23 Aralık 2023 Cumartesi

TERÖRÜN DİNİ YOKTUR…

 





1997 Ağustos’unda Mossad başkanı Ramsad Yatom, Netanyahu ile görüşmesinin ardından Mossad merkezinde önemli bölümlerin başkanlarıyla Hamas liderlerine karşı yapılacak bir suikast ile ilgili bir toplantı yaptı. Mossad’ın elinde tam bir liste olmasa da bazı önemli Hamas şeflerinin isimleri vardı. En çok göze batan Musa (Muhammed) Mazrouk’tu, ancak Musa Masrouk’un Amerikan pasaportu taşıması bir sorun olabilirdi. İsrail bu suikast yüzünden ABD ile arasında sorun çıkmasını istemiyordu. Tartışmalar sonucunda uygun hedefin Hamas siyasi büro şefliğine atanan Halit Meşal olduğuna karar verildi.

Halit Meşal’in ofisi Amman’daydı.  İsak Rabin, başbakanlığı sırasında Ürdün’de operasyon yapılmasını yasaklamıştı ama artık Başbakan Netanyahu’ydu, öneriyi “çok sessiz bir operasyon” olması şartı ile kabul etti.

Ramsad (Mossad başkanlarına Ramsad denir) Yatom, görevi Mossad’ın elit birimi Kidon’a verdi. Çeşitli önerilerden sonra Halit Meşal’in, Nes Tziona’daki biyoloji enstitüsünde geliştirilen ölümcül bir zehirle öldürülmesine karar verildi. Bu zehrin birkaç damlası deriyle temas ettiğinde önce felce sonra kalp krizine yol açıyordu ve otopside de hiçbir iz bulunamıyordu.

Operasyondan 6 hafta önce ilk ajanlar Amman’a vardılar. Yabancı pasaportları vardı ve Halit Meşal’in günlük rutinlerini takip etmeye başladılar. Hazırlıklar bütün yaz sürdü.

4 Eylül tarihinde üç Hamas militanı Kudüs’ün Ben Yahuda caddesinde kendilerini havaya uçurdular. 5 İsrailli öldü, 181 tanesinde yaralandı. İsrail’in artık beklemeye sabrı kalmamıştı.

24 Eylül 1997, operasyondan bir gün önce Amman’daki büyük otellerin birinde havuzun kenarında kalp hastası olduğu söylenen beyaz bornozlu bir adam yanındaki genç hanım bir doktorla dikkatli adımlar atarak dolaşıyordu. Kalp hastası esasında Mishka Ben-David idi ve sahadaki ajanlarla iletişimden sorumluydu. Doktor ise yanındaki bir enjektörde kullanılması planlanan zehrin panzehrini taşıyordu. Yanlışlıkla zehir ajanlardan birisinin derisine temas ederse bu panzehir kullanılacaktı.

Asıl vurucu ekip Kanada pasaportuyla Amman’a geldiler. Suikast Halit Meşal’in ofisinin bulunduğu Shamia Center’in girişinde gerçekleşecekti. Vurucu timin elemanları Halit Meşal’in arabasını takip edecekler, Halit Meşal binaya girmek üzereyken arkadan yaklaşacaklar, ajanlardan birisi bir kola kutusunun halkasını çekecek, çıkacak olan pısss sesine refleks olarak dönecek olan Halit Meşal’in ensesine zehir püskürtülecekti. Kola kutusu, dikkatleri püskürtülen zehirden uzaklaştırmak için kullanılacaktı.

25 Eylül 1997. Operasyon günü. Shamia Center binasının arkasında vurucu timin kaçış aracı hazır beklemekteydi. Halit Meşal tam işine gitmek için evden çıkarken karısı bugün çok işi olduğunu söyleyerek ondan çocukların okula götürmesini istedi. İki çocuk Halit Meşal’in SUV aracına bindiler. Aracın camları renkliydi ve gözetleme ekibi hayati bir yanlışlık yaptı ve çocukların arabada olduğunu görmedi. Vurucu time Halit Meşal’in arabada yalnız olduğunu bildirdi.

Halit Meşal Shamia Center’a vardığında arabadan indi, binanın merdivenlerini çıkmaya başladığında iki vurucu ajan ona yaklaştılar, tam o sırada Halit Meşal’in küçük kızı arabadan çıktı ve “baba, baba” diye bağırarak babasına doğru koşmaya başladı. Şoför de kızın arkasından onu yakalamak için koştu. Bu sırada vurucu ekip binanın kolonları arasında yürümekte olduklarından kızı ve şoförü görmediler. Ajanlar Halit Meşal’in yanına vardılar ve birisi kola kutusunun halkasını çekti. Halkanın kopacağı tuttu ve kutu açılmadı, bu arada Halit Meşal, şoförün bağırışlarını duyup arkasına döndü. İkinci ajan zehri Halit Meşal’in ensesine püskürtmek için elini kaldırdığında kızın arkasından koşmakta olan Halit Meşal’in şoförü adamın onu bıçaklamaya çalıştığını zannedip ajanın üstüne atladı.  Ajan zehri püskürttü, zehrin birkaç damlası Halit Meşal’in kulağına geldi.  Şoförü alt eden ajanlar binanın arkasındaki kaçış arabasına ulaşıtılar ve son sürat kaçmaya başladılar. Ancak Halit Meşal’in koruması Abu Seif onları takip edip plakayı polise bildirdi, ajanlar arabayı terk ederek kaçmaya çalıştılar. Abu Seif onlara yetişti ve boğuşmaya başladılar. Abu Seif’in bağrışları üzerine halk ajanların etrafını sardı ve sonunda polis geldi ve ajanlar tutuklandı. İsrail yakalanmıştır.

