4 Ağustos 2019 Pazar

İSTANBUL BİLDİĞİN İSTANBUL YAZIMA YAPILAN YORUMLARA CEVABIMDIR…











Yazıma başlamadan önce bilmenizi isterim ki uzun bir yazı olacak.

Lafı hiç uzatmadan doğrudan konuya gireceğim. Eleştirilere sebep olan birinci paragraf şöyle:

Bu davranış bozukluğu içerisinde olan insanlar, bu tarz hayatın içinde oldukları müddetçe yaşadıkları durumun farkına varamazlar. Bir çantaya binlerce dolar sayan, milyonlar ödedikleri bir saati bir gün sonra iade etmeye kalktıklarında geriye sadece % 10’unu alabilecekleri bildikleri halde yine de satın alan, marka tutkunu, hatta marka hastası bu tüketim toplumu, 8 sene evvel terk ettiğim İstanbul’da değişen pek çok koşula rağmen hala yaşadıkları bu sahte ve doyumsuz hayata devam etmektedir. Berberlere, manikür ve pedikürlere, en modern ağdalara randevu almak için çırpınan bu insanların yeni bir tutkusu da kendilerinin ve bulundukları ortamın resimlerini çekip sosyal medyada paylaşmaktır. Fakat ilginçtir, anlayamadığım, neden hepsi dudaklarını büzerek sanki “gördünüz mü bakın, ben de dudaklarıma estetik yaptırdım” der gibi poz vermeleri… Hatta diyebilirim ki bu insanlar genç, yaşlı, ihtiyacı var ya da yok, fark etmiyor, yaptırabildikleri her yerlerine bu estetikleri yaptırıyorlar. Sonuçta birbirinin aynı, gülüyorlar mı, ağlıyorlar mı belli olmayan ifadesiz suratlar ortaya çıkıyor… Ortak başka bir özellikleri de yeni edindikleri şekilleri göstermek ve gündemden düşmemek için bulundukları her yerden fotoğraflarla paylaşım yapmaları…

Sözlerimin tamamen arkasındayım. Bir çantaya binlerce lira, dolar neyse ne  saymak, bana göre akıllı bir davranış değil. Keza marka bir saate de aynı şekilde bir sürü para yatırmak bence yanlış. O çantayı da, saati de bir hafta sonra aldığınız yere götürün, geri almazlar. Çünkü enayiyi bir kere yakalamışlardır.

Hele estetik konusuna gelince çok sıkıntılıyım. Gencecik hanımlar botoks yaptırıp bir sürür para harcıyorlar. Üç beş hafta sonra her şey eskisine dönüyor. Gitti paralar. Yazık değil mi kocanızın babanızın uğraşarak kazandığı paralara… O ifadesiz suratlar da cabası. Güzelleşeceğim derken çirkinleşiyorlar. Tabii riskler de ayrı… Yüz estetikleri ayrı bir sorun. Onun bile modası var… Şimdilerde Fransız askısı modası geçerli.

Bir de hiç onaylamadığım meme estetiği var. Sanki bütün memeler yerçekimine karşı koyar gibi. Hele hele daha anne olmamış genç hanımların süt bezlerini parçalayarak yaptıkları o estetiğe çıldırasım geliyor. Katiyen onaylamıyorum.

Poz vererek resim çektirmek yine benim onaylamadığım bir davranış. Yine de buna katlanabilirim. Çünkü en zararsızı. Moda oldu, ne yapalım. Biz biraz eskilerde kaldık galiba. Fakat ne olur gittiğiniz her yerden, bulunduğunuz her mekândan mayoyla, bikiniyle bu kadar paylaşımda bulunmayın. Belki kendiniz yakınlarınızla, arkadaşlarınızla bir gurup kurabilir ve orada paylaşırsınız. Yani kendinizi bu kadar çok vitrine koymayın. Nazar değer maazallah… Neticede İstanbul bıraktığım gibi…
YANİ İSTANBUL BİLDİĞİN İSTANBUL…

