28 Eylül 2019 Cumartesi

KRAL BİBİ, SİHİRBAZ NETANYAHU
















“Kral” ya da “sihirbaz” lakaplı Netanyahu, acaba siyasi olarak hayatta kalabilecek mi? İsrael bu güne kadar görülmemiş bir şekilde, bir seneden az bir zamanda ikinci kez sandık başına gitti.

Liberman’ın askerlik yasasına karşı çıkması dolayısıyla çoğunluğu kaybeden Netanyahu hükümeti 9 Nisan’da erken seçime gitmişti. Netanyahu oylarını arttırarak 120 sandalyeli Knesset’te 35 milletvekili çıkarmasına rağmen kendisine görev verildiği halde bu kez hükûmeti kuramadı. Netanyahu liderliğindeki Knesset daha önce eşi benzeri görülmemiş bir karar alarak seçimden yalnızca birkaç hafta sonra kendini fesh etti ve  İsrael 17 Eylül’de tekrar sandık başına gitti.

Bu belki de Devlet Başkanı Reuven Rivlin’in, iktidarın dizginlerini kendisinden başkasına vermemesi için Netanhayu’nun bir manevrası idi.

Milyarlarca şekel masraf heba oldu. İsrael aylardır kısıtlı yetkileri olan bir geçici azınlık hükûmeti ile idare ediliyor. Yakışmıyor İsrael’e…

17 Eylül seçimleri de sonucu değiştirmedi,  ülke, sağ ve sol olarak neredeyse ikiye bölündü. Hükûmetin kurulması yine çok zor. İsrael Devleti Başkanı iki büyük partinin lideri olan Netanyahu ve Gantz’ı bir araya getirerek ulusal birlik hükûmeti kurmalarını istedi. Görüşmeler sürüyor.

Sağcıların ve solcuların genel görüşleri şöyle:

Sağcılar diyorlar ki:

-Ülke bizim zamanımızda bu güne kadar görülmemiş bir ekonomik başarıya ulaştı.
-Askeri alanda tarihimizin en güçlü dönemindeyiz.
-Dış ilişkilerde Yeruşalayim gibi, Golan gibi muhteşem başarılara imza atıldı. Arap ülkeleri dâhil, pek çok başka ülkeyle, özellikle ABD, Hindistan, Arap emirlikleri ile gelişmeler sağlandı. Dışarıda ülkeyi Netanyahu, büyüleyici kişiliği ve hitabeti ile İsrael’i çok iyi temsil ediyor.  
-Başkan Trump, İsrael’i bu güne kadar görülmemiş bir şekilde destekliyor. Bu Netanyahu sayesinde gerçekleşiyor…
-Solcular iktidara gelirse, Araplara aşırı taviz verecekler…
-Ürdün vadisini ilhak edeceğiz…

Solcular’da buna karşılık diyorlar ki:

-Netanyahu çok uzun zamandır iktidarda. Artık yeter, değişmesi lazım. Bu kadar uzun süre iktidarda kalan bir lider, mahkemeleri de, polisi de, basını da ele geçirir ve bu da ülkeyi diktatörlüğe götürür.
-Netanyahu’nun hakkında suç dosyaları var. Yargılansın, temize çıksın, sonra halkın karşısına geçip oy istesin.
-Netanhayu yargılanmamak için iktidarda kalmak istiyor ve bunun için her şeyi yapar.
-Sağ blok iktidarda kalabilmek için dinciler (harediler) ile birlikte hareket ediyorlar. Bu da dincilere tavizler vermek anlamını taşıyor. Harediler askere gitmemekle kalmıyor, oturduğu yerden maaş alıyorlar. İsrael’in bir din devleti olmasını istemiyoruz.
-Güneyde neredeyse bir yıldır Hamas, her cuma gösteriler yapıyor, ekili alanlarımızı, çiftliklerimizi, ormanlarımızı yakıyor. Roketler atıyor, sığınaklarda yaşıyoruz. Ordumuz niye bunlara gereken cevabı vermiyor ve  şer ocaklarını neden kurutmuyor?  Netanyahu hükümeti Hamas karşısında zayıf davranıyor.  

