30 Aralık 2017 Cumartesi

GELECEĞİN DÜNYASINA YATIRIM











Birkaç hafta evvel Palma De Mollarca’da bir fuar düzenlenmiş. Fuarın konusu tıbbi kremler, dermatoloji ürünleri gibi şeyler. Çok güzel bir sistem yaratmışlar. Fuarın esas amacı alıcılarla satıcıları bir araya getirmek, yeniliklerden sektörü haberdar etmek.

Konularında değişik ürünler, yeni firmalar, yeni teknolojiler arayan alıcı firmalar fuara gelmişler. Ürünlerini pazarlamak isteyen firmalar da temsilcilerini yollamışlar. Satıcılar, kendi konularıyla ilgileneceğini düşündükleri alıcılar ile görüşme talebini fuar organizasyonuna bildiriyor. . Alıcı da görüşmeyi isterse, buluşma gerçekleşiyor. Kim kiminle ne zaman görüşecek,  bütün organizasyon fuar yöneticileri tarafından yapılıyor.

Bir İsrael’li satıcı konumundaki firma da bu fuara katılmış. İlginç olan, alıcı pozisyonundaki bir Avrupalı firma temsilcisi, İsraelli firma ile görüşme talebinde bulunuyor. Görüşme gerçekleşiyor. İsraelli firma temsilcisi bakıyor ki tanıtmaya çalıştığı ürün bu firmanın konusu değil. Biraz da şaşkınlıkla “bizim ürünlerimizle niye ilgilendiğinizi anlayamadım. Bu sizin konunuz değil ki” diyor. Karşısındaki alıcı firmanın yetkilisi bunun üzerine “siz İsraellisiniz, muhakkak bir bildiğiniz vardır” diyor. Şaşıran İsraelli biraz gururlu, biraz şaşkın gülümsemekle yetiniyor. İşin daha da ilginç tarafı bu sürpriz görüşmeden gerçekten bir sonuç çıkıyor, bugün iki firma birlikte neler yapabileceklerini araştırmaktalar.

İşte İsraellilerin iş dünyasındaki gerçek imajı bu:
“Siz İsraillisiniz, muhakkak bir bildiğiniz vardır.”

Geçtiğimiz aylarda İsrael’de çok ilginç bir gün yaşandı. Bir günde üç İsrael startup firması aynı günde satıldı. Compass 100 milyon dolara el değiştirdi. Yotpo 51 milyon dolara alıcı buldu. Mitrassit ise 31 milyon dolara gitti. Bir günde tam 181 milyon dolar. Bu parayı yatırımcılar İsraelli firmaların fikirlerine ödediler. Mülk, ya da toprak parası değil bu. Sadece zekâ ürünü fikirler için ödenen paralar bunlar. rakamın ne kadar ciddi olduğunu anlatabilmek için şu örneği vereyim: Türkiye’de Gebze’de bulunan Honda otomotiv fabrikası 50 milyon dolara kuruldu.

İsrael’in nasıl dünya statrup devi haline geldiği konusunda birkaç notu size aktarayım. İsrael’de binlerce startup şirketi var. Fikirler, yenililer geliştiriyorlar. Bilgi konusunda üniversiteler onları destekliyor. Para konusunda da eğer fikirleri ilginç bulunursa devlet tarafından kredilendiriliyor. Bilgisayar ve yazılım konusunda merkez Hertzliya. Tabii Tel Aviv de merkez konumunda. Bu yüzden Tel Aviv’e artık Titan Tech (teknoloji devi) deniliyor.  Nasdak teknoloji borsasında İsrael’in 86 firması işlem görmekte. (Türkiye’nin hiçbir firması yok. Merak edenler için yazayım dedim.)

Ar-Ge konusundaki gelişmeler dev şirketleri bu topraklara çekiyor. Microsoft, Apple, Google, Facebook, İntel İsrael’de ar-ge ofisleri kuran dünya çapındaki şirketlerden bazıları. Bunlar sadece İsrael’deki araştırmaları ve gelişmeleri yakından izlemek için buradalar.

Son yıllarda otomotiv dünyası, İsraelli startup firmalarıyla çok yakın ilişkiler kurdular.

Dünya devi İntel, İsraelli Mobileye firmasını 15 milyar 300 milyon dolara satın aldı.

Volkswagen, İsrael merkezli bir bilişim şirketi olan Gett’in taksi çağırma servisi ve mobil uygulaması için 300 milyon dolar yatırım yapacağını açıkladı.

Ford, kendi kendine öğrenen sistemler, makineler geliştiren İsrael startup firması Saips’i satın aldı.

Renault-Nissan ittifakı, Tel Aviv’de bir ar-ge ofisi açma kararı aldı.

Keza Mercedes de Tel Aviv’de bir ar-ge ofisi açıyor. Mercedes, araçlarının teknolojik gelişimine yönelik olarak İsrael’li startup firmaları ile işbirliği yapmak niyetinde. 

Tesla, otomosyon ekipmanları üreticisi İsrael’li Perbix’i satın aldı.

İsrael, teknolojinin geleceği konusunda dünya merkezi konumunda. Üniversiteleri ile, yazılım konusundaki müthiş gelişmeleri ile,  çalışkanlığı ve üretme kabiliyeti ile devlet desteği ile İsrael gençlerin ilgi odağında. Yarını yaşamak isteyenlerin buluşma yeri.

Esen kalın dostlarım.

Aaron Baruch (Ankaralı)

16 Aralık 2017 Cumartesi

ATOM BOMBASI VE ISRAEL









II.Dünya savaşında yaşanan soykırımın bir daha asla yaşanmaması için, İsrael’i kuran siyasetçiler, bir önlem olarak  nükleer silah edinme gereğine inanıyorlardı. 1952 yılında IAC (Israel Atom Enerjisi Komisyonu) kurulur. 6 yüksek lisans sahibi öğrenci bu konuda üst düzey eğitim almak için Chicago Üniversitesine gönderilir. Negev çölünde bulunan uranyumu fosfattan ayırarak ağır su elde etme teknikleri geliştirilir.

