26 Ağustos 2017 Cumartesi

KAYADES


 

 

 
 
Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım…

“Kayades”, Türk Yahudileri’nin kullandığı Judeo Espanyol dlilinde “sus, sessizlik, ya da suskunluk” anlamına gelen bir kelimedir. Türk Yahudiler için ise; “konuşma, karışma, düşük görüntülü yaşa” hayat felsefesini tek kelime ile anlatan sosyolojik bir terimdir.

Türkiye’de yaşayan her Yahudi bunu öğrenerek büyür. Bu ülkede yaşayabilmenin ana kuralı, “susmak, her şeyi ortalıkta konuşmamak, ana dilini kullanmamak, gerçek adını söylememek” olduğu Yahudiler ‘in beyinlerine kazınmıştır.   Bu Türk Yahudilerinin geliştirdiği bir savunma sistemi sanki…

“Kayades” Türk Yahudilerinin öylesine içine işlemiştir ki; yaşadıkları hayat tarzı konusunda kendi aralarında bile yüksek sesle konuşmaya çekinirler. Bu davranış biçimi artık vücutlarının bir parçası gibi olmuştur. Hatta beyinlerindeki bir kıvrım gibi her hareketlerine, her sözlerine, her düşüncelerine hâkimdir. Bu, geniş toplumla ilişkilerindeki “düşük görüntülü yaşam tarzı” Türk Yahudileri için vaz geçilemez olmuştur.  

1927de işlenen Elza Niyego cinayeti Türkiye’deki Yahudilerin “kayedes felsefesi” için bir dönüm noktasıdır. Elza Niyego’nun cenaze törenine katılan 10 bin (bazı kaynaklara göre 25 bin) Yahudi,  kortej ilerledikçe  “adalet istiyoruz”  diye sloganlar atarlar. Bu bir ilktir. İlk defa Türk Yahudileri, adaletsizliği protesto etmekte ve isyanda bulunmaktadırlar.

Bunun bedelini ağır öderler. Derslerini öyle bir alırlar ki bir daha “ev sahibine” karşı böyle bir saygısızlıkta bulun(a)mazlar.

Cenazenin akabinde basında “Yahudilerin saygısızlığını”  ve hatta “gövde gösterisini” eleştiren çok sert yazılar çıkar. Öyle ya, kimdi bu Yahudiler? Onların konuşmaya, protesto etmeye, adalet istemeye ne hakları vardı? Onlar Türklerin 400 sene evvel, İspanya’nın mezaliminden kurtardıkları misafirlerdi. 400 yıl da geçse, 1000 yıl da geçse bu değişmezdi. Onlar Yahudi idiler. Güya Lozan anlaşmasıyla eşit oldukları garanti altına alınmıştı. Yeni Türkiye Cumhuriyeti Anayasası onları eşit vatandaşlar olarak tanımlıyordu. Ne eşiti be? Onlar Yahudi’ydi… Eşit meşit olamazlardı.

Cenazeden sonra zamanın Cumhuriyet savcısı Nazif Bey basına bir açıklama yapar:

“Geçen gün kamu hukukunu ilgilendiren bir cinayet üzerine bazı Yahudiler, kanuna aykırı hareket etmeye başlamışlardır. Sokaklarda adalet istiyoruz diye bağırmaya cüret etmişlerdir. Trafiği durdurmaya kalkmışlardır. Kamu düzenini bozmaya kalkan bu insanları en şiddetli bir şekilde cezalandıracağız.”

Neticede 9 Yahudi tutuklanır. Yahudiler sindirilir. Derslerini almışlardır. Hadleri bildirilmiştir. Bir daha mı, tövbe, bir daha böyle bir protestoya, ya da adalet arayışına asla kalkışmazlar. “Kayades” başlamıştır. O günden sonra haklarında verilen her karara, uygulamaya, ya da kanuna kamusal bir tepki göstermezler. Hükümet mercileri ile iyi geçinmeye çalışırlar.  İşlerini tatlı dil ve rica ile çözmeye uğraşırlar. Bu, neredeyse gelenekleşir.  Birkaç istisna dışında siyasete de karışmazlar, fikir beyan etmezler. Hatta bunu esprili bir şekilde “no mos karişiyamoz en los meseles del hükümet”, yani “biz hükümet meselelerine karışmayız” şeklinde ifade ederler.