Bu arada zehir etkisini gösterir Halit Meşal yere yığılır ve acil olarak hastaneye kaldırılır. Sahadaki diğer ajanlar durumu Mossad’a bildirir. Mossad derhal ajanların İsrail büyükelçiliğine sığınmalarını emreder. Bir tek genç bayan doktor otelde kalır, diğer ajanlar İsrail konsolosluğunu sığınırlar. İsrailliler Halit Meşal’in birkaç saatlik ömrü kaldığının farkındadırlar.

Durumu öğrenen Netanyahu Kral Hüseyin’i arar ve son derece önemli bir konu için Ramsad’ı yanına gönderdiğini söyler. Ramsad aldığı talimat üzerine İsrailli ajanların ülkeye geri dönmesi karşılığında bütün talepleri kabul eder. Panzehir Halit Meşal’e verilir, adam kurtulur ve bütün ajanlar ülkeye dönerler. Ürdün’ün şartlarından birisi 8 yıldır İsrail hapishanelerinden birisinde yatmakta olan Hamas’ın kurucusu Ahmed Yasin’in ve 20 arkadaşının serbest bırakılmasıdır. İsrail mecburen Ahmed Yasin’i ve arkadaşlarını serbest bırakır, ancak 2004 yılında camiden çıkarken helikopterden atılan bir füzeyle Ahmed Yasin’i öldürür ve hesabı kapatır. Halit Meşal ise hala İsrail’in başına bela olmaya devam etmektedir.

Ürdün Kralı Hüseyin, diplomasi yeteneğiyle Hamas liderlerinden birinin canını, diğerinin de özgürlüğünü kurtarmıştı. Bir teşekkürü hak etmişti. Bakın İslam terörü Ürdün’e nasıl teşekkür etti?

2005 yılının Kasım ayında Amman’da yabancı diplomatların kaldığı Grand Hyatt Oteli, Radisson SAS Oteli ve Days In Oteli El Kaide tarafından havaya uçuruldu.  Radisson SAS'taki bomba, yüzlerce misafirin ağırlandığı bir Filistin düğününün yapıldığı Philadelphia Balo Salonu'nda patladı. Saldırılarda 57 kişi öldü, 115 kişi de yaralandı. Güya Batılıları hedef almışlardı ama, ölenlerin 40’dan fazlası Müslümandı. Filistin özel kuvvetler komutanı tümgeneral, ölenler arasındaydı. Müslümanlara sahip çıkan Ürdün’ü, besle kargayı misali, kan gölüne çevirmişlerdi. Hristiyan öldüreceğiz diye Müslümanları katletmişlerdi. Hyatt otelinde hayatını kaybedenlerden biri “Çağrı” filminin efsane yönetmeni Mustafa Akad’dı.  İslamiyet’e sanat yoluyla büyük hizmet veren, Hazreti Muhammed’in hayatını tüm dünyaya adeta ezberleten Suriye asıllı Amerikalı sinemacı, maalesef, din eksenli terörün kurbanı olmuştu.

Canlı bombalardan biri kadındı ve sağ kurtulmuştu. Pimi çekmiş ama bomba patlamamıştı. Kocası da canlı bombaydı ve o patlamış parçalanarak ölmüştü.  Kadın Iraklıydı ve ismi Sajida Mübarek Rishawi’ydi. 2005 senesindeki saldırıdan beri Ürdün’de hapis yatıyordu.

Gel zaman git zaman, Ürdün hava kuvvetlerine ait savaş uçağı 25 Aralık 2014 de Suriye Rakka’da düşürüldü. Pilot paraşütle atladı. IŞİD tarafından esir alındı. Takas pazarlığı başladı. IŞİD, esir tutulan Ürdünlü pilota karşılık kimi istedi biliyor musunuz? Canlı bomba Sajida’yi istedi. Batı basınında yazılanlara göre, IŞİD’le Ürdün arasında yürütülen takas görüşmelerinde Türkiye etkin rol oynadı, arabuluculuk yaptı.  Hazreti Muhammed’e yayın yoluyla en büyük hizmeti veren Mustafa Akad’ın celladını kurtarmaya çalıştı.

Sonundu IŞID pilotu, buna karşılık da Ürdün  4 Şubat 2015’de Sajida Mübarek’i infaz etti.

 

Terörün dini yoktur.

 

Aaron Baruch (Ankaralı)

 

NOT : Bu ilginç hikayeyi 20 Ocak 2015 tarihinde Çağrı adı altında Sözcü Gazetesinde anlatmış. Benim kaynaklarım da aşağı yukarı olayı aynen anlatıyor. Bilgilerinize…

 

Kaynak : MOSSAD – Mıchael Bar-Zohar ve Nıssim Mıshal

Vikipedia

16 Aralık 2023 Cumartesi

GÖLGELERİN SAVAŞI…

 


Yahudiler İsrail’i kurmak için 1930’larda savaşmaya başladılar. 1948 yılında İsrail, kurulduktan hemen bir hafta sonra Mısır, Suriye, Irak, Ürdün, Lübnan ve Suudi Arabistan ile savaşa tutuştu. İsrail’in nüfusu o tarihte 600 bilemedin 700 bindi. Var olma savaşını İsrail kazandı.