O yıllarda Fransa Kuzey Afrika’daki sömürgelerinde büyük sorunlar yaşamaktadır. Genç Israel devleti Fransa’ya istihbarat yardımı yapmaya başlar. Bunun karşılığında Fransa da Israel’e nükleer konularda yardım etmeyi vaat eder. Fransa’nın Marcoule’de kurduğu reaktörde İsrael’li bilim adamları çalışmaya başlarlar.

SÜVEYŞ KRİZİ

Cemal Abdül Nasır 1952de Mısır’da iktidara gelir ve Süveyş Kanalını millîleştirir. İngiltere ve Fransa bunu kabul etmezler. İsrael’e, Mısır’a saldırmasını önerirler. Onlar da yardım edeceklerdir. Fransa bunun karşılığında Israel’e küçük çaplı bir atom reaktörü satmayı kabul eder. Zamanın Israel savunma bakanı müsteşarı Simon Perez teklifi kabul eder.

Israel Mısır’a saldırır. Sina yarım adasını ele geçirir. İngiliz ve Fransızlar uçak gemileriyle yardım ederler. Kahire bombalanır. Gelişmeler üzerine ABD ve Ruslar olaya müdahale ederler ve savaş durur. Fransız İngiliz ve Israel askerleri geri çekilir.

Plan başarısız olmuştur. Mısır yenilmiş ancak ABD ve Rusya’nın müdahalesiyle topraklarını koruyabilmiş ve kanalı da millileştirmiştir. Bu başarısızlığa rağmen Fransa Israel ile olan antlaşmasının kendisine düşen şartları yerine getirir ve reaktörü verir. Bu dönemde Israel devleti, olağanüstü Israel yanlısı Fransız hükümetinden, büyük ölçüde yardım görür.

REAKTÖR

Fransa taahhüt ettiği gibi nükleer tesisi Dimona’da kurar. Dünyaya bu reaktörün 24 megavat gücünde olduğu ve tamamen barışçıl maksatlarla kurulduğu açıklanır. Israel bu tesisten elde ettiği enerjiyi Negev çölünün ıslah edilmesinde kullanacaktır.

Oysa reaktör, açıklanan gücünün neredeyse 3 hatta 4 misli kapasitededir. Ayrıca nükleer silah yapımının en önemli unsuru olan plütonyumdan yılda 22 kg. üretme kabiliyetine sahiptir. İnşaat 1957 yılında başlar.  Reaktörün yapımında binlerce Sefarad Yahudisi çok ağır şartlarda çalışırlar.

Süreç inişli çıkışlı olarak 1966 yılına kadar devam eder. Bu süre içerisinde İngiltere’nin de, Israel’e bir Norveç firmasını paravan olarak kullanarak teknik yardım yaptığı ve nükleer malzeme temin ettiği daha sonradan anlaşılacaktır.

Israel Dimona tesislerinde yeterli teknik donanıma ve bilgiye sahip olmuştu. Ancak dünya atom enerjisi komisyonu rahat bırakmıyordu. Sık sık denetim istekleri yüzünden Israel zor zamanlardan geçmekteydi. Sonunda denetime geldiler ve bütün tesisi gezdiler. Bu nükleer tesis tamamen barışçı amaçlarla kullanılacak bir tesisti. Sakıncalı hiçbir şey yoktu. Fakat denetçiler çok fena halde atlamışlardı. Yeraltındaki tesislere giden asansörler özel bir duvar ile saklanmış ve onlar bunu görememişlerdi. Tesisin kalbi yeraltındaydı ve kimse bunu fark etmemişti. Kimse bir şey bilmiyordu. Taa ki bir vatan haininin Israel’in en büyük sırrını satıncaya kadar…

SARI KEK

Esas mesele sarı kek denilen uranyum oksidin nasıl temin edileceğiydi. Dünya Atom Enerjisi Komisyonu bu maddeyi çok sıkı denetim altında tutuyordu. Mossad pek çok girişimde bulunduysa da başarılı olamamıştı. Sonunda eski bir Luftwaffe (Nazi Almanya’sının hava kuvvetleri) pilotunu buldular. Adam soykırıma dolaylı da olsa yardımcı olduğu için vicdan azabı çekmekteydi. Mossad, savaştan sonra bir kimya şirketi kuran bu adamla temasa geçti. İnceden siparişler vermeye başladılar. Eski pilot Herbert çok mutluydu. İsrael’e davet ettiler. Pek bir güzel ağırladılar. Siparişler yağmur gibi yağıyordu. Adam kıvama gelmişti. Nihayet esas hedef olan 200 ton uranyum oksit siparişi verdiler. Herbert siparişi hemen, maden üreticisi bir Belçika’lı şirkete geçti. Bu miktar tabii ki derhal Atom Enerjisi Komisyonunun dikkatini çekti. Yapılan incelmelerde her şey yolunda gözüküyordu. Sabun üretmek ve yeni bir petrokimya işlemi için bu miktarda sarı keke ihtiyaç vardı.  Şirketin banka hesaplarında 5 milyondan fazla nakit vardı. Elbette bu parayı Mossad yatırmıştı. Bir şeyden şüphelenmediler. Okey verdiler.

Malzeme Anvers’ten gemiye yüklendi. Gemi İsviçre’li bir nakliye şirketine aitti. Güya Cenova’ya gidecekti. Ancak gemi yola çıkar çıkmaz rotasını değiştirip Hamburg’a yöneldi. Hamburg’da bütün personele gemini satıldığı ve yeni patronun gemiye kendi personelini gönderdiği açıklandı. Eski çalışanlar süper bir primle ödüllendirildiler ve kendilerine katkıları için teşekkür edildi. Yeni personel tuhaf insanlardı. Hepsi esmerdi ve değişik bir lisan konuşuyorlardı. Birbirilerine, selamlaşmak için  “şalom” diyorlardı. Ne demekti şalom? Neyse, gemi hemen hareket etti. İşte ondan sonrası çok acayipti. Gemi 200 ton uranyumla birlikte ortadan kayboldu. Yetkililer önce geminin battığını düşündüler. Sonra İsviçre’ye, geminin sahibi olan acenteye gittilerse de bomboş bürolardan başka bir şey bulamadılar. Gemi, 15 gün sonra Türkiye’nin İskenderun Limanında ortaya çıktı. Gümrükçüler gemide hiçbir yükün olmadığını gördüler.  Soruşturulacak bir durum yoktu. Gemi ikmal yaptıktan sonra Sicilya’nın Palermo limanına doğru yola çıktı. Birkaç gün sonra Palermo’ya geldi. Tüm personel karaya çıktı ve bir anda yok oldular. Dünya casusluk tarihinin en büyük operasyonlarından biri olan “plumbat” operasyonu sona ermişti. Gemi İskenderun limanına uğramadan evvel Kıbrıs açıklarında yükü olan 200 ton sarı keki başka bir gemiye aktarmıştı. Daha onlar İskenderun’a varmadan evvel uranyum Dimona’ya varmıştı…

