçre                             8.508.000               1.478

Avusturya                       8.900.000                   491

İsveç                             10.223.000               1.765

Portekiz                        10.291.000                  762

İsrael                               9.200.000                  187

İşte İsrael tıbbının nerede olduğunun göstergesi…

İsraelde toplam yoğun bakım ünitesi  2500 adet, bunların sadece 120 si dolu…

Korona “yıllardır İsrael’de yeni bir hastane yapmadınız”  diyenlere kapak oldu…

İnşallah önümüzdeki iki haftadan sonra durumumuz daha iyi olacak.


NOT : YORUMUMU BEĞENMEYENLERDE “AMEN”  DESİN. BİR TANE İSREL VAR…

Aaron Baruch  (Ankaralı)

18 Nisan 2020 Cumartesi

İSRAİL TEKNOLOJİLERİ KORONAYA KARŞI







Londra’da Kurulu Deep Knowledge Group (DKG) adlı araştırma şirketi Korona krizini en iyi yöneten ve dünya üstünde bu pandemi belasına karşı en güvenli ülke olarak İsrail’i gösterdi. İsrail bu başarıyı nasıl elde etti?

Korona vakaları başlar başlamaz hemen karantina altındaki herkes MOSSAD tarafından takip edilmeye başlandı. Pozitif çıkan insanlar evlerinde oturup karantina koşullarına uyup uymadıkları cep telefonları ve akıllı kameralarla takibe alındı.

Homat Hamagen aplikasyonu telefonlara indirildi. Böylece  korona pozitif olan bir insanla karşılaştığımızda telefonumuz bize mesaj veriyordu.

Tespit edilen her korona pozitif vaka İsrail haritasında sokağına numarasına kadar her gün haritalara işlendi. Bilgisayardan ya da akıllı telefonlardan bu harita açıldığında evimizin ya da iş yerimizin yakınlarında pozitif vaka var mı yok mu öğrenmek mümkün oldu.

Evde karantinada olan positif vakaların evlerine bir kutu bırakıldı. Kutudaki cihazlar yardımıyla hasta evden çıkmadan doktoru ile konuşup muayene olabildi.

Sokaklara bankamatik gibi test kulübeleri kuruldu. Otoparklara test istasyonları, çadırları yerleştirildi. Bu noktalarda hemen insanlardan örnek alınarak test yapılmaya ve netice positif ise derhal durum şahsa  bildirilerek  gereken tedavi uygulanmaya başlandı. 

Devlet korona virüs ile mücadelede fikirleri olanlara fırsat verdi. Bazı kuruluşları bizzat görevlendirdi. Bu girişim 3 ana noktada toplandı.

1-    BULAŞMAYI ÖNLEME: Rehovot kentinde buluna Soapy Care LTD şirketi etkin bir el yıkama istasyonunu yapmayı başardı. Bu istasyonda virüsü hemen öldüren özel bir bitki özü kullanıldı. İsrail Uzay Ajansı mühendisleri geliştirdikleri ultraviyole ışın teknolojisi ile virüsü daha kolay ve daha etkin bir şekilde yok etmeyi başardılar. İsraelli şirket Tappoah Payis ve Emek Hafer birlikte yürüttükleri çalışma ile 3G yazıcıları yardımıyla yapılan ve çok etkin yüz koruma maskelerini üretmeye ve hatta Afrikaya bile  göndermeye başladılar.

2-    TEST: Daha fazla Koronavirüs vakasının tespiti için yöntemler geliştirilmeye başlandı. İsrail savunma bakanlığı Tel Aviv’de bulunan Vocalis Health şirketi ile virüsün ses izini bulmaya çalışıyor. Her hangi bir kişi telefonda konuştuğunda korona pozitif olup olmadığı bu sayede tespit edilecek ve daha sonra da izlenebilecek.  Bu çalışma ile korona hastalarının ses analizi ile teşhisi ve izlenmesi çok kolaylaşacak. Ayrıca Herstliya’da kurulu yapay zeka çalışmaları yürüten İsrail Şirketi Diagnostics.ai daha az personel ile daha çok test yapma imkanlarını geliştirdi ve bu teknoloji İngiltere’de de kullanılmaya başlandı.

