29 Kasım 2019 Cuma

GERİ GELECEĞİM…








Tozlu toprak yollarda uzun saatler yol aldılar. Nihayet ot ve dallardan yapılmış ilkel 30 40 kadar bungalovdan oluşan bir köye geldiler. Bu o gün gitmeyi planladıkları 6 köyden birincisiydi. Afrika’nın neredeyse her yerinde olduğu gibi siyah derili kıvırcık saçlı büyük dudaklı insanların yaşadığı bir köydü burası. İnsanlar o kadar mutsuz ve bitkindiler ki arazi araçlarıyla köylerine gelen yabancılara ilgi bile göstermediler. Ekibin köye ulaştığı şubat ayında 37 kişi açlıktan ölmüştü. Köylüler hayatta kalmak için yaprak ya da fareleri yiyorlar, ineklerin kanını içiyorlardı.  Burası Uganda’nın KARAMOJA köyüydü ve gelen ekibin başında bir beyaz kadın vardı, İsrael’li SİVAN YA’ARİ… Gördüklerinden derinden etkilenen Sivan oradan  ayrılırken köylülere “geri geleceğim” dedi.




Problemin baş sorumlusu enerjiydi.

Enerji olmadığı için yer altında mevcut olan su pompalanamıyordu. Su olmayınca tarım da yapılamıyordu. İnsanlar aç kalıyorlardı.

Suyu taşımak için kilometrelerce uzaklara giden çocuklar eğitim alamıyorlardı. Geceleri köy karanlıkta olduğu için eğitim geceleyin de yapılamıyordu. Eğitim olmayınca hiçbir şey olmuyordu.

Bin bir meşakkatle köye getirilen su pis ve sağlıksızdı. Bu suyu içen insanlar, özellikle çocuklar hastalanıyor ve ölüyorlardı. Çocuklar aşılanamıyordu. Çünkü köyde aşıların saklanabileceği bir buzdolabını çalıştıracak enerji yoktu…

Sağlık hizmetleri enerji olmadığı için dibe vurmuştu. Doktor, hastane, ilaç gibi insanlara yardım edebilecek hiçbir şey enerji olmadığı için yoktu. Esasında dibe vuran insanlıktı.

Oysa Afrika’da çok büyük bir enerji kaynağı vardı. GÜNEŞ… Güneş enerjisi nasıl elektriğe dönüşebilir?  İsrael solar teknolojisinin neredeyse kurulduğundan beri kullanıyor. Ülkenin neresine gitseniz evlerin çatılarında güneş panellerini görürsünüz. Çok daha büyüğü de yapıldı. Negev çölünde dev güneş enerjisi santralleri kuruldu. (Ashalim termo-güneş enerjisi santrali)





Sivan Ya’ari New York merkezli kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Innovation Africa’nın kurucusu ve CEO’sudur. Kuruluşun amacı İsrael’in su ve güneş enerjisi teknolojilerini Afrika köylerine taşımaktır. Bu kuruluşun ve özellikle Sivan’ın inanılmaz öyküsünü okuduğum zaman kendi kendime “bu insansa ben neyim” diye sordum. Kadın sanki Yaradan’ın elçisiydi.



Sivan ilk defa Afrika’nın uçsuz bucaksız savanlarında köylere gittiği zaman gördüğü manzaradan çok etkilenir. İsrael’de yaygın olan güneş enerjisi teknolojisini Afrika’nın köylerine taşımayı düşünür ve kolları sıvayarak  Innovation Africa’yı kurar. Afrika’nın göbeğinde köylere güneş panellerini taşır. Okullar ve hastaneler aydınlanmaya başlar ve sonra bakın o Afrika köylerinde neler oldu:

Önde bir arazi arabası gidiyordu. Arkadan üzerinde oldukça büyük bir su deposu olan bir kamyon geliyordu. Su deposu plastikten yapılmış 4-5 tonluk yuvarlak bir depoydu. En arkada büyük bir kamyon vardı. Bu bir delgi yapabilen bir sondaj kamyonuydu. Ekip, toprak yolda tozu dumana katarak ilerliyordu. Hava sıcak, çok sıcaktı. Afrika’nın ortasında neredeyse çöl denecek kadar kurak çok zor bir yerdeydiler. Sivan Ya’ari sözünü tutmuş, Karamoja köyüne geri dönüyordu.