Tesis, hammadde, teknik bilgi, artık her şey tamamdı. Çalışmaya başladılar ve İsrael’i dünyanın 6 nükleer ülkesinden biri haline getirdiler. Bunu uzun yıllar saklamaya da muvaffak oldular. Vanunu’ya kadar…

VANUNU

Vanunu Dimona’da çalışan bir teknik adamdı. 9 sene hiç kimse ondan şüphelenmedi. Oysa arkadaşları komünistler, anti-siyonist Rakah partisinin Arap üyeleriydi. Isarel’in iç güvenlik teşkilatı Şabak çok fena halde atlamıştı.
Vanunu bir gün yalnız 150 kişinin çok özel giriş kartlarıyla girebildiği en gizli tesislere bir fotoğraf makinesiyle geldi. Hiçbir engelle karşılaşmadan 2 bobin film çekti. Her şeyi görüntüledi.

9 senenin sonucunda Vanunu’yu işten attılar. Sebep sadece bütçede kısıtlamaydı. Hayal kırıklığı içerisinde evini ve arabasını satıp sırt çantasını aldığı gibi uzak doğuya seyahate çıktı.

Fas’ta doğan, yeşivada (Yahudi din okulu) eğitim alan Vanunu dinin değiştirip Hristiyan oldu. Bir gün kilisede basit bir gazeteci olan Guerrero ile tanıştı. Ona filmlerden bahsetti. Guerrero bu fotoğrafların önemini anlamıştı. Pek çok gazete ve derginin ajanslarına gittilerse de kimse ilgilenmedi. Çünkü gerçek olabileceğine kimse inanmıyordu.

Birlikte Londra’ya gittiler. Sonunda “London Sunday Times” inandı ve haberi yaptı. Vanunu’ya 100.000 dolar ödediler. Haber yayınlanınca dünya yerinden oynadı.

Mossad derhal harekete geçti. Londra’da hiçbir şey yapamazlardı. İngiltere başbakanı Demir Leydi lakaplı Margret Thatcher Şimon Perez’i uyarmış İngiltere sınırları içerisinde bir operasyona kalkışmamasını istemişti. Mossad bunu göze alamazdı.  Vanunu’nun zayıf tarafı kadınlardı. Mossad ajanları Londra’da Vanunu’yu takibe aldılar. Gideceği yerleri önceden belirlediler. Bir gün Vanunu müthiş bir sarışınla karşılaştı. Kadın sanki kendisine gülümsemişti. Cesaretini toplayıp konuşmaya çalıştı. Tanıştılar. Flört etmeye başladılar. Sık sık ve uzun uzun öpüşüyorlardı ama daha ileri gidemiyorlardı. Sonunda kız Vanunu’yu Roma’ya gelmesi için ikna etti. Aşk sarhoşu Vanunu kız arkadaşı ile birlikte el ele Roma’ya uçtu. Güya kızın kız kardeşine ait bir eve gidiyorlardı. Bindikleri taksi küçük bir evin önünde durdu. Birlikte indiler. Eve ilk Vanunu girdi. Birdenbire kapı arkasından kapandı. Üzerine atlayan iki adam Vanunu’yu yere indirdiler ve hemen sıkıca bağladılar. Birisi koluna bir iğne yaptı. Vanunu çooook derin bir uykuya daldı. Kendine geldiğinde İsrael’deydi.





Mahkeme onu 19 yıl hapse mahkûm etti. Dışarı çıkınca yasak olmasına rağmen, gene Dimona konusunda bir gazeteciyle söyleşi yaptı. Tekrar tutuklandı ve 4 ay daha hapis yattı. Bugün serbest ve gazeteler evlenmek istediği hakkında ilan vererek kendisine bir eş arıyor. Tek şartı kadının İsrael’li olmaması…

Lanet olsun sana Vanunu…

Bu hafta da bu kadar sevgili dostlarım. Esen kalın.
Aaron Baruch  (Ankaralı)


Kaynakça : Vikipedia – İsraelin nükleer silahları:
Serenti – İsrael nasıl nükleer güç oldu?
http://www.serenti.org/plumbat-operasyonu-israil-nasil-nukleer-guc-oldu/
MOSSAD – Michael Bar Zohar – Nissim Mıshal 



