30 Kasım 2018 Cuma

KAREL VALANSİ'YE CEVABIMDIR...













21 Kasım 2018 tarihli Şalom Gazetesi’nde yayınlanan Karel Valansi’nin ATEŞKES NEDEN ÖNEMLİ başlıklı yazısına cevabımdır.

Değerli yazarın köşe yazısındaki ikinci paragrafı aynen kopyalıyorum.

Olayların fitilini ateşleyen gizli operasyonun hangi amaçla veya ne kadar süredir yapılmakta olduğunu bilmemize şu an için imkân yok. Ancak Gazze’nin içinde yürütülen bu istihbarat çalışmalarının artık daha zor yapılabileceğini söylemek mümkün. Ama asıl soru, tam da Mısır aracılığıyla Hamas ile ateşkes görüşmelerinde ilerleme kaydedilmişken, Hamas yedi aydır süren gösterilerde sınıra yaklaşılmasını engellemişken, Katar daha yeni Gazze’deki memur maaşlarının ödenmesi için İsrail’in izni ile Hamas’a 15 milyon dolar yardımı teslim etmişken bu operasyon ertelenemez miydi? Görüşülmekte olan ateşkesin amacı tam da geçtiğimiz hafta yaşanan çatışmaları engellemek değil miydi?

Değerli Karel’in yazısından “yahu, tam işleri düzeltmişken ne diye bu işi yaptınız, yani şimdi zamanı mıydı?” diye bir anlam çıkarıyorum. Haksız mıyım?

Operasyonun hangi amaçla yapıldığını bilmiyoruz. İsrael’de de bilen insanların sayısı iki elin parmaklarından fazla değildir. Şimdi ben de sana sorayım değerli Karel:

-Ne için yapıldığını bilmediğin bu operasyonun ertelenip ertelenmemesi hakkında fikir yürütmen saçma değil mi?

Belki çok gerekliydi.

Belki şimdi yapılmazsa hiçbir önemi kalmayacaktı.

İsrael’in düşünen beyinleri 7 adet elit askerini Gazze cehenneminin içine operasyon yapmak için gönderirken senin düşündüklerini düşünemediklerini mi varsayıyorsun? İşlerin ters gidebileceği, askerlerimizi kaybetme riski olduğu düşünülmedi mi sence? Her bir İsraellinin hele hele bir İsrael askerinin bu devlet, ve hatta bu millet için ne kadar değerli olduğunu bilmiyor musun?

İsrael’in siyasileri, askerleri, istihbaratçıları her türlü olasılığı hesap etmemişler midir? Böyle mi düşünüyorsun?

Bak değerli Karel, Gazze halkını zorla ve cebren yöneten Hamas’ın politikası “savaş şahane, operasyon bahanedir.”

Bu adamlara daha yeni yeni jeneratörleri için yakıt verdik. Kerem Şalom kapısından her gün 700 kamyon malzeme İsrael’den Gazze’ye geçiyor. Yaranabiliyor muyuz? Yok, olaylar yine devam.

Sen de yazdın, uğursuz Katar’ın 15 milyon dolarını kendi elimizle Hamas’a teslim ettik. Güya memur maaşları içinmiş. Sen onu benim külahıma anlat. Herifler birkaç saat içinde Ashkelon’a, Ashdod’a fırlattıkları 400’den fazla roketi üretecek parayı nereden buluyorlar? Parayı verdik de bir şey mi değişti? Yok, olaylar yine devam.

Yahu, İsrael barış için elindeki Gazze’yi olduğu gibi bu heriflere verdi be… Ne oldu, barış geldi mi? Yok yine savaş, yine savaş…

Yazında anlamadığım bir husus da  Hamas yedi aydır süren gösterilerde sınıra yaklaşılmasını engellemişken…” demen.

Değerli Karel, sen de biliyorsun, ben de biliyorum, bütün herkes de biliyor. Bu gösterileri Hamas yaptırıyor. Hamas düzenliyor. İnsanları oraya zorla getiriyorlar. Gelenlere, yaralananlara, ölenlerin ailelerine para veriyorlar. İşsizliğin, parasızlığın had safhada olan Gazze’de, zavallı insanlar mecburi İsrael sınırına gösteriye gidiyorlar. Yoksa daha altı bağlanan bebelerin orada ne işi var? Hamas’ın amacı dünyanın ilgisini Gazze’ye çekip para toplamak. Yani Hamas gösterileri engellemek üzereydi de bu operasyon yüzünden mi işler bozuldu? Bırak Allah aşkına…

Düsturu, (haz ve şalom, haz ve halila) İsrael’i yok etmek olan Hamas ile barış olmaz, Hamas’ın tabiatına aykırı… Dedim ya “savaş şahane, operasyon bahane…”

İsrael, İsrael’de yaşamayanlar tarafından anlaşılması zor bir ülkedir. Bunu bütün iyi niyetli yazarların unutmaması dileğiyle…


Aaron Baruch   (Ankaralı)


Karel Valansi’nin yazısının tamamı.

Anadolu ajansı – İsrael – Gazze sınır kapısı (Keren Şalom) yazısı

24 Kasım 2018 Cumartesi

YOSSELE NEREDE?












Değerli dostlarım,

Bu gün size Mossad’ın çok az bilinen bir operasyonunu anlatmaya çalışacağım. Bu öyle bir konu ki neredeyse İsrael’i ikiye bölecekti. Mossad bu operasyonda düşmanla, ya da başka haber alma örgütleriyle değil, doğrudan İsrael vatandaşları ile mücadele edecek ve ülkeyi belki de parçalanmaktan kurtaracaktı.