Tarfsız halk ise diyor ki:
-İsrael'in yeni kanunlara ihtiyacı var. Bir başbakan 2 dönemden daha fazla başbakan olarak kalamamalı. 
-Daha kolay koalisyon kurabilmek için baraj yükseltilmeli.
-Yaşlılar, emekliler, engelliler zor durumda. Emekliler aylık 2300, engelliler ise 3200 şekel ile geçinmek zorundalar. Bu insanlar zor durumdalar.
-Sağlık sistemimiz artık kırmızı alarm veriyor. Hastalar doktorlara ulaşamıyor. 6 ay sonrasına verilen randevular, ameliyat günleri var, hala röntgen kullanılıyor, ileri görüntüleme sistemleri çok az, yetişmiyor. Doktorlar hastalarla vakitsizlikten yeteri kadar ilgilenemiyor.
-Eğitim sistemimizde problemler var. İsrael’in çocuklarının neredeyse yarısı Yeşivalarda din ağırlıklı eğitim alıyorlar. Bu okullarda fen dersleri mecburi olmaktan çıktı. Merkezden uzaklaştıkça eğitimin kalitesi çok fena halde düşmekte…
-3 yaş altı çocuklara yuvalar çok pahalı. Ayda 3000 ya da 4000 şekel ücreti var. Çalışmak zorunda olan anneler babalar bunu ödeyemiyorlar. Çocuk yapmaktan vaz mı geçsinler?
-Pahalılık yüzünden ev almak artık neredeyse imkânsız oldu.
-Ticaret yapanlar BDS ile her yerde mücadele etmek zorunda kalıyor. Devletin bu konuda çok daha etkin olması lazım.
-İsrael’in imajı yurt dışında düzeltilmeli. Her yerde katil işgalci devlet olarak anılıyoruz.
-Hayat pahalılığı çekilmez boyuta geldi. İsrael zenginleşiyor ama bu zenginlik halka eşit dağılamıyor. Zengin daha çok zengin olurken fakir daha da zor geçinmeye başladı.

-VE SİZ POLİTİKACILAR, BİRİ BİRİLERİNİZLE UĞRAŞACAĞINIZA, PROBLEMLERİMİZİ ÇÖZÜN,       

Şikâyet etmek kolay, çözüm bulmak lazım. Bütün bu zorlukların aşılması için en önemli faktör muhakkak ki para. İşte işittiğim bazı öneriler:

-Yurt dışına çıkışlarda 50 ya da 100 şekel fon alınsın. Bu fonda biriken paralarla emeklilere ve engellilere daha iyi imkânlar sağlanabilir.
-Lüks otomobillerden daha fazla vergi alınarak toplanan paralar ile emeklilerin engellilerin hayat şartları düzeltilmeli.
-100 metrekareden fazla büyük olan evlerin, yerlerine ve boylarına göre vergileri artırılmalı ve bununla küçük çocukların yuva ücretlerinde iyileşme sağlanmalı.
-İsrael’de ortalama insan ömrü her üç senede bir yaş artıyor. Gelecekte çalışan nüfusun ödediği primler emeklilerin maaşını karşılayamayacak. Bunun için bu günden başlayarak her üç senede bir emeklilik yaşının arttırılması gerekmektedir.
-Ev konusunda devlet devreye girmeli. İnşaatlar devlet tarafından yapılmalı ve maliyetine halka verilmeli.
-Pahalılıkla kesinlikle mücadele edilmeli. İsrael’de pahalı olan temel tüketim maddeleri yurt dışından vergisiz getirilerek ucuza satılması sağlanmalı.  

Bir şeyler yapmanın vakti geldi de geçiyor. Bu gün yaşadığımız bu mucize ülkede daha iyi yaşayabilmek için kolları sıvamanın tam zamanı. En önemlisi gençlerin kolları sıvayarak politikaya girmeleri lazım. Yeni liderler gerekli...

Daha iyi günlere inşallah…
Hepinize hayırlı bir yıl diliyorum.
Esen kalın.

Aaron Baruch (Ankaralı)

21 Eylül 2019 Cumartesi

İSRAEL'İN PRENS ve PRENSESLERİ, ÇOCUKLAR...







10 yaşında İsrael’li bir çocuk tanıdınız mı hiç? Var mı yakınlarınızda? Onlar aslan parçaları, İsrael’in geleceğidirler. Hayranım ben o çocuklara ve o çocukları yetiştiren sisteme… Neye dikkat ettim biliyor musunuz? Bu çocukların en çok kullandıkları kelime lama-neden”  kelimesi. Şunu yapma diyorsun hemen cevap veriyor “lama?” Ya da şunu yapıver diyorsun, yine aynı cevap “lama?” Sorgularlar, kesinlikle sorgularlar ve alabildiğine özgürdürler…

Torunum daha küçüktü,  bir gece bende kalmıştı. Sabahleyin baktım hiçbir hazırlık yapmıyor. Öyle okula gidesi filan yok.

-Hadi oğlum kalksana, okula geç kalacaksın.
-Bu gün okula gitmiyorum büyükbaba.
-Niye?
-Şvita var.
-Şvita da nedir be aslanım?
-Grev yani.
-Ne grevi oğlum bu?
-Sınıfımız çok küçük. Sıkışıyoruz. İdare de değiştirmemekte direniyor. Biz de bugün grev yapıyoruz. Hiç birimiz okula gitmeyeceğiz.

Haydaaaaaa.

Ne yalan söyleyeyim, aklım almadı. Annesini aradım.