2 Aralık 2017 Cumartesi

IRAK YAHUDİLERİ - AL FARHUD



İlk tapınağın ve Yaruşalayim’in yıkılmasından sonra Babil asırlarca Yahudiliğin merkezi haline gelmişti. MÖ.586 yılında gerçekleşen Babil sürgünü belgelenmiştir. Babil’de iki Yahudi akademisi kurulmuştu. Çift liderli Babil Akademileri uzun yıllar boyunca uyum içerisinde var olması Babil Yahudiliğini şekillendirmiştir. Babil Talmudu bu dönemde yazıldı. Düzenlenmesi 250 sene boyunca devam etti.
Irak Yahudileri bu uzun zaman içerisinde iyi günleri olduğu gibi zaman zaman da zor günler yaşadılar. Osmanlı 1638 de Irak’ı Persler'in elinden aldı. O günü Yahudiler  “yom nes” yani “mucize günü” adıyla bayram olarak kutlandılar. Bazı kaynaklar Irak’ın fethi sırasında Osmanlı Ordusunun % 10unu Yahudilerin oluştuğunu yazar. 1900lü yıllarda Bağdat’ın nüfusu 200.000 kişi idi ve bunun 50.000i Yahudi’ydi.
Birinci dünya savaşının ardından orta doğu İngiliz Mandasının yönetimine girmişti. O yıllarda Irakta Yahudi karşıtlığı yoktu. Yahudiler kendilerini Yahudi dinine bağlı Iraklılar olarak görüyorlardı. Hatta bu yüzden Avrupa’da esen Siyon rüzgârları o topraklarda hiç rağbet görmemekteydi. Filistin’deki Arap Yahudi kavgası, ya da bağımsız Yahudi devleti kurma çabaları Iraklı Yahudileri pek ilgilendirmiyordu.
1932 de Irak’ın bağımsızlığa kavuşmasında Yahudiler önemli roller üstlenmişlerdi. Hukuk ve posta sistemini kurdular. Finans ve ticaretin temellerini attılar. Bağdat Ticaret Borsas'na kayıtlı 19 şirketten 10u Yahudiler'e aitti. Irak’ın ilk maliye bakanı Yahudi Sassoon Eskell idi. O yıllarda çoğu Bağdat’ta olmak üzere Irak’ta 120 binden fazla Yahudi yaşamaktaydı ve mutlu bir hayat sürüyorlardı. Bağdat’ta 28 Yahudi eğitim Enstitüsü vardı. Bunların 16sı cemaate bağlıyken geriye kalanları özel kuruluşlardı. Bu okullara giden öğrencilerin sayısı 12.000 civarındaydı. Diğer öğrenciler ise yabancı veya devlet okullarında eğitim görüyorlardı. Yaklaşık 400 öğrenci tıp, hukuk, ekonomi eczacılık veya mühendislik okuyordu. Yahudilerin körlere hizmet veren bir okulu vardı ve bu okul Bağdat’ta türünün tek örneğiydi. Yahudilerin Bağdat’ta iki hastanesi vardı, fakirler bedava tedavi ediliyordu. Başka hayır kurumları da vardı. 1950deki 60 sinagogdan ancak 7 tanesi 1970i gördü. Bu gün belki onlarda tarih olmuşlardır. Ya hükümet tarafından komik paralarla satın alındılar ya da el konuldular.
Yahudiler için zor günler Nazilerin Almanya’da iktidarı ele geçirmesi ile başladı. Bütün dünyada Nasyonal Sosyalizm yükseliyordu. Buna paralel olarak Irakta da Yahudi düşmanlığı hızla artıyordu.
Bu arada İkinci Dünya savaşı başlamış,  İngilizler ile Almanlar Irak’ta, petrol yüzünden kıyasıya savaşıyorlardı.
KALLEŞ İNGİLİZLER
1941 yılına gelindiğinde savaş İngilizler için iyi gitmiyordu. Tam bu dönemde İngilizler beklenmedik bir çıkış yaptılar. Filistin’de kendilerine karşı mücadele eden Yahudi  İrgun gurubuna yanaştılar. Hapiste tuttukları sabotaj konularında uzman İrgun lideri Raziel’den, Irak petrol altyapısını yok etmesini istediler. Almanların Petrolden yararlanmaması gerekiyordu.  Raziel bir şart karşılığında teklifi kabul etti. Bu operasyon karşılığında İngilizler,  Irak’ta bulunan Nazi’den fazla Nazi yanlısı, azılı Yahudi düşmanı Müftü Emin El -Hüseyni’yi Filistin’de Yahudilere teslim edeceklerdi. Anlaşma olmuştu.
17 Mayıs 1941de Raziel üç arkadaşıyla Irak’a indirildi. Ancak yolda İngilizlerin planı değişmişti. Almanlar kara savaşını kaybetmeye başlamışlardı. Geri çekiliyorlardı. İngilizler fikir değiştirdiler. Petrol ve alt yapısı sağlam kalmalıydı, çünkü İngilizlerin buna ihtiyacı vardı. Raziel üç arkadaşı ile birlikte İngilizler ’in verdiği araçla Bağdat yolunda ilerlerken nereden geldiği belli olmayan bir uçak arabayı vurdu. Raziel ve arkadaşları kurtulamadı.
SAVAŞI İNGİLİZLER KAZANIYOR
30 Mayıs 1941de İngilizler Bağdat kapılarına gelmişler, Almanlar Irak’ta savaşı kaybetmişlerdi. Ertesi gün savaş sırasında Irak’tan kaçan eki Irak kralı,  Bağdat’a doğru yola çıktı. Yahudiler sevinç içindeydiler. Almanlar gitmişti ve kral geri geliyordu. Her şey yoluna giriyordu.
Ne yazık ki durum gerçekte hiç de öyle değildi. Müftü Emin El-Hüseyni bir haftadan beri Iraklıları kışkırtıyor, her kötülüğün arkasında Yahudilerin olduğunu etrafa yayıyor ve katledilmeleri gerektiğini söylüyordu. Iraklılar içerindeki kıskançlığı harekete geçiren bu adama inanıyor ve katliama hazırlanıyorlardı.
AL FARHUD
1941 yılının Şavuot bayramı 1 Haziran gününe denk geliyordu. Kralı karşılamaya giden Yahudi heyeti geri dönerken Al Kuhr köprüsüne geldiklerinde çeteler arabaları durdurdular. Yahudileri araçlardan indirdiler ve dövmeye başladılar. Peşinden çoğunu vahşice linç ederek öldürüldüler. Saldırılar kısa sürede tüm Bağdat’a yayıldı. Gözü dönmüş saldırganlar ele geçirdikleri Yahudileri Sokak ortasında öldürüyorlardı. Bütün şehir “muat al Yahud – Yahudilere ölüm” çığlıklarıyla inliyordu. Yahudiler ’in evleri sembolik “hamsa” figürü ile işaretlendi. Peşinden saldırganlar evlere girmeye başladılar. Kızlara ve kadınlara tecavüz ve yağma başladı. Ellerinde kılıç, hançer, satır ve balta ile saldırıyorlardı. Ailelerini korumak isteyenler vahşice öldürülüyorlardı. Ufak çocuklar ailelerinin gözleri önlerinde katledildi. Yahudileri işkence ile öldürüyorlar, sonra da cesetleri parçalıyorlardı. Bazı Müslüman Iraklı Araplar Yahudi komşularını korumak için hayatlarını bile tehlikeye atıyorlardı. İçlerinden ölenler oldu.
