27 Ocak 2018 Cumartesi

LOZAN-YAHUDİLERİN AİLE HUKUKU HAKLARI







YAHUDİLER LOZAN ANLAŞMASI İLE KENDİLERİNE TANINAN HAKLARINDAN NEDEN VAZ GEÇTİLER?  

Yeni Türkiye Cumhuriyeti, milliyetçilik ve milli egemenlik üzerine kurulmakta idi. Bu devlet yapısıyla saltanatı ya da halifeliği bağdaştırmak mümkün değildi.

1 Kasım 1922 de saltanat ve halifelik biri birilerinden ayrıldı. Halifeliğin yetkileri yalınız dini konularla sınırlandırıldı. Vahdettin’den sonra Abdülmecit Efendi TCBMM tarafından halife ilan edildi.  Halifelik makamı yalnız dini konularla meşgul olacaktı.

Ne var ki Abdülmecit Efendi kendisini devlet başkanı gibi görmeye başladı. Bu durum yeni kurulmakta olan Türkiye Cumhuriyeti’nde huzursuzluk yaratıyordu. Buna karşı derhal tedbir alınması gerekiyordu. Ayrıca yapılması düşünülen devrimler için de bu bir engel teşkil etmekteydi. Atatürk, halifeliğin yabancı güçler tarafından, Türkiye aleyhine kullanılabileceğinden endişe etmekteydi. 1 Mart 1924 günü mecliste yaptığı bir konuşmada bu fikrini açıkladı. 3 Mart 1924 de etkileri hala devam eden tarihi bir kararla TCBMM, halifeliği kaldırdı.

Avrupa basınında Rum ve Ermeni patrikhaneleri ile Yahudi hahambaşılığının da kaldırılacağı yönünde yazılar çıkmaya başlamıştı. Bir Halk Fırkası milletvekili, zamanın Hahambaşısı Haim Becerano’ya hilafetin kaldırılmasından sonra Rum Ortodoks ve Ermeni Patrikhaneleri ile Hahambaşılığın da kaldırılması gerektiğini söyledi.  Hatta azınlık okulları da kapatılmalıydı. Bulgar “La Bulgarie” gazetesi bu koşullardan dolayı Yahudi Cemaatinin, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden çok şikâyetçi olduğunu yazdı. Cemaat haberi kesin bir dille yalanlayıp hükümete karşı duydukları “derin ve değişmez sadakat” duygularını bir kez daha dile getirdiler.

Fakat Atatürk’ün 4 Mayıs 1924 tarihinde “New York Herald”  gazetesine verdiği bir demeç Türk Yahudi Cemaati’ni çok endişelendirdi:

“Hilafetle birlikte Türkiye’de mevcut olan Ortodoks ve Ermeni Kiliseleri Patrikhaneleri ile Musevi Hahamhanelerinin (hahambaşılığı) ortadan kalkması lazımdır. Hilafet ve bu muhtelif patriklikler asırlardan beri ruhani daire-i salahiyetleri haricinde muazzam imtiyaz topladılar. Halkın mütalaasına müsteniden bahsedilen hukuk haricinde imtiyaz ile Cumhuriyet idaresinin tatbiki kabil değildir.”
“Bizimle 400 sene birlikte yaşamış olan Rumlar, günün birinde kendilerini gayrimüstahlâs addederek Türklerin boyunduruğundan kurtulacakları günü düşünmeye başladılar. Mekteplerinde kendi lisanlarını ve dinlerini tayin ettiler. Taht-ı hâkimiyetinde yaşadıkları hükümeti yabancı saydılar. “
“Diğer milletlerde de aynı hal vaki oldu. Türkiye’de mektepler ve kiliseler tahrikâtın ocağı idi. Gayrimüslim anasır, hatta imparatorluk hududu dâhilindeki Müslüman Araplar, aynı maksatla mekteplerinde Türk lisanının talimini ihmal ettiler. Böyle bir vaziyette İngiltere, Fransa, Amerika veya herhangi bir milletin ne kadar zaman tahammül edebileceğini sorarız.”

Üç gün sonra The New York Times gazetesi Hahambaşılık ve Patrikhaneler tamamen kapatılmayacağını fakat görev alanlarının sadece dini konularla kısıtlanacağını yazdı.

Cemaatin devam eden tedirginliği üzerine İstanbul Valisi Süleyman Sami Bey Hahambaşı Haim Becerano’yu ziyaret etti. “Yahudiler’in sadık ve değerli yurttaşlar olduklarını ve hükümette Hahambaşılığın tamamen kaldırılması konusunda hiçbir niyetin olmadığını” bildirdi.