-Kızım, seninki bu gün okula gitmeyecekmiş. Şvita varmış diyor.
-Doğrudur baba, gitmesin. Haberim var.

10 yaşında bir çocuk İsrael’de sabahleyin okula kendisi gider. Okullar sabah 08.00 de başlar. Öyle servisi, minibüsü filan yoktur. Yani vardır da çok nadir. Yabancı kolejlere filan gidenler için belki… Çocuklar okula yürüyerek giderler. Çok küçük olanlar değil tabii, onları işine geç kalma telaşında olan anneler veya babalar bırakır okula. 3’ncü 4’üncü sınıftan sonra kendileri tek başlarına gitmeye başlarlar.  Okul civarında bu yaştaki çocuklar (5nci sınıf çocukları) sabah biraz daha erken gidip trafik polisliği de yaparlar. Araçlar ve yayalar onların talimatlarına uyarlar, hem de kesinlikle…

Okul öğlende biter. İsteyenler, çocuklarını (küçükleri) tsaron denilen bir nevi etüt sınıflarına gönderirler. Etüdün sorumluları çocukları okuldan alır ve yakındaki tsarona götürür. Çocukları yemeklerini orada yerler, resim yaparlar, oyun oynarlar varsa derslerini bitirirler. Anneler, babalar evlatlarını saat 16.30 gibi gelip alırlar. Bu hizmet ücretlidir.   

Daha büyük olanlar okuldan çıktıklarında eve kendi başlarına dönerler. Kendi anahtarlarıyla eve girerler. Ebeveynleri o saatlerde iştedirler tabiatıyla… Anne yemeği hazırlamıştır, ya buzdolabında, ya da mikrodalgada beklemektedir. Çocuk kendisi yemeğini ısıtır ve tek başına afiyetle yer. Sonra ya arkadaşlarıyla oynar, ya dersini yapar, ya bilgisayara takılır, kendisi karar verir. Her yerde, her semtte çocuklar için parklar vardır. Hem de ne parklar. Bizim çok yakınımızda çocuklar için survivor parkı bile var. Acayip eğleniyor çocuklar orada.

Okulda haftada en az 3 kere bir aktivitesi vardır. Örneğin basket oynar veya judo dersine gider… Sokaklarda judo kıyafetleriyle yürüyen küçücük çocukları görürsünüz. Öyle tatlıdırlar ki… Bu aktiviteler son derece ucuzdur ve genelde okul tarafından organize edilir. Genelde okulun spor salonunda veya bahçesinde yapılır. Çocuk bu işler için yine okula yalnız gider, yalnız döner. Anlayacağınız her şey okulun çevresinde döner. Oyunu da parkı da aktivitesi de, merkez okuldur. Okullar bazen toplu geziler düzenlerler. Müzeleri gezdirirler, bazen yüzmeye götürürler, filim izletirler ve bunun gibi programlar organize ederler.

İlkokulu bitiren çocuklar için civardaki ortaokullar tanıtım yapıyorlar. Örneğin TIP konusunda eğitim almak isteyen öğrenciler, hangi dersleri göreceklerini, programın neleri kapsadığını öğrenip ona göre seçimlerini yapıyorlar. İleri teknoloji bu yaşlarda çocukların beyninde iz bırakmaya başlıyor. Ortaokulda bir HITECH sınıfı aynen bu konuda çalışan bir şirket gibi plan yapar.  Örneğin bir proje ele alıyorlar. Önce onu parçalara ayırıyorlar. Her gurup projenin belli bir kısmından sorumlu oluyor.  O grup,  projenin belli bir bölümünü araştırıyor ve geliştiriyor. Kendi bölümünü tamamlayan grup, hazırladıklarını bir sonraki gruba devrediyor. Sonunda bütün parçalar birleşiyor ve proje tamamlanıyor. Bunun sonucunda ne oluyor biliyor musunuz? Okulu gezmeye gelenler ortalıkta dolaşan robotlar filan görüyorlar.  Çocuklarda kendilerini Star Wars filminin parçaları filan zannediyorlar.  Unutmayın bu çocuklar daha 11 yaşında.

Bu aslan parçaları okul dışında da bir başka türlüdürler. Evde sofranın kurulmasına yardım ederler. Ama en çok sevdiğim, yemekten sonra kendi tabaklarını mutfağa götürdükten sonra sudan geçirip bulaşık makinesine koymaları. Bu alışkanlıklarını misafirliğe gittikleri yerlerde de sürdürürler. Orada da masanın kurulmasına toplanmasına yardım ederler. Evde de öyle “anne su ver” ya da “muz var mı, bir muz versene” filan yok, kalkar kendi alır. Yani çoğu zaman.

Odasını da toplar bu çocuklar. Dağınıksa anne toplamaz. Çocuk karar verdiğinde kendi toplar. Bu arada çok sık karar vermediklerini de söylemeliyim. Genelde odaları öyle bir haldedir ki fare girse ayağını kırar. Çocuklar ne giyeceklerine, elbette belli bir yaştan sonra, kendi karar verir. Uygun değilse annesi sadece uyarır.