Köye geldiklerinde simsiyah Afrikalı çocuklar yarı çıplak arabaların etrafını sardılar. Büyükler, daha geriden gelenleri izliyordu. Önce depoyu yere indirdiler. Yuvarlayarak bir küçük yapının yanına getirdiler. Epey uğraşıp depoyu o yapının üzerine çıkarttılar.

Bu arada delgi kamyonu yakın bir yere park edip çalışmalara başlamıştı. Hazır olduklarında toprağı delmeye başladılar. Bir artezyen kuyusu açmaya çalışıyorlardı. Çok beklemeleri gerekmedi. Suyu buldular. Yanlarında getirdikleri pompayı taktılar. Sonra güneş panelleri monte edildi. Tesisatlar yapıldı ve çalıştırıldı. Musluktan gürül gürül temiz su akıyordu. Bütün köy özellikle çocuklar çıldırdılar. Dansa başladılar. O muhteşem Afrika danslarına.

Sonra ne oldu biliyor musunuz? Çocuklar daha az hastalandı. Okullar daha çok eğitim vermeye başladı. İsrael’in meşhur damlama teknolojisi ile tarlalar daha az su ile daha çok ürün vermeye başladı. İnsanların artık daha çok yiyeceği vardı. Üstelik fazlasını satmaya ve diğer ihtiyaçlarını gidermeye başladılar. Sivan Ya’ari’nin elinin dokunduğu yerlerde bir mucize gelişti.

Sivan Ya’ari ve İnnovation Africa 7 Afrika ülkesinde 104 köyün temiz suya ve elektriğe kavuşmasını sağlamıştır. 1 milyondan fazla hayatı etkilemiştir.

Sivan İsrael’de doğdu. Fransa’da büyüdü. Page Üniversitesinden Finans bölümünden mezun oldu. Daha sonra Colombia Üniversitesinde Enerji Yönetimi konusunda yüksek lisans yaptı. Daha 20 yaşındayken yenilenebilir enerji konusunda Afrika’da bir fırsat olduğunu tespit etti. 20 yılı aşkın bir süredir Afrika’da çalışmakta. Afrika ile ilgili olarak geniş bilgi, deneyim, anlayış ve sevgiye sahiptir. Forbes İsrael onu, en etkili 50 kadından birisi seçmiştir. Kendisi İsrael’de tanınmış bir iş kadınıdır ve çok sayıda işletmeye sahiptir. Ülke çapında 140 kadını istihdam etmektedir.

Ne kadar anlatsam boş. Herbiri 1 ya da 2 dakika tutan bu VDO’ları izlemelisiniz. İnanılmaz görüntüler var… Bakın Sivan İnsanlığın ve İsrael’in bayrağını nerelere taşımış…


İlginizi çekerse İnternetten Innovation Africa’yı daha çok araştırın. Bakın neler bulacaksınız.
Sonra belki benim sorduğum gibi kendinize sorarsınız; “bu kadın insansa ben neyim, neye yararım?”

Esen kalın.
Aaron Baruch (Ankaralı)



Sivan Ya’ari’nin Tel Aviv üniversitesindeki konuşması:


Ashalim termo-enerji santrali :


16 Kasım 2019 Cumartesi

SIĞINAKLARDA…








İsrael Savunma Kuvvetleri (IDF) Gazze’deki İslami Cihat Örgütünün kıdemli komutanı Baha Abu el Ata’yı Gazze’deki evinde, yatak odasının penceresinden soktuğu bir füze ile cezalandırdı. Teröristin karısı da aynı saldırıda öldü. Üst katta bulunan oğlu ise yaralı kurtuldu. Bu terörist, son aylarda İsrael’e yapılan sayısız roketli saldırının sorumlusu, İslami Cihat örgütünün emir komuta dinlemez yaramaz çocuğu idi. Bir başka terörist olan Rasmi Abu Malhous ve ailesinden 8 kişi, aynı gün (12 Kasım 2019 – Salı)  nokta atışı ile yok edildi. 