Evlerden sonra, Şavuot bayramı dolayısıyla kapalı olan Yahudilerin iş yerleri yağma edilmeye başlandı. Sinagoglara girildi. Toralar parçalandı ve yakıldı. Cinayetler, ateşe vermeler bütün gün ve gece devam etti. Olaylar başka kentlere de yayıldı.
Tarihçi Tony Rocca, Anılar – Off Eden kitabında İngiltere’nin Bağdat Büyükelçisi Sir Kinahan Cornwallis’in kendi nedenleri ile Sir Winston Chuchill’den gelen “kenti ele geçirme ve güvenliği sağlama” emirleri bekleterek o gece mum ışığında yemek yiyip daha sonra da “briç” oynadığını yazmıştır.
Ertesi gün katliam aynen devam ediyordu. Nihayet öğleden sonra İngilizler kente girdi ve saldırganlara ateş açmaya başladılar. Bazı Yahudiler İngilizlere sıktıkları her mermi için para ödemeye başladı. Saat 17.00 de sokağa çıkma yasağı konuldu. Saat 19.00a doğru olayların önü alınmıştı. Iraklı Yahudiler için geri dönüşü olmaya bir süreç başlamıştı.
Bu olay aynen Almanya’daki Crystal Night gibiydi ve tarihe Al Farhud adıyla geçti. Resmi kayıtlara göre 180 ya da 200 Yahudi öldürülmüş 2000 den fazlası yaralanmıştı. Yüzlerce kıza ya da kadına tecavüz edilmişti. Iraklı Yahudilere göre ölü sayısı 1000den fazlaydı. Yahudilere ait binlerce bina,  yakılmış ve tahrip edilmişti. Bu olaydan sonra Yahudiler bir daha asla rahat yüzü görmediler. Her fırsatta saldırıya uğradılar, aşağılandılar ya da boykot edildiler. 125 bin kişilik Irak Yahudi cemaati için Irak’ta hayat bitmişti. Kurtulmalıydılar ama nasıl?
IRAKLI YAHUDİLERİN ZOR GÜNLERİ
1948 yılında Irak çıkardığı kanunlarla Yahudilerin hayatı zorlaştırılırken diğer Arap ülkeleri gibi İsrael’in güçlenmesini önlemek için Yahudi göçünü yasakladı. Eylül ayında ger türlü Siyonist faaliyet yasaklandı. Ülkenin Yahudi ileri gelen zenginleri tutuklandı ve varlıklarına el kondu. Bunların arasında Şefik Ades’de vardı ve ilginç olarak kendisi Siyonizim karşıtlığı ile tanınıyordu. Ades tutuklandıktan kısa bir süre sonra idam edildi. Yahudiler şoktaydılar.
1948 yılında Yahudilerin bankacılık ve döviz işlemleri yapmaları ve finans sektöründe çalışmaları yasaklandı. Posta işleri demiryollarında ve kamuda çalışmaları engellendi. Yahudi okullarında tora dersi ve İbranice yasaklandı. Yahudi iş yerlerine boykotlar başladı. 1930larda Almanya’da ne oluyorsa Irakta da aynısı olmaya başlanmıştı. Ancak bir fark vardı. Artık İsrael kurulmuştu.
KAÇIYORLAR
1949 yılında Iraklı Yahudiler İsrael’in gönderdiği ajanların yardımıyla örgütlenmeye başladılar. Hillel bu örgütlenmeyi organize ediyordu. (Daha sonraları İsrael’de çok önemli bir siyasetçi olacak ve Irakta yaşadıklarını kitaplaştıracaktı.) 1000 kadar Yahudiyi İsrael’e kaçırmayı başardılar. Irak hükümeti Yahudilerin mal varlıklarının kaçırılmasını önlemek için 1 yıllık geçici bir kanun çıkarttı. Irak vatandaşlığından çıkma ve mal varlığını bırakma karşılığında göç etmelerine izin verildi.
Ancak Irak’lı Yahudiler hala kararsızdılar. Gitsinler mi, kalsınlar mı? 1950 Nisanında Pesah bayramının son gününde Masuda Şemtov sinagoguna bir bomba konuldu. 3 ya da 5 kişi öldü. Daha sonra cemaate ait yerlere başka bombalar da konuldu. Bu olay tarihe Bağdat Bombalamaları diye geçti. Bombalar, göçü kuvvetlendirmek için korku yaratmak amacıyla Siyonistler tarafından mı konuldu,  yoksa Yahudi karşıtı Iraklı Araplar mı koydu, bu gün hala tam olarak aydınlatılmış değildir.
Sonuçta göç yasası çıkınca kayıtlar başladı. Iraklı yetkililer ilk etapta 8000 bin kişinin kayıt edileceğini düşünüyorlardı. Ancak 50.000 kişi kayıt oldu. Bağdat bombalamalarının peşinden kayıt olanların sayısı 80.000 e çıktı. Bu arada Siyonistler “eyy Siyon, Babil’in kızından kaç, İsrael sizi çağırıyor, Babil’den çıkın” yazılı bildiriler dağıtıyorlardı. 
İsrael de şoktaydı. Yüz binden fazla Yahudi’nin bir anda ülkeye gelmesi söz konusuydu. Üstelik İsrael Kuzay Afraka’da sıkışmış Yahudiler ile Avrupa’da soykırımdan kurtulan soydaşlarını vatana getirmek için elinden geleni yapmaktaydı. Daha kurulalı bir iki yıl olmuştu. Kaynaklar çok kısıtlıydı.  Fakat şoku kısa zamanda üzerlerinden attılar. Ma baa, baruh aba (kim geliyorsa hoş geldi.)
Ve operasyon başlatıldı. Hava köprüsü kuruldu.
EZRA VE NEHEMİAH OPERASYONU.
1950 ile 1951 yılları arasında 121.623 Yahudi Irak’ı terk etti. Kurulan hava köprüsü ile önceleri Kıbrıs üzerinden, daha sonra doğrudan LOD hava alanına getirildiler. Arkalarında 2500 yıllık bir tarih ve muazzam bir servet bıraktılar. 15.000 Yahudi Irak’ta kalmayı seçti. 1952 de yeniden göç yasaklandı. Yahudilerin üzerindeki baskı her geçen gün artarak devam etti. 1970 de uluslararası baskıya dayanamayan Irak yeniden göçe izin verdi. Bu gün Irak’ta 10 kişiden az sayıda Yahudi yaşamaktadır.
İsrael, dünya Yahudilerinin anasıdır ve bu topraklarda her Yahudi’ye yer vardır.
Bu hafta da bu kadar sevgili dostlarım. Esen kalın.
Aaron Baruch  (Ankaralı)
Kaynakça : Değerli Facebook arkadaşım Sarp Obay’ın FARHAD yazısı. (Teşekkürlerimle)
Değerli gruptaşım M.Gormezin temin ettiği Philippe Boukara’nın yazısı. (Teşekkürlerimle)
Vikipedia
Şalom gazetesi Arşivleri Dellevi – Almaleh yazısı

