Cumhur
İttifakını oluşturan partilerin yıllardan beri süregelen ittifakı Milliyetçi
Hareket Partisi’nin genel başkanı Devlet Bahçeli’nin vefatından sonra bozulmuştu.
Birkaç gün sonra yapılacak 2028 milletvekili genel seçimleri ülkeyi birkaç parçaya
bölmüş büyük şehirlerde her cuma namazından sonra yapılan mitingler halkın
huzurunu kaçırmış, ülke kamplara bölünmüştü. Zaten berbat bir durumda olan
ekonomi tam bir krize girmiş, yüksek enflasyon altında ezilen halk açlık
sınırına gelmişti. Güneydoğudaki terör olaylarında çok yükselme vardı. Gün
geçmiyordu ki bir şehit haberi gelmesin…
O yıl Kurban
Bayramının arifesi perşembe gününe rast geliyordu. Ülke bayrama odaklanmış
siyaset şimdilik rafa kaldırılmıştı. 4 Mayıs Cuma sabahı, saatler tam 06.00’yı
gösterirken bütün Türkiye bayram namazındaydı.
Hatay’da birden
bir roket atar polis karakolunu vurur. Karakol
nöbetçisi ve içerideki iki polis anında şehit olur. Kamyonetlerle sınırı geçen
PKK ve YPG’li teröristler camilere ateş açarlar. Namaz kılmakta olan müminler
bir yere kaçamazlar. Teröristler motoparaşütlerle havadan ve lastik botlarla
denizden de Türkiye sınırlarını aşarlar ve Hatay’a müthiş bir baskın
başlatırlar. Köylere dalan insanlık dışı teröristler erkeklerin, korucuların
namazda olmasını fırsat bilerek evlere girmeye başlarlar. Ufacık bebeklerin
başları kesilir, kadınlara tecavüz başlar. Bazı evler içlerindeki insanlarla
diri diri yakılır. Yayladağı, Güzelyurt, Aslanyazı, Demirköprü, Reyhanlı, Bükülmez,
Güveççi, Kızılçat köylerinde de durum tam bir felakettir.
Aynı
dakikalarda Mardin, Diyarbakır, Urfa roket ve füzelerle vurulmaya başlar.
Saldırı çok büyüktür. Roket ve füzelerin saldırısı esasında teröristlerin harekâtını
maskelemek için tertip edilmiştir. Ülkenin güneydoğusu ateş altındadır.
Türkiye gafil
avlanmıştır. Bayram izinleri yüzünden sayıları çok az olan nöbetteki askerler anında saldırıya karşılık vermeye başlarlar. Ancak
birlikler arasında iletişim sağlanamamaktadır. Kahrolası teröristler iletişim
hatlarını hacklemişlerdir.
Ordu polis ve
korucuların kendilerine gelmeleri saatler alır. Karşı saldırı başlar. Müthiş
kahramanlık destanları yazılır. Köyler teker teker teröristlerden kurtarılır.
Helikopterler havadan yerdeki birliklere destek vermeye başlayınca teröristler
kaçmaya başlarlar. Eskişehir ve Malatya Ana Jet Üslerinden kalkan F-16’lar kaçan
teröristlerin üzerine ateş kusmaya başlar.
O kara cuma akşam
olduğunda öldürülen terörist sayısı 6 bini geçmişti. Ne yazık ki köylerde teröristlerin
öldürdüğü insan sayısı 3 bin civarındaydı. İki yüz civarında kahraman asker
şehit olmuştu. Ayrıca Diyarbakır, Urfa ve Mardin’e atılan füze ve roketlerden
yüzlerce ev zarar görmüş, 2 binin üstünde insan ölmüştü. Yaralı sayısı şimdiden
5 bin 5 yüzü geçmişti.
Ertesi gün Türk
bombardıman uçakları roket ve füzelerin atıldığı noktaları ateş altına alır. Kuzey
Suriye’de sivilleri kalkan olarak kullanan teröristler bombardıman yağmuruna
tutulur. Okulları, ibadethaneleri,
hastaneleri cephanelik olarak kullanan PKK’lı ve YPG’li teröristler Türk
İstihbarat teşkilatının elinden kurtulamaz. Yerleri tespit edilen bütün noktalar
Türk uçakları tarafından vurulur.
Kurtuluş
savaşından bu yana Türkiye böyle bir savaş yaşamamıştı. Türklerin gözünü kan bürümüştü. Her hedef ne olduğuna bakılmadan vuruluyordu. Ne yazık ki bu kadar
büyük bir bombardımandan hiç günahı olmayan siviller de çok zarar görüyordu. Kuzey
Suriye’de ölen sivillerin sayısı binlerle ifade ediliyordu ve bunların çoğu
çocuktu.