Başbakan BİBİ “İsrael olayların büyümesini istemiyor, ancak İsrael, vatandaşlarını korumak için her müdahaleyi yapacak ve terör örgütlerinin saldırılarına müsamaha etmeyecektir” dedi.

İsrael, Hamas’a olaylara karışmamasını, aksi takdirde tepkinin çok büyük olacağını bildirdi. Hamas da uyarıyı dinledi ve şu ana kadar sadece laf üretti ve hiçbir saldırıya katılmadı. 

İslami Cihat ise tepki olarak Perşembe sabahı Mısır’ın yardımıyla ilan edilen ateşkese kadar İsrael’e 450 roket gönderdi. Bu sabah hala ateşkese rağmen (16 Kasım)  Beer Sheva ve bazı güneydeki yerleşim birimleri saldırı altında idi. Roketler tamamen sivil yerleşim hedeflerine gönderildi. Atılan roketlerin yarısının meskûn yerlere düşme ihtimali olduğu için KİPAT BARZEL savunma sistemi tarafından % 90 oranında bir başarı ile havada yok edildi.

Çatışmaların başladığı gün Tel Aviv’e de roketler geldi. KİPAT BARZEL tehlikeyi önledi ve bu roketleri havada avladı. Fakat her hangi bir riske karşı Tel Aviv ve güneyinde kalan bölgelerde okullar tatil edildi, işyerleri kapandı, trenler iptal edildi. IDF Gazze çevresindeki 80 km.lik alanda olağan üstü hal ilan etti. Sığınaklar açıldı, bu bölgedeki binaların sığınaklarında bulunan pencerelerdeki demir zırhlar kapatıldı.

Israel Hava Kuvvetlerinin (IAF) nokta atışları ile özellikle uzak menzile atış yapabilen elit füze rampalarını vurarak İslami Cihat’ın merkeze yapacağı saldırıları engelledi.

Saldırılarda toplam 58 İsrael’li ne yazık ki yaralandı. Bunlardan çoğu sığınaklara koşma sırasında düşerek veya heyecandan yaralandılar. 9 yaşında bir kız çocuğu koşarken büyük sağlık problemi yaşadı. 4 dakikada yetişen motosikletli paramedik (acil tıp teknikeri) kızın hayatını kurtardı. Yaşlılara ve diğer insanlara sığınaklarda psikolojik yardımlar yapıldı, beraber şarkılar söylendi… Ne yazık ki KİPAT BARZEL’in ıskaladığı roketlerden birisi Ashkelon’da bir yatak fabrikasına düşerek yanmasına sebep oldu. New York’taki İsrael Başkonsolosluğu yaptığı açıklamaya göre maalesef güney İsrael’deki 3 ev direk isabet aldı. Evdekiler sığınakta oldukları için saldırıdan yara almadan kurtuldular. Hastanelerde hastalar ve çocuklar sığınaklara indirildiler.

Saldırıların İsrael’e verdiği zarar bu kadarla kalmadı. Çatışma İsrael’e yaklaşık 315 milyon dolara mal oldu. Bu buz dağının görünen kısmı. Eğitimin geri kalması, iş yerlerinin kapanması kaça mal oldu bilinemez elbette. Esas önemli olan ne yazık ki barışa vurulan bir darbe daha olması… Güney İsrael’in çoluk çocuk yaşlı hasta demeden bu haftayı sığınaklarda geçirmesinin bedelini ise hiç kimse ödeyemez…

IDF’in KARA KUŞAK adını verdiği savunma operasyonları sadece teröristlere ve roket rampalarına yapılan noktasal atışlarla sınırlı kaldı.  Bu saldırılarda birçoğunun İslami Cihat ve diğer Gazze terör guruplarına mensup olduğu bildirilen 34 Gazzeli Arap öldü ve BBC’nin bildirdiğine göre 111’i de yaralandı.