Birinci paragrafta söylemek istediklerim bunlardı. Fakat Türk Yahudilerini hedef alıp yazmadım. Bu paragrafta hiç Türkiye, Yahudi, Cemaat, kelimeleri var mı? Kim neden üstüne alınıyor? Size vahiy mi geldi? Yaranız mı var ki gocunuyor musunuz?
Bu yazdıklarım İsrael’de de geçerli Amerika’da da…Sizin aklınızdan zorunuz mu var?
Hatta İsrael’de de, bu onaylamadığım davranışlar misli misli var. Çünkü başta Ruslar çok gösteriş meraklısı insanlar. Eh, İsrael’liler de öyle sayılır. Sözüm yazımı okuyabilen herkes için geçerlidir…

Bunu dün yorumlarda yazdım.
Açıkladım.
İsrael’de bu davranış bozuklukları Türkiye’den çok daha fazla var.
Ama kimse takmaz…
İNŞALLAH ANALATABİLMİŞİMDİR…

İkinci paragrafı atlıyorum. Sözlerimin aynen arkasındayım. Bu yarış her yerde farklı şekillerde var.

Üçüncü paragraf aynen şöyle:

Ortak başka bir noktaları da hepsinin cebinde birden fazla pasaport olmasıdır. Birkaç yıl önce İsrael’e gelip “ole hadaş” (göçmen) olmak ve İsrael Pasaportu almak Türkiye Yahudileri arasında modaydı. O kadar moda olmuştu ki  İsrael’de “iş bitiriciler”  türedi. Pek çokları gelip İsrael pasaportu aldılar.. İspanya ve Portekiz 500 yıl evvel kovdukları Yahudiler’e pasaport verebileceğini duyurunca o yöne bir hücum başladı. Dünyanın paraları harcandı ve bir sürü zorlu ve uzun süreçten geçilip bu ülkelerin pasaportlarını aldılar. Kolayca, hiç para harcamadan, üstelik de üstüne bir sürü para alarak İsrael Pasaportu alabilecekken neden, ecdadına etmediklerini bırakmayan bu ülkelerin pasaportunu almak için bu kadar uğraştıkları anlaşılır gibi değil. İsrael pasaportu ile neredeyse dünyanın her ülkesine vizesiz gidebilmek mümkünken (kısa bir zaman sonra ABD dâhil) başka pasaporta ne ihtiyacın var? Dedim ya, İstanbul sendromu “onda var, bende de niye olmasın?” durumu…
Türkiye’de, ya da İsrael’de veya nerede yaşıyorsa bir Sefarad Yahudi’sinin, İspanya veya Portekiz Pasaportu almak istemesini anlayamıyorum. İsrael pasaportun varsa, dünyanın her yerine (yakında ABD) gidebilirsin. Vizesiz. Eğer bir de Türk pasaportun varsa buna Arap ülkeleri de dâhil. Senin ecdadına bu kadar kötülük eden ülkeden niye pasaport dileniyorsun? Yalnız Türk pasaportun varsa vize derdine çözüm arıyorsan babanın evine İSRAL’E gel. Sana üç günde 5 yıllık pasaport versinler… Moda diyerekten, ne işe yaraıyacağını bilmeden, ben de alayım diye koşturup bir de üstüne para harcadıysan, e ben sana ne diyeyim? Bunu yapanlar var mı? Var. Neticede İstanbul bıraktığım gibi…

YANİ İSTANBUL BİLDİĞİN İSTANBUL…

Dördüncü paragraf şöyleydi:

Bir plaj konserine giderken bile takıp takıştıran, mücevherleri ve marka giysileri ile konseri localardan dünyanın parasını ödeyerek izleyen (bu arada konseri mi seyrederler yoksa birbirilerini mi incelerler o da tartışma konusu) bu toplumun ortak bir özelliği de devamlı bir şeylerden şikâyet etmeleridir. Ya hizmetçilerine kızarlar, ya berberleri saçlarını iyi boyamamıştır, ya da estetikçileri bir yerlerini onların istediği gibi düzeltememiştir. Devamlı mutsuzdurlar, devamlı birilerinden şikâyetçidirler. Onlara göre, kendileri ve çevrelerinden başka herkes cahildir, toplum kurallarını bilmez ve hatta kafasızdır. Dünya onların etrafında döner ve her zaman merkezde yalnız kendileri bulunurlar.  