7 Kasım 1956’da Süveyş Savaşı adı verilen İsrail Mısır savaşı patlak verdi, Fransa ve İngiltere İsrail’in yanında yer aldılar. Amerika ve Rusya birlikte hareket ederek savaşa müdahil oldular. Meraklısı okusun…

https://ankarali-2001.blogspot.com/2020/12/suveys-kanali-ve-krizi.html

6 Haziran 1967’de 6 günlük savaş patlak verdi. Dünya harp tarihi böyle bir savaş görmedi. 6 Günde İsrail, Mısır, Suriye ve Ürdün’ün bütün hava kuvvetlerini yok edip kendi yüzölçümünden çok daha büyük toprağı fethetti. (Burada işgal etti yerine fethetti kelimesini özellikle kullanıyorum) Meraklısı okusun…

https://ankarali-2001.blogspot.com/2017/05/6-gun-savasi-haziran-1967.html

Ve 6 Ekim 1973 tam kipur günü başlayan acılarla dolu fakat sonu zaferle biten Yom Kipur savaşı oldu. İsrail’in gafil avlandı. Ancak çok çabuk toparlandı ve toparlanır toparlanmaz düşmanlarına savaş alanını dar etti, sonuçta hiç toprak kaybetmediği gibi kazandı da… Meraklısı okusun.

https://ankarali-22.blogspot.com/

O tarihten sonra bundan evvelki İsrail Arap savaşlarında olduğu gibi böyle tanklarla, toplarla uçaklarla bir savaş olmadı. Hamas Gazze’den İsrail’i roketlerle, yanan balonlarla, sınırda olaylarla devamlı tahrik etti. 2014 yılında Hamas 3 yeşiva öğrencisini kaçırıp enselerinden kurşunlayarak öldürdü. Bunun üzerine Mivtsa Tsuk Eitan operasyonu yapıldı. Havadan karadan ve denizden Gazze bombalandı, İsrail ordusu Gazze’ye girdi. Tabii dünya kamuoyu siviller ölüyor diyerek ayağa kalktı, hastaneleri, okulları, camileri bombalıyorlar diyerek kıyameti kopardılar. Operasyon yaklaşık 2 ay sürdü, sonra ateşkes oldu. Bütün çabalar boşa gitti. Bir sürü suçsuz günahsız insan öldü ve hiçbir netice alınamadı, operasyon hiçbir işe yaramadı.  

Hamas dünya kamuoyunun her savaşı durduracağını öğrendi, istediği eylemi yapacak, sonra sivilleri kalkan olarak kullanacak, hastanelerin, camilerin, kiliselerin altındaki tünellere saklanacak, dünya kamuoyu İsrail’e ateşkesi kabul ettirecek ve eski tas eski hamam, yine roketler, yine yanan balonlar, ALLAH BELANI VERSİN HAMAS…

7 Ekim 2023. Hamas İsrail’i gafil avlayarak inanılmaz bir katliam gerçekleştirdi. 1400 İsrailli acımasızca öldürüldü, toplam 240 civarında kadın çocuk sivil asker rehin alınıp Gazze’ye götürüldü ve DEMİR KILIÇLAR SAVAŞI başladı.

Bu tam anlamıyla asimetrik bir savaş. İsrail ordusu kiminle savaştığını görmüyor. Düşman yer altındaki tünellerde saklanıyor. Tuzak kurup birden bir çıkıyorlar ve göğüs göğüse çatışmalar yaşanıyor. Meskûn yerler çok sıkışık, daracık sokaklar, tanklar zırhlılar oralara giremiyor. Havadan bombardımanla bütün Gazze’yi dümdüz etmek mümkün değil. Burası 2 milyon 3 yüz bin kişinin yaşadığı dünyanın en sıkışık yerlerinin başında geliyor. Kaldı ki sivil ölümler arttıkça kamuoyu İsrail’in aleyhine dönmeye başladı.

Hamas’ın elemanları Kıbrıs’ta ve Danimarka’da Yahudilere karşı eylem hazırlığındayken Mossad tarafından yakalandılar. Artık bütün dünyada Hamas elemanları Yahudilere suikast yapmak için hazırlık halindeler. Dünyanın hiçbir yeri artık Yahudiler için güvenli değil.

Bu canavar örgütün 30 bin civarında elemanı var. Ayrıca İslami Cihat ve Hizbullah’a ait toplam 5 bin civarında savaşçıda onlarla birlikte hareket ediyor. Bugüne kadar 7 bin civarında terörist öldürüldü. IDF bunların tümünün yok edilmesinin mümkün olmadığını söylüyor. Gazze, mahalle mahalle, ev ev, oda oda işgal edilmek zorunda, gizlenen tüneller, bombalı tuzaklar son derece sıkışık meskûn mahaller bu işi aşırı zor bir hale sokuyor. Bu savaş asimetrik bir savaş, insanları canlı kalkan yapan, hastaneleri, ibadet yerlerini okulları karargâh, cephanelik olarak kullanan bu canavar örgüt dünyanın başına tam bir kanser, tam bir bela, tam bir kâbus. Ne yazık ki bu pisliği temizlemek İsrail’e düştü ve bunun bedelini canlarını kaybeden İsrailliler ödüyor. Çok acı…

Uzun sürecek, çook uzun. İsrail belki de tarihinin en zor savaşını veriyor. Gölgelerin savaşı bakalım kaç cana mal olacak? Rehineler kurtarılabilecek mi? Daha bunun bir de yarını var. Bakalım savaştan sonra neler olacak, Gazze’yi kim idare edecek? İsrail’in işi bu defa gerçekten zor, Tanrı yardımcımız olsun…

Aaron Baruch (Ankaralı)


9 Aralık 2023 Cumartesi

KILAVUZU KARGA OLANIN…





Türkiye cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan her Allah’ın günü televizyonalara çıkıyor ve İsrail için söylemediğini bırakmıyor. Hamas’ın yaptığı katliamı görmezliğe gelerek Gazze’deki savaş dolayısıyla İsrail’i şeytanlaştırmaya çalışıyor.

Sayın cumhurbaşkanı, anlamanız lazım, masada konuşulacak bir şey kalmadı, söz artık silahların.

 İsrail katliamda öldürülen 1400 çocuğunun hesabını soracak. 10 aylık bebeği, 84 yaşındaki ihtiyarı hatta cesetleri rehin alıp Gazze’deki tünellerde saklayan, kadınlara, yazmaktan bile utanıyorum, erkeklere bile tecavüz eden, 240 İsrail vatandaşını rehin alıp aç bırakan, susuz bırakan, döverek işkence eden bu hayvanlardan anladıkları lisandan konuşulacak.