İsrael’in yaşadıklarını anlatmak ne yazık ki yazarak çizerek yeteri kadar izah edilemez. Hiç kimse uzaktan bunları okuyarak, yazılı görsel basını takip ederek neler yaşadığımızı, neler hissettiğimizi bilemez, hatta tahmin bile edemez.

İsraeli anlamak için İsrael’de yaşamak lazım. Alarm çaldığında hele bir sığınağa koşun da ondan sonra konuşalım. Hele bir de çocuklarınız, torunlarınız yanınızda değilse bakalım neler hissedeceksiniz?

Hastaları, yürüyemeyecek durumda olanların sığınaklara nasıl gittiklerini düşünün. Alarma arabada yakalanan o gencecik anne adaylarının arabalarından inerek yere nasıl yattıklarını, başlarını ve doğmamış bebeklerini nasıl koruduklarını düşünün.

Küçücük çocukların sığınakların merdivenlerinde nasıl uyuduklarının resimlerini gördünüz mü? Hastanelerde sığınaklara indirilen hastaların, o yeni doğan bebeklerin resimlerini gördünüz mü?

Bu dünyada İsrael gibi bunları yaşayarak dünyanın en mutlu on ülkesinden birisi olmasını nasıl yorumlarsınız? YOKTUR İSRAEL GİBİSİ, YOKTUR İSRAEL HALKI GİBİSİ…

Bütün bu olanları sesini çıkartmadan izleyen dünyaya da lanet olsun.

Daha iyi günlere BEEZRAT AŞEM… SHABBAT SHALOM…
Aaron Baruch   (Ankaralı)

8 Kasım 2019 Cuma

ATALARIMIN MİRASI…










Yahudiler 1948 yılında İsrail kuruluncaya değin, topraksız, vatansız bir millet olarak düşünülür. Oysa öyle değildir. Yeryüzünün ilk toprak sahipleri İsrail oğullarıdır ve her Yahudi’nin bu mirasta hakkı vardır. Bunun delilleri vardır, belgeleri vardır, tanıkları vardır.  Mesele bu davaya bakacak mahkemeyi bulmakta… 

“Abraham’ın karısı Sara yüz yirmi yedi yıl yaşadı. Ömrü bu kadardı. Kenan ülkesinde bugün Hebron (el-Halil) denilen Kiryat Arba’da öldü. Abraham yas tutmak ve ağlamak için Sara’nın yanına geldi. Sonra ayağa kalkıp Hititliler’e seslendi:
-Ben aranızda konuk ve yabancıyım. Bana mezar yapabileceğim bir toprak satın. Ölümü kaldırıp gömebileyim.
Hititliler cevap verdi:
-Efendim, bizi dinle. Sen aramızda güçlü bir beysin. Ölünü mezarlarımızdan en iyisine göm. Ölünü gömmen için hiç kimse senden mezarını esirgemez.
Abraham Hititliler’e bir kez daha seslendi:
-Eğer ölümü gömmemi istiyorsanız, benim için Sohar oğlu Efron’a ricada bulunun. Tarlasının dibindeki MACHPELAH MAĞRASINI (ATABABALAR MAĞRASI) bana satsın. Fiyatı neyse huzurunuzda eksiksiz ödeyip orayı mezarlık yapacağım.
Tarlanın sahibi Hititli Efron halkının arasında oturmaktaydı. Abraham’ın sözlerini duydu ve kent kapısında toplanan herkesin duyacağı biçimde karşılık verdi:
-Efendim, beni dinle, mağarayla birlikte tarlayı da sana veriyorum. Halkımın huzurunda onu sana veriyorum. Ölünü göm.
Efron, Hititliler’in önünde sözünü ettiği dört yüz şekel gümüşü tüccarların ağırlık ölçülerine göre tarttı ve satışı yaptı. Böylece Machpelah tarlası, çevresindeki bütün ağaçlar ve mağara Abraham’ın mülkü kabul edildi. Abraham öldükten sonra sahip olduğu her şeyi oğlu İsaac’a bıraktı.”
(Book of Genesis-Bölüm 23)

Machpelah mağarasında Abraham ve eşi Sara’nın mezarlarının yanı sıra oğlu İsaac ve eşi Rebbaca’nın da ikiz mezarları ve iç avlunun karşı tarafında Abraham’ın torunu Jacop ve Eşi Leah’ın ikiz mezarları  da bulunmaktadır.