25 Kasım 2017 Cumartesi

SU VE ISRAEL







Sevgili dostlarım, 

Bundan yıllar evvel bir İsrael’li bana “İsrael’in en büyük problemi ya da düşmanı Araplar değildir, sudur” demişti. Gerçekten de NASA’nın verilerine göre doğu Akdeniz, son 900 yılın en büyük kuraklığıyla karşı karşıya. İsrael devletinin, su işlerinden sorumlu bir müdürü; “ülkenin herhangi bir yerindeki musluğu açıp suyun gelmediğini görmeye çok ama çok yaklaşmıştık” diyor.

İsrael’in doğal su kaynakları kısıtlı. Kuzeyde Tiberya gölü ülkenin en büyük tatlı su kaynağı. İkinci olarak Ürdün nehri var. Ancak bu akarsuyu, İsrael komşularıyla paylaşmakta. 60lı yıllarda Suriye ve Ürdün bu nehrin yatağını değiştirip İsrael’in sudan faydalanmasını önlemek istediler. 1967 Arap İsrael savaşının en önemli nedenlerinden biri de buydu.

Bunlardan başka bir de yeraltı suları var. Ancak yer altı suları azalan yağmurlarla birlikte giderek kurumakta. Bir de son yıllarda toprağın denizden tuz emmeye başladığı ve yeraltı sularının giderek tuzlanmaya başladığı tespit edildi. Giderek bütün doğal koşullar İsrael’in aleyhinde gelişmekteydi.

2009 yılına geldiğinde artık basında  “İsrael kuruyor” konulu yazılar çıkmaya başlamıştı. Durum son derecede ciddiydi.

Hükümet ilk önce su işlerinde ciddi bir düzenlemeye gitti ve bakanlıklar arası güçlü bir kurum olan “Su İşleri Müdürlüğünü” kurdu. 2007 yılında çalışmaya başlayan  bu müdürlükten evvel  su sorunundan birden fazla  bakanlık sorumluydu. Bu bakanlıkların her birinin kendi çıkar ve lobileri vardı. Su İşleri Müdürlüğünün halkla ilişkiler temsilcisi El Feinerman bu konuyla ilgili bir yorumunda  “çok sayıda su politikası mevcuttu, ancak sağ elin yaptığını sol el bilmiyordu” demişti.

Su İşleri Müdürlüğü kurulur kurulmaz önlemler peş peşe gelmeye başladı. Halk bilinçlendirildi. Hortumla araba yıkamak yasaklandı. Evlerin bahçe çimlerinin ve bitkilerinin yalnız gece sulanmasına müsaade edildi. Pek çok bahçe sahibi çimleri söküp yerine yapay çim koydu. Halktan duş süresinin 2 dakika ile sınırlanması istendi. “Dişlerini fırçalarken suyu kapa” her kesin kesinlikle uyduğu bir kural oldu. Damlayan musluk veya benzeri bir kaçak anında tamir edildi.

Önceleri halktan su vergisi alınıyordu. Bu terkedildi. Kişi başına bir su kotası belirlendi. Kotasından daha fazla kullanana su, daha pahalıya satıldı. Bu, halkı zorunlu su tasarrufuna yöneltti.

Suyu ileten boruların yapılması ve denetimi özel şirketlere devredildi. Kaçaklar en üst seviyede önlenmiş oldu. Su İşleri Müdürlüğünün elemanları ev ev dolaşıp musluklara, duş başlıklarına ücretsiz bir cihaz takmaya başladılar. Bu cihaz suyu havayla karıştırıp tazyikli bir hale getiriyor ve üçte bir su tasarrufu sağlıyordu.

İstatistikler tutulmaya başlandı. Evlerde ve ortak alanlarda kullanılan suyun saatleri ayrıldı. Takip edilen istatistiklere göre, suda beklenilenden daha fazla bir harcama görüldüğünde, ev sahipleri depolarında çatlak vs. olabileceği hakkında uyarıldı.

Çiftçilerin kullandığı suya önemli oranda kısıtlama getirildi. Bu da çiftçileri suyu daha tasarruflu kullanmaya yöneltti. Vahşi sulama neredeyse tüm ülkede terk edildi. Damlama teknolojisi daha da gelişti ve zaten bu tekniğin mucidi olan İsrael, bu konuda dünya lideri oldu ve önemli bir ihracat başladı.  

Bütün bu önlemler sayesinde ciddi bir gelişme sağlandı ve su tüketiminde % 18lik bir tasarruf oranı yakalandı…

Ama bu sorunu çözmeye yetmiyordu.

En önemli gelişme atık sularda yaşandı. İsrael atık suları,  hatta evsel atık suları arıtarak tekrar kullanmada % 85 gibi bir oran yakaladı ve bu konuda açık ara dünya lideri oldu. Tarımda kullanılan suyun % 55i bu yoldan sağlandı.

Ama bu da sorunu çözmeye yetmedi.