Sayın cumhurbaşkanı, masada konuşulacak bir şey kalmadı, söz artık silahların.

İsrail halkı sirenlerle yaşıyor, eğitim yeterince yapılamıyor, 10 binlerce İsrailli evlerini güvenlik nedeniyle aylardır terk ettiler, güvenli yerlerde ikamet ediyorlar. Her evin bir canı cephede, sadece son 24 saatte Soroka hastanesine 40 yaralı geldi. Kara harekâtı başladı başlayalı 90’a yakın İsrail askeri hayatını kaybetti, 30 yaşında 40 yaşında miluimler (yedek askerler) evlerini, işlerini, ailelerini bırakıp savaşa gittiler. Kimisi ne yazık ki hiç geri gelmeyecek.  Kimisinin dükkânı kapalı, kimisi çalıştığı işi kaybetti. Bu her birkaç seneden beri böyle, her seferinde ateşkes ilan edilerek tam temizlik yapılmasına izin verilmedi, her seferinde ateşkes ve birkaç sene sonra ayni hikâye, yeniden sar başa…

Sayın cumhurbaşkanı, masada konuşulacak bir şey kalmadı, söz artık silahların.

Hamas 1400 İsrailliyi inanılmaz işkencelerle katlederken neyin pesindeydi sayın cumhurbaşkanı, dünyanın sayılı askeri gücüne soba borusu roketlerle meydan okurken ne hedefliyordu? İsrail’den toprak mı alacaktı, İsrail’i işgal mi edecekti, hedefi neydi? Bunu kendinize sormanızı rica ediyorum. Kendi elektriğini üretemeyen, suyunu İsrail’den alan, yeterli hatta hiç yiyeceği olmayan bir ülkenin yöneticisi olarak İsrail’e neye dayanarak kafa tuttular? Neler olacağını hiç mi hesap etmediler? Hamas neden hedefinin ne olduğunu halkına hiç açıklamıyor? Gazzeliler bile “bizim aramıza saklanacaklarına cehenneme saklansınlar” diye artık her şeyi göze alıp isyan ediyorlar. Hamas her seferindeki gibi yine ateşkese mi güvendi? Yok artık ateşkes, masada konuşulacak bir şey kalmadı, söz artık silahların.

Sayın cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, zat-ı alilerinizin düşünceleri elbette sadece sizi bağlar, ama peşinizden 80-90 milyonluk bir ülkeyi sürüklüyorsunuz. Türk halkına yazık değil mi? Ekonomi yerlerde sürünüyor. Merkez bankası rezervleri eksilerde, dolar 29 liraya dayandı, çalışanlara 2024 yılında sadece bir kere zam yapılabilecekmiş. Türkiye’yi inanılmaz bir yalnızlığa sürüklüyorsunuz. Allah aşkına bu politikalarınızla ülkeye yatırım geleceğini mi  bekliyorsunuz, yabancı sermayeyi ülkeye çekmeyi mi ümit ediyorsunuz? Devamlı ateşkes çağrısında bulunuyorsunuz, artık anlamanız lazım, ATEŞKES YOK.  HAMAS YOK EDİLECEK. Sayın cumhurbaşkanı, masada konuşulacak bir şey kalmadı. Söz artık silahların.

Bu politikanızı bırakıp normalleşme diyorsunuz ya işte o siyasete dönün. Bakın, Mursi gittiği zaman Mısır için söylemediğinizi bırakmadınız, sonra hooop, Mısır’la normalleşme politikaları, Yunanistan’a neredeyse çıkartma yapacaktınız, “bir gece ansızın gelebilirim” diye şarkılı sözlü tehditler savuruyordunuz, sonra birden hooop Yunanistan’a ziyaretler, Miçotakis’le samimi diyaloglar, Yunan cumhurbaşkanını Türkiye’ye davetler, İsrail ile de Mavi Marmara’dan sonra “normalleşme” yaşanmadı mı, karşılıklı büyükelçi atamaları, neredeyse Netanyahu’yu ziyarete gelecektiniz,  hadi sayın cumhurbaşkanı, siz böyle fırıldak gibi dönmeyi çok iyi becerebiliyorsunuz, şimdi Yafo’da bir kebap gecesi filan, neden olmasın. Zaten bugünkü bu dünyayı galeyana getirme çabalarınız bir işe yaramıyor. İslam dünyası bile sizi kazımıyor. İyisi mi siz Yafo’da kebap işini bir düşünün. Zaten sayın cumhurbaşkanı, masada konuşulacak bir şey kalmadı,  söz artık silahların.

İsrail duracak gibi gözükmüyor. Bu sefer sonuna kadar gidecekler ve Hamas’ı yok edecekler. “Yemin ettik, sonuna kadar gideceğiz, bizi kimse durduramaz” diyorlar. Bence de bu hayvanlar yok edilmeli. Ne yazık ki bu canileri dünya üzerinden temizlemek İsrail’e düştü… Çok pis bir iş ama yapılmalı, diyalog, masa başı çalışmaları bunca yıl bir işe yaramadı.  

Sayın cumhurbaşkanı, masada konuşulacak bir şey kalmadı. Söz artık silahların.

 

Aaron Baruch  (Ankaralı)

 

 

 

 

2 Aralık 2023 Cumartesi

NEHİRDEN DENİZE…

 




Hani İsrail Filistin sorununa iki devletli çözüm deniyor ya… Bugünkü şartlarda bu mümkün gözükmüyor. Bakın Filistin açısından durum ne, duyanlara duymayanlara…

From river to the sea, Palestine will be free. (Nehirden denize Filistin özgür olacak.) Bu söylemde kast edilen nehir Ürdün Nehri’dir. (Jordan River) Yani Filistinliler diyorlar ki, Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında sadece Filistin devleti olacak, İsrail diye bir devletin varlığı söz konusu bile değil. (Has ve şalom has ve halila). Yani öyle iki devletli bir çözümle filan hiç ilgilenmiyorlar.