Kutsal Kitap Tanah bütün bunları teyit etmektedir. Böyle yazılıdır ve bu yazılı bir belgedir. Çok önemli tarihçi Paul Johnson Yahudi Tarihi isimli kitabında olayı şöyle yorumlar:

 “Machpelah Yahudilerin sahip oldukları ilk topraktır. Yaradılış Kitabının (Book of Genesis) 23 üncü bölümünde Abraham’ın ölen eşi Sara için ve daha sonra kendisinin gömülmesi için Machpelah mağarasını nasıl satın aldığı anlatılmaktadır. Bu bölüm İncil’de de aynen geçer. Hatta İncil’de anlatılan olayların belki de en gerçek olanıdır. Zira tanıkları vardır ve otantik ayrıntıları ile sözlü olarak da teyit edilmiştir. Satın alma töreni en ince teferruatına kadar anlatılmıştır. Bu sadece bir mülkiyet devri değil aynı zamanda bir statü değişikliğidir.” 

Machpelah’ın bulunduğu Hebron ya de el-Halil kenti bugünkü Filistin ya da Batı Şeria olarak adlandırılan bölgededir. Kudüs’ün 35 km güney doğusunda Lut gölünün (Ölü Deniz) batısındadır. Denizden yüksekliği 940 metredir. Dağlıktır.

Şehri M.Ö.3500 yıllarında Kenaniler kurmuştur. Kenaniler burayı Karyetu Erba olarak adlandırıyorlardı. Şehrin Yahudi bölgesine de bugün Kiryat Arba denmektedir.

MÖ. 11 nci yüzyılda Yahudi Kralı David Ameleh  (Hz.Davut)  buraları ele geçirir. Oğlu Şlomo Ameleh’de (Hz.Süleyman) burada krallık yapmıştır. Şehir sırası ile Babil, Persler, Büyük İskender ve Roma imparatorluğunun işgaline uğrar. Daha sonraları şehir Müslümanlar ile Haçlılar arasında defalarca el değiştirir. En sonunda 1517 yılında şehir Osmanlı egemenliğine girer.

Osmanlı hâkimiyeti 1918 yılına kadar sürdü. Sonra İngilizler geldi. Ve Yahudiler atalarının topraklarına geri dönmeye başladılar. Kalabalık olmayan Yahudi toplumu 1929 yılında Arapların saldırısına uğradı ve Araplar, 63 Yahudi’yi hunharca katlettiler. Olaydan sonra İngilizler duruma hâkim olamayacaklarını anlayınca 1500 kadar Yahudi’yi tahliye ettiler ve Kudüs’e naklettiler. 1936 yılındaki ikinci bir Arap saldırısında nerede ise tüm Yahudiler yok edilirler.

1948 yılındaki Arap-İsrail savaşından sonra şehir Ürdün’ün kontrolüne geçti.  

1967 senesinin 8 Haziran günü 6 günlük savaş sırasında İsrail oğulları atalarının mirasını, babalarının hakkını geri aldılar. Hebron İsrail kontrolüne geçti. Fakat ne yazık ki şehirde neredeyse bir nesilden beri hiç Yahudi yaşamamaktaydı. 1968 yılında yerleşimciler Hebron’a geri dönmeye başladılar. El-Halil’in doğusunda Kiryat Arba’ya yerleştiler. Bugün Kiryat Arba’nın nüfusu 6 bin civarındadır.  

Eğer bir gün Hebron’a gidersen, ne olur, bir dakika dur ve düşün:

“Bir zamanlar burada olanlar nerede? Kenanlılar, Edomitler, Helenler, Bizanslılar nerede? Memluklular, Haçlılar, Osmanlılar nerede? Hepsi zaman tünelinde kayboldular, buharlaşıp yok oldular. Ama Yahudiler burada,  hala Hebron’da.”