-Bu gün yağmur yağacakmış, üstüne bir mont al, ıslanma, filan gibi…

İlkokulda bu çocuklara bir güzel İngilizce öğretirler. Takır takır İngilizce konuşurlar. Hayret edersiniz. Bu çocuklar hangi arada, hangi derede öğrendiler bu kadar güzel İngilizceyi diye… Tabii bu her okulda aynı düzeyde değil. Bu arada Arapça bazı okullarda zorunlu ders. İlginç değil mi? Genelde okulların her konuda kaliteleri merkeze yaklaştıkça çok daha yükselmektedir. Merkezden uzaklaştıkça ne yazık ki okulların eğitim kaliteleri giderek azalıyor.

Bu arada devletin arka plandaki eli, çocuğu devamlı izler. Başarıları ya da başarısızlıkları irdelenir. Sebepleri araştırılır. Eksikliklerinin giderilmesi için ailesiyle irtibata geçilir. Ya da üstün başarılı ise o da değerlendirilir ve çocuğun harcanmaması için yeteneği doğrultusunda özel eğitimler alması sağlanır. Çok yakından tanıdığım bir kız öğrencide daha 13 yaşındayken böyle bir yetenek keşfedildi. Bu çocuk normal okulundan sonra TIP fakültesine giderek eğitimini üniversite düzeyinde sürdürüyor. Şöyle gözünüzün önüne bir getirin, insanın “vaaay be” diyesi geliyor.

Bakın, İsrael’in en önemli girişimcilerinden birisi olan Yossef Vardi neler söylüyor:

“İsrael’in eğitim sistemi çok iyi, çok değerli mühendisler yetiştiriyoruz. Devlet teknolojiye destek veriyor. Para çok doğru bir cevap olmasa da birçok ülkeye nazaran bir avantaj olabilir. Ancak bu yeterli değil. İsrael’i başarılı yapan şey kültürdür. İsrael’de anneler, çocukları kendilerini bilmeye başladıktan sonra (6 veya 7 yaşından sonra) onları çalışmaya üretmeye teşvik eder. “Ülken için bir şeyler yapmalısın, dünya için, insanlık için çalışmalısın” diye telkin ederler. Çocuk aileden ve çevreden gelen bu telkinlerle büyür. Bence İsraeli farklı yapan budur. Biz çalışkan ve üretken bir kültüre sahibiz.”

Bazı büyük şirketler yeni doğum yapan annelerin üretimden kopmaması için onlara şirketin içerisinde kampüs yapıyor. Google öyle bir kampüs yapmış ki, hem eğitim veriyor hem annenin üretime devam etmesini sağlıyor. Yazımın sonunda bu kampüsle ilgili tanıtımı seyretmeniz için linkini koydum.



Çocukların sağlıkları ile de çok ilgilenilir. Okulda fark edilen bir durum ailelerle paylaşılır. Çocukların kiloları, boyları, psikolojik durumları, çevreleriyle ilişkileri okul tarafından devamlı izlenir. Farklı durumlar aileler uyarılarak düzeltilmeye veya iyi yönde ise teşvik edilmeye çalışılır.

Devlet çocuklara doğar doğmaz para yardımında bulunmaya başlar. Çocuk doğunca onun adına bir bankada hesap açılıyor. Har ay buraya küçük de olsa bir miktar para yatırılıyor. Okul çağındaki çocuklara ayrıca devletin yardımları var. Anne babası ayrı olanlara veya ebeveynlerini kaybetmiş çocuklara devlet para yardımında bulunuyor. Bu paralar doğrudan bankadaki hesaba gelir. Yeni doğmuşa bile. Bu paralar bir fon tarafından biriktirilir ve işletilir.  Çocuk askerliğini bitirene kadar epeyi bir para oluyormuş.  Harika değil mi?

Liseyi bitiren çocuklar 18 yaşında askere giderler. Bir kısmı gönüllüdür. Savaş askeridirler. Omuzlarında her zaman silahları vardır. İzinde mizinde fark etmez. Silahları hep omuzlarındadır o aslan parçalarının. Kızlar da savaş askeri olurlar. Tank da kullanırlar, uçak da. Hayran olursunuz. Hele bikinilerinin üzerinde silah taşıyan o kızları sahilde gördüğüm zaman aklım çıkıyor. Savaş askeri olmayanlar da bürolarda çalışırlar. Onların da işleri en az ötekiler kadar önemlidir. Ne iş yaparlar, ne iz sürerler, walla kimse bilmez, bir şey varsa ki onların hepsi, silahlı ya da silahsız, aslan parçalarıdırlar…



Askerlikten sonra 6 ay kadar sırtlarında bir çanta dünyayı gezerler. Bu, İsrael çocuklarının vazgeçilmezidir. Uzak ülkelere giderler. . Sıkılınca, ya da paraları bitince veya ülkelerini, ailelerini özleyince geri gelirler ve üniversiteye başlarlar.

