6 Aralık 2016 Salı

İSRAEL TRENLERİNDEN ÖYKÜLER...




Sevgili kardeşlerim yeğenlerim ve dostlarım,


İsrael’in trenleri vazgeçilmezdir. Ulaşım çok büyük ölçüde tren ile halledilir. Çoğu iki katlıdır. Süratli trenlerdir. Genellikle kırmızıdır. Nadiren tek katlı mavi trenler de var. Öyle üzerlerinde yazılar mazılar olmaz. Çok temizdir. Tabi bunlar çok güzel özellikler ama esas onları güzel yapan içindeki insanlardır. Hele hafta başı ve hafta sonu izinden dönen ya da izine giden o askerler var ya, onlarla birlikte seyahat etmek inanın bana bir ayrıcalıktır, bir mutluluk dinamosudur. Cıvıl cıvıl genç kızlar, fişek gibi delikanlılar, kimi silahlı, kimi silahsız, pırıl pırıl gençler, insan bakmaya doyamıyor.
Şimdi size bir kaç küçük yaşanmış öykü anlatacağım. Bu İsrael halkının askerini nasıl bağrına basmaya her an hazır olduğunu anlatan kısacık yaşanmış anlık gerçek öyküler.
Yeruşalayim treni. Sabah saatleri. Askeri kıyafetleri ile genç bir kız uyuklamakta. Birden kızın telefonu çalıyor.  Kız telefonu açıyor. Bir münakaşadır başlıyor. Anlaşılan kız kredi kartı borcunu yatırmamış. Kartı kapatacaklar. Kız da “lütfen kapatmayın” diye hattın öbür ucundaki yetkiliye rica etmekte. Konuşma uzuyor fakat bir türlü çözüme ulaşılamıyor. Tabii etraftakiler de konuşmaya şahit olmaktalar.  Birden kızın karşısında oturan adam telefonu kızın elinden alıyor. Seyredenler ilgiyle “ne olacak” diye beklemekteler. Telefonu kızın elinden kapan adam karşı tarafa soruyor:
-Ne kadar bu kızın borcu?
Karşı taraf cevaplıyor. İşte “şu kadardır” filân diyor herhalde. Adam:
-Tamam, yazın lütfen, benim kredi kartımın numaraları şu şu şu. Hemen tahsil edebilirsiniz diyor, ve telefonunu kıza geri veriyor.
Etrafta öyle büyük bir şaşkınlık, “helal olsun” filan yok. Kız başta şaşırıyor, “olmaz, kabul edemem” filan diyorsa da etraftakiler “uzatma, ne olmuş yani, sen askersin” filân diyorlar. Sonunda kız adama “çok teşekkür ederim” diyor, herkes gazetesine dönüyor. Adam kızın borcunu ödeyiverdi. Ama önemli olan bunu herkesin bunu sıradan bir olay olarak algılaması.  
Benzeri bir durum birkaç hafta sonra başka bir trende oluyor. Bu sefer durum biraz daha ciddi. Asker kız evlerinin elektriği kesilmesi diye karşı taraftaki yetkiliye adeta yalvarmakta. Üstelik para bir hayli fazla. 3 veya 4 bin şekel civarında bir meblağ. Bir iş adamı telefonu askerin elinden alıp borcu ödüyor. Konu kapanıyor. Olay gazetelere de geçiyor.
Esasında bunun gibi trende veya başka yerlerde askerlere yapılan güzelliklere her zaman rastlamak mümkün. Daha geçenlerde böyle bir olay yine gazetelere geçti.
Yeruşalayim’de esnaf lokantası. 10 kadar asker yemek yiyorlar. Asker çocuklar, o yaşlarda delikanlılar nasıl yerler bilirsiniz. Ortalığı silip süpürüyorlar. Tatlılarda yeniyor, kahveler de içiliyor, iş hesaba geliyor. Askerler hesabı istiyorlar, lokantacı ”hesap ödendi” diyor. Kim ödedi belli değil.
Bazen küçük marketlerin önünde bir buzdolabına rastlarsınız. İçinde su, meşrubatlar, meyve suları kolalar filan bulunur. Dünyanın her yerinde vardır. Bazen İsrael’dekiler farklı olur. Onları farklı yapan üzerlerindeki yazıdır. “Askerler bedava.” İsteyen asker dolabı açar, istediğini alır ve devam eder.
