10 Mart 2018 Cumartesi

İSRAEL’DE KADIN OLMAK…






















İsrael’de kadın olmak bir şanstır. Hele hele İsrael’in bir Ortadoğu ülkesi olduğunu düşünürsek… Alabildiğine serbesttir, alabildiğine özgürdür, alabildiğine eşittir. Şu sıralarda Türk TV kanallarında dönen tanıtım gibi İsrael’de kadın, “bir çay koysana” dan fazlasıdır. İsrael’de kadın hayatın ta kendisidir, gerçeğidir. Madam gibi yaşamaz kadın İsrael’de, adam gibi yaşar…

17-18 yaşında liseyi bitirene kadar çocukluğunu ve erken gençliğini imkânları içerisinde dolu dolu yaşar İsrael’in genç kızı. Serbestçe giyinir, mahalle baskısı nedir tanımaz. Erkeklerden korkmaz, kaçmaz. Ve lise bitince hayatın gerçekleriyle tanışma zamanı gelir. Bir laf vardır İsrael’de çok söylenen. “Hayat piknik değildir” derler.

İsrael’li kızlar 18 yaşında askerliğe başlar. Görevlerine göre 2 ya da 3 yıl askerlik yaparlar. Erkeklerle eşittirler. Savaş askeri de olurlar, hatta savaş pilotu bile olurlar. Bazı ülkelerde kadınların araba kullanma haklarına yeni kavuştuğu düşünülürse aradaki fark daha iyi anlaşılır. Kimileri eğitimleri, yetenekleri ve bilgilerine göre bazen bilgi toplama merkezlerinde bazen bilgisayarların yoğun kullanıldığı üslerde görev alırlar. Fakat aylarca süren temel eğitime hepsi katılır.

İşin ilginç tarafı askerlikleri esnasında meslek edinenler de vardır. Bazı bölümlerde çalışanlar daha sonra bunu referans olarak kullanırlar.

Askerlik onları pişirir. Bir tank komutanı kızı düşünün, ya da bir hava üssünde uçaklara bomba yükleyen bir kızı… Bir füze botun karanlık kumanda odasında üzerine gelmekte olan bir roketi durdurabilmek için savunma ünitelerini zamanında ateşlemeye çalışan ojeli parmakları hayal edin… Omuzlarında neredeyse kendileri boyunda silahları ile o kızlar…

Hele hele olmadık yerlerde, olmadık mekânlarda o silahları ile ne ilginç görüntüler… Plajda bikinileri ve omuzlarında o kocaman silahları ile yürüyen kızlar… Yemin ederim öyle resimler çekiyorlar ki, öyle pozlar veriyorlar ki instagramı sallıyorlar, fenomen oluyorlar…



2014 Temmuzunda İsrael Gazze’de Hamas ile savaşa tutuşmuştu. O sıralarda savaş hikâyeleri her an, gazetelerde televizyonlarda yayınlanıyordu: Üç IDF (Israel Defence Force-İsrael Savunma Kuvvetleri)  askeri,  önlerindeki bir binada teröristlerin olduğunu tespit eder. Hava kuvvetlerine icabının yapılması için acele haber verilir. Cevap olumsuzdur. Hava kuvvetleri etrafta sivillerin olduğu gerekçesiyle görevi kabul etmez. İş başa düşer. Askerler binaya dalarlar. Kurşunlar havada uçuşmaya başlar. Birisi boğazından vurulur. Diğeri dirseğinden. Fakat teröristleri haklarlar. Hemen peşlerinden vurulanlar olduğunu haber alan daha 18-19 yaşında sağlıkçı kız binaya dalar. Kendisi anlatıyor:

“İçeri girdiğimde ortalık karanlıktı. Dirseğinden vurulan askeri hemen gördüm. Fakat belki daha zor durumda olan birisi var mı diye süratle etrafı kolaçan ettim. Onu gördüm. Boğazından vurulmuş ve kendi kanı ile boğulmak üzere idi. Çok kan kaybediyordu. Yan çevirdim. Gerekli müdahaleleri yaparken bir yandan da yardım çağırıyordum. Takım arkadaşlarım da yetiştiler. Kanı durduramıyorduk. Neden sonra… “

O askerlerden ikisi de bu gün iyiler çok şükür. Aylar sonra o boğazından vurulan asker hastaneden taburcu edilirken kendisini kurtaran kızla fotoğraflar çektirdi.  