Olayın başkahramanlarından biri olan yaşlı Nahman (Shtarkes) sakallı, sıska, gözlüklü, acayip inatçı, sert bir adamdı ve fanatik bir Hassid’di. Ne KGB, ne de Sibirya’daki Sovyet toplama kampları, bir gözünü ve buz ısırığından üç ayak parmağını kaybetmesine rağmen onun direncini kıramamıştı. İhtiyarın bir oğlu, eşkıyalar tarafından öldürülünce, geriye kalan iki oğlu, Shalom, Ovadia ve kızı İda ile teselli bulmaya çalışıyordu. İda bir terzi olan Alter ile evliydi.

İda ve kocası Alter, maddi imkânsızlıklar yüzünden bir müddet Nahman’ın evinde yaşadılar. 1953 yılında kızları Zina’dan sonra ikinci bir çocukları oldu. Bu mavi gözlü, sarı saçlı, beyaz tenli süper güzel bir bebekti. Adını YOSSELE koydular.

Dört yıl sonra önce ihtiyar Nahman ile oğlu Shalom, birkaç ay sonrada İda ve kocası Alter İsrael’e Aliya (Göç) yaptılar. Nahman, Yeruşalayim’in ultra- Ortodoks kesimi olan Mea Shearim’deki Breslau Hassidim tarikatına bağlıydı. Burası uzun siyah paltolu ya da ipek kaftanlı, siyah kürk şapkalı, favorileri uzun ve lüleli erklerle, başları perukla ya da başörtüsüyle kapatılmış kadınların yaşadığı bambaşka bir dünya idi.  Yeşiva’ların, (Yahudi din okulu) sinagogların, ünlü hahamların hüküm sürdüğü bir dünya…

İda ve terzi kocası Alter bir müddet sonra bir ev satın alarak Nahman’ların evinden ayrıldılar, fakat borç altında ezilmekteydiler. Kızları Zina’yı bir din kuruluşuna, oğulları Yossele’i de Nahman’lara emanet ettiler. Buna rağmen İda ile Alter’in iki yakası bir araya gelemiyordu. Nahman, tesadüfen genç çiftin Rusya’daki eski arkadaşlarına yazdıkları mektuplardan bazıları okumuş ve kızı ile damadının Rusya’ya geri dönmek niyetinde olduğu anlamını çıkartmıştı. Nahman son derece sinirlenmiş ve Yossele’i annesi ile babasına geri vermemeyi kafasına koymuştu.

Ne var ki İda ve terzi kocası Alter 1959 yılında sorunlarını çözdüler ve oğullarını büyükbabadan geri almaya karar verdiler. Aralık ayında İda oğlunu almak için babasının evine gitti. Fakat Nahman ve Yossele evde değildi. Annesi İda’ya “sen şimdi git, ağabeyin Shalom Yossel’i sana yarın getirir” dedi.  Ertesi gün Shalom İda’nın evine yalnız geldi ve babası Nahman’ın çocuğu geri vermeyeceğini söyledi.

Bunun üzerine İda kocası ile Yeruşalayim’e babasının evine koşar. Yossele evdedir. Oğullarını alıp geri dönmek isterler. Gece geç vakit olmuştur. Çocuk uyuya kalmıştır. İda’nın annesi, “evinize gidin, onu yarın size kendi ellerimle getireceğim” der. Anne ve baba razı olurlar, çocuklarını öperler ve giderler. Ancak bir daha çocukları Yossel’i öpebilmeleri için yıllar geçecektir.

Ertesi gün çocukları gelmez. Tekrar, tekrar Nahman’ın evine giderler. Çocuk artık evde değildir. Nahman, çocuğun yerini söylemeyeceğini ve onu geri vermeyeceğini söyler. İda ve kocası sonunda polise gider. Artık hukuki süreç başlar.

Mahkemeler, tutuklamalar başlar. Nahman ne mahkemeye boyun eğer ne de polise. Hapse atılır. Nuh der peygamber demez. Aylarca hapis yatar. Salıverilir sonra bir üst mahkeme tarafından yeniden tutuklanır. Ancak inatçı ihtiyar çözülmez. Bu arada polis her yerden eli boş dönmektedir. Sonunda polis mahkemeden aramalara son verilmesi için izin ister. Mahkeme kabul etmez. Polis tam bir çıkmaza girmiş, adalet tıkanmış, olay ülke boyutlarında kargaşaya dönmüştür. Devlet çocuğu bulamamaktadır.

1960 Mayısında konu Knesset’e geldi. Dinci milletvekilleri bu çocuğun kaçırılmasının İsrael’de bir din savaşı başlatabileceğini ön görmekteydi. Basın da olayı devamlı kurcalıyordu,  polis de alay konusu haline gelmişti. Yoldan geçen yeşiva öğrencileri laik gençler tarafından dövülmeye başlanmıştı. Bu gençler Ortodoks Yahudileri her yerde sıkıştırmakta ve “Yossele nerede” diye bağırmaktaydılar. Ülke laik kesim ile dinciler arasında bölünmek üzereydi. İsrael tam da bu durumdayken başka çaresi kalmayan başbakan Bengurion,  ramsad  (Mossad başkanlarına ramsad denir) Isser’i aradı.

Bengurion ve Isser buluştuklarında bir müddet havadan ve sudan konuştular. Sonra Bengurion birden konuyu açtı:
-Çocuğu bulabilir misin Isser, söyle bana?
-Benden istediğin buysa, dedi Isser, bulmaya çalışırım.

Isser ofisine dönünce yeni bir dosya açtı ve adını “kaplan yavrusu operasyonu” koydu. Hayatının en karmaşık harekâtlarının birini başlattığından haberi yoktu.