Haim Becerano davet üzerine dışişleri bakanı Nusret beyi ziyaret etti. Nusret Bey “Hahambaşılığın kaldırılması gibi bir niyetin hiçbir zaman olmadığını” belirterek hahambaşıdan basında çıkan bu haberleri tekzip etmesini istedi. O da haberleri şiddetle tekzip etti.

LOZAN

24 Temmuz 1923 de Lozan anlaşması imzalandı. Anlaşmanın 37’nci maddesinden 45'nci maddesine kadar olan maddeler Türkiye’de yaşayan gayrimüslim Türk vatandaşlarının haklarını koruma altına aldı.

Batılı devletler ile Milletler Cemiyeti bu hakları garanti altına almış bulunuyordu. Türkiye bu hakların ihlali halinde batılı devletlerle Milletler Cemiyetine müdahale hakkı tanımış bulunuyordu. Türkiye hiçbir zaman bunu içine sindiremedi.

Atatürk bunu bir İngiliz Gazetesine verdiği mülakatta açık açık söylemiştir:

“Azınlıklara karşı kendimizi misak-ı milli ile tespit edilmiş ve Ankara’da Fransa ile imzalanmış anlaşmanın teyit ettiği ilke ile bağlı sayıyoruz. Biz savaştan bu yana büyük devletler arasında çeşitli anlaşmalarla azınlıklara verilen tüm hakları vermeye hazırız. Hatta ısrarla istekliyiz. Ancak berrak bir şekilde anlaşılmalıdır ki, yabancı kontrolü istemekte olduğumuz mutlak bağımsızlıkla bağdaşamaz ve imkânsızdır.”

Anlaşmadan sonra en çok problem 42’nci maddede çıktı. Bu madde aile hukuku ile ilgiliydi. Lozan’a göre ihtilaflar cemaatin örf ve adetlerine göre çözülecekti. Yani ihtilaflarda, Talmud hükümleri geçerli olacaktı. Bir yandan Talmud kanunları bir taraftan hukuk. Pratikte uygulanması imkânsızdı. Encümenler, komisyonlar kuruldu. Bir sürü görüşmeler toplantılar yapıldı.

Profesör Mişon Ventura ile Kalef Gabay, Yahudilerin Lozan anlaşmasının 42’nci maddesinden ile kendilerine tanınan haklardan vaz geçmeleri konusunda Hahambaşı Haim Becerano’yu ikna etmeye uğraşıyorlardı. Çünkü pratikte bu maddenin hukuken işlemesi mümkün değildi. Cumhuriyet mahkemelerinin hâkimleri Talmud’a göre nasıl karar verecekti?
Esasında Lozan heyetinden Hasan Saka TBMM’nin gizli oturumunda yaptığı konuşmada “gayrımüslim vatandaşların artık kendi şeriatları ve hukukları yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin kanununa tabi olmalarının şart olduğunu”  belirtmişti.

15 Eylül 1925 günü Hahambaşılıkta yapılan toplantı neticesinde Yahudi Cemaati, aile hukuku, şahsi hükümler ve miras hukuku bakımından artık ayrı bir muameleye tabi olmak ihtiyacını duymadıklarını kabul ederek  Lozan Anlaşmasının 42'nci maddesinin bu hükümlerini kapsayan birinci ve ikici paragrafından vaz geçti.   

Yahudiler bu konuda çok doğru davranmışlardır. Çok da isabet etmiştir. Örneğin aile hukuku konusunda Talmud hükümlerine bağlı olan Yunanistan'da çok sıkıntılar yaşanmaktadır.

Ayrıca Hahambaşı, “Lozan anlaşmasının azınlıklarla ilgili olarak ruhani konular haricindeki maddelerin tamamının lüzumsuz olduğuna inandığını” bildirmiştir. 

Peşinden Ermeni ve Rum cemaatleri de Ekim 1925 de Lozan anlaşmasının kendilerine tanımış olduğu haklardan vaz geçtiler. Buna gönüllü razı olmadılar. Tehdit edildiler ve zorlandılar. Sonuçta kabul ettiler.

Aradan geçen bunca seneden sonra söylenebilecek ne var ki? Cumhuriyet Hükümetleri zaman zaman özellikle vakıflar konusunda haksızlıklarda bulundular. 

Fener Rum Patrikhanesi kendisine tanınan hakları çoğu kez suistimal etti ve hala zaman zaman “ekümenlik ” iddialarında bulunmakta. 

Bu saatten sonra ne değişebilir ki? Hiç. Sadece tarihi hatırlamak ve paylaşmak istedim.


Sevgiyle kalın, hoşça kalın…

Aaron Baruch  (Ankaralı)

Kaynakça : Bir Türkleştirme Serüveni – Rıfat Bali (Saygılarım ve teşekkürlerimle)
                   Vikipedia





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.