3-    AŞI : İsrail Biyolojik araştırmaları enstitüsü (IIBR) İsrail hükümeti tarafından COVİD-19 aşısını bulmak için görevlendirildi. Enstitü çok yakında deneysel testlere başlayacağını duyurdu. Öte taraftan Weizman Enstitüsü koronavirüs ile mücadelede kullanılmak üzere çok gelişmiş bilgisayar teknolojileri kullanarak laboratuvar ortamında üretilecek antikorlar üzerinde çalışıyor ve bu konuda katkı sağlıyor.  

Yeni sizin anlayacağınız bedava şöhret yok. Çalışan akıllı insanlar buluyorlar, geliştiriyorlar ve çok çalışarak üretiyorlar.

İsrail bu çalışmaların semeresini almaya başladı. Son 3 gündür iyileşen hasta sayısı yeni vaka sayısını geçti. İsrail krizi kontrol altına almayı başardı.

İsrail ile yaklaşık nüfusu olan ülkelerdeki ölüm sayıları karşılaştırıldığında  karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor:

Belçika      11.450.000          5453
İsviçre         8.508.000          1344
Avusturya   8.900.000            443
İsveç        10.223.000           1511
Portekiz    10.291.000            687
İsrail           9.200.000           158

Beezrat Haşem Pazar günü İsrail yeniden çalışmaya başlayacak. % 15 gibi açılıyoruz. Okullar yuvalar henüz kapalı. Lead lead, sıra yavaş yavaş hepsine gelecek. Tedbiri elden bırakmadan açılacağız.

65 yaş üzeri henüz işe gidemeyecek. Ancak 100 metre evden uzaklaşma sınırı 500 metreye çıkarıldı.

İsrael’de markete kasaba telefon açıp siparişi birkaç saat sonra eve getirtmek imkânı yok. Ama bu zor süreçte İsrail savunma Kuvvetleri (IDF) 9 milyonluk bu küçük ülkede 2,5 milyon adet koliyi ihtiyaç sahiplerine ulaştırdılar. O 18-19 yaşında aslan parçası çocuklar sabahlara kadar koşturdular, yerlerde kaldırımlarda biri birilerinin üzerine başlarını koyarak uyudular. Gönüllü kuruluşlar kendi aralarında organize olup masrafları da ceplerinden karşılayarak yardım kolileri hazırladılar, çiçeklere kadar, Shabbat mesajlarına kadar doldurdukları kolileri ihtiyaç sahiplerine götürdüler.

Bir de evlatlar, anneleri  babaları sokağa çıkıp tehlikeye maruz kalmasınlar diye her ihtiyacı onlara ulaştırdılar, emeklerimiz helal olsun yavru kuşlar…

Ve en son sözüm sana korona belası. Bu topraklara bulaştığın için sana dünyayı zindan edeceğiz. Bu güne kadar 158 canımızı aldın. Sonun bizim elimizden, İsrail oğullarından olacak. Seni son virüsüne kadar temizleyeceğiz ve tarihe gömeceğiz…

Esen kalın…

Aaron Baruch (Ankaralı)

16 Nisan 2020 Perşembe

KUŞATMA GÜNLERİ (2)








5 İyar 5708 . Yani 14 Mayıs 1948, Saat 16.37 Ben Gurion  elini bir kere daha masaya vurdu:

“Yahudi İsrail devletini ilan ediyorum. İsrail devleti resmen doğmuştur” dedi. 

Oturuma katılanlar “Şehiyanu” duaları arasında “Hatikva'yı” (Hatikva-Umut – İsrael milli marşı) söylemeye başladılar.

Toplantının yapıldığı eski müze binasında bulunanlar çok sert insanlardı. Çok, ama çok badirelerden geçmişlerdi. Pek çoğunun kolunda hala Avrupa'daki zulüm kamplarının numaraları  vardı. Ama bu sert insanlar şimdi ağlıyorlardı. 3000 yıldan daha uzun süren bir bekleyiş artık bitiyordu, ve bizler ne kadar şanslı bir nesiliz ki buna şahitlik edebildik, bu muazzam görülmemiş başarıyı yaşayabildik.

Ben Gurion’un İsrael devletini ilan etmesinden tam 11 dakika sonra, ABD bu bebek ülkeyi ilk tanıyan devlet oldu.