Devlet üniversiteleri bedava değil. Giriş de zor. Sınavı geçeceksin. Özel üniversiteler de var. Ordu birkaç yıl evvel bir karar aldı ve savaşçı askerlerin üniversite masraflarını karşılamaya başladı. İleride bu bursların kapsamı daha da genişleyecekmiş.

İsrael’de üniversitelerin ücretleri şöyle:

Bir lisans derecesi için yıllık yaklaşık 10.500 şekeldir. Genelde üniversiteler 3 yıldır. Yüksek lisans için genelde yıllık ücret 14.000 şekeldir.
Özel bir üniversitede yıllık öğretim ücreti 25.000 şekeldir.

Pek çok üniversite öğrencisi saatleri uygun olduğu için garsonluk yaparak bu ücretleri öderler. İsrael’de bir restoranda yemek yediğinizde verdiğiniz bahşiş büyük bir ihtimalle bir üniversite öğrencisinin harçlığıdır. Onun için mümkün olduğu kadar bu konuda cömert davranın.

Derler ki İsrael çocukların ülkesidir. Onlar İsrael’in prens ve prensesleridirler. Walla gerçek, İsrael, çocukların ülkesidir. Gururla yazabilirim ki İsrael, dünyada çocuk yetiştirilecek en iyi dördüncü ülke seçilmiş. Kolhakavod İsrael…

Son olarak şunu söylemek istiyorum. İsrael halkı soykırım travmasını üstünden atamadı. Yani benim kanaatim bu yönde. Biz İsrael’liler bu dünyada kendimizden başka birisine güvenemeyiz. Onun için her konuda çok güçlü olmak zorundayız. Bunun yolu da eğitimden geçiyor.


Aaron Baruch   (Ankaralı)

NOT: Sözü fazla uzatmak istemedim. Esasında ne anlatmak istediğimi aşağıdaki linki seyrederseniz daha iyi anlayacaksınız. Bakın, İsrael neden başarılı oluyor?

14 Eylül 2019 Cumartesi

İSRAEL’DE KAÇA YAŞANIR?














Öncelikle hepimiz biliyoruz ki İsrael, hele hele Tel Aviv dünyanın en pahalı kentlerinden biridir. Acaba neden? İsrael’de, mesela çocuklu bir aile kaça yaşar, kira, elektrik, su, gaz, sağlık giderleri ne kadardır, masraflar nasıl küçültülebilir, elimden geldiğince bu konuyu biraz gözler önüne sereyim istedim.

En büyük gider elbette ki kiradır. Bu gün özellikle Turkanozların tercih ettiği Ranana’da 25-30 senelik bir binada, 3 oda bir salon, ortalama bir dairenin kirası 5000 şekel civarındadır. Eğer Tel Aviv’de,  Dizengoff veya Rothschild civarında böyle bir ev kiralamak istiyorsanız 10.000 şekeli gözden çıkarmanız lazım. Hatta yetmez.  Sahile yakın deniz gören Hayarkon’da, böyle bir dairenin kirası sanırım 15.000 şekel civarındadır.  

Ancak merkezden uzaklaştıkça ev fiyatları düşmeye başlar. Kuzeyde veya güneyde yeşillikler içerisinde öyle güzel yerler var ki gerçekten insan huzur içinde yaşar. Neredeyse Ranana’da ödenen kira parası ile merkezden biraz uzakta satın alınabilecek bir evin taksitleri ödenebilir. İstanbul’da da herkes Bebek’de mi yaşıyor?

Bir de evlerin apartman masrafları vardır ki en az 200 şekeldir. Yeni binalarda bu 500 şekele kadar çıkar.

Elektrik ayda ortalama 1000 şekelden aşağı gelmez. Kışın ısınma yazın klima en büyük elektrik tüketicisi. Tabii karı koca çalışıyorsa gündüz vakti elektrik harcanmaz.

İkinci büyük gider arnona denilen belediye vergisidir. Ortalama 400 şekel civarındadır ve evin boyuna göre doğru orantılı olarak artar veya azalır. Su parası da ayda 200 şekel civarındadır. Gaz ise 100 şekelin altında gelir. Ortalamanın üstünde harcama yapılırsa bu ücretler el yakmaya başlar.  

En önemli giderlerden birisi de oto giderleridir. Sigortası, benzini, bakımı, tamiri ayda ortalama 2000 şekel civarındadır. Buna birde arabanın değerinin her sene % 10 kaybetmesini ilave etmeniz lazım. Ancak İsrael’de şirketler genelde kendilerini ispat etmiş elemanlarına araba verirler ve bu çok yaygındır.