Dostlar, bu anlattığım diğer anlattıklarım gibi % 100  doğrudur. (Kenan Doğulu – Çeşme konseri)

Burada derdim gösterişten uzak, basit yaşamanın dayanılmaz çekiciliğidir. Plaj kıyafetinin üzerine şortunu çekip niye çimenlerin üzerinde hem de 100 – 150 metreden köfte ekmek yiyerek seyretmek varken… Localara bir dünya para, eve git,  giyim, kıyafet, makyaj, tak, takıştır…
 Bunu yapan var mı? Var. Neticede İstanbul bıraktığım gibi…

YANİ İSTANBUL BİLDİĞİN İSTANBUL…

Açıklamalarım buraya kadar…

Şimdi beni eleştirirken dozu kaçırmış  olsalar da  kardeşlerimin merak edip bana yönelttikleri  sorulara genel olarak cevap vereyim:


-  
     
e   "Egomun şişkinliğinden” bahsedenlere iki  çift lafım var. Ne egosu be!  O senin dediğin İSTANBUL SENDROMU’na yakalanmış gösteriş budalalarında olur. Burada egolar yerlerde sürünüyor…

        Lafı gelmişken yorumunda, kendisinden 20 yaş büyük olmama rağmen bana “ZAVALLI” diyen hanım kızıma bir çift lafım var. Çok ayıp. Yakıştıramadım. Bir daha kimseye asla zavallı deme… Asla… Sen zavallı görmemişsin, çık o yaşadığın akvaryumdan da sana zavallı göstersinler… Ama onu da anlamasın ki.  Akvaryumda doğan balığa okyanusu nasıl anlatacaksın?

5   Yazılarımın prim yapmak ile ilgisi yok. Ön yargıda bulunmayın. Bu yaştan sonra ne prim, ne ego, ne şöhret ile işim olmaz. Tanrıdan tek dileğim önce, yakınlarım için sonra da kendim için sıhhattir…

    Facebook ya da diğer sosyal medyayla haftada toplam birkaç saat ilgilenirim. Daha fazla değil. Hatta İnstagram ile hiç ilgilenmem. Hesabım bile sanırım birkaç ay evvel torunum tarafından yapıldı. Torunlarım bazen resim koyarlar, “büyükbaba bak” derler, ben de fırsat bulursam bakarım. WhatsApp’da aile gurubumuz var. Daha çok orada haberleşir mesajlaşırız. O kadar. Bunları nereden biliyorsun dersen her kes biliyor, milleti aptal zannetmeyin…

    Sami Kenaz, şimdi sıra sana geldi. 300 den fazla Pro İsrael makale yazan birine AKİT gazetesini yakıştırmak ancak senin kafa yapında birisinin fikri olabilir. Sen haklı çık da ne olursa olsun öyle mi? Esas konumuza gelince Sen de ben de biliyoruz ki,  İstanbul’da da, İsrail’de de, başka yerlerde de İstanbul Sendromu olarak tarif ettiğim hayat tarzını süren insanlar var. Ben de bu hayat tarzını tasvip etmiyorum. Hele Türk Yahudileri içinde bulundukları durumun farkında olup ellerinden geldikleri kadar gösterişsiz yaşamalılar… Yazdıklarımı beğenmiyorsan takma, nasıl istersen öyle yaşa… Kimin umurunda…
Amacımı hedefimi niyetimi filan sormuşsun ya, bak başkaları da öğrensin bilsin diye cevap vereyim:

BENİM PUSULAM ŞİMAL YILDIZINI DEĞİL, SADECE DAVİD A MELEH’İN YILDIZINI GÖSTERİR.
MAGEN DAVİD’İ … ALTI KÖŞELİ YILDIZI…
YÖNÜM DE HEDEFİM DE ODUR…

Hepiniz kardeşimsiniz, hepinizi seviyorum. Esen kalın…

Aaron Baruch  (Ankaralı)




1 yorum:

  1. 'İsrael’de bu davranış bozuklukları Türkiye’den çok daha fazla var.
    Ama kimse takmaz…' Dilerim sen de İstanbul'dakileri takmazsın. Hayat bu gözyaşlarına değmiyor... Güzel yorumlarda ve methiyelerde buluşsak daha mutlu olacağız.

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.