İsrail devleti doğmuştu doğmasına ama Yerushalaim boğulmak üzere idi. Ve Ben Gurion Yerushalaim’i kaybettikleri takdirde bu bebek devletin yaşama şansının çok az olduğunu biliyordu. 

Yerushalaim kurtarılmalıydı. Neye mal olursa olsun KURTARILMALIYDI...

Nachson harekâtı   (kuşatma günleri -1-)   ile  açılan yol açılmıştı açılmasına ancak  sadece 4 konvoy  geçebilmişti. Elbette ki bir rahatlama getirmişti. Fakat kuşatma altındaki 100 bin kişi için bu yeterli değildi.  Araplar kısa bir zaman sonra Bab el Ued geçidini dev kayalarla tamamen kapatmışlar ve burayı tahkim ederek geçilmesi imkânsız bir hale getirmişlerdi. Sahil ile Kudüs'ün arasındaki yol bir daha açılmamak üzere  kapanmıştı. Kudüs'ün kurtarılması için ancak bir mucize gerekliydi ve  o mucize gerçekleşecekti...

*
Cip gıcırdıyor, inildiyor fakat inanılmaz akrobatik hareketler yaparak da olsa karanlıkta ilerliyordu. Sonunda takıldılar.  İçindeki Yahudilerden  ikisi araçtan indi. Cipi itmeye başladılar. Avrupa'da II . Dünya savaşında savaşarak 3 bin km. yol inşa eden (Birmanya yolu)  David Marcus ve Vivian Herzog böyle işkence çeken bir araç daha görmemişlerdi. Aracın şoförü genç bir Palmach subayı Amos Cholev direksiyona sıkı sıkı sarılmış, cipi çılgın bir nehirde sürüklenen kano gibi kullanıyordu.  Kullandıkları yol binlerce yıl evvel yapılmış antik Kudüs yolu idi.  Arkeolojik önemi olabilirdi ama bugün yol olmaktan çok uzakta idi. Bu yoldan Büyük İskender de geçmişti. Romalılar da... Aslan Yürekli Richard bu tepelerden Yerushalaim'e bakmıştı. 

Durdular. Biraz dinlenmek üzere yabani otların arasına toprağın üzerine  uzandılar. Amos Cholev yanındakilere:

“Bu tepeleri yarıp geçebilseydik Yerushalaim'i kurtarmak için bir yolumuz olurdu” dedi. Marcus gülerek cevap verdi:

“Neden olmasın, biz Kızıldeniz'i geçmedik mi?”

Gülüştüler. Birden bire uzaktan gelen bir motor homurtusu işittiler. Kulaklar dikildi.

Makinelilerini kaptıkları gibi siper aldılar. Birden ters yönde gelen bir cipin üzerlerinde bulundukları tepeye çıkmakta olduğunu fark ettiler. Siperlerine daha sıkı sindiler. Gelen cip meydana çıktığı an Amos Cholev bir nara  attı.

“Alan... Ma şlomhem...”

Cipin sürücüsü ile yanındakini tanımıştı. Bunlar Palmach'ın Harel tugayından iki arkadaşı idi. Yerushalaim'den geliyorlardı. Çıplak Yehuda tepelerinde bu iki Cipin karşılaşmalarının hesaplanamayacak kadar büyük sonuçları olacaktı....

Yerushalaim'den gelen cipteki Palmach subayı Levi, Tel-Aviv'e gelir gelmez Kırmızı Eve'e, Ben Gurion'a koştu.

“Şehir aç, cephanemiz kalmadı, bitmek üzereyiz” diye inledi nefes nefese.

Ben Gurion:

“Bir cipi geçtiği yerden yirmi cipte geçer” dedi ve  Ukraynalı bir değirmencinin oğlu olan komutan  Joseph Avidar'a emirler yağdırdı. 

Askerler ve subaylar Tel-Aviv'e dağıldılar.  Ancak araçlara el koyma işi şehirde işitilmişti ve enteresan bir şekilde bir tek cip bile meydanda yoktu. Sanki yer yarılmıştı ve cipler içine girmişti.

“Bari benimkini alın” dedi  Ben Gurion.