Şu “askere bedava” işine çok rastladım ama yukarıda anlattığım iki tren hikâyesini ben yaşamadım. Gazetelerden öğrendim, anlattılar filân. Ama benim yaşadığım bir tren hikâyesi var ki... Daha doğrusu izlediğim bir anlık olay. Unutamam, unutulacak gibi değil çünkü.
Temmuz 2014. 16 yaşında üç öğrencinin kaçırılarak öldürülmesi üzerine Gazze ile İsrael arasında savaş başlamıştı. Sert Kaya operasyonu. Önce hava harekâtı başlamış peşinden de İsrael savunma güçleri kara harekâtına başlamışlardı. Savaşın bütün hızıyla devam ettiği günler. Ne yazık ki her gün şehit haberleri gelmekte.
Yom Rişon. Pazar günü. İsrael’de hafta başı. Sabah 06.58. Netanya Ashdod treni. Tel-Aviv’e gitmek için her sabah bu treni kullanırım. Arabamı park ettim. Trene doğru yürüyorum. Bir araba geldi. Bir baba ve oğlu indiler. Genç adam asker. Omuzunda kocaman bir silah ve şarjörler var. Bordo bereli bir savaş askeri. Göğsünde de ne anlama geldiğini bilmediğim bröveler var. Pazılarında üç tane mavi şerit bulunmakta. Sıradan görünümlü bir asker. Şişman değil, zayıf değil, esmer, orta boylu,  19 bilemedin 20 yaşlarında bir delikanlı. Hafif sakalları var. Arabadan indikten sonra arka kapıyı açıp kocaman bir çanta indirdi. Bu askerlerin çantaları genelde üniformaları ile aynı renkle oluyor. Torba gibi. Rastlamışsınızdır mutlaka… Delikanlı çantayı yere bıraktı. Babası yanına geldi. Adamın başında kippa var. Oğluna sarıldı. Gözleri kapalı. Bir elini çocuğunun başıma koydu. Belli dua ediyor. Oğlan hareketsiz. Babasına belli belirsiz sarılmış durumda. Trene yetişme telaşındakiler onları görmemezlikten geliyor. Esasında hepimiz görüyoruz, ama bakmamaya çalışıyoruz, gözlerimizi kaçırıyoruz.  Neden sonra ayrıldılar. Asker torbasını alıp trene yürüdü.
Trene bindikten sonra düşünmeye başladım. Bu asker acaba şimdi nereye gidiyor? Belki yarın sabah cayır cayır bir savaşın içine girecek. Hatta belki bu gün. Allah’ım, bu baba acaba çocuğuna sarıldığında aklından neler geçiyordu? Neler hissediyordu? Bu nasıl bir hissiyattır? Nasıl tarif edilebilir? Hangi kelime bunu anlatmaya yeter?
İsrael’de bir laf vardır. Başka yerlerde de aynı laf var mı bilemiyorum. “Hayat piknik değildir” derler. Bu memleketin hayatı gerçekten “gerçek hayattır.”
Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım.
Bu hafta da bu kadar. Görüşmek üzere. Hepinizi çok seviyorum.
Hoşça kalın, sevgiyle kalın.
Aaron Baruch  (Ankaralı)



3 yorum:

  1. eline sağlık çok güzel,hele ANKARALI demiyormusun can kurban.bir de akraba olduğumuzdan gururlanıyorum.yazılarının devam etmesi dileğiyle kal sağlıcakla

    YanıtlaSil
  2. Yorumun için teşekkür ederim hemşerim...

    YanıtlaSil
  3. Büyün yazılarınızı ve mesajlarınızı okumaya çalışıyorum, zaman zaman katılıyor zaman zaman karşı çıkıyorum ama bu son yazınız çok etkileyici, T-anrı onları korusun, kaleminize sağlık...

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.