İşte Yahudi azminin gerçek tanıkları 4000 yıldan sonra hala burada. Kanlı ve canlı. Bak ve gör. Bu güne kadar hiçbir ırkın, dünyanın hiçbir köşesine, böyle bir bağlılık gösterdiği görülmemiştir. Keza hiçbir ırkta, bu kadar azimli bir göç dürtüsü ile bulunduğu yerden köklerini söküp, başka yere yeniden dikme cesareti görülmüş şey değildir.

İŞTE ALİYAH RUHU BUDUR VE HER TÜRLÜ SAYGIYI HAK ETMEKTEDİR.  
BU BİR İÇGÜDÜDÜR.
ALİYAH YAPMAK KOLAY DEĞİLDİR, ÇOK ZORDUR,
BELKİ DE YAHUDİ OLMANIN BİR GEREĞİDİR, MECBURİYETİDİR.
ATALARINA BORCUDUR, VARLIĞININ SEBEBİDİR…
ZORDUR YAHUDİ OLMAK, YAHUDİ OLARAK DOĞULUR SORADAN DA OLUNMAZ, OLUNAMAZ.
BİR GÜN, ENİNDE SONUNDA BÜTÜN YAHUDİLER İSRAEL’DE YAŞAMALARI GEREKTİĞİNİ ANLIYACAKLAR VE GELECEKLER. HER SENE BİR EVVELKİ SENEDEN DAHA FAZLA ALİYA OLMAKTADIR. 2019 DA BÜTÜN YILLARDAN DAHA FAZLA ALİYA GERÇEKLEŞİYOR…
.
Şehir bugün Müslüman bölgesi ve Yahudi bölgesi olarak ikiye ayrılmış durumdadır. Müslüman bölgesine El-Halil, Yahudi bölgesine ise Kiryat Arba deniyor. Şehir İsrail denetimi ve kısmen Filistin denetimi altındadır fakat sık sık olaylar çıkmaktadır.

Machpelah’a gelince, bugün üzerinde bulunan Halilurrahman Camii, sinagog ve camii olarak ikiye ayrılmış durumdadır. Defalarca sinagog, kilise ve camii olarak değişikliğe uğramıştır. Roma döneminde, Roma tarafından atanmış Yahudi Kral Büyük Herod (73-4) peygamberlerin mezarlarını gizlemek için devasa bir duvar inşa etmiş. Hebron’un Haçlılar tarafından fethinden sonra (1099) bu muhafaza klise haline sokulmuş. Ardından Selahaddin Eyyubi 1187 de şehri tekrar ele geçirdikten sonra yapıyı camiye çevirmişt. İçeride ceviz ağacından oyulmuş bir minber mevcuttur ve İslam dünyasının en eski ahşap minberi olduğu düşünülüyor.

25 Şubat 1994 tarihinde Purim bayramı sırasında Amerikalı - İsraelli bir doktor olan Baruch Goldstein, camide namaz kılmakta olan Müslümanların üzerine otomatik tüfekle ateş açar. 29 kişi ölür, 125 IDF askeri yaralanır. Goldstein linç edilerek öldürülür. Bu hadiseden sonra cami ibadete kapatılır. Daha sonra hem Yahudilerin hem de Müslümanların birlikte ibadetlerini yapabilecekleri şekilde yeniden düzenlenir.












Sevgiyle kalın, hoşça kalın.
Aaron Baruch  (Ankaralı)


Kaynakça :
Book of Genesis
Vikipedia ansiklopedisi

2 Kasım 2019 Cumartesi

BAK ŞU İZMİRLİNİN YAPTIKLARINA…











Ege Üniversitesinin Ziraat Bölümünden mezun olan 23 yaşındaki Şlomo ve İsrael’e ALİYA (göç) yapmaya karar veren dört arkadaşı, 1963 yılının güneşli bir bahar günü İzmir kordon boyunda heyecanlı bir şekilde konuşmaktaydılar:

“Ne olur beni de götürün, sizlerle geleyim.”
“Seve seve, ama nasıl be oğlum, pasaportun yok, biletin yok, paran yok.”
“Bilet alabilecek kadar param var. Siz onu düşünmeyin.”
“Peki ama pasaport ne olacak? Vizen de yok.”
“Eğer yardım ederseniz şansımı denemek istiyorum.”
“Tamam lan, gel o zaman, elimizden geleni yaparız.”