İki cip ağzına kadar silah ve cephane dolduruldu ve derhal Yerushalaim'e doğru yola çıkıldı. İçleri umut dolu,  yorgunluktan gözleri kapanan  iki  Palmach subayı  bir an evvel kuşatma altındaki Yerushalaim’e varmak için insan üstü bir çaba harcamaktaydılar...

Aynı saatlerde  Kırmızı Ev'de  Ukraynalı  Joseph Adivar,   Amerikalı Davit Marcus, çok önemli bir toplantıya katılmışlardı. Toplantının konusu antik Yerushalaim yolunu açarak kuşatmayı yarmak ve açlıktan inleyen 100 bin Yahudi’ye yardım ulaştırmaktı. Sahilden Yerushalaim’e giden yolu kullanmak imkânsızdı. Tek alternatif bu antik yolu açmaktı. Çok zordu ama ustalıkla, alın teriyle, cesaretle mümkün olabilirdi ve kamyonların geçebileceği yeni bir  yol yapmaya çalışacaklardı.  David Marcus’un dediği gibi “Yahudiler Kızıldenizi bile geçmişlerdi, bunu da yapabilirlerdi…” Toplantıdakiler en sonunda antik Yerushalaim  yolunun  yeniden kullanır hale getirilmesine ve böylece kuşatmanın kırılmasına karar verdiler...

YERUSHALAİM, EY YERUSHALAİM…

Davit Marcus'un beklediği araç nihayet gelmişti. Solel Boneh inşaat şirketinin bir buldozeriydi bu. Yol yapımı için terk edilmiş Arap köyü Beyt Jiz  köprübaşı olarak seçilmişti. Buradan başlıyacaklardı. Amerikalı albay (Davit Ben Gurion tarafından generalliğe terfi ettirilmişti. ) operatöre yolu gösterdi.

“Burası dedi. Buradan başlayalım.”

Yola bir isim koymuşlardı. Amerikalılar'ın Çin'de yaptıkları inanılmaz bir yolun ismini. “Birmanya Yolu...” 

Buldozer metre metre yolu kazmaya ve düzeltmeye başladı.  Ağır ağır ama amansızca kazıyor, düzeltiyor deliyor ve ilerliyordu.  Makinenin yetmediği, yetişemediği yerlerde insan emeği devre giriyor, taşçılar ameleler, kırıyorlar, dolduruyorlar karıncalar gibi çalışıyorlardı. Tel-Aviv'den, kibutzlardan gelen bu insanlar yolun açılması için bir adak gibi terlerini akıtıyorlardı. Gece gündüze karışmıştı. Geceleri sesler tepeden tepeye yankılanıyordu. Zamana karşı bir yarış vardı. Belki onlar yolu bitirmeden Yerushalaim bitecekti. 5 kilometre daha  yol yapılması  gerekiyordu Marcus Yerushalaim yönüne bakıp zaman zaman kendi kendine söyleniyordu..

“Dayan Yerushalaim, ne olursun ben gelene kadar dayan... Geliyorum... Dayan....”  Yerushalaim  dayanacaktı ama ne yazık ki o bunu göremeyecekti...

7 Haziranda Yerushalaim’in   üç günlük yiyecek stoku kalmıştı. Şehrin komutan Don Joseph 
"Kendimi, çocukları için yemek isteyen annelere boş depoları göstereceğim güne hazırlamalıyım" diye düşünüyordu. Durumu bütün açıklığıyla anlatan bir telgraf hazırladı ve emir subayına:

“Bunu acele Ben Gurion'a gönder" emrini verdi.

Telgrafın devamında "Şabat'a kadar elimize un geçmezse şehirde açlık başlayacak" deniyordu. Telgraf öyle açıktı ki "Birmanya Yolu"  bitmeden Yerushalaim’in teslim olacağı  hemen anlaşılıyordu.

Kırmızı Ev yine bir toplantıya daha ev sahipliği yapıyordu. Sonunda karar verdiler...

Altı yüz Yahudi gerekliydi. Sırtlarında 20 kilo yükle  5 kilometre yürüyebilecek 600 Yahudi lazımdı. Yol açılıp ta yoğun yardım gelene kadar her gece bu 600 Yahudi sırtlarında taşıyacakları 20 kilo yükle Yerushalaim'i birazcık olsun besleyebilirdi ve zaman kazanılabilirdi.