Isser ve arkadaşları yaklaşık kırk kişiden oluşan bir görev timi kurdular. Timde en iyi Şabak dedektiflerinden, gönüllülerden, din ajanlarından insanlar vardı. Ajanlar beceriksizce ultra Ortodoksların kalelerine girmeye çalıştılar, her seferinde tam bir başarısızlıkla geri döndüler. Sonradan ajanlardan biri, girmeye çalıştıkları dünyayı, “sanki Marstaki yeşil adamların içinde göze batmamaya çalışıyordum” diye tarif edecekti.

Tekrar tekrar dosyaları inceleyen Isser mayıs ayında İsviçreli bir gurubun ölen ve Yeruşalayim’e gömülecek hahamlarının tabutuna eşlik etmek için İsrael’e geldiklerini fark etti. Şüphelendi. Bu tören çocuğun kaçırılması için yapılan düzmece bir tören miydi acaba? Gelenleri izlemek üzere bir ekip kuruldu ve İsviçre’ye gönderildi. Günlerce aylarca takip sonuçsuz kaldı. Çocuk ortalıkta yoktu.

Isser kafaya koymuştu. Çocuğu bulacaktı. Karargâhını Avrupa’ya, Paris’e taşıdı. Adamlarını dünyanın dört bir tarafına, İtalya, Belçika, İngiltere, Güney Amerika’ya gönderdi. Yeruşalayim’den gelen ajanlar Ortodokslar'ın ünlü Yeşivalar’a katıldılar. Hatta Eichmann’ın kaçırılmasında görev yapan ajanlar bile çocuğu arıyorlardı. Çıt çıkmıyordu. En ufak bir iz bile yoktu

Isser gece gündüz çalışıyordu. Arkadaşları ona bir yatak getirmişlerdi. Yatağa “Yossel yatağı” ismini takmışlardı. Yorulduğunda orada kestiriyordu. Bütün çalışmalar neticesiz kalıyordu. Sonunda en yakın destekçileri bile artık aramayı bırakmasını tavsiye etmeye başladılar.

Derken bir Nisan sabahı ilginç bir bilgi geldi. Mossad ajanı Meir, Antwerp’te yaşayan yaşlı bir hahamın elmas tüccarı yandaşları arasına sızmayı başarmıştı. Haham çok saygındı, hatta iş dünyasındaki anlaşmazlıkları ki çoğu zaman bunlar milyon dolarlık davalar oluyordu, mahkemeler yerine hahamın önüne geliyor ve onun sözü kanun sayılıyordu. Elmas tüccarları Meir’e, sarışın mavi gözlü Katolik bir Fransız kadından bahsetmişlerdi. Bu kadın savaş sırasında aralarına katılmış ve pek çok Yahudi’yi kurtarmıştı. Yaşlı haham Itsıkel’den çok etkilenmiş ve din değiştirip Yahudi olmuştu. İlk evliliğinden olan oğlu da din değiştirmiş, Yahudi olmuştu ve Yeruşalayim’de bir Talmud okulundaydı. Fransız pasaportu, doğal zekâsı, iradesi her kapıyı açan sihirli bir formüldü sanki. Şu anda topluluk için paha biçilmez değerdeydi. Gizli örgütte geçirdiği yıllarda çok şey öğrenmişti. Akıllıydı, cesurdu, kılık değiştirme konusunda neredeyse bir uzmandı. İzini kapatmayı biliyor, güzelliğini, çekiciliğini silah olarak gayet iyi kullanabiliyordu. Antwerp’li Yahudiler, ajan Meir’e bu kadın için “o kutsaldır” bile demişlerdi. Ancak Madeleine isimli bu kadının yerini kimse bilmiyordu. Haham Itsıkel bile…

Isser’in içgüdüleri “kadını takip et” diyordu. Görünüşte yakından uzaktan hiçbir bağ yoktu. Ancak Isser’in nazarında bu kadın sınırsız potansiyele sahip bin bir suratlı bir kişilikti. Ortodokslar Yossel’i kaçırmak için bundan iyisini bulamazlardı. Kadının oğlu bildiği kadarı ile Yeruşalayim’deydi ve ismi Ariel’di. Isser ajanlarına “Ariel’i bulun ” diye emir verdi.

Birkaç gün sonra İsrael’den cevap geldi. Madeleine’nin oğlu Ariel gerçekten İsrael’deydi ama o da annesinin yerini bilmiyordu. Kayıtlar incelenmeye başlandı. Son senelerde Madeleine’nin  İsrael’e  birkaç kez geldiğini buldular. Son sefer geldiğinde pasaportuna kızı olarak işlettiği küçük bir kız çocuğuyla Alitalia uçağına binerek Zürich’e doğru yola çıktığını tespit ettiler. Kimdi bu kız? Madeleine’nin kızı yoktu. “Bulun bu kadını” dedi Isser adamlarına. “Ve çabuk olun .”

Sonunda Madeline’nin oğluna yazdığı mektupları ele geçiren Mossad izi buldu. Hatta mektuplarda Yoselle ile ilgili imalı ifadelere bile rastlandı. Şaşırtıcı bir şekilde Fransız gizli servisinin de yardımıyla kadının Fransa’da bulunan evini satışa çıkarttığı ve bazı alıcılar ile temasta olduğu öğrenildi. Belirtilen posta kutusuna Mossad ajanları çok iyi bir fiyata ev alabileceğini bildirdiler. Paris’te büyük otellerden birisinde 1962 Haziranında randevu verildi. Randevuya gelen kadını ajanlar güya avukatın bürosuna gidileceği gibi bir gerekçe ile kandırıp arabaya aldılar ve sorgu için evvelden hazırlanmış bir eve götürdüler.