Karar verilmişti. Arkadaşları yardım edecek, pasaportu ve vizesi olmayan Şlomo, ailesine bile veda etmeden cebindeki çok az para ve bir çanta ile ALİYA yapacak, hayatının bundan sonrasını Yahudilerin vatanı İSRAEL’de yaşayacaktı. Becerebilirse elinden geldiği kadar yeni ülkesine katkıda bulunacaktı.

Henüz kendisi bile bilmiyordu ama İzmir’li  ŞLOMO NAVARO,  o katkıyı yapacaktı, daha fazlasını da, Yalnız İsrael’e değil bütün dünyaya, bütün insanlığa müthiş bir hediye verecekti…

Arkadaşlarının kamarasında saklanan Şlomo, Gemi hayfa limanına yanaşınca, İsrael gümrük polisine durumunu anlattı. Şefiyle görüşen polis ona gemiden inebileceğini söyledi. İsrael’e ayak basar basmaz uzaktan akrabaları olan Mizrahi ve Kastro ailelerini buldu. Bu aileler ona yardım ettiler, barınacak yer buldular, ilk zamanlar yiyeceklerini bile verdiler ve hatta ona iş de buldular. O zamanlar Turkano aileler arasında müthiş bir dayanışma vardı.

İsrael’deki ilk yıllarında Bitki Koruma Hizmetlerinde çalışan Şlomo, Aliya yaptıktan iki sene sonra  kendisi gibi Türkiye’den göç eden lise aşkıyla evlendi ve üç çocukları oldu.  1967 savaşına giden ve evine sağ salim geri dönen Şlomo’nun ne yazık ki Lübnan savaşında şansı bu kadar yaver gitmedi. Bir havan mermisi bacaklarını mahvetti. Hastanede 8 ay belden aşağısı alçılı vaziyette yaşadı, sonunda iyileşti ama hafif bir topallığı kaldı. Arkadaşları bu yüzden ona takılmak için bazen “ağır çekim” derlerdi.


Hastane günleri ona etkileyici bulduğu iki konuda çalışmak için zaman yaratmıştı, ısı yöntemi ve bitkisel ürünleri hava geçirmez “hermetik” depolama… Bu konuların her ikisi de 1974 yılında Yeruşalayim İbrani Üniversitesinde tarımsal böcek bilimi (entomoloji) dalında yaptığı doktora eğitiminin esasını oluşturdu.

Tahıl saklama, yetiştirmekten daha zor bir iştir. Böcekler yumurtalarını tahılın tanelerine bırakır. Sonra yumurtadan çıkan böcekler ürünü mahveder. Böceklere karşı kullanılan tarım ilaçları insan sağlığına ve çevreye son derece zararlıdır. Ayrıca küflenme yüzünden de tahılı kullanılamaz hale gelir.

Hastaneden taburcu olduktan birkaç yıl sonra Şlomo Navaro, İsrael tarımsal Araştırmalar Örgütü’ne bağlı Volcani enstitüsünde çalışmaya başladı ve araştırmaları sonucunda  “TAHIL KOZASI” adını verdiği buluşunu bu merkezde geliştirdi. Deneylerini laboratuvarında bitirdikten sonra İsrael Ticaret Bakanlığına giderek onlara:


“Bir fikrim var, ancak laboratuvar dışında daha önce test edilmedi.” Dedi ve düzeneğin planlarını sundu. Plan İsrael’in güneyinde bulunan Kibutz Magen’de acil olarak hayata geçirildi. İdareciler süratle 110 metre boyunda, 50 metre eninde, 9 metre derinliğinde bir hendek hazırladılar. Sonra hendeği polivinil klörür ile kapladılar, tahılı içine döktüler ve kaynakçılar hendeği hava geçirmeyecek şekilde yalıtmak üzere bir tabaka daha kaplama ile örttüler.  