Türk
istihbaratı her şeyi birkaç günde meydana çıkartır. Saldırıya destek veren
Suriye’dir. Teröristlerin bütün mühimmattı ise ABD’den gelmektedir. Planlar da
onlar tarafından yapılmıştır. Zaten böyle bir harekâtı PKK’nın ya da başka bir
terörist gurubun planlamasına ve tatbik etmesine imkân yoktur. Saldırının ertesi
günü çok ilginç bir detay ortaya çıkar. Amerika’nın bütün askeri ve sivil
personeli bir gün evvel Türkiye’yi terk etmiştir.
Türkiye
seferberlik ilan eder. TCBMM tarafından Suriye’ye savaş ilan edilir. Suriye’nin
Türkiye’ye dayanacak gücü yoktur. Ancak savaş meskûn bölge ve gerilla savaşına
dönmüştür. Türkiye elbette bu savaşı kazanacaktır ancak çok uzun zaman alacağı
aşikardır. Türk tankları ve zırhlı birlikleri Suriye sınırına konuşlanmıştır. Karadan
girmek için siyasi emir beklenmektedir. Türk siyasileri kayıpları düşündüğü
için tereddüttedir. Bu arada Yunanistan da rahat durmamaktadır. Trakya da her
türlü tedbir alınır. Türk ordusu iki cephede savaşmak üzere düzen alır. Bu
arada Suriye’deki sivil ölümler dünyayı çok rahatsız etmeye başlar. Birleşmiş
Milletler ve Avrupa Birliği ateş kes yapması için Türkiye’ye baskı yapmaya
başlar.
Türkiye Cumhur
başkanı bütün şer odakları kurutulmadıkça ateş kes söz konusu olamaz der. Bir
gazeteye verdiği beyanatta “Suriye’de her taşın altına bakılacak ve bütün
teröristler yok edilecektir” der.
Savaşın 22’inci
günü Türkiye Cumhurbaşkanı yabancı gazetecilerin de katıldığı bir basın
toplantısı yapar. Konuşmasını bitirdikten sonra 3 soru alabileceğini söyler.
Birinci soru
Rus gazeteciden gelir:
-Sayın
Cumhurbaşkanı; bu savaş sizce ne kadar devam eder? Türk ordusu karadan da
Suriye’ye girecek mi?
-Bunu tam
olarak söyleyebilmek imkânsız, ancak ülkem ve vatandaşlarım bir daha böyle bir
felaket yaşamayacak. Bunu temin edinceye kadar savaşacağız. Karadan, denizden,
havadan her türlü tedbiri alacağız.
İkinci soruyu
Avrupa Birliği adına Fransız gazeteci sorar.
-Sayın
Cumhurbaşkanı; Türkiye’nin gafil avlanmasında ihmali olanlar için ne
düşünüyorsunuz?
-Savaş
bittikten sonra herkes hesap verecek.
Üçüncü soruyu
ise en arkadaki esmer gazeteci sorar.
-Sayın
Cumhurbaşkanı; Amerikalılar PKK ve YPG’lileri yurtları için savaşan Kürtler
olarak tanımlıyorlar, buna ne dersiniz?
Cumhurbaşkanının
tepesi atar ve çok sert cevap verir.
-Onlar terörist
bile değil, onlar hayvan, çocukların başlarını kesmek ne demek, ufacık bebeleri
esir alıp tavuk kümeslerine koymak ne demek? Böyle bir şeyi daha evvel gördünüz
mü? Bunlar İşid, bunlar Daaş, insanları yakmak ne demek? Bilsem ki Suriye’de
taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmayacak, ülkemin ve vatandaşlarımın
güvenliğini sağlayana kadar savaşacağız, bizi kimse durduramaz…
Basın
toplantısından sonra Fransız gazeteci son soruyu soran meslektaşına yaklaşır.
-Pardon, bir
şey sorabilir miyim? Biraz evvel cumhurbaşkanının cevabından sonra neden
güldünüz, hem sizi tanıyorum gibiyim sanki, isminiz nedir acaba?
-Salamon Ben
Cohen.
Aaron Baruch (Ankaralı)
Kaynakça: Henüz
yazılmadı…. Henüz söylenmedi…
Çok başarılı bir uyarlama - kutlarım, sevgili kardeşim 👍
YanıtlaSilDevlet Bahçeli'yi de öldürdün ya, pes doğrusu. Sanırım Alpaslan Türkeş demek istedin :-)
YanıtlaSilDeğerli Menteş, bu yazı geçmişte değil gelecekte olan bir olayı anlatıyor. Olaylar 2028 yılında geçiyor. Yavaş yavaş bir daha oku istersen. Vurgulamak istediğim İsrael'in başına gelenler Türkiyenin başına gelseydi nasıl davranırlardı?
SilÇok güzel bir yazı İsrailinde başına gelen bu. Güzel bir empati tabi yapabilene
YanıtlaSilKOL AKAVOD
YanıtlaSil