Hadi bu kıza tacizde bulunsana, ya da “git bana bir çay koy” desene… İsrael’de kadın hayatını adam gibi yaşar, madam gibi değil derken bunu demek istedim. Bakın biraz daha açayım konuyu…

Askerliğini bitiren kızlar imkânları içerisinde çoook uzun bir seyahate çıkarlar. Çok çok az bir para ile… Kimisi trenle Avrupa’yı dolaşır, kimisi uzak doğuya gider, kimisi de güney Amerika’ya filan. Geri geldiklerinde askerlik havasından çıkmışlar, artık hayatlarına yön verecek üniversite hayatlarına başlamak üzeredirler.  

Üniversiteler paralıdır. Durumu müsait olmayan ailelerin kızları (ya da erkek çocukları) hem okurlar hem de çalışırlar. Ordu geçenlerde aldığı bir kararla, savaş askerlerinin üniversite masraflarını karşılamaya başladı. Bu uygulamanın çerçevesi ileride daha da genişletilecekmiş.  Üniversite talebeleri için en gözde meslek, saatler de uygun olduğu için garsonluktur. İsrael’de garsonluk meslek değildir, üniversite talebelerinin geçim kaynağıdır. Bahşişler, bu düşünülerek bırakılır. O bahşişlerle o çocuklar okullarını bitirirler, diplomalarını alırlar meslek sahibi olurlar.

Sonra iş hayatı başlar, arada elbette evlilikler olur. Karı koca çalışırlar, çocuk da yaparlar, kariyer de. Sabah saat altılarda hatta beş buçuklarda kalkılır. Çocuklar yuvaya, kreşe götürülür. Öyle servis filan yok. Her aile, baba ya da anne çocukları okula bırakır. Okul ya da yuva büyük oranda yaşadıkları semttedir. Hafta sonu işler karı koca arasında paylaşılır.

Benim çok eleştirilen tabirimle adada yazlık boğazda balık hayatı yaşayan, evde yardımcıları ile dertleri moda ya da saçının rengi olan hanımlar yukarıda yazdıklarımı okuyunca belki, “brrrrr bana göre değil” diyebilirler.  Fakat işin ilginç yanı, İsrael’in kadınları bu “dolçe vita” hayatını uzaktan izlediklerinde “vay anasını” diyorlarsa da en fazla bir ya da iki hafta dayanabiliyorlar. Akşamları sokağa tek başına çıkan ya da bara tek başına giden kadına orospu gözüyle bakıldığı, şort giydiği için dövülen kadınların ülkesinde rahat edemez İsrael’in kadınları. Onlar özgür ruhtur… Özgür… Anlatabiliyor muyum? Özgür…

İsrael’in kadınları ülkelerinin savunmasına katkıda bulunurlar, hatta bu uğurda can verirler, ülkelerinin ekonomisine katkıda bulunurlar. OECD ülkeleri içerisinde İsrael, kadınların en çok üretime katıldığı ülkelerin başlarında gelir. Bilim insanı olurlar, profesör olurlar, Nobel ödülleri kazanırlar. Ve omuzlarında taşıdıkları bu ülkeyi dünyanın en ileri ülkelerinden birisi haline getirirler. Hayata bir iz bırakırlar. 

İsrael’in kadınları, sizleri saygı ile selamlıyorum ve ayakta alkışlıyorum. İSRAEL’İN KADINI HAYATINI ADAM GİBİ YAŞAR, MADAM GİBİ DEĞİL…

Bu haftaki yazımı İsrael’in en önemli kadınlarından birinin, Golda Meir’in sözleri ile bitirmek istiyorum.

Golda başbakanken, tecavüzlerin durması için önlem olarak kadınlara sokağa çıkma uygulanması getirilmesi istenmiş. Golda red etmiş ve demiş ki:

Kadınlara saldıran erkekler, eğer bir yasak getirilecekse evde oturması gereken erkeklerdir.”

Aldınız mı ağzınızın payını…

Sevgili dostlarım bu hafta Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla böyle bir yazı yazmak geldi içimden. Bütün kadınları kutluyorum.

Aaron Baruch  (Ankaralı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.