Kadın eve girince bir tuhaflık olduğunu anlamıştı.
-Neler oluyor burada?
Mossad ajanı Yaakov Caroz son derece kibar bir şekilde:
-Madame, sizinle Yossel hakında konuşmak istiyoruz.
-Beni tuzağa düşürdünüz.
-Madame, Israel istihbarat teşkilatı MOSSAD’ın elindesiniz ve tamamen emniyettesiniz. Bize yardımcı olacağınızı umuyoruz.

Aynı anda Yeruşalayim’de Ariel’de gözaltına alınır. Çapraz sorgu başlar. Ariel bütün bildiklerini anlatır. Fakat buna rağmen ne yaparlarsa yapsınlar kadın çözülmez. Günler geçmektedir. Evin kadının bulunduğu bölümüne erkekler girmez. Yahudi bir kadın ajan Madeleine’ye  koşer yemekler pişirir ve ihtiyaçlarını görmekte yardımcı olur.

Isser kadının entelektüel, çok zeki ve bilgili bir kadın olduğunun farkındaydı. Onunla bu şekilde konuşulmalıydı. Sorgu tıkanmıştı. Kadın direniyordu ve tehditlere pabuç bırakacak biri değildi. Feleğin çemberinden yüz kere geçmişti.

Sonunda Isser sorguya kendisinin girmesinin iyi olacağına karar verdi.

-Madame, sizin karşınızda şu anda İsrael devletini temsil ediyorum. Ben İsrael gizli teşkilatını başkanı Isser Harel’im. Oğlun bize bilmemiz gereken her şeyi anlattı ve senin hakkında neredeyse her şeyi biliyoruz. Yahudi dinine geçtin ve İsrael olmadan Yahudiliğin ayakta kalması mümkün değil. Kaçırılmasında rol oynadığın çocuk İsrael’de laik kesimle dinciler arasında bir savaşa sebep olmak üzere. Lütfen bize yardımcı ol ve çocuğun yerini söyle. Sen de bir kadınsın, bir annesin, birisinin sırf çocuğunu yetiştirme tarzını beğenmediği için senden alıp kaçırırsa ne hissedersin? Seni temin ederim ki ne senin ne oğlunun ne de bu olaya karışan her hangi birisinin hakkında dava açılmayacak.

Odadaki tek eşya olan masa ve iki iskemlede Madeleine ve Isser Harel karşılıklı oturmaktaydılar. Isser’in arkasında iki ajan ayakta kıpırdamadan duruyorlardı ve Isser’in  kişiliğini açıklaması dolayısıyla hayretten dillerini yutmak üzereydiler. Sorgunun en kritik yerine gelinmişti. Sessizce beklediler. Kadının yüzünde yaşamakta olduğu içsel çatışma ayan beyan okunuyordu.

Sonunda ilk konuşan Madeleine oldu:
-Söylediğin kişi olduğuna neden inanayım?

Isser cebinden hakiki pasaportunu çıkartıp kadına verdi. Kadın pasaportu bir uzman gibi inceledi. Defalarca Isser’in resmine ve Israel devletinin mührüne baktı, sonunda:

-Tamam, daha fazla dayanamayacağım, Yossele,  Gertner ailesinin yanında, 126 Pen Sokağı Broklyn, New York. Adı Yankele olarak değiştirildi.  

Yossel’in Amerika’dan alınıp İsrael’e getirilmesi hiç kolay olmadı. FBI çocuğu vermek istemedi. Sonunda olay Amerika adalet bakanı Robert Kenndy’nin önüne geldi ve ancak o zaman çözülebildi.

Yossele’i taşıyan uçak 4 Temmuz 1962 günü Lod havaalanına indi ve ailesine teslim edildi. İsrael’de gazeteler uzun uzun bu hikâyeyi yazdılar. Halk devletin gizli teşkilatı olan MOSSAD’a bir kere daha hayran oldu.

Size çocuğun kaçırılmasının detaylarını uzun uzun ahlatmayacağım. Sadece ihtiyar Nahman haham Itzıkel’den yardım istemişti. Haham da Madeleine’yi çağırmış ve onu görevlendirmişti. Bu noktada Ultra-ortodoks Yahudilerin dünyasının ne kadar karmaşık ve kapalı olduğunu söylemekle yetineceğim. O kadar ki MOSSAD bile bu dünyaya sızması son derece zor olabilmiştir.

Operasyondan sonra Paris’teki karargâhta küçük bir kutlama yapıldı. Bütün ajanlar Yossel’in yatağını da alıp İsrael’e döndüler. Isser Madeleine’ye MOSSAD’da çalışmasını önerdi ama kadın kabul etmedi. Daha sonra fanatik Naturei -Karta tarikatını hahamı Amram Bloy ile evlendi.

Isser Harel ve Yossel dokuz yıl sonra bir partide tanıştılar. Yossele o sırada bir tank birliğinde askerdi ve Isser’e “sayende buradayım, sen olmasaydın burada olamazdım” diyerek teşekkür etti.

Esen kalın.

Aaron Baruch   (Ankaralı)

Kaynakça : MOSSAD - Mıchael Bar-Zohar - Nıssım Mıshal
Detayları merak edenler varsa bana yazabilirler, elimden geldiğince cevaplarım…

17 Kasım 2018 Cumartesi

UHULETLE VE SUHULETLE…









İsrael ile Gazze’de yaşayan Araplar, 30 Mart 2018den beri  “büyük dönüş yürüyüşü” adını koydukları gösteriler yüzünden çatışma halindeler. Geçen hafta çatışmalar nispeten sakinleşmiş iken birden alevlendi ve Gazze ile İsrael büyük bir savaşın eşiğine geldi… Ne oldu da gerilim birdenbire böyle tırmandı?