İşçi konfederasyonları devreye girdiler.  Bankacılar, memurlar, işçiler, tüccarlar çok kısa, ancak  çok önemli bir görev yapmaları için nazikçe  otobüslere davet edildiler. Ünlü folklorcu Mordehay Zeira'da yolcular arasındaydı. Ne var ki bu insanların çoğu emeklilik yaşına yakındılar ve şehir hayatı yüzünden yürüme alışkanlıklarını yitirmişlerdi.

Otobüsler onları Nachson harekatının başladığı yere, Kfar Blou'ya götürdü. Kibutzlardan gelen Yahudi kadınlar karıncalar gibi çalışıyorlar torbalara koydukları  un, pirinç, şeker, kuru sebze ve süt tozlarını daha sonra sırt çantalarına yüklüyorlardı.

Ukraynalı değirmencinin oğlu komutan Joseph Avidar yüksekçe bir yere çıkıp 600 Yahudi’ye yapacakları görevi anlattı. Konuşması sürdükçe yüzler asılıyor, bedenleri korku sarıyordu. Sözlerini şöyle bitirdi:

“Her birinizin sırtında 100 Yahudi'yi bir gün daha hayatta tutacak yiyecek olacak, Yerushalaim’deki  kardeşleriniz  bugün sadece dört dilim ekmek yiyebildiler...Yolunuz açık olsun." 

Sonra onları uğurlamak için elini kaldırıp selam verdi. Herkes donmuştu. Komutanın eli yoktu, daha evvel bir el bombasıyla kopmuştu...

600 Yahudi birden canlandı. En ağır çantayı kapabilmek için koşuşturmaya başladılar... Joseph onları tekrar otobüslere doldurdu ve Birmanya yolunun  açılan son noktasına kadar getirdi. Bundan sonra Yehuda tepelerini yürüyerek aşmaları gerekiyordu. Karanlıkta hamallar kaybolmamak için  tek sıra halinde biri birilerinin gömleklerini tutarak ilerlemeye başladılar. Dünyanın en geveze ulusu hiç konuşmadan yürüyorlardı.

O yol açıldı. Yerushalaim açlığa yenilmedi. Ama ne yazık ki Judas Maccabee'den beri ilk Yahudi generali Amerikan asıllı David Marcus İbranice bilmediği için nöbetçinin  sorduğu poralaya  cevap veremeyecek ve ateşkes şerefine giydiği beyaz elbisesi yüzünden Arap zannedilerek bir Yahudi Nöbetçi tarafından vurularak öldürülecekti...

1948 kuruluş ya da kurtuluş savaşında İsrael Yerushalaim’in batı kesimini Araplar’dan kurtarabildi. Fakat kutsal Ağlama duvarının da bulunduğu “antik kent” Arapların elinde kaldı. Burada yaşayan Yahudiler evlerini terk ettiler. Pek çok sinagog tahrip edildi, yıkıldı, yakıldı, toralarımız parçalandı, ateşe verildi. Kutsal ağlama duvarımızın bulunduğu küçük meydan çöplük yapıldı… Taa ki 6 Haziran 1967 de Uzi Narkis’in paraşütçüleri oraya gelene ve Ordunun hahamı  Goren Şofarını üfleyene kadar…















1948’e dönecek olursak, 11 Haziran 1948 günü 30 günlük ateşkes ilan edildi. Yahudiler bu süre içinde toparlandılar. Avrupa'dan satın alınan pek çok silahı kutsal topraklara getirebildiler. Ateşkesten sonra her cephede  ilerlediler ve bugünkü İsrael'i kurdular.

Bir gün Yerushalaim’i ziyaret ederseniz  yürürken yerdeki taşlara daha dikkatli bakın. Orada biz bu topraklarda yaşayabilelim diye dökülen kanların ve gözyaşlarının izlerini bulacaksınız.



SENİ UNUTURSAM EY YERUSHALAİM…


Aaron Baruch  (Ankaralı)

Kudüs, ey Kudüs kitabından.....

Yarın 3'ncü bölüm, "HAR HaBAYİT  BE YADENU… (TAPINAK DAĞI BİZİM ELİMİZDE!)"