Bir başka sabit gider kalemi de televizyon, telefon ve internet bağlantılarıdır. Bu seçiminize göre 100 şekel ile 300 şekel arasında değişir. Oto gibi mobil telefonları da şirketler elemanlarına verirler. Böylece telefonun kendisi de, konuşma ücreti de masraf olmaktan çıkar.

Bunun dışında elbette ki market gideri önemli bir masraftır. Aynı ürünün fiyatı,  aynı marketin değişik şubelerinde bile farklıdır. Haftalık alış verişlerin internet aracılığı ile yapılması halinde önemli para ve zaman artırımı kazanılır. Bir çocuklu bir ailenin 3000 şekel kadar aylık market masrafı olur. Elbette ailesine göre bu artar ya da azalır.

Sağlık giderleri standart sosyal güvence için yaklaşık 300 şekel ödenir. İlaçların cinsine göre katkı payı vardır.

Bunların dışında eve yeni alınması gerekli elektrikli aletler, mobilyalar, diğer eşyalar, sağa sola gidilirken götürülmesi gereken hediyeler, giyim masrafları gibi pek çok gider daha var. Ancak akıllı bir aile bazı araç gereçleri, ileride gerekebilecek hediyeleri önceden seçerek, giyim kuşam dâhil her şeyi internetten getirir ve çok daha ucuza mal eder. Araba ve ev eşyaları için ole hadaşlara tanınan pek çok haklar var. Bunların bilinmesinde ve istifade edilmesinde de elbette ki çok yararlar var.

Uzun lafın kısası İsrael’de para harcanırken çok dikkat edilmeli. Özellikle ev konusunda sürü psikolojinden ayrılarak akıllı seçim yapanlar kısa bir zaman sonra bunun çok ciddi faydalarını göreceklerdir. Mesafeler İsrael’de önemli değildir. Neredeyse her yere tren var.

Alışkanlıklarımızdan kurtulup yeni kazanımlarda bulunmayı tavsiye ederim. İnternet muhakkak kullanılmalı. Marketten giyime, hediyelik eşyadan elektrikli aletler ve mobilyalara hatta ilaçlara mamalara kadar her şey internetten ucuzu bulunabilir ve de duruma göre getirtilebilir.

Bunun dışında ailenin elbette çocuk varsa okul giderleri var. 3 yaşın altındakiler için yuva ayda 3000-4000 şekel gibi. İlk ve orta öğretim ücretsizdir. Servis filan yok. Herkes mahalledeki okula yürüyerek gider. Yine de eğitim için bir takım masraflar gerekiyor.

Bir de elbette eğlence, seyahat gibi giderleri de var. Herkes boyuna göre bir şeyler yapar. Ama McDonald’a bir hamburger yemek 50 şekel. Pahalı bir ülkedir İsrael…

Neticede bir çocuklu bir aile 15 bin şekel ile ortalamanın üstünde bir hayat sürdürebilir.

Gelelim para kazanmaya. İsrael’de iş kurmak ve başarılı olmak çok ama çok zor. Son 10-15 senede neredeyse bunu başaran yok gibi. Peki, insanlar nasıl para kazanıyorlar? Çalışıyorlar. Bulabildikleri her işte çalışıyorlar. Pazarda da çalışan var, markette de, belediyede de hatta güvenlik görevlisi olarak da… Hiç ayıp değil. Uzaktan kulağa nasıl geldiğini bilmiyorum ama burada bu hiç sorun değildir. İsrael’de insanlar birbirilerine bir dostumun dediği gibi göz seviyesinden bakarlar. Karşılarındaki insanın ceplerindeki paraya göre sosyal sınıflara istiflemezler. İnsanların insan olarak değerleri önemlidir. Bunun ne demek olduğunu İsrael’de üç-beş sene yaşadıktan sonra anlıyor insan ve bu İsrael’i gerçekten EŞSİZ yapıyor.

Asgari ücret 5300 şekel civarında ve işsizlik oranı dünyanın en iyilerinden biri… 3-4 sene evveline göre asgari ücretteki artış  % 38.  Enflasyon sıfıra yakın. Buna rağmen asgari ücretle kimse çalışmaz. İşe ilk girişte en az 6500 şekel ücret söz konusu. Ülkenin çeşitli yerlerinde merkezdeki kadar iyi iş imkânı yok. Dolayısıyla merkezden uzaklaştıkça ücretlerde biraz azalır. Ancak benim vurgulamak istediğim başka bir şey var.