11 Kasım 2018 Pazar gecesi saat 21.00 suları.
Gazze – İsrael sınırının Güneydoğu bölgesi.
Sınırdan 3 km. Gazze tarafında Han Yunes yakınları.

İçi sebze ve meyvelerle dolu sivil bir kamyonet, Gazze’nin derinliklerine doğru ilerlemekte. Arabanın ön tarafında bir erkek sürücü ve yanında başı kapalı bir kadın oturuyor. Arkada ise beş erkek var. Hepsi yerel Arap kıyafetleri giymiş yapılı gençler. Esasında kıyafet değiştirmiş seçkin İsrael komandoları. Kadın kıyafeti giyen de dâhil yedi özel İsrael komandosu, özel birlik.

Önlerine sürpriz bir barikat çıkıyor. Silahlı Araplar aracı durdurup sorgulamaya başlıyorlar. Arapların başında, evi bulundukları bölgenin yakınında bulunan Hamas’ın askeri El Kassam Tugaylarının komutanlarından Nur Baraka var.

Nur Baraka kamyonetin sürücüsüne nereye gittiklerini soruyor. Sürücü, köylere meyve ve sebze dağıtmaya gittiklerini söylüyor. Esasında kamyonette bulunan yedi komandonun tümü mükemmel Arapça konuşmasını biliyor. Nur Baraka şüpheleniyor. Komandolara kamyonetten inmelerini söylüyor. Niyeti biraz ilerideki karakola götürüp onları sorgulamak. Arkadan bir komando iniyor, peşinden ikincisi iniyor, üçüncü komando iner inmez silahını birden meydana çıkartıp Arapları taramaya başlıyor. Bir anda müthiş bir çatışma çıkıyor.

Nur Baraka vurulup düşüyor. Koruması ateşle karşılık veriyor. Komandoların komutanı İsraelli yarbay ve yanındaki komando yaralanıyor. Bütün komandolar ateşe başlayınca ortalık cehenneme dönüyor. Araplar ve İsraelli komandolar yakın mesafeden birbirilerine ateş açıyorlar. Nur Baraka, koruması ve diğer yedi Arap vurulup ölüyorlar. Beş Arap da yaralanıyor.

Kamyonete geri binen ve yaralılarını da alan komandolar gerisin geriye İsrael’e doğru hızla geri çekilmeye başlıyorlar. Anında hava desteği istiyorlar. Hazır bekleyen helikopterler hemen bölgeye ulaşıp kamyonetin etrafını cehenneme çeviriyorlar. Hiç bir Arap kamyonete yaklaşamıyor. Helikopterler hareket eden her şeyi vuruyorlar. Yere inen bir helikopter yaralıları ve diğer komandoları alıp geri dönüyor. Helikopter yaralıları hemen hastaneye yetiştiriyor. Çok kan kaybeden İsraelli yarbay ne yazık ki, kurtarılamıyor. Öteki komandonun durumu iyi. Dün akşam taburcu edildi.   

İsrael ordusu operasyonun, istihbarat ile ilgili bir hedefi oluğunu açıklamakla yetindi.

Araplar hemen misillemede bulundular. Gazze tarafından omuzdan ateşlenebilen bir anti tank füzesi İsrael askerlerini taşıyan bir otobüsü vurdu. Otobüs sadece bir-iki dakika evvel içindeki elli askeri indirmişti. Boştu. Şoförden başka sadece 19 yaşında bir asker vardı. Asker başından ve göğsünden çok ağır yaralandı. Şu anda yoğun bakımda ve durumu stabil. İsrael’de yaşayan ve yara almadan kurtulan Arap şoför sonradan şunları söyledi:

-Tanrı İsrael askerlerini seviyor. Dakikalar evvel otobüste elli asker vardı. Hepsi ölebilirlerdi. Bu bir mucize…




Bu arada şunu belirtmekte fayda var, bu anti tank füzesi pahalı bir İran silahı, bunu yazdım ki kiminle savaştığımız anlaşılsın…

İsrael hava kuvvetleri hemen misillemeye başladı. Gazze’de Hamas’a ait 100 kadar hedef vuruldu. Ancak bu iş öyle kolay olmuyor. Çünkü Hamas deyyusları askeri faaliyetleri için sivilleri kalkan olarak kullanıyorlar. Bütün askeri hedefler sivillerin arasına saklanıyor. Sivillerin ölmesini istiyorlar ki,  dünyaya “İsrael sivilleri öldürüyor” diye propaganda yapabilsinler. Bu oyuna gelmemeye çalışan İsrael, operasyonları kuyumcu titizliği ile yapmaya ve elinden geldiği kadar sivilleri korumaya çalışıyor. İddia ediyorum ve biliyorum:

 İSRAEL ORDUSU DÜNYANIN EN AHLAKLI ORDUSUDUR.

