YAHUDİLER LOZAN ANLAŞMASI İLE KENDİLERİNE TANINAN HAKLARINDAN NEDEN VAZ GEÇTİLER?
Yeni Türkiye Cumhuriyeti, milliyetçilik
ve milli egemenlik üzerine kurulmakta idi. Bu devlet yapısıyla saltanatı ya da
halifeliği bağdaştırmak mümkün değildi.
1 Kasım 1922 de saltanat ve halifelik
biri birilerinden ayrıldı. Halifeliğin yetkileri yalınız dini konularla
sınırlandırıldı. Vahdettin’den sonra Abdülmecit Efendi TCBMM tarafından halife
ilan edildi. Halifelik makamı yalnız
dini konularla meşgul olacaktı.
Ne var ki Abdülmecit Efendi kendisini
devlet başkanı gibi görmeye başladı. Bu durum yeni kurulmakta olan Türkiye
Cumhuriyeti’nde huzursuzluk yaratıyordu. Buna karşı derhal tedbir alınması
gerekiyordu. Ayrıca yapılması düşünülen devrimler için de bu bir engel teşkil
etmekteydi. Atatürk, halifeliğin yabancı güçler tarafından, Türkiye aleyhine
kullanılabileceğinden endişe etmekteydi. 1 Mart 1924 günü mecliste yaptığı bir
konuşmada bu fikrini açıkladı. 3 Mart 1924 de etkileri hala devam eden tarihi bir
kararla TCBMM, halifeliği kaldırdı.
Avrupa basınında Rum ve Ermeni
patrikhaneleri ile Yahudi hahambaşılığının da kaldırılacağı yönünde yazılar
çıkmaya başlamıştı. Bir Halk Fırkası milletvekili, zamanın Hahambaşısı Haim
Becerano’ya hilafetin kaldırılmasından sonra Rum Ortodoks ve Ermeni
Patrikhaneleri ile Hahambaşılığın da kaldırılması gerektiğini söyledi. Hatta azınlık okulları da kapatılmalıydı.
Bulgar “La Bulgarie” gazetesi bu koşullardan dolayı Yahudi Cemaatinin,
Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden çok şikâyetçi olduğunu yazdı. Cemaat haberi
kesin bir dille yalanlayıp hükümete karşı duydukları “derin ve değişmez
sadakat” duygularını bir kez daha dile getirdiler.
Fakat Atatürk’ün 4 Mayıs 1924 tarihinde “New
York Herald” gazetesine verdiği bir
demeç Türk Yahudi Cemaati’ni çok endişelendirdi:
“Hilafetle birlikte Türkiye’de mevcut
olan Ortodoks ve Ermeni Kiliseleri Patrikhaneleri ile Musevi Hahamhanelerinin
(hahambaşılığı) ortadan kalkması lazımdır. Hilafet ve bu muhtelif patriklikler
asırlardan beri ruhani daire-i salahiyetleri haricinde muazzam imtiyaz
topladılar. Halkın mütalaasına müsteniden bahsedilen hukuk haricinde imtiyaz
ile Cumhuriyet idaresinin tatbiki kabil değildir.”
“Bizimle 400 sene birlikte yaşamış olan
Rumlar, günün birinde kendilerini gayrimüstahlâs addederek Türklerin boyunduruğundan
kurtulacakları günü düşünmeye başladılar. Mekteplerinde kendi lisanlarını ve dinlerini
tayin ettiler. Taht-ı hâkimiyetinde yaşadıkları hükümeti yabancı saydılar. “
“Diğer milletlerde de aynı hal vaki oldu.
Türkiye’de mektepler ve kiliseler tahrikâtın ocağı idi. Gayrimüslim anasır,
hatta imparatorluk hududu dâhilindeki Müslüman Araplar, aynı maksatla mekteplerinde
Türk lisanının talimini ihmal ettiler. Böyle bir vaziyette İngiltere, Fransa,
Amerika veya herhangi bir milletin ne kadar zaman tahammül edebileceğini
sorarız.”
Üç gün sonra The New York Times gazetesi
Hahambaşılık ve Patrikhaneler tamamen kapatılmayacağını fakat görev alanlarının
sadece dini konularla kısıtlanacağını yazdı.
Cemaatin devam eden tedirginliği üzerine
İstanbul Valisi Süleyman Sami Bey Hahambaşı Haim Becerano’yu ziyaret etti. “Yahudiler’in
sadık ve değerli yurttaşlar olduklarını ve hükümette Hahambaşılığın tamamen kaldırılması
konusunda hiçbir niyetin olmadığını” bildirdi.
Haim Becerano davet üzerine dışişleri
bakanı Nusret beyi ziyaret etti. Nusret Bey “Hahambaşılığın kaldırılması
gibi bir niyetin hiçbir zaman olmadığını” belirterek hahambaşıdan basında
çıkan bu haberleri tekzip etmesini istedi. O da haberleri şiddetle tekzip etti.