Sonunda İsrael deniz suyundan tatlı su elde edecek 5 tesis kurmaya karar verdi. Büyük yatırım gerekiyordu. Üstelik suyun maliyeti de bir hayli pahalıydı. Yetmezmiş gibi bir de çok büyük enerji lazımdı ve bu bir yandan da karbon salımını arttıracağından hayli önemli bir çevre problemi oluşturuyordu. Fakat ne çare, susuz bir hayat yok ki…

·      Kollar sıvandı ve iş başı yapıldı. Dünyanın en büyük RO (reverse osmosis)  tuzdan arındırma tesisleri kuruldu. Bu güne gelindiğinde elde edilen sonuç çok muhteşem oldu.
Öncelikle yeni teknikler geliştirildi ve elde edilen suyun maliyeti düşürüldü. Gelinen noktada bir yandan artık katlanılabilir bir maliyete ulaşılırken diğer yandan bu tekniklerin ihracatı şansı doğdu. Örneğin İsrael firmaları Kaliforniya’da 1 milyar dolarlık tuzdan arındırma tesisi kurmakta…

Ve en önemlisi, artık İsrael’in su sorunu kalmadı. David Goliat’ı yere serdi. İsrael en büyük düşmanını yendi… Kol hakavod  İsrael…   (Aferin İsrael)

Bir yıldan kısa bir süre evvel yeni bir proje hayata geçirildi. Deniz seviyesinden 300 metre aşağıda bulunan Tuz gölü (ya da Ölü Deniz) susuzluktan dolayı kuruyarak ölmekte. Kızıldeniz’den, 180 km.lik altı boru hattı ile deniz suyu, ölü denize akıtılacak. Böylece ölü deniz yeniden hayata dönecek. Üstelik bu deniz suyunun akışı elektrik türbinlerini çalıştıracak ve elde edilen enerji ile tatlı su elde edilecek. İşte bu suyu İsrael Filistin ve Ürdün ile paylaşacak. Bunun elbette İsrael’in en büyük ümitlerinden biri olan barışa fayda sağlaması düşünülmekte… Bu projenin maliyeti bir milyar dolar civarında ve dünya bankası, ABD ve bazı Avrupa ülkeleri tarafından finanse edilmekte…

Bu arada İsrael’li bir start-up firmasının havadaki su buharından temiz su elde etmeyi başardığını bildireyim. Bu çoktan beri bilinen bir şeydi. Buradaki yenilik suyun çok çok temiz ve kaliteli oluşunun yanı sıra gayet az bir enerji ile çalışabilmesi.  Hatta bu enerji küçük bir güneş enerjisi panelinden sağlanabiliyor.

Eylül 2017 de İsrael Watec su fuarında 10binden fazla ziyaretçiyi ağıladı. 160 yakın firma ürünlerini sergiledi. Dünyanın en büyük RO tuzdan arındırma tesisine sahip olan İsrael  (Sorek ve Hadera)  bu konuda dünya lideridir.

Bilim adamları, dünyanın tatlı su kaynaklarının, değişen iklim koşulları ve kirlenen doğa yüzünden azaldığını bildirmekteler. İsrael teknolojileri sayesinde artık çocuklarımız için bu konuda endişe etmemize gerek kalmadı.

İsrael oğulları, bir gün insanlık sana dünyayı daha yaşanır bir hale getirdiğin için umarım teşekkür edecektir. Allah’tan ümit kesilmez ama benim bunu görmem zannederim çok zor, fakat çocuklarımın veya torunlarımın bu gururu yaşayacağından çok ümitliyim.

Bu hafta da bu kadar sevgili dostlarım. Esen kalın.

Aaron Baruch  (Ankaralı)

Kaynakça : İsrael Su Teknolojisinin Gelişimi – Krizden Liderliğe…
Denizin Yardımıyla İsrail Eski Bir Düşmanı Yendi: Kuraklık – New York Times

DERGİ - Dünyada tatlı su kaynakları tükeniyor mu?  Tim Smedley BBC Future

Su ve İsrail – Londra Gazete
Kızıldeniz’i Ölü denize bağlayacak anlaşma ihaleye çıktı – Dünya Haber Bülteni 



17 Kasım 2017 Cuma

OLUR MU, OLUR…







Değerli dostlarım,

Dünya değişiyor. Değişmeyen üç şey, ölüm, vergiler ve değişikliğin ta kendisi.

Dünya hızla küreselleşiyor. 58 ülkede 300 şehirde bulunan dünyanın en büyük taksi şirketi UBER’in bir tek arabası yok. Bu bir işletim devi. Aynı şekilde 192 ülkede 800 bin kiralık mekân sunan dünyanın en büyük konaklama şirketi AIRBNB’nin bir tek oteli yok.

Mersedes Benz’in en tepedeki yöneticilerinden birisi verdiği bir röportajda çok çarpıcı şeyler söyledi. “Artık rakiplerimiz diğer araba fabrikaları değil, Tesla, Apple, Google, Amazon gibi yazılım kuruluşlarıdır” dedi. Çünkü önümüzdeki 30 yıl içerisinde arabalar tarih olacak diyebiliriz, yerlerine tekerlekli bilgisayarlar gelecek. Elektrikli, sürücüsüz arabalar. Elektrikli araç üreticisi TESLA yeni arabalarının tümünü sürücüsüz olarak planlıyor. Google bu tip arabaların testlerine başladı bile. Sürücüsüz araba için bilgisayar yazılımları yapan İsrael MOBİLEYE şirketi, INTEL tarafından 15.3 milyar dolara satın alındı. Araba üreticilerini zor günler bekliyor.

Uzun lafın kısası sürücüsüz elektrikli arabalar yolda, geliyor… Bu dünyamızı ve günlük hayatımızı çok değiştirecek. 30 yıl sonra kimse ehliyet almakla, ya da araba sahibi olmakla uğraşmayacak. Cep telefonundan bir araba çağıracaksın, birkaç dakikada gelecek ve seni istediğin yerin kapısında bırakacak. Özel otolar olmadığı için trafik çok rahat. Park derdi, tamir, vergi, benzin, sigorta masrafı yok. Şehirler daha az gürültülü ve hava daha temiz. Yılda trafik kazalarında ölen 1.2 milyon insanın hayatı kurtulacak.

Arabada iş yapabilme olanağı da  var. Böyle olunca emlak piyasası da değişecek. İnsanlar işlerine kolay gidebilecekleri için şehir dışında rahat yerlerde yaşayacaklar. Sigorta şirketleri kazalar çok azaldığı için primlerini indirmek zorunda kalacaklar. Bilgisayar teknolojileri ile evlerde, iş yerlerinde o kadar muhteşem önlemler alınacak ki, artık hırsızlık ya da yangın neredeyse tarihe karışacak. Araba, yangın, hırsızlık poliçeleri satamayan sigorta şirketleri yönlerini çevirip, belki evlilikleri filan sigorta edecekler. Ya da batacaklar.