Peşinden Gazze tarafından İsrael’e 400’ün üzerinde roket atılıyor. Sivil, çocuk, hastane gözetmeksizin gönderiyorlar roketleri katiller…

İsrael “Demir Kubbe savunma sistemi” ile kendini korumaya çalışıyor. Demir Kubbe savunma sistemi düşman füzesi ateşlenir ateşlenmez radar ile bunu görüp, hızını ve açısını belirleyerek muhtemel düşeceği yeri tespit ediyor. Eğer füze meskûn bir yere düşecekse karşı füzeyi ateşleyip düşman roketini havada avlıyor. Yoksa bırakıyor denize ya da boş alana düşsün. Son saldırıda yerleşim yerlerine düşeceği anlaşılan 100 kadar füze havada yakalandı ve Demir Kubbe tarafından imha edildi. Demir Kubbe savunma sisteminin başarı oranı % 90 civarında. Dünyadaki en mükemmel sistem. Ama % 100 yok. Dünyada yok. Sonuçta Demir Kubbe bir-iki roketi ıskaladı. İsrael’de bazı kaynaklara göre 60, bazı kaynaklara göre 20 kişi yaralandı. Ancak yaralananların çoğu şok, heyecan, ayaklarını burkma, ellerini kapıya sıkıştırma gibi nedenlerden yaralandılar. Durumu kötü olan yok çok şükür. Ne yazık ki bir kişi ise roketin evine düşmesi sonucunda öldü. Ölen, kadere bakın ki, İsrael’de çalışmakta olan 40 yaşlarında bir Arap.  

Roketlerden sonra İsrael misillemesi geldi. İsrael savaş uçakları Gazze’de stratejik hedefleri vurmaya başladı. El-aksa televizyon binası vuruldu, yerle bir edildi. Hamas istihbarat binası vuruldu. Benzeri stratejik hedefler yok edildi. Ancak bu hedefler vurulmadan önce binalara çatapat misali zararsız ses bombaları atılıyor ki, binaların içindeki insanlar kaçabilsinler. İkinci bir uyarıdan sonra ise esas yok edici bombalar geliyor. Onun için bu bombalamalarda sivil kaybı yok denecek kadar az. Tekrar iddia ediyorum:

İSRAEL ORDUSU DÜNYANIN EN AHLAKLI ORDUSUDUR.

Hayatınızda, tarihte gelmişte geçmişte böyle savaşan bir ordu gördünüz mü, duydunuz mu? Sen bana, evime, okuluma, hastaneme, çoluğa, çocuğa 400 roket atacaksın, ben sana çatapatla “hadi kaçın” diye uyarıda bulunacağım…

İSRAEL ORDUSU DÜNYANIN EN AHLAKLI ORDUSUDUR.

Olayların tırmanması üzerine büyük bir savaşın, yani kara harekâtı dâhil, çıkması an meselesi idi. Mısır ve Birleşmiş Milletlerin çabaları ile durduruldu. Ancak kolay olmadı. Zoru yaşayan taraf İsrael oldu.

Okullar güneyde riskli bölgelerde tatil edildi. Merkez hemen harekete geçip çocukları Tel Aviv’de geziye getirmek için harekete geçti. Merkezde ve kuzeyde İsrael halkı evlerini güneyde alarmlar yüzünden hayatlarını sığınaklarda geçiren İsrael halkına evlerini açtılar. Kol hakavod İsrael, kol hakavod…

İsrael’in sağcı, şahin Savunma Bakanı, Liberman savaş, intikam çığlıkları atmaya başladı. Kendisi, özellikle güneyde zor durumda yaşamlarını sürdüren ve İsrael Ordusundan Gazze’ye girip bütün şer odaklarını temizlemesini isteyen İsraellilerin sesi durumunda. Ancak Netanyahu savaş istemiyor. Kabine de istemiyor. “Azınlıkta kaldım” diyerek istifa etti Liberman.

Şahsi görüşüm Liberman, savaş halinde olan İsrael’in hükümetini bu zor anında istifa ederek zora sokmamalıydı. Netanyahu şu anda başbakanlığının yanında dış işleri ve savunma bakanlığını da yürütmek mecburiyetinde kaldı. Araplar hükümeti bölmeyi başardılar. İsrael halkının büyük bir çoğunluğu, Netanyahu’ya söz geçiremeyen Liberman’ın gelecek seçimler için türbinlere oynadığını düşünüyor.

Sonunda İsrael ateşkesi kabul etti. İsrael halkı şimdi soruyor:

-Onlar bize 400 roket atarken ve biz dünyanın en güçlü ordularından birine sahipken bu ateşkesi neden kabul ediyoruz? Neden vurmuyoruz?

Netanyahu cevap veremiyor. Ancak son basın açıklamasında şöyle dedi:

-Keşke halkıma neden böyle davranmamız gerektiğini anlatabilseydim. Devlet sırlarını paylaşabilseydim.

Aaron Baruch’un  yorumu:

Güneyde alarmlarla roketlerle yaşayan İsrael halkını çok iyi anlıyorum. Hiç kolay değil. Benim de içim hırsla, şiddetle dolu. İndirin ulan şu deyyusları diye bağırasım geliyor. Ama bunun sonuçlarını da düşünmek lazım.

Dünyada İsrael kadar nefret edilen bir ülke yok. Bu nefreti daha da mı körükleyelim? 2014 Gazze savaşında Gazze’de 1200 sivil öldü. Arap, Gazze’li, şu, bu… 1200 insan. Bizden de 70 kişi. Yıkarak yapılmıyor. 1948den beri savaşıyoruz. Nereye varabildik ki? Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek aptallıktır. Kabahat onlarda demekle çözüm bulunmuyor. Savaşın bitmesi, ölümlerin durması lazım. Bu da savaşarak değil, siyasetle olmalı. İsrael’in varlığını sürdürmek ve kendini korumak elbette en temel hakkı. Ama akılla, mantıkla çözümler bulmalıyız.

Ayrıca bilgimiz olmadan fikrimiz olamaz. Kim bilir kapalı kapılar arkasında neler oluyor, neler konuşuluyor? Biz fikir yürütmek için ne kadar bilgiye sahibiz? Savaşın sonuçlarına katlanmak kolay mı? Onlarca ölü, eşi, oğlu, torunu askerde olan ailelere de sorun bakalım, onlar savaş istiyorlar mı?