Bu gün İsrael’de de, başka ülkelerde de insanlar, babalarının annelerinin yaptıklarını taklit ederek iyi bir hayat yaşamaları mümkün değil. 20 sene sonra gözde olabilecek mesleklerin bu gün daha ismini bile bilmiyoruz. Para kazanmak ve iyi bir hayat yaşamak için mükemmel bir eğitim şart. Bilgisayar yazılımı, mühendislik, doktorluk gibi. Düşünün ki üç lisan bilmek İsrael’de olağandır. Başarılı bir askerlikten sonra bu tip iyi eğitimi alan gençler en az 12-13 bin şekelle işe başlıyorlar. Araba, telefon ilave mesai gibi yan gelirler ayrı. Bu seviyede iki genç evlendiklerinde birkaç sene sonra yuvalarına 30-35 bin şekel getirebiliyorlar ve iyi bir ev alabiliyorlar. Yani okuyan gençler için problem yok. Okumak isteyenler için de fırsat eşitliği % 100 var. Ailesi okutabilir veya okutacak durumu yoktur.  Problem değil, isteyen genç garsonluk yapar ve mis gibi okur. Bu İsrael’de çok yaygındır.

İsrael’de insan emeği çok pahalı, kiralar çok pahalı, vergiler aşırı yüksek (çünkü savunma giderlerinde bütçeden ayrılan para dünyada rekor) dolayısıyla her şey pahalı ve sonuçta İsrael pahalı bir ülke… Ancak geliri de ona göre. İnsanlar kanyonlarda ellerinde paketler ile dolaşıyorlar, hafta arası bile yer ayırmadan bir hamburger restoranında yer bulmak çok zor, bayram seyran olduğu zaman bütün İsrael’in % 25 i yurt dışına seyahate gidiyor. İsraellinin cebinde para var ve harcıyor… Yıllık gelir kişi başına İngiltere’nin, İtalya’nın Japonya’nın önünde 42.000 dolar. İsrael zenginleşiyor, yeter ki bu zenginlik eşit olarak dağılabilsin. İsraelliler gelecekten de korkmuyorlar, sosyal güvenceler çok iyi…

Yaşlıların emeklilerin ve engellilerin durumu elbette ki hiç bu kadar parlak değil. Devlet bu insanlara yardım ediyor ama yetersiz kalıyor. Ancak şu muhakkak ki aç insan yok. Amerika’daki veya İngiltere’deki gibi evsizleri ya da dilencileri burada çok az görürsünüz.

Eğitim için daha fazla para lazım.

Sağlık sorunlarımız çok, oraya da para lazım.

Emekliler, yaşlılar, engelliler için daha çok para lazım.

Savunma giderlerimiz çok yüksek,  askerler daha çok para istiyorlar.

Hepsi hallolacak inşallah, savlanut… Nereden nereye geldi bu küçücük ülke… 70 senede aldığımız yola bakın ve iftihar edin, gurur duyun İsrael ile… Kusursuz değiliz ama iyi yoldayız.

Bu haftaki seçimlerde inşallah İsrael için hayırlı bir sonuç çıkar ve ülke geçirdiğimiz çok başarılı son 10 seneden daha başarılı yıllar yaşar. Hayırlısı olur inşallah…
Esen kalın.

Aaron Baruch


NOT : BURADA YAZDIKLARIM ORTALAMA RAKKAMLAR OLUP BENİM KİŞİSEL GÖRÜŞLERİMDİR. 
FARKLI GÖRÜŞLER ELBETTE OLABİLİR. SOL FİKİRLER SAĞ FİKİRLER ELBETTE VARDIR. 
BU ÇEŞİTLİLİK DEMOKRASİMİZİN GEREĞİDİR. KİMİMİZ BARDAĞIN DOLU TARAFINDAN, KİMİMİZ İSE BOŞ TARAFINDAN BAKABİLİRİZ. 
HERKESİN GÖRÜŞÜNE SAYGI LAZIM…

7 Eylül 2019 Cumartesi

BÜYÜKADA SİNAGOGU VE NİŞANYAN













Ağustos ayının son günlerinde Büyükada Sinagogunda GELENEKSEL YAZ KONSERİ etkinliği tertip edildi. Bu etkinlik dini bir mekânda yapıldığı için tepkilere neden oldu. Çünkü sanırım biraz kantarın topuzu kaçtı. Kadınlarla erkeklerin karışık oturdukları, bayanların dini bir mekân için uygun olmayan kıyafetleri, dua edilen bir yerde yapılan sirtakiler Yahudi muhafazakâr çevrelerinin hiç hoşuna gitmedi.

Sosyal medyada konserin VDO’ları elden ele dolaşmaya başlayınca bu etkinliğin Yahudilerin dışında başka çevrelerden de tepki gördüğünü gözlemledim. Bu tepkiyi gösterenlerden birisi de gazeteci yazar Sevan Nişanyan. Yavuz Bayraktar ile AHVALNEWS sitesinde bir telefon röportajı gerçekleştiren yazar ilginç gözlemlerde bulunuyor. Naçizane bu söyleşi hakkında ben de kendi fikirlerimi sizlerle paylaşacağım.