Hamas mevcut siyasi belgesini 1 Mayıs 2017’de değiştirdi ve Halit Meşal Katar’da yaptığı basın toplantısıyla dünyaya duyurdu.  Bakın bu siyasi belgenin 2’nci maddesi nasıl başlıyor:

Filistin Yurdu:

Filistin Yurdu, bilinen tarihi sınırlarıyla doğuda Ürdün Nehri’nden batıda Akdeniz’e, kuzeyde Ras el-Nakura’dan güneyde Umm er-Raşraş’a kadar bölünmez bir bütündür.

Yani bu bildirge der ki Batı Şeria, Kudüs, Tel Aviv, Hayfa, Eliat, el hasılı bütün İsrail yok, bu topraklarda sadece Filistin devleti var.

Dünya bu bölgede iki devletli bir çözüm için çare üretmek istiyorsa önce bu lanetli fikri ve bu fikre sahip insanları yok etmesi lazım.

Filistinlilere bildiğim kadarıyla 8 defa bir devlet kurmaları için fırsat verildi. Katiyen kabul etmediler. Yani iki devletli çözümü istemeyenler, kabul etmeyenler, karşı duranlar Filistinlilerdir.

Bir de İsrail için işgalci deniyor ya, bunu da anlamak mümkün değil. Yahudiler bu günkü İsrail topraklarını ya satın aldılar ya da savaşarak kazandılar. İsrail’e işgalci diyen en başta Türkiye Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan ve bütün diğerleri neden İsrail’in savaşarak kazandıklarını işgal olarak yorumluyorlar? Siz alınca fetih, İsrail alınca işgal… İyi walla, Yunanlılar da Türkler'e İstanbul’da işgalci derseler ne olacak?  Çok saçma değil mi? Ayasofya’yı camiye çevirip buna “kılıç hakkı” diyen zihniyetten başka ne beklenir?

Ortadoğu’da kanın durması için önce Hamas’ın  yok edilmesi şart. Bunun için Hamas’ı destekleyen Türkiye, Katar ve İran’ın bu sevdalarından vaz geçmesi lazım.

Türkiye’de antisemitizm devletin resmi politikası haine gelmiş durumda. Oysa Barış Pınarı Harekâtı başladığı zaman o Türkiye’nin yerlere göklere sığdıramadığı Hamas ve Filistin Türkiye’yi kınamıştı. Filistinli Arapların Türklere etmediği kalmadı ama hala Filistin de Filistin, ne aşkmış bu…

İran’da da durum aynı. Bu iki devleti idare edenler İsrail karşıtlığı sayesinde ikballerini sürdürebiliyorlar. Dolayısıyla esasında İsrail’e müteşekkir olmalılar.

Katar belli olmaz, bakarsın o da bir gün İbrahim anlaşmalarına dahil olur. Filistin’e para vermekten de vaz geçebilirler, ver ver ver nereye kadar. Üstelik verdikleri paralar Filistin halkına değil sadece Hamas yöneticilerinin cebine gidiyor. Elbette Katar da bunu biliyor. Bir gazetecinin Hamas’ın iki numaralı adamı Dr. Musa Abu Mazok’a “bu kadar tünel yaptınız, neden halkınız için sığınaklar yapmadınız” sorusuna adam “Gazellilerin nerdeyse tamamı mültecidir, mültecilerle ilgilenmek te Birleşmiş Milletlerin işi, onlar yapsın” demiş. Yani bütün dünyanın verdiği paralar, yardımlar Hamas’ın cebine Filistin’e değil… Filistin’e yardım etmek niyetinde olanların dikkatine…

Hamas’ın yok olması için bir başka yol daha var. Hamas’ın İsrail tarafından yok edilmesi. Aynen İsrail’in Münih Olimpiyatlarında 9 İsrailli sporcuyu öldüren Kara Eylül örgütünü yok ettiği gibi… İki gün evvel Wall Street Journal gazetesi haberine göre İsrail önce Gazze’de Hamas yok edecek, savaştan sonra da durmayacak ve bütün dünyada Hamas yöneticilerini teker teker öldürecek. Yapar mı, yapar…

Yapsın elbette, rehin alındığı için ölen o 10 aylık bebek için yok edin Hamas’ı, rehin alınıp işkence gören o masum insanlar için, öldürülen 1400 İsrailli için yok edin Hamas’ı, lanetli ismi bile bu dünyadan kazınsın, Hamas’tan geriye hiçbir şey kalmasın.

Yapsın elbette, en mantıklı yol bu. Hamas sırf para için, sırf dünya gündemine oturmak için bu savaşı başlattı. Ne kazandı ki, toprak mı, siyasi bir avantaj mı, 15 bin ölü, 30 bin yaralı, 7 bin kayıp, yıkılan yok edilen bir Gazze, evlerinden yurtlarından olan insanlar, acının sınırları yok, işte Hamas’ın kendi halkına yaptığı bu. Bütün olanlardan Hamas sorumlu, bütün bunlar Hamas’ın bu dünyadan yok edilmesi için çok fazla sebep. Yok edin Hamas’ı…

ALLAH BELANI VERSİN HAMAS…

 

 

Aaron Baruch (Ankaralı)  Kaynak:

Yakın Doğu Haber : https://www.ydh.com.tr/HD15207_hamas-in-siyaset-belgesi-tam-metin.html

Egemen : https://www.egemengazetesi.com/haber/17470/filistin-bile-turkiyeyi-kinadi.html

17 Kasım 2023 Cuma

BORÇ ALACAK MESELESİ

 





              Türkiye'nin Yahudiler'e borcu var mı?