Buna da çözüm bulacağız inşallah. Biz denizi bile yarıp geçmedik mi? Bunu da yapacağız, barışı da becereceğiz.

Uhuletle ve suhuletle…

Esen kalın…

Aaron Baruch  (Ankaralı)

3 Kasım 2018 Cumartesi

İSRAEL – TÜRKİYE – ALİYA 2018












2017 yılında yaklaşık 400 Türkiyeli Yahudi İsrael’e göç etti ve İsrael’de yaşamaya başladı. Bu yıl, (2018)  Türkiye’den İsrael’e göç edenlerin sayısı anlaşılıyor ki 200 civarında gerçekleşecek. Neredeyse yarı yarıya azaldı.

Acaba neden? Neden geliyorlardı, bu yıl aliya yapanların (göç edenlerin) sayısı neden azaldı? Kimler geliyor, kimler neden gel(e)miyor?

Öğrenciler geliyor, çünkü Türkiye’deki üniversitelerin verdiği eğitim hiçbir işe yaramıyor. Dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında İsrael’in sekiz üniversitesinin altısı ilk beş yüz üniversite arasında. Bunlardan iki tanesi ise ilk yüz arasına girmeyi başardı. Bu üniversitelerden mezun olan çocuklar İsrael’de kolaylıkla iş bulabiliyorlar. İyi maaş alabiliyorlar. Kendileri gibi üniversite mezunu birisiyle evlendiklerinde karı koca ev geçindirebiliyorlar, hatta bütçelerine göre küçük ya da büyük, uzak ya da yakın bir ev alabilmeleri mümkün. İsrael’de çalışan kesimin % 8 i, start-up şirketlerinde çalışıyor ve onların ürettikleri, İsrael ihracatının % 48’ini oluşturuyor.  İşte bu % 8 tahmin edersiniz ki çok çok iyi kazanıyor. Bu da iyi eğitim ile oluyor.  

Yeni evliler geliyor. Hayatlarını Türkiye gibi geriye giden değil, her gün daha ileriye giden İsrael’de kurmak istiyorlar. Demokrasi (hatta fazlasıyla) , özgürlük, düşük suç oranı, hür basın, adalet ve diğer sebepler yüzünden hayatlarını modern İsrael’de kurmak istiyorlar.

Eğitim çağında çocukları olanlar geliyor. Jewish Mom’lar (Yahudi anneler) kocalarına çocukları için iyi, hatta en iyi eğitimi sağlamaları için bastırıyorlar. Türkiye’de iyi eğitim birkaç özel kolejde var. Bunların servisiyle, yemeğiyle yıllık ücretleri en az 50 ya da 60 bin lira. Belki de daha fazla… İyi de, Türk ekonomisi zaten dip yapmış.  (Bence daha dip yapmadı, Türkiye daha kötü ekonomik krizlere gebe) Birkaç zenginin dışında kim ödeyebilir bu paraları?  İki çocuk okutan bir aileyi düşünün. Çaresiz kalan aileler bedava eğitim için İsrael’e geliyorlar.

İsrael’de liseye kadar eğitim bedava. Üç yaşa kadar kreşler paralı, üç yaştan sonrası parasız. Servis filan yok. Her kes mahalledeki okula gider. Gençler liseden sonra askere giderler. Yükseköğretim askerlikten sonra başlar. Üniversiteler paralıdır. Yıllığı 10, bilemedin 15 bin şekel civarındadır. Pek çok üniversite öğrencisi hem çalışır hem okur. Mezun olduklarında askerliklerini yapmış, iş tecrübesine sahip, elinde diploması olan taş gibi çocuklar olurlar. Hayata hazırdırlar…

Eğitim artık eskisinden çok çok daha önemli. Hatta hayati derecede önemli. 2017 yılında doğan çocukların % 68’inin yapacakları meslekler bugün daha icat edilmedi. 2050 yılında dünya ekonomisinin % 50’sini meydana getirecek sanayilerin daha ismini bile bilmiyoruz. Sağlam üniversitelerden sıkı eğitim almamış çocukların, anne babalarının hayatlarını taklit ederek hayatlarında başarıya ulaşmaları mümkün değil.

İşte bu sebeplerden Jewish Mom’lar çocukları için kocalarına bastırıyorlar, fedakârlıklara katlanıyorlar ve ailelerine öncülük ediyorlar. Jewih kadın aliya yapmak isterse onu kimse durduramaz, gitmek istemezse de kimse götüremez…

Bir de çocukları İsrael’de yaşamayı seçmiş anne babalar yaşamak İsrael’e geliyorlar. Ne yapsınlar, emeklilik çağına gelmiş anne babalar çocuklarıyla torunlarıyla bir arada olmak istiyorlar. Varsa işlerini kapatıyorlar, ya da yapabilirlerse devrediyorlar, evlerini mülklerini satıp geliyorlar. Varlıklı olanların bazıları hem orda hem burada yaşıyorlar.

Ekonomik sebepler yüzünden de gelenler de var. Türkiye’de sıfırı tüketmiş, hayata yeniden en baştan başlamak zorunda kalanlardan bazıları, Türkiye yerine İsrael’de yeni bir başlangıç yapmayı tercih ediyorlar.

Bunun dışında sebepler yüzünden gelenler de vardır. Ama aliya yapanların çoğu bu sebeplerden gelmekte.

Gelenlerin yok denecek kadar azı birinci sebep olarak milliyetçi ye da dini sebepler yüzünden geliyor. Belki bu nedenler de etken olmuştur ama muhakkak ki sebeplerden birincisi değildir. Özellikle milliyetçi hisler daha sonradan yavaş yavaş oluşuyor ve gelişiyor.