LOZAN
24 Temmuz 1923 de Lozan anlaşması
imzalandı. Anlaşmanın 37’nci maddesinden 45'nci maddesine kadar olan maddeler
Türkiye’de yaşayan gayrimüslim Türk vatandaşlarının haklarını koruma altına
aldı.
Batılı devletler ile Milletler Cemiyeti
bu hakları garanti altına almış bulunuyordu. Türkiye bu hakların ihlali halinde
batılı devletlerle Milletler Cemiyetine müdahale hakkı tanımış bulunuyordu.
Türkiye hiçbir zaman bunu içine sindiremedi.
Atatürk bunu bir İngiliz Gazetesine
verdiği mülakatta açık açık söylemiştir:
“Azınlıklara karşı kendimizi misak-ı
milli ile tespit edilmiş ve Ankara’da Fransa ile imzalanmış anlaşmanın teyit
ettiği ilke ile bağlı sayıyoruz. Biz savaştan bu yana büyük devletler arasında
çeşitli anlaşmalarla azınlıklara verilen tüm hakları vermeye hazırız. Hatta
ısrarla istekliyiz. Ancak berrak bir şekilde anlaşılmalıdır ki, yabancı
kontrolü istemekte olduğumuz mutlak bağımsızlıkla bağdaşamaz ve imkânsızdır.”
Anlaşmadan sonra en çok problem 42’nci
maddede çıktı. Bu madde aile hukuku ile ilgiliydi. Lozan’a göre ihtilaflar
cemaatin örf ve adetlerine göre çözülecekti. Yani ihtilaflarda, Talmud
hükümleri geçerli olacaktı. Bir yandan Talmud kanunları bir taraftan hukuk.
Pratikte uygulanması imkânsızdı. Encümenler, komisyonlar kuruldu. Bir sürü
görüşmeler toplantılar yapıldı.
Profesör Mişon Ventura ile Kalef Gabay,
Yahudilerin Lozan anlaşmasının 42’nci maddesinden ile kendilerine tanınan
haklardan vaz geçmeleri konusunda Hahambaşı Haim Becerano’yu ikna etmeye
uğraşıyorlardı. Çünkü pratikte bu maddenin hukuken işlemesi mümkün değildi.
Cumhuriyet mahkemelerinin hâkimleri Talmud’a göre nasıl karar verecekti?
Esasında Lozan heyetinden Hasan Saka TBMM’nin
gizli oturumunda yaptığı konuşmada “gayrımüslim vatandaşların artık kendi
şeriatları ve hukukları yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin kanununa tabi
olmalarının şart olduğunu” belirtmişti.
15 Eylül 1925 günü Hahambaşılıkta yapılan
toplantı neticesinde Yahudi Cemaati, aile hukuku, şahsi hükümler ve miras hukuku bakımından artık ayrı bir
muameleye tabi olmak ihtiyacını duymadıklarını kabul ederek Lozan Anlaşmasının
42'nci maddesinin bu hükümlerini kapsayan birinci ve ikici paragrafından vaz geçti.
Yahudiler bu konuda çok doğru davranmışlardır. Çok da
isabet etmiştir. Örneğin aile hukuku konusunda Talmud hükümlerine bağlı olan Yunanistan'da çok sıkıntılar yaşanmaktadır.
Ayrıca Hahambaşı, “Lozan anlaşmasının
azınlıklarla ilgili olarak ruhani konular haricindeki maddelerin
tamamının lüzumsuz olduğuna inandığını” bildirmiştir.
Peşinden Ermeni ve Rum cemaatleri de Ekim
1925 de Lozan anlaşmasının kendilerine tanımış olduğu haklardan vaz geçtiler. Buna
gönüllü razı olmadılar. Tehdit edildiler ve zorlandılar. Sonuçta kabul ettiler.
Aradan geçen bunca seneden sonra
söylenebilecek ne var ki? Cumhuriyet Hükümetleri zaman zaman özellikle vakıflar
konusunda haksızlıklarda bulundular.
Fener Rum Patrikhanesi kendisine tanınan hakları çoğu kez suistimal etti ve hala zaman zaman “ekümenlik ” iddialarında bulunmakta.
Bu saatten sonra ne değişebilir ki? Hiç. Sadece tarihi hatırlamak ve paylaşmak istedim.
Fener Rum Patrikhanesi kendisine tanınan hakları çoğu kez suistimal etti ve hala zaman zaman “ekümenlik ” iddialarında bulunmakta.
Bu saatten sonra ne değişebilir ki? Hiç. Sadece tarihi hatırlamak ve paylaşmak istedim.
Sevgiyle kalın, hoşça kalın…
Aaron Baruch (Ankaralı)
Kaynakça : Bir Türkleştirme Serüveni –
Rıfat Bali (Saygılarım ve teşekkürlerimle)
Vikipedia
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.