           II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye, Avrupa ile Filistin arasında geçit olması dolayısıyla çok kritik bir konumdaydı. Naziler 1933’de Almanya’da iktidara geldiklerinde, çoğu doğu Avrupa’da olmak üzere, tam dokuz milyon Yahudi yaşıyordu. Her üç Yahudi’den ikisi, Almanların uyguladığı soykırım neticesinde öldü. ÖLDÜRÜLDÜ… Acımasızca… Kadın, erkek, çocuk, ihtiyar, fark etmiyordu. 

Bu yazımda sizlere, doğu Avrupa’da kapana kısılmış bulunan Yahudiler’in kaçmak için nasıl çabaladıklarını ve tek çıkış yolları olan Türkiye’nin nasıl bir politika izlediğini anlatmaya çalışacağım. Hani TC. Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan “bizim İsrail’e borcumuz yok, biz holocaust cenderesinden geçmedik” diyor ya… Bir okuyun bakalım. Türkiye’nin borcu var mı yok mu? Gerçek tarih, belgelerle ispatlı…

Yahudiler, Avrupa’dan kaçmak ve gidebilecekleri tek yer olan Filistin’e gitmek istiyorlardı. Tek umut, kurulabileceğini düşündükleri İsrail devletiydi. Bu ümitle Türkiye üzerinden Filistin’e gitmek istiyorlardı. Can havliyle…

Özellikle İtalya, Almanların yanında savaşa katılınca Akdeniz Yahudilere kapandı. Esasında Doğu Avrupa’dan en mantıklı çıkış yolu uluslararası bir suyolu olan Tuna Nehri’ydi. Bu nehir kullanılarak Karadeniz’e ulaşmak mümkündü.  Daha sonra boğazlar yolu ile Ege Denizine ve nihayet Filistin’e ulaşmak imkân dahilindeydi. Boğazlar, Montrö anlaşması ile uluslararası bir suyolu konumundaydı. Dolayısıyla sorun olmazdı. Vize filan gerekmiyordu.   Nitekim 25.000 Yahudi mülteci, Kasım 1938’den itibaren 38 gemi ile bu yolu kullanıp kaçarak Almanların elinden kurtulabildi. Fakat 1942 Şubat’ında STRUMA felaketi yaşandı. 1944 Nisanına kadar bu yol bir daha kullanılmadı. Yani kullanılamadı. 1944 yılının ağustos ayında deniz yolu yeniden devreye girdi.  Türk bandıralı Morina, Bülbül ve Mefkûre gemileri Bulgaristan’ın Köstence Limanından Yahudi mültecilerle dolu olarak hareket ettiler. Ancak Mefkûre bir denizaltı tarafından batırıldı. 372 Yahudi öldü. Deniz yolu tamamen kapandı.

Deniz yolu kullanılamadığına göre geriye tek yol kalmıştı. Kara yolu ile Türkiye üzerinden transit olarak Filistin’e veya başka bir ülkeye gidebilmek. Bu da mümkün gözükmüyordu. Çok zordu. Türkiye vize vermiyordu. Avrupa’da kapan tamamen kapanmıştı. Çanlar Yahudiler için çalıyordu.

Şimdi biraz geriye giderek Türkiye’nin, Yahudi mültecilere bakışını gözler önüne sermeye çalışalım. Türkiye’nin bu konuda tutumu açık ve netti. Uzun söze gerek yok. Türkiye “buradan geçemezsiniz” diyordu. 29 Ağustos 1938 tarihli 2/9498 sayılı “mahrem kararname Avrupa’da yaşayan Yahudilere Türkiye’nin kapılarını sıkı sıkıya kapatıyordu. Kararnameye bak!

https://www.google.com/search?q=29+A%C4%9Fustos+1938+tarihli+2%2F9498+say%C4%B1l%C4%B1+%E2%80%9Cmahrem%E2%80%9D+kararname&oq=29+A%C4%9Fustos+1938+tarihli+2%2F9498+say%C4%B1l%C4%B1+%E2%80%9Cmahrem%E2%80%9D+kararname&gs_lcrp=EgZjaHJvbWUyBggAEEUYOdIBCDIyMDVqMGo3qAIAsAIA&sou

 

“…Almanya, Macaristan, Romanya … Tabiiyetindeki Yahudilere katiyen vize verilmemesi…”

Yahudiler size ne yaptı ki… Sadece bıraksaydınız da kaçabilselerdi… Transit olarak geçmek istiyorlardı, hepsi bu… Filistin’e gitmek istiyorlardı… İsrail devletinin kurulabileceğine inanıyorlardı.  Neden be, neden bırakmadınız? Vize verseydiniz belki binlerce insanın hayatı kurtulacaktı. Hepsi öldüler… Mutlu musunuz bari şimdi?

Bir de sizi Almanlardan kurtardık demezler mi? Yalandır, hepsi yalan. Bu günkü yazımda bu yalanlara girmeyeceğim. Merak edenler için yalanlar konusunda yazdığım linki vereceğim.

https://ankarali-2001.blogspot.com/2018/02/holocaust-ve-turkiye.html

 

1938 kararnamesi o kadar kesindi ki, bir tek kişiye dahi vize verilmiyordu. Ancak çok özel kişiler için hususi olarak bakanlar kurulundan kararname çıkıyordu. Nitekim Alman Yahudi’si profesörler üniversitelerin reformu için Türkiye’ye gelecekleri zaman her biri için ayrı ayrı kararname çıkarıldı.