Navaro planının işe yaracağından emindi fakat aynı zamanda muazzam bir sorumluluk taşıyordu, çünkü milyonlarca dolar değerinde bir projeyi yürütüyordu. Ayrıca depolanan tahıl, ülke rezervinin büyük bir bölümüne oluşturuyordu.

Sonraki on beş ayı Navaro uykusuz geçirdi. Sık sık hendeğe gidiyor kontrollerde bulunuyordu. Her fırtınada tekrar koşuyor yeniden denetlemeler yapıyordu. Çok şükür şimdiye kadar hiç bir problem çıkmamıştı.







Sonunda deneme süresi sona erdi ve kozayı açtılar. Tahıl toprağa gömüldüğü gündeki kadar tazeydi ve kayıplar eski yöntemlere göre 10 kat azalmıştı. Yıllar süren araştırmalardan sonra Navaro tahılı süresiz bir şekilde depolamanın ve böceklerin saldırısına karşı korumanın güvenilir ve sağlıklı yolunu nihayet bulmuştu.

İkinci bir deneme Sri Lanka’nın yoksul üç köyünde yapıldı. Denemeye gönüllü olmayan köylülere, kayıpları olduğu takdirde karşılanacağı yönünde söz veren Navaro ve ekibi deneyi başlattılar. Üç ay sonra geri döndüklerinde tahılın içindeki böcekler havasızlıktan ölmüşlerdi, tahıl ilk günkü kadar tazeydi ve kullanıma hazırdı.

Ruanda’da bir deney daha yapıldı. Başkent Kigali’ye bir saat mesafedeki Lubirizi köyünde tahılları kozalara koydular. Bu çuvalları Ruandalı yetkililer 12 sene sonra açtılar. Gördüklerine inanamıyorlardı, tahıl depolandığı günkü kadar tazeydi.






Tahıl kozasının bütün faydalarına rağmen çevreye ve insan sağlığına son derece zararlı olan tarım ilaçları bugün hala en üst seviyede kullanılıyor. Sebebi maliyet, oysa uzun vadede Tahıl Kozası çok daha ucuza gelmekte. Üstelik hem insan sağlığına hem de çevreye hiç zarar vermiyor.

Dünyada 805 milyon insan kronik beslenme yetersizliğiyle mücadele ediyor. Gelişmekte olan dünyada birçok çiftçi ve köylü ürünün çuvallarda saklıyor. Haşereler kolayca içeriye girebildiğinden mahsulün yarısından fazlasına zarar veriyor.

Yetersiz saklama teknikleri yılda 1.3 MİLYAR TON gıda kaybı oluşuyor. Bu bütün insanlığın ihtiyacı olan gıdanın 3’te 1’i… Dünyada açlık çeken bütün herkesi doyurmaya yetecek bir miktar…

İsrael Tarım Bakanlığının araştırma şefi Gadi Loebenstein konuyu şöyle açıklıyor:

“Tahıl kozası milyonlarca insanı yoksulluktan çıkardı. Çiftçiler şimdi gıdalarını uzun süreler boyunca saklama ve ailelerini doyurma becerisine sahip”

Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü’nden Martin Gummert Tahıl Kozası için şunları söylüyor:

“Bilim ve teknoloji kanıtlandı. Şimdi önümüzdeki zorluk, insanların bunun farkına varmasını sağlamak.”

ELLERİNE SAĞLIK İZMİR’Lİ PROFESÖR ŞHLOMO NAVVARO. 
İSRAEL VE İNSANLIK SANA MÜTEŞEKKİRDİR.

Gerçekten merak ediyorum, acaba Türk Yahudileri arasından bugün Şlomo Navaro gibi birisi çıkar mı?

Aaron Baruch  (Ankaralı)

Kaynak : Küçük Ülkenin Büyük Hayalcileri
THOU SALT INNOVATE – Avi Jorisch