Gelenler azaldı çünkü, İsrael’e gelebilecek, ya da gelmek isteyen Yahudiler ’in çoğu zamanında geldi.  Şimdi ise aliya planları yapanların bazıları, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik sebepler dolayısıyla tahmini geliş bütçelerini gerçekleştiremiyorlar. Evlerini satamıyor, işlerini devredemiyor, alacağını tahsil edemiyorlar.  Neyle gelecekler, gelecek halleri kalmadı…

İsrael’de yaşayan Turkanos’ların (Türk asıllı İsraelli Yahudiler)  bazıları, Türkiye’deki soydaşlarına her vesileyle “gelin, aliya yapın” diyorlar. Hatta bazen birileri arada bir çıkıp “oradaki lüks hayatı bırakıp ta gelemezsiniz tabii”  diye bir de gönderme yapıyor. Gerçekten Türkiye’de bir zamanlar Yahudilerin çoğunun oldukça güzel müreffeh bir hayatı vardı. Giderek azaldı. Pek çok Yahudi parasını kaybetti, ya da yedi bitirdi. Bu gün artık o “adada yazlık, boğazda balık” hayatını yaşayan çok az Yahudi kaldı… Onlarında çoğu neredeyse emekli olmuş insanlar. Bu saatten sonra lisan bilmeyen, bugünün bilgisayar dünyasına ayak uyduramayan, kendilerine yabancı, alışkanlıkları yaşamı tamamen farklı olan İsrael’e göç etmeleri beklenemez. Adam telefonunu bile doğru dürüst kullanamıyor. Hayatını bu teknoloji ülkesinde nasıl sürdürecek?

Unutmamak gerekir ki, bir de herkesin kendi özeli var. Gelmek ya da kalmak için kendine göre çoğunun bir sürü sebebi var. İsrael halkı çok mutlu bir halk olmasına rağmen (dünyada en mutlu onuncu ülke) kolay bir ülke değil. Bu günkü devirde herkes nerede yaşıyorsa yaşasın durumunu, yaşadığı yeri, her ülkenin olanaklarını bilebilecek kadar bilgili ve bunu değerlendirecek kadar akıllı. Kimse kimseye, sorulmadıkça akıl vermemeli. Sonuçta herkes aldığı kararların sonuçlarını yaşayacak…

Aliya her zaman geçerli ve İsrael için çok kıymetlidir. Yıllar evvel aliya yapmış olanlar, daha önce geldikleri için yeni aliya yapanları kendilerinden küçük görmemeli, üstünlük taslamamalı. Eski aliya yapanların yeni göç edenlere “kıdem koşması” kadar bir saçmalık olamaz.

“Ben buraya 60 sene evvel geldim, sen daha dün gelmişsin,  bana….”  Böyle saçma cahil ve aptalca konuşmalar çok yanlış, olmamalı…

Nereden, hangi ülkeden gelirse gelsin, İsrael için her aliya tamamen eşittir ve çok kıymetlidir.

Göç edenler paralı ya da parasız gelsin, önemli değil, her aliya İsrael için eşittir ve çok kıymetlidir.

Kim ne zaman gelirse gelsin, dün gelen de, 60 sene evvel gelende eşittir ve İsrael için çok kıymetlidir.

İsrael   EŞİT   ve hür insanların demokratik olarak yaşadığı bir ülke… Biz birbirimize göz seviyesinden bakmalıyız. (Avi Beto’nun çok sevdiğim lafı) Kimse kimseden üstün değil. Böyle, benden daha evvel aliya yaptığı için, bana ya da yeni gelen göçmenlere üstünlük taslamayı düşünen zavallılar varsa, ancak onlara cahillikleri yüzünden acırım…60 senede hiçbir şey öğrenememişler, boşuna yaşamışlar hayatlarını.

2018 yılında İsrael’e 33.518 kişi aliya yaptı. (Rusya’dan 8.757 - Ukrayna’dan 6.688 - Amerikadan 5.290 - Fransa’dan 2814 - Etopya’dan 905 kişi ve pek çok başka ülkelerden)

2018 yılında Türkiye’den gelen yaklaşık 200 kişi ki bunların yaş ortalaması çok genç, hatta çoğu çocuk, diğer aliya yapanlar kadar çok kıymetli, eşit ve vazgeçilemezdir. Sayının azlığı önemli değil, gelmeleri önemli, cesaretleri önemli.

İsrael sizlerle, bizlerle, hep beraber ilerleyecek.  Bruhim abaim…

Hoş geldiniz…
Mazal tov…
Şansınız açık olsun…

Yenisi eskisi, zengini fakiri, siyahı beyazı, kuzeylisi güneylisi, çocuk yaşlı biz İSRAEL’iz. Hepimiz biriz, eşitiz ve İSAEL’i meydana getiriyoruz.

Gelmelerine sebep olanlara, gelmeleri için yardım edenlere, geldiklerinde onlara yardımcı olanlara yürekten alkış ve teşekkür… Ve en çok teşekkür sizlere yeni oleler, geldiğiniz için…

Yardım deyince, müthiş bir organizasyon ile KULA müzikalini İsrael’e getirmeyi başaran ve bunun sayesinde hatırı sayılır bir gelir elde edip bunu öğrencilere burs olarak dağıtacak olan, hiçbir menfaati olmadığı halde Türkiyeliler Birliği çatısı altında gecelerini gündüzlerine katan çok değerli kardeşlerime, başkanları Ovi Gülerşen ve yürütme kurulu başkanı Av. Yakup Barokas’ın şahsında teker teker teşekkür ederim. Hizmetleriniz büyüktür. Helal osun sizlere…

Esen kalın…

Aaron Baruch  (Ankaralı)