Hamdullah Suphi Tanrıöver o yıllarda Bükreş büyükelçisiydi. Bakın 10 Şubat 1941 tarihli telgrafında yazdıkları neler:

Pasaportlarında sadece Türk vizesi olmadığı için buradan hareket edemeyip boğazlanan Yahudiler 36 kişidir. Aylardan beri sürünenlere yeni konsolosu bekleyin dedim. Acele emirlerinizi bekliyorum.”

1940 Eylül’ünde Yahudi Ajansı, Eliyahu Epstein’i Ankara’ya gönderir. Eliyahu’nun çabaları neticesinde altı bin kadar Yahudi mültecinin geçişine izin verilir.

Ve nihayet 30 Ocak 1941 de lanet 1938 kararnamesi iptal edilerek yeni bir kanun yürürlüğe girdi. Bu kanuna göre, “Türkiye’de kalamazsınız, ama eğer gideceğiniz ülkelerin vizeleri tamamsa nereye istiyorsanız gidebilmek için Türkiye’den geçebilirsiniz” deniyordu. Mültecilerin transit vize alabilmeleri için artık bakanlar kurulu kararı gerekmiyordu. Yetki dış işleri bakanlığına verilmişti. Eylül 1940 ile Mayıs 1941 arasındaki dokuz ayda dört bin mülteci Türkiye’den transit geçiş yaptı. 

Ancak 1941 Mayıs’ından sonra dış işleri bakanlığının duvarları yeniden aşılmaz oldu. Takip eden 27 ay süresince sadece 1500 mülteci geçiş yapabildi.

Bakın, Haziran 1942’de sahte vaftiz belgeleriyle Budapeşte’den vize alıp İstanbul’a gelebilen Francis Ofner, Yahudiler’in vize alabilmesinin imkânsızlığını şöyle anlatıyor:

“Ben bir Yahudi’yim ve Yahudiler Türk vizesi alamazlardı. Türk vizesini alabilmenin tek yolu başkonsolosu Yahudi olmadığınıza ikna etmekti. Bunun için en az üç kuşak geriye giderek Yahudi kanı taşımadığınızı kanıtlayacak belgelere sahip olmak gerekiyordu.”

Acaba Türkiye ve Dünya, Almanların Yahudilere neler yaptıklarını bilmiyorlar mıydı? Bal gibi biliyorlardı. Berlin Büyükelçisi Hüsrev Gerede’nin tarihi telgrafını aynen aktarıyorum.  3 Aralık 1941 tarihli bu mesaj toplu katliamları, soykırımı bütün dünyaya bildiren ilk resmî belgedir. İbretle okuyunuz lütfen:

“Cephe gerisinde hastabakıcılık yapan yüksek tabakaya mensup bir aile kadınından alınan malumata nazara, son zamanlarda gerek Lamperg’de gerek Kiyev’de bir milyona yakın Yahudi erkek katledilmiştir. Bunlar 20 ila 30 bin kişi olarak muayyen bir sahada teksif edilmekte ve etrafı çevrilerek imha edilmektedir. İmha ameliyelerini yapanların SS kıtaatı olduğu ve bu katl ameliyesine devam edeceği ifade edilmektedir.”

Sonuçta 1938 ile 1944 yılları arasında 12 bin mülteci Türkiye üzerinden transit geçebildi. Bunu yarısı da savaş şartlarının değiştiği 1944 baharından sonra geçiş yapabildi.

Peki, Türk Yahudileri, onlara ne oldu? Yalnız Fransa’da 13.500 Türk Yahudi’si vardı. Bu Yahudileri “muntazam” ve “gayrı muntazam” olarak ayırmışlardı. Bulundukları ülkede 5 sene konsolosluklara müracaat ederek kayıt olan Yahudiler “muntazam” kabul ediliyorlardı. Diğerleri “gayrı muntazam” sayılıyorlardı. Gayrı muntazam Türkleri vatandaşlıktan çıkartmak tamamen konsolosların tasarrufundaydı ve bu Yahudiler için tamamen olumsuz olarak değerlendirildi.

Muntazam kabul edilen Türk Yahudileri 3.500 kişiydi. 10.000 Türk Yahudi’si ise gayrı muntazamdı. Neredeyse tüm Türk Yahudilerini sebepler icat edip vatandaşlıktan çıkardılar. Tümü vatansız durumuna düştü. Bu durum Almanları bile şaşırttı. Hâlbuki isterlerse hepsini kurtarabilirlerdi. Hiçbir mâni yoktu. Sonuçta kamplara gönderildiler ve hepsi katledildi. Sadece 650 Türk Yahudi’si ülkeye geri gelebildi.

Şimdi sizlere İstanbul, İzmir, Ankara ve daha başka Türk şehirlerinde doğan, Türk Yahudilerinin en elit tabakasına mensup 1660 kişilik bir listenin linkini sunacağım. Açın ve okuyun…

Türk Hükümetinin vatandaşlıktan çıkarttığı için vatansız muamelesine tabi tutulan ve kamplara gönderilip öldürülen 1660 Türk Yahudi’sinin listesi bu… İsimleri, soy isimler, doğum yerleri, öldükleri kampın numarası ve ölüm yılı yazılı. Neredeyse tanımadığımız hiçbir aile yok. Geri kalanın kaydına erişilemiyor.

http://www.sephardicstudies.org/pdf/Turkey-Shoah-France.pdf

 

Sayın Erdoğan, Türkiye’nin Yahudilere çok borcu var. 1934 Trakya olaylarında 10 bin Yahudi mallarını mülklerini bırakıp canlarını kurtarmak için kaçtı. Hepsinin mallarına çöküldü. Vaktiniz varsa okuyun lütfen…

https://ankarali-50.blogspot.com/

 

Varlık vergisi yüzünden Aşkale’de kaç Yahudi öldü, bilmem ilgilenir misiniz sayın Cumhurbaşkanım? Yağma alışkanlığı burada da devam etti. Bütün Yahudiler’in mallarına çöküldü. Biliyorum, vaktiniz yok ama belki bir göz atabilirsiniz?

https://ankarali-2001.blogspot.com/2018/01/

 

6-7 Eylül olayları, Nafıa askerleri bunları hiç yazmıyorum bile…

Türkiye’nin Yahudilere çok borçları var sayın Cumhurbaşkanım, Struma gemisinde ölen 768 Yahudi’ye borcu var…

https://ankarali-501.blogspot.com/

 

Keşke Türkiye İsrail’i dost kabul etseydi. Ortadoğu’nun tozunu atardık. Çok yazık, gerçekten çok yazık… Başka da diyeceğim yok.