S.N. İbadet yerlerinde siyasi sloganlar atılması, siyasi tavırların sergilenmesi bence temelde yanlış bir şeydir.

Bence de çok doğru. Büyükada sinagogunda Türk Yahudileri böyle bir davranış sergilemişler midir? Hem evet, hem hayır. Sevan Nişanyan’ın bu fikre kapılmasının sebebi konser sırasında İzmir Marşının çalınması ve neredeyse orada hazır bulunanların hep bir ağızdan müzisyenlere katılarak marşı coşku ile söylemesidir.

İzmir Marşı, Türkiye’de bu gün iktidar karşıtı olan Atatürkçülerin sloganı haline gelmiştir. Dolayısıyla bu marş böyle hep bir ağızdan söylenince siyasi bir tavır ortaya konmuş oluyor. Bu bakımdan Nişanyan’a hak vermemek elde değil. Dini bir mekânda böyle bir siyasi gösteri hiç uygun olmamış.

Ancak bence, Türk Yahudilerinin böyle siyasi bir gösteriyi hem de dini bir mekânda önceden planladığına hiç kimse inanmaz. Hatta böyle bir şey planlanmış olsa ve önceden işitilmiş olsa o etkinliğe hiç kimse gitmezdi. Türk Yahudilerinin elbette siyasi görüşleri vardır ama bunu asla sergilemezler. Dolayısıyla kendiliğinden o anda gelişmiş bu olay, siyasi bir tavır veya bir slogan olarak algılanmaması gerekir. Türk Yahudileri hep bir ağızdan sevdikleri bir marşı söylediler; hepsi bu, buna hiçbir anlam yüklememek gerekli.

S.N. Sinagogda olanlar gerçekten insanın içini kıyan bir görüntü. Çünkü samimi olmadığı her halinden belli.  Bu olayı “biz vatanperver Türkleriz” izlemini vermeye yönelik bir savunma refleksi olarak görmek lazım.

Nişanyan işte burada son derece yanılıyor. Türk Yahudileri her zaman Atatürkçü oldular. Türkiye veya Türkiye dışında Atatürk’ü sevmeyen Türk Yahudi’si neredeyse yoktur.  Sinagogda böyle bir marşın çalınması doğrudur veya yanlıştır, tartışılabilir, ama İzmir Marşı söylenirken Türk Yahudilerinin samimiyeti yüzde yüzdür, gerçektir, işte bu tartışılamaz.

S.N. Sonuç olarak Türkiye Yahudileri açısından evet, bu bir savunma hamlesidir. Yunanistan’da bu 30 Ağustos hadisesi İzmir’in yakılması, İzmir Katliamı büyük acıyla hatırlanan büyük bir haksızlık ve namussuzluk olarak hatırlanan bir hadise.

Ne haksızlığı ne namussuzluğu, ne zamandan beri vatanını savunanlara namussuz deniyor. Sevan Nişanyan İzmir’de zarar gören Yunanlı veya Rum birilerine rastlarsa onlara Yunan ordusunun İzmir’de ne işi vardı diye sorsun.  İzmir’in yakılmasından Türkler mi sorumlu? Kim yurdunu işgalden kurtaran Türkleri suçlayabilir?

S.N. Duyulursa ki Türk Yahudileri bariz bir şekilde gayrı samimi olan bir tavırla böyle bir Türk şakşakçılığı işine girişmişler, Yunanistan’daki Yahudiler ne hissedecekler? Türk Yahudileri bunu hesaplamamışlar.

Sen ne diyorsun Sevan Nişanyan, Türk Yahudileri 30 Ağustos’ta Yunanlılar gibi matem mi yapsınlar? Elbette sevinecekler, elbette zaferi kutlayacaklar.

Büyükada sinagogunda İzmir Marşını söylemek Nişanyan’ın dediği gibi bir savunma hamlesi mi veya şakşakçılık mı, bunu okuyucuların yorumuna bırakıyorum.  

Yunanistan’daki Yahudi kardeşlerimizin neler düşündüklerini bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey varsa hiçbir Yahudi yaşadığı ülkeye ihanet etmez. Nişanyan Yunan askeri denize döküldü diye Türk Yahudilerinden Yunanlılar gibi matem mi tutmalarını bekliyor? Elbette ki Türk Yahudileri de yüzyıllardır yaşadığı ülkenin halkıyla birlikte sevinecek, bundan tabii ne olabilir?

Son olarak şunu da söylemeden geçemeyeceğim, bir Cami’de 30 Ağustos hutbesi okunurken Atatürk’ün ismi anılmazken, bir sinagogda İzmir marşının bağıra bağıra söylenmesinden hiçbir Türk Yahudi’si utanmaz… Keşke bu bir sinagogda olmasaydı…
Aaron Baruch


Kaynakça : Yavuz Bayraktar’ın Sevan Nişanyan ile yaptığı röportaj
Ahvalnews