Temiz enerji yolda. Güneş enerjisi dünyanın ihtiyacının 15 bin katı fazlasıdır ve her yıl insanlar bu temiz enerjiyi katlayarak kullanıyorlar. Yeni buluşlarla temiz enerji 30 sene sonra fosil enerjinin pabucunu dama atacak. Araplar da petrollerini alıp bir yerlerine artık sürerler mi, başka bir şey mi yaparlar bilemiyorum.




Ucuz ve bol elektrik beraberinde temiz ve bol suyu da getirecek. İsrael’in dünya lideri olduğu deniz suyunu arıtma teknolojisi bugün artık kullanılmakta. Ton maliyeti 25 cente düştü.  İsrael ihtiyacı olan suyun yarısını bu yolla elde ediyor. Şimdilerde havadan su üreten jeneratörler de yapıldı. 30 sene sonra dünyanın her yerinde temiz su olacak. Hayal edebiliyor musunuz?

Watson’la daha evvel tanıştınız mı? Watson IBM tarafından geliştirilen ve doğal dilde sorulara cevap vermek için tasarlanan bir yapay zekâ programıdır. Eğer hukuk okumayı planlıyorsanız bir kere daha düşünün. Çünkü Watson sayesinde sadece saniyeler içerisinde yasal danışmanlık alabilirsiniz. Bütün dünya ülkelerinin kanunları ve problemlerinizin çözümü bedava. Programı sadece bilgisayarınıza indirin, o kadar. Şimdilerde avukatların başarı oranı% 70 iken Watson’un % 90. İnanılır gibi değil.

Watson doktorlardan ve hemşerilerden çok daha hızlı kanser teşhisinde bulunabiliyor. TRICODER X medikal cihazının fiyatı bu sene belli olacak. Telefonunuzla çalışacak. Bu cihaz sayesinde retina taraması yapılacak, kan ve nefes örnekleriniz sisteme yüklenebilecek. Cihaz 54 bio göstergeyi analiz ederek neredeyse tüm hastalıkları tanımlayabilecek. Ucuz olabileceğinden herkes tarafından kullanılabilecek. Hoşça kal tıbbi kurumlar…




3D yazıcılardan bahsedildiğini duymuşsunuzdur. Nedir bu derseniz basitçe şöyle anlatayım. Diyelim küçük bir biblonuz var. Yazıcıya koyuyorsunuz. Aletin deposundaki plastik türü malzemeler var. Bilgisayar çalışmaya başlıyor. Milim milim üst üste koyarak modelini verdiğiniz biblonun aynısını yapıyor. Şimdi neden bu cihaz çok önemli? Çünkü canlı hücre kullanarak kulak, parmak gibi insan uzuvları bile bu teknoloji ile yapılabilmeye başlandı. Son 10 yılda bu cihazların fiyatı 18 bin dolardan 400 dolara düştü. Tüm ayakkabı firmaları çoktan 3D yazıcıları ile imalata başladı.



Bazı uçak parçaları da yapılıyor. Bir iki yıl içerisinde telefonlarımızda bu özellik de olacak. Çinde  bir ofis binası 3D yazıcıyla yapıldı. 20 yıl içerisinde üretilen her şeyin % 10 3D ile üretilecek.



Gelecekte, tarımı 100 dolarlık robotlar yapacak. Çiftçiler bütün gün tarlada çalışacaklarına robotları programlayacaklar. Topraksız tarım çok daha az suyla yapılacak. Hayvancılık da köklü değişikliklere uğrayacak. Suni et laboratuvarlarda üretildi bile. Alternatif protein böcekler için henüz hazır değiliz.

Günümüzde her yıl ortalama insan ömrü yaklaşık 3 ay uzuyor. 4 yıl önce insan ömrü ortalama 79 yıldı. Günümüzde 80 oldu. 25-30 sene sonra 100 yıldan uzun hayatlar…

KHAN AKADEMY. Ücretsiz her dilde yayın yapabilen üniversite. Üçüncü dünya ülkesinde yaşayan bir çocuk cep telefonu ile  bu akademiden faydalanabiliyor. Endonezya’da program yayınlandı bile.

Bütün bunlar size hayal gibi gelebilir. 40 yıl evvel uzay yolu filminde Kaptan Kirk’ün elindeki cep telefonuna 1990larda sahip olduk. Bu gün artık akıllı telefonlarımız var. Gelişimi şöyle bir gözden geçirin. Bu yazdıklarımın bazıları fazlası ile olacak. Belki bazılarında tahminlerimde yanılacağım.

Geleceğin dünyası bilgisayar yazılımları üzerine kuruluyor. Yazılım, yeni fikirler, AR-GE konularında dünya lideri olan İsrael’in geleceği de güneşi de pırıl pırıl. Gün geçmiyor ki, bir yeni İsrael Start-Up firması dünyadan alıcı bulmasın. Geçen hafta 3 İsrael şirketi 181 milyon dolara el değiştirdi. Bu satışlar dolayısıyla İsrael devlet bütçesi 10 milyar dolar fazla verdi. Hükümet bu parayı nereye harcayacağını düşünüyor.

Yazımı hazırlarken büyük oranda Alman yazar Udo Gollub’un geleceğe dair öngörülerini paylaştığı yazısından faydalandım. Orada okuduğum, UBER, AIRBNB şirketlerini inceledim. IBM WATSON’u, TRİCDER X’i, araştırdım. Vikipedia’dan 3D YAZICILARI, GÜNEŞ ENERJİSİ, SU TEKNOLOJİLERİNİ hakkında bilgi edindim. KHAN AKADEMİ’yi inceledim. Sonuçta ortaya böyle bir yazı çıktı. Umarım ilginç bulursunuz.  Umarım bu gelişmeler insanlığın hayrına olur.

Bu hafta da bu kadar değerli dostlarım.

Hoşça kalın, esen kalın.


Aaron Baruch  (Ankaralı)