 

Aaron Baruch (Ankaralı)

 

Kaynakça ; İzzet Bahar – İkinci Dünya Savaşında Türkiye ve Yahudi Meselesi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

11 Kasım 2023 Cumartesi

GAZZE VE YEMEN…

 

Hamas’ı terör örgütü kabul etmeyen, “kurtuluş ve mücahitler gurubu” olarak tanımlayan Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan, her gün Gazze’de ölen kadın çocuk ve siviller için telefon diplomasisi ve ziyaretler yaparak Müslüman dünyasını ile Türki Cumhuriyetlerini ve Avrupa’yı ateşkes için gaza getirmeye çalışmaktadır. Gazze’de her gün, hatta her dakika kaç çocuğun, kaç kadının, kaç sivilin öldüğü yalaka Türk görsel ve yazılı basını da dramalarla anlatmaktadır. Sayın cumhurbaşkanı her gün her fırsatta bunu dile getirmektedir.

Sayın cumhurbaşkanım “biz arabulucu olalım” diyor.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Sahra hastaneleri kurarak Gazze’deki hastalara ve yaralılara yardım etmeyi vaat ediyor.

Türkiye Dış İşleri Bakanı hakan Fidan “biz garantör olalım” diyor.

Bakın arkadaşlar, çabalarınızı çok takdir ediyoruz ama İsrail’in, Hamas’a terör örgütü demeyen, onları kurtuluş ve mücahitler gurubu olarak tanımlayan Türkiye ile işi olmaz. Ayrıca ne garantörlüğü, anlamıyorum ki, sanki taraflar anlaştı da Türkiye de tarafların biri birine anlaşmaya uyması konusunda kefil olacak., garanti verecek, şaka mı bu?

Yemen nerede bilir misiniz? Yemen, Suudi Arabistan’ın güneyinde 31 milyon nüfusa sahip bir ülkedir. Nüfusunun %99’u Müslümandır. Yaklaşık 8 yıldır İran destekli Husiler ile Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyonun desteklediği hükümet güçleri arasındaki şiddetli çatışmalara sahne olan Yemen'de, yoksulluğun giderek artmasıyla birlikte açlık ve yetersiz beslenme günden güne artmaktadır. İç savaşın kasıp kavurduğu, açlık ve sefaletin hüküm sürdüğü ülkede çocuklar ebeveynlerinin gözleri önünde yavaş yavaş ölüyor. Ülkede yıllardır süren çatışmalarda yaklaşık 377 bin kişi yaşamını yitirdi. Yanlış olmasın yazıyla üç yüz yetmiş yedi bin kişi… Dünyanın en fakir ülkeleri arasında yer alan Yemen'de iç savaş nedeniyle yaşanan insani kriz, her geçen gün daha da büyüyor. 400 bin çocuk, yazıyla dört yüz bin, açlıktan ölmek tehlikesiyle karşı karşıya.  

İşte insanlık için büyük bir adım atma fırsatı sayın cumhurbaşkanım. Hem de tam senin istediğin gibi Müslüman bir ülke… Allah aşkına bir el at, bak büyük sevaba girersin. Senin ne işin var Gazze’de, bak bu Araplar tarih boyunca Türkleri arkadan vurdular, sözde Ermeni soykırım davasında bile Türkiye’nin arkasında durmadılar, Kıbrıs konusunda Türkiye’yi yalnız bıraktılar, bak sayın cumhurbaşkanım, bunlar senin benim neslimin zamanında oldu, öyle eski şeyler değil, yok tarihe bakarsan bu Arap hergeleler Türklere yapmadıkları puştluk kalmadı. Şimdi oralara kadar uzanmayayım.  Gel sen sen ol, bu İsrail Gazze işlerine karışma, uçağının benzin parasına, telefonda geçirdiğin zamana günah… Zaten kimsenin, Müslüman ülkeler dahil ne seni ne Türkiye’yi taktığı yok. Bu halifelik sevdaları güzel de bana kalırsa pek tutmadı sayın cumhurbaşkanım.

Al sana Yemen, üstelik tarihi bağlarımız da var, kurtar şu açlıktan ölmekte olan sabileri… Sen başla, belki bu sefer arkası gelir. Haa bak orada da savaş var, orada arabuluculuk yapabilirsin, garantörlük de uyar, mis gibi… Ne işin var Gazze gibi karışık bir yerde…

Yemen sayın cumhurbaşkanım Yemen, mis gibi…

 

Aaron Baruch  (Ankaralı)

 

 

Kaynakça:

Anadolu Ajansı:

 https://www.aa.com.tr/tr/dunya/sekiz-yildir-ic-savasin-surdugu-yemende-kim-nereye-hakim/2783136

Google.com: https://www.google.com/search?q=yemende+a%C3%A7l%C4%B1k&oq=yemende+a%C3%A7l%C4%B1k&gs_lcrp=EgZjaHJvbWUyBggAEEUYOTIJCAEQABgKGIAEMgkIAhAAGAoYgAQyCQgDEAAYChiABDIJCAQQABgKGIAEMgoIBRAAGAoYFhge0gEIMzYwNmowajeoAgCwAgA&sourceid=