1934de Trakya pogromu yaşanır. 10 binden fazla Yahudi yerlerinden, yurtlarından olur. Büyük çoğunluğunun malları, mülkleri yağma edilir. Haftalarca süren olaylara karşı basın sessizliğe bürünür. Her şey olup bittikten sonra nihayet başbakan İsmet İnönü “antisemitizm Türkiye zihniyeti değildir” diye bir açıklama yapar. Bu açıklama travmayı azaltmaktan çoook uzaktadır. Yahudiler, eşit vatandaş olarak kabul edilmediklerini artık bütün çıplaklığı ile anlamışlardır. Tüm kötülükleri bizzat komşuları yapmışlardır. Bu kolay kolay sineye çekilecek bir durum değildi. Ne yazık ki sonradan “malımız mülkümüz gitti, ama olsun bizi Almanlara vermediler ya” diye teşekkür edenler bile oldu. Böylesine kadercilik… İnsan ne diyeceğini şaşırıyor…

Köklerinden ayrılmaya zorlanan, mallarını, mülklerini, en önemlisi yaşadıkları ülkeye olan güvenlerini kaybeden Türk Yahudileri sessizliği seçtiler. Geçmişi, acıları susarak aşmaya çalıştılar. Yeni nesillerden de sakladılar. Zarar görmesinler, isyan etmesinler Türkiye’de yaşamaya devam edebilsinler diye. Sene 1934, daha İsrael devleti ufukta bile yok. Gidecek kaçacak yerleri yok. Nereye gidecekler? Hem konuşmak, anlatmak, isyan etmek neye yarardı ki? Bunları yapan daha da kötüsünü yapmaz mıydı?

Yıllar yılları kovaladı. Türk Yahudileri “yirmi sınıf ihtiyat askerliğini”, “varlık vergisini” yaşadı. “6-7 Eylül olayları” yaşandı. Yahudiler hep sustu. İsyan etmediler, adalet arayamadılar.  

Necmettin Erbakan ile Türkiye’de yeni bir dönem başlamıştı. İsrael’e, Yahudilere giydirdikçe oylar artıyordu. Bu neredeyse Türkiye’de bir siyasi getirim felsefesine dönüştü.

“Kasımpaşa’lı Uzun Adam” Davos’ta Shimon Peres’e “one minute” çıkışını yapmış, dönüşte ülkede kahramanlar gibi karşılanmıştı. Tamam, artık o da İsrael’e, Yahudi’ye giydirmenin, “Kasımpaşa’lı” gibi hareket etmenin oyları arttırdığını öğrenmişti.

Mavi Marmara’yı yaşadık. Olaydan sonra işyerleri basılıp dövülen Yahudiler tanıyorum. “Köpekler ve Yahudiler giremez” pankartları gördük. Basında tık çıkmıyordu.

Türk Yahudileri, artık iktidarın dümen suyundaki Türk Basınının her gün dozu artan antisemit söylemleriyle hatta hakaretleriyle karşı karşıya gelmeye başlamıştı. Sinagoglarımıza “yakılacak mekân” yaftaları asılıyor, önlerinde abuk subuk protestolar yapılıyordu. Her İsrael Türkiye olumsuz gelişmelerinde, Türk Yahudileri hedef alınıyor hatta cemaatin ileri gelenlerinden İsrael politikalarının eleştirilmesi isteniyordu.

Türk Yahudileri tepkilerini sadece birkaç tweet’ten öteye geçiremediler. Ne yapabilirlerdi ki?  Ülkenin bir sürü sözde demokratik toplum kuruluşu ağzını açmıyordu. Basın susturulmuştu… Memlekette olağanüstü hal ilan edilmiş, kanun manun mahkeme şu bu yok. Her şey rafa kalkmış. Uzun Adam   “raconu ben keserim” diyordu.

Artık herkes susuyor. Türkler bile… Yapacak bir şey kalmadı. Varsa yoksa sosyal medyada “hadi zincir yapalım, Türk Bayrağı” filan. Ne işe yarayacaksa? Bazı yazılarımın akabinde Türk arkadaşlarımdan ya da yazımı okuyan Türkler’den şöyle yorumlar alıyorum:

“Siz Yahudiler ‘in gidebileceği bir başka ülkeniz var, biz nereye gidelim?”

Çok acı.

Hepinizi seviyorum. Her şey iyi olacak inşallah…

Bu haftalık da bu kadar sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım.

Esen kalın, hoşça kalın.

 

Aaron Baruch   (Ankaralı)

 

Bu yazımda Sayın Işıl Demirel’den alıntılar yaptım. Teşekkürlerimi sunuyorum…

 

 

 

4 yorum:

  1. Maalesef her kelime doğru
    İsrael'e 52 yıl evvel tek başıma 16 yaşımda geldim
    6-7 OLAYLARINDA 6 YAŞINDAYDIM VE BÜTÜN GECE OLANLARI GÖRDÜM UNUTMAM VE UNUTAMAM

    YanıtlaSil
  2. Beni İsrail'in acılarını kimse anlayamaz...

    YanıtlaSil
  3. Mavi marmaradan sonra işyerlerine zarar verilip dövülen yahudileri bizler neden medyada görmedik? Yahudi medyasında bile böyle bir haber çıkmadı. Bana bu kısım hayali geldi. Diğerlerine sözüm yok. Ama İnönü döneminde kime özgürlük vardı ki? :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haber çıkmaz tabi. Yazının özünü anlayamamışsın